expr:content='data:blog.isMobile ? "width=device-width,initial-scale=1.0,minimum-scale=1.0,maximum-scale=1.0" : "width=1100"' name='viewport'/> Kübra Türker Kitapları: Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 6

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 6

 






Bölüm 6

 Bezgin adımlarla kendini eve atan Sarp, iki ev arkadaşını da televizyon karşısında gayet rahat bir şekilde yayılmış buldu. İkisi de televizyona dalmış birkaç gün önceki Beşiktaş maçının özetini izliyorlardı. Onun geldiğini duyduklarında kafalarını çevirip gelişigüzel baktıktan sonra spikerin hararetle anlattığı maça döndüler.

 “Bu, geçen gün değil miydi?” derken ikisinin arasına kendini atıp Ali’nin çerez tabağından bir şeyler aşırmaya başladı. “Öyleydi; ama malum bizim Lig Tv’miz olmadığı için özetlerle yetiniyoruz,” dedi Ali ufak bir isyanla.

 “Öğrenci adamın evinde Lig Tv’nin işi ne Allah aşkına!! Özet neyinize yetmiyor? Böyle de hayat devam ediyor işte,” diyen Sarp’ın garip bir tavrı vardı.

 “Senin bu saatte evde işin ne abi? Okul erken mi bitti?” Bu kez soran Erkan’dı. “Hâline bakılırsa okulu asmış ne de olsa hayat böyle de devam ediyor,” diyerek tahmin yürüttü Ali.

 Sarp sıkıntıyla nefesini bıraktı. Durum anlaşılmıştı.

 “Hah. Oğlum kaçıncı sınıftasın hâlâ mı kadavra görmeye alışamadın be? Bırak okuma, eziyet ediyorsun kendine,” dedi Erkan. Bir yandan elindeki ekmek arasını yiyor bir yandan da ağzının doluluğunun imkân verdiği ölçüde gülüyordu.

 “Bu seferki öyle böyle değildi ya! Neye uğradığımı şaşırdım. Oğlum adamın akciğerleri Zonguldak’taki kömür madenleri gibiydi. Orada olsam bu kadar şaşırmazdım. Hele kızları görsen… Birkaçı iki seksen yere serildi. Hakikaten iğrençti. Adamın ciğerlerine zift doldurmuşlar sanki. Böyle vıcık vıcı...”

 “Oh be abicim yemek yiyoruz burada. Ölenle ölünmüyor yapacak bir şey yok. Tamam, kapat konuyu,” diyen Erkan elindeki ekmeğe korkunç bir şeymişçesine baktı bir an.

 Sarp saatine baktığında saati henüz öğleden sonra üçü gösteriyordu. Yerinden kalkıp gerçek bir iğrenmeyle başını silkeledi ve odasına doğru yöneldi.

 “Ne o bu kâbusun üstüne güzellik uykusuna mı yatacaksın?” diye takıldı Ali.

 “Biraz gözlerimi kapatayım, dün gece de düzgün uyumadım zaten. Ama ben mi anatomi çalıştım o mu beni çalıştı bilmiyorum. Televizyonun da sesini kısın biraz. Gürültü de yapmayın,” diyerek iki genci de uyardı Sarp. “Oldu anneciğim,” diye atıldı Erkan.

 Sarp’ın bir şey demesine fırsat vermeyen Ali “Tamam, hadi sen git yat,” diye atıldı ve özete döndü.

 Bu kadavra konusu gün geçtikçe üç arkadaş arasında daha çok alay konusu oluyordu. Sarp’ın o hâliyle dalga geçmek ikisine de deli gibi zevk veriyordu. Çünkü Sarp sinirlendiğinde çok komik oluyor kısmen durdurulamıyordu. Ama şimdi Sarp gerçekten de yorgun gözüküyordu. Bu yüzden konunun üzerinde fazla durmadan onu odasına yollamışlardı. Nasılsa birkaç dakika içinde o komik hâliyle odadan çıkacaktı.  İkisi de bundan adları gibi emindi.

 Sarp odasına girip de kapısını kapatır kapatmaz “Sence ne kadar süre sonra püskürür?” dedi Erkan, Ali’ye doğru. “Şimdi ses kesildi; ama iki bilemedin beş dakika sonra tekrar başlar. Sarp da bu hâliyle fazla dayanamaz,” diyerek sinsi bir şekilde güldü Ali. “Bence bir yarım saat dayanabilir.”

 “Hiç sanmam,” derken Ali kendinden gayet emindi.

 “Nesine?”             

 “On kâğıdını alırım.”

 “Ben seninkini almayayım da.”

 Bu konuşmalar olurken ikisi de gözlerini ekrandan ayırmıyordu ve Ali söylediklerinde yanılmadı. İki dakika sonra gürültü başlamış on dakika sonra da Sarp köpürmüş bir hâlde odasından çıkmıştı.

 “İyi ki dedim gürültü yapmayın diye bilsem ağzımı açmazdım!!” derken soluğu Ali ve Erkan’ın yanında almıştı. Erkan oflayarak cebinden çıkardığı onluğu Ali’ye doğru attı. “Abi ne var azıcık daha dayansaydın! Yaktın beni!” dedi Erkan. Ali ise sadece gülüyordu.

 “Oğlum sanki gürültüyü biz yapıyoruz,” diyen Ali, hâlinden memnun bir şekilde aldığı onluğu cebinden çıkardığı cüzdanına yerleştirdi.

 Bu sırada üst kattan içi gıcık eden bir tonda eşyanın zemine sürtülme sesi duyuldu. Hem de oldukça yüksek bir tonda!! “Ne oluyor ya?!” diyen Sarp korku dolu bakışlarını tavana doğru kaldırdı.

 “Yukarıda yeniden yapılandırma var herhâlde,” derken Ali oturduğu yerde hiç istifini bozmamıştı.

 “Yapılandırma mı? Yukarıyı bildiğin yıkıyorlar!!”

 Katlanılamayacak olan gürültüyle dişlerini sıkıyordu Sarp ve gözleri uykusuzluktan kıpkırmızı olmuştu. Kendini sinirle ikisinin oturduğu kanepenin yanındaki tekli koltuğa rastgele bıraktı. Bir yandan da başını koltuğa yaslamış baş ve işaret parmağıyla ağrıyan başını ovuşturuyordu.

 “Biraz müsamaha göster. Gülbahar teyze söyledi, yeni birileri taşınıyormuş. Sanırım taşınan kadın öğretmen. Olacak o kadar gürültü. Biz sabahtan beri dinliyoruz, gıkımız çıkmadı.”

 “Tabii oğlum ya birkaç güne biter nasılsa. Biraz anlayış…” diyen Ali de Erkan’ın söylediklerini desteklerken bir yandan da dalga geçer gibi Sarp’a bakıyordu. Şu anki gürültü nasılsa onu rahatsız etmiyordu; ama Sarp için aynı şey geçerli değildi.

 “Bir öğretmenimiz eksikti zaten. Okuldaki hocalarla aramız çok iyi ya. Şimdi kesin gürültüden de şikâyet edip bizi öğrencisi yerine koyar. Kim bilir kaç yaşında, buraya geldiğine göre ya sürüldü ya emekliliği geldi. Bir tarafımız eğitim bakanlığı bir tarafımız kara kuvvetleri komutanlığı mübarek!”

 Sarp’ın birkaç gündür çektiği uykusuzluk iyice kendini belli ettiğinde gürültünün üzerinden yaklaşık bir saat geçmişti. Başına saplanan ağrı üst katın zeminine sürten eşya sesiyle her geçen saniye artıyordu. Hızla doğrularak bir saattir hareketsiz oturduğu koltuktan kalktı ve dış kapıya doğru yürüdü.

 “Abicim ne dedim ben? Azıcık müsamaha göster. Yeni taşınıyorlar. Bir kaç güne kalmaz kesilir sesleri,” dedi Ali yerinden kıpırdanmaya hazır bir tavırla. Çünkü Sarp’ın tersi tam anlamıyla pisti. Olası bir apartman kavgasını önlemekte de fayda vardı. Ne de olsa okulunun bitmesine bir sene vardı ve oradan oraya sürüklenmek istemiyordu.

 “Kimse bana müsamaha göstermiyor ama o ne olacak?!”

 “Senin sinirlerin bayağı telgraf tellerli…” dedi Erkan takılarak. Ama görülen o ki Sarp’ın kimseyi dinlemeye niyeti yoktu. Eli dış kapının koluna ilişti. “Ohoo! Kime diyoruz biz? Tabii bir kulağından girsin bir kulağından çıksın. Sakalımız yok ki sözümüz dinlensin. Sakal bırakacağım ha!!” dedi Erkan.

 “Oğlum, bırak şu edebiyatçı laflarını!” diyen Sarp kapının önünde dikilirken “Nasıl olacak o abi? Adam edebiyatçı zaten. İmkânsızı isteme,” diye atlamıştı Ali.

 Tam o esnada tüyleri diken diken eden, kara tahtada tebeşirin çıkardığı sese benzeyen, daha çok parkelerin isyanı da denebilir, gürültüyle Sarp’ın gözleri kocaman açılmış yumruklarını sıkmıştı. Diğer iki gençse kulaklarının maruz kaldığı bu sesle suratlarını buruşturmuşlardı. Bu sese kim tahammül edebilirdi ki?! Tabii ki Sarp da edemedi ve üçer beşer merdivenleri çıkmaya başladı. Arkasındaki gürültüye bakılırsa diğerleri de peşinden geliyordu.

 Var gücüyle kapıyı çalarken ki buna yumruklamak demek daha doğru, bir yandan da homurdanıyordu. Erkan ve Ali merdivende duruyorlardı. Biri duvara yaslanmış bir diğeri ise merdivenin demirlerinden tutunarak kollarını demire dayamıştı.

 “Abicim kapıyı mı kıracaksın? Yavaş ol biraz,” dedi Ali. Sarp başını onların olduğu tarafa çevirdi ve bir süre için kapıyı çalmaya ara verdi. “Siz neden geldiniz ki?”

 “Amacımız olası bir apartman faciasında apartman sakinlerini yatıştırmak,” dedi Erkan. “Yani burada senin yanında gibi durduğumuza bakma,” diyen Ali tarafını belli etti.

 “Kim o?” diyen kadife gibi bir bayan sesi duyuldu kapının arkasından. Sarp sinirli hâliyle konuşmaya fırsat bulamadan Erkan bir edebiyat öğrencisinin sahip olabileceği  hitabet üslubuyla cevap verdi. “Alt komşularınız.”

 Bunu sakin bir sesle, kadını ürkütmemek için söylemişti. Sarp’ın konuşmasına izin verseydi kadın muhakkak kapıyı açar açmaz üstüne polis bile çağırabilirdi. Sarp, kapının ardından gelen sese rağmen kapıyı birkaç kez daha çalarken bir yandan da Ali ve Erkan’a inanmayan gözlerle bakıyordu. Kapıyı çalmayı daha çok kırmayı bırakarak onlara tamamen dönerken ellerini beline koymuş o esnada da kapı açılmıştı. Ali ve Erkan’nın gözleriyse deyim yerindeyse fal taşı gibi açılmış Sarp’ın arkasına odaklanmışlardı.

 “Sabahtan beri bu gürültüyü dinlediniz ve…” derken Sarp’ın sözleri yarım kaldı.

 “Gürültü için gerçekten çok özür dilerim; ama yapabileceğim bir şey yok. Malum… Taşınıyorum.”

 Duyduğu sesin rengine inanamayan Sarp aniden başını çevirince karşılaştığı manzarayla gözleri kamaştı. Böyle bir şeyle karşılaşmayı beklemiyordu. Buna hazırlıklı değildi. ‘Şey’ diye düşündü; çünkü böyle bir şeyin insan olma imkânı yok gibiydi. Belki de birkaç gündür dönüp durduğu yatak, onda bu etkiyi bırakmıştı. Muhakkak saçmalıyordu; ama bunu birine onaylatması gerekiyordu. Acaba Yüce Yaradan’ın bile kendilerini unuttuğunu düşündüğü bu yerde kafayı mı yiyordu?

 Aman Yarabbi!!

 “Benim anatomi dersinde olmayan tansiyonum çıktı ve öldüm. Kadavra  da şimdi huri oldu. Burası da cennetin kapısı,” diye mırıldanırken yanına ulaşmış olan Ali’ye baktı. Ali başını olumsuz anlamda salladı. “Hepimiz ölsek bile senin canını yaktığın kızlarla cennetin kapısına kadar bile gelmiş olman beni düşündürür.”

 “Beyler bence Tanrı’nın hepimiz hakkında henüz sonuca varamadığı planları var,” diye takıldı Erkan. Ama hiçbiri bu atışmayı yaparken gözlerini önlerindeki kadından ayırmıyorlardı.

 Naz önünde ona şaşkın bakışlarla bakan üç genci bir süre daha izlemeye devam etti. Çok tatlı gözüküyorlardı. Mırıldanmaları belli belirsiz kulaklarına gelirken anladığı kadarı hoşuna gitmişti. Açık seçik yapılmayan bu üstü kapalı iltifatlar kadınlık gururunu okşamıştı. Hiçbirinin art niyeti olmadığı belliydi. Ev sahibi sabah kahvaltı için ikram getirdiğinde bu öğrencilerden bahsetmişti. Üç yıldır burada kalıyorlardı ve şimdiye kadar hiçbir sorun çıkartmamışlar hatta Gülbahar teyze onları kendi evlatları gibi seviyordu. Çünkü anlatırkenki hâlinden onlarla gurur duyduğu belliydi. Biri tıp fakültesinde, biri matematik bölümünde bir diğeri ise edebiyat bölümünde okuyordu. Bir kez daha onlara baktıktan sonra bu şaşkınlığa bir son vermek için boğazını temizledi.

 “Bir şey mi dediniz?”

 “Hayır… Aslında evet. Yanlış anlaşılma oldu galiba. Biz gürültüden rahatsız değildik,” dedi kapıyı çalan çocuk. Beyaz tenindeki kahve gözleri ve onları tamamlayan uyumlu kumral saçlarıyla olağan bir erkek modeli gibi gözükebilirdi; ama değildi. Sanki… Sanırım o boşluğu dolduracak olan terim karizma olmalıydı. İşte bu çocuk buna sahipti.

 “Öyle mi? Bana pek sözünün sonu o şekilde bitecekmiş gibi gelmedi. Eğer şikâyet için değilse… Neden geldiniz?” dedi masum bir gülümsemeyle.

 Karşısındaki gencin ne söyleyeceğini tasarlayan hâline dalmışken bir başka gencin lafa karışmasıyla bakışlarını ona çevirdi.

 “Biz… Yardıma geldik.”

 Bu gencin fiziğine de koyu kahve gözler ve uyumlu koyu kahve tonda saçlar hâkimdi; ama bu çocuğun da duruşunda ayrı bir hava vardı. Kendinden emin… Aynı zamanda ses tonu da çok hoştu. Hitabet sanatında iyi olmalı, diye geçirdi içinden. En sonunda edebiyat öğrencisi olabileceği noktasında hemfikir olmuştu kendiyle.

 İlk konuşan çocuk tekrar söze başladı. “Evet. Bir yanlış anlaşılma oldu. Ben… Sanırım tam anlatamadım… Zaten cümlem de yarım kaldı. Sabahtan beri bu gürültüyü dinlediniz ve… Diye başlayan sözlerime… Nasıl yardım etmediniz, diye son verecektim.”

 Bunları duymasıyla Naz’ın yüzündeki gülümseme genişledi. Yardım mı? Gerçekten mi?

 “Siz… Ciddi misiniz?” dedi tereddütle; ama gülümsüyordu. Aslında buraya gelirken mevzunun bu olmadığından kesinlikle emindi.

  “Evet. Elbette. Komşuluk öldü mü? Bu sloganla yola çıkarak bunu gösterelim istedik. Hem yardıma ihtiyacınız var gibi geldi.” Bunu edebiyatçı olduğunu tahmin ettiği genç söylemişti. Naz’ın yüzündeki gülümseme daha da büyürken bu oyunu devam ettirmeyi düşündü.

 “Peki, size yardıma ihtiyaç duyduğumu düşündüren nedir?” Kollarını kavuşturmuş ve kapının girişine yaslanmıştı.

 “Sanırım mobilyalar. Sesleri… Çok içtendi. Yani… Daha fazla dayanamadık,” dedi ilk konuşan genç.

 “Peki. Sloganınızı sevdim. Sanırım bu konuda size destek verebilirim,” diyerek kapıyı girmeleri için sonuna kadar açtı.

 Aslında bir erkeğe ihtiyacı olduğu düşüncesini asla kabul etmeyecekti. Yoktu da zaten! Ama içinde bulunduğu durum tam tersini söylüyordu. Başını çevirerek içerideki eşya yığınına baktı. ‘Peki, tamam, kabul. Belki birazcık!’ diye düşünürken isyan eden kasları, bir erkeğin güçlü kollarına olan ihtiyacının hiç de birazcık olmadığını kanıtladı. Bakışlarını eşya yığınından karşısındaki üç gence çevirirken kendi düşüncelerini azarlamayı ihmal etmedi. İhtiyaç duyduğu kollar kesinlikle kendisi için değildi tamamen eşyaları içindi.

 Evet, ihtiyacı yoktu; ama şu an bu teklifi de göz ardı etmeyecekti. Çünkü kaslarındaki en küçük lif zerresi dahi isyan ediyordu. Sabahtan beri eşyaları iteklemekten yorulmuştu. Artık o güzel şekilli poposu koltuk yüzü görse iyi olabilirdi. Bu fikir çok çekici görünmüştü birden. Ama koltukları bile henüz yerli yerinde değildi!

 “Ayakkabılarınızı çıkartsanız iyi olacak,” diyerek ev sahiplerinin yaptığı gibi kapının yanına geçti. Ev o gelmeden önce temizlikçi tarafından temizlenmişti. En azından bunun yapılmış olduğu için şükretmişti gün boyu. Çünkü o kadar eşyayı oradan oraya sürüklerken bir de temizlik yapamazdı. İki genç, ayakkabılarını çıkartırken hiç konuşmayan genç, kapıda Naz’a bakıyordu. Naz da anlamayan bakışlarla ona cevap verdi bir an.

 Bu çocuk diğerlerine göre daha bulunmayan bir tipe sahipti. Sarı saçları ve bal rengi yeşile çalan gözleriyle çekiciydi. Bu üç gencin de birbirinin altında ezilmeyen nitelikleri vardı. Tiplerinden de buraya ait olmadıkları gayet açıktı. Bunları düşünürken karşısındaki genç birden şaşkınlığından silkindi.

 “Zemin altımdan kayıyor oğlum!”

 Naz anlamayan bakışlarla gence bakarken ne amaçla bu sözleri söylediğini idrak edememişti. Ama zemin kayıyor deyince panik olmuştu. Çocuk yoksa bayılacak mıydı? Hemen çocuğa doğru hamle yaparak olası bir bayılma durumunda yere düşmesin diye kolunu tuttu. “İyi misin?” dedi ilgiyle ona bakarken.

 “Oğlum sen yine soyut mu çalıştın?” dedi kapıyı çalan çocuk yerinden kıpırdamadan.

 “An itibariyle şunu anladım ki bu hissi veren bir tek soyut dersi değilmiş,” dedi genç birden gülerek ve Naz’ın kolunu tutan ellerine baktı. “Şu anda iyi olmamam için hiçbir sebep yok. Mükemmelim,” derken dişlerini göstererek gülümsemişti genç Naz’a.

 Naz ellerini çekerek içeriye girdi. Ne olduğunu anlamamıştı; ama kurcalamaya da niyeti yoktu.

 “Buyurun beyler eşyalarım sizi bekler. Ama önce… Sanırım tanışmalıyız? Ben Naz.”

 “Tabii ki her şey usulüne göre olmalı. Ben Erkan,” dedi edebiyatçı olduğunu tahmin ettiği ve kelimelerle arası iyi olan genç. “Ben Sarp,” diyense kapıyı çalan gençti.

 “Ben de Ali. Bu soyut muhabbetine aldırmayın. Ben bile aldırmıyorum artık. Birinci sınıftan beri veremedim ve bu ders yüzünden diplomamı alamayacağım galiba. Ayrıca bu ders gördüğünüz gibi benim üzerimde iyi bir etki bırakmadı.”

 “Tanıştığımıza memnun oldum beyler. İşimiz bittikten sonra daha çok memnun olacağıma eminim.”

 ***

 Saatin altıya geldiğini gören Yağız özel odasında sivil kıyafetlerini giyerek birlikten ayrılmıştı. Yerinde yeni olduğu için son derece yoğun bir gün geçirmişti. Ayrıca dün gece uyutulmamasının verdiği etkiler yavaş yavaş kendini gösteriyordu. Şu an için istediği tek şey rahatsız edilmeden derin bir uyku çekmekti. Serin esen rüzgâra karşı yürürken elindeki pahalı beyaz telefona paktı. Bir insanın telefonu bu kadar çalabilir miydi? Bir insanın çevresi bu kadar geniş olabilir miydi peki? Bir insan sadece telefonunun varlığıyla bir başkasını bu kadar sinir edebilir miydi? Bir insan…

 Düşüncelerini kaplayan bu insanın telefonu bütün gün susmak bilmemişti. Annesi, babası, dedesi, Orkun’u, Aslı’sı hatta dadısı… Orkun Bey zaten geceden başlamıştı aramaya. Yağız da telefonu sessize alarak odasından çıkarmış ve yatağına uzanmıştı. Adama garip bir şekilde üzülmüştü. Çünkü o adam kim bilir nerede, gece boyu sevgilisini arayıp telefona bir erkeğin çıkmasıyla kafasında türlü senaryolar yazmış ve oynamıştı. Yağız’sa gece boyu kendi yatağında kadının o, kendisini çiçek bahçelerindeymiş gibi hissettiren kokusunu içine çekmişti. Bu kısmen aldatma sayılır mıydı peki? Ayrıca bilinmez bir neden yüzünden gece boyu gözünü kırpmamıştı. Gerçi ona uyuduğu kadarı yeterdi; ama… 

 Yağız düşündükleriyle yolda ufak bir kahkaha attı farkında olmadan. Bu kız onu dolaylı yollardan sinir etmiş ama doğru yoldan neşelendirmişti. Kadının söyledikleri şeylere karşı verdiği tepkiler anormal derecede zevk vermişti genç adama. Çünkü kadın da hiç çekinmeden ona karşılık vermişti. Bakalım şimdi telefonunu açmasına nasıl tepki verecekti? Kesinlikle tahmin etmesi hiç de zor değildi. Küplere binecekti. Aslına bakılırsa… Haklıydı da bir yerde. Çünkü Yağız’ın telefonu açmaya hakkı yoktu. Zaten isteyerek de olmamıştı. Hem uyku mahmurluğu bir de o baş döndürücü koku… Kendini durdurdu Yağız ve derin bir nefes aldı. Başını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştı. Evet, kız belki çok güzeldi; ama bu her şey değildi.

 Eve ulaşır ulaşmaz ilk işi telefonunu sahibine vermek olacaktı. O kadar çok merak edeni vardı ki, tabii ki hiçbir telefonu yanıtlamamıştı. Gece telefonu vermek için oldukça geç bir saatti. Sabah evden çıkarken de uğramayı düşünmüştü; ama bu kez de çok erkendi. En iyisi şimdi vermekti. Hem bakalım komşusunun yardıma ihtiyacı var mıydı? Belki de birkaç valizden sonra aklında birkaç kanepe taşıtmak vardı.

 ***

 “Peki, böyle olmuş mu hocam?”

 Naz beş dakikadır koltuğun yerine karar vermeye çalışıyordu. Acaba cam kenarında mı olmalıydı, duvar kenarında mı? Yoksa gözüne oldukça demode gelen kalorifer peteklerini kapatırcasına onların önünde mi durmalıydı? Yaklaşık iki saattir eşya yerleştiriyorlardı; fakat hem çok eğlenmişler hem de işleri nereyse bitirmişlerdi. Sadece mutfak malzemeleri yerleştirilecek ve maalesef ki para harcayıp alışveriş yapılacaktı!

 Elliyle çenesini hafifçe ovalayarak koltuğun pozisyonuna baktı. “Evet, bu kez beğendim,” diyerek onayladı.

 Üç genç birden pozisyonunu henüz ayarladıkları üçlü koltuğa bıraktılar kendilerini. Naz’sa hoş durmayan bir şey var mı diye etrafı incelemeye devam ediyordu.

 “Hocam bir şeyi merak ediyorum. Buraya gelmeyi göze alabilecek bir öğretmene göre fazla genç değil misiniz?” dedi Sarp. Birkaç saatlik birlikteliğin ardından Naz, Sarp’ın ağzı iyi laf yapan ve çapkınlık potansiyeli yüksek bir genç olduğuna karar vermişti. Şimdide bu genç sorduğu soruyla onu doğrulamıştı. Üstü kapalı yaşını soruyordu. Böyle düşünmesine sebep olan asıl şey sorusu değil soruyu sorarken takındığı tavırdı.

 “Biz öğretmenlerin öğrencilerimize matematikte öğrettiği en temel şey şudur Sarpçığım. Aradan kaç yıl geçerse geçsin aradaki yaş farkı asla değişmez,” dedi gülümseyerek. Sarp’ın hâlinden zaten ona takıldığı belliydi. Son bir saattir aynı oyunu oynuyorlardı.

 O sırada çalan kapının sesiyle Sarp’ın hüsranını sakladığı kahkahayı duymadı. Kapıyı açtığında gördüğü görüntüyle bir an şaşırsa da artık buna alışmalıydı. Karşı komşusu küçük bir dağ misali karşısında dikiliyordu. Kadife pantolonunun üzerine giydiği koyu mavi, ince kazağıyla biçimli vücudu ortaya çıkmış gözlerinin rengi daha bir belirgin hâle gelmişti. Dışarıdaki havayla kömür karası saçları dağılmış ama yüzüne çok yakışmış, yapılı havası katmıştı. Son olarak gözlerinde takılı kaldığında cam mavisi gözlerin ışıl ışıl ona baktığını fark etti. O gözler… İçini titretmişti. Bir anda ortamın sessizliğinden ve rahatsızlığından sıyrılarak silkindi. Kollarını birbirine kavuşturarak kapının kenarına yaslandı. Dudaklarına da alaycı bir gülümseme eklemeyi ihmal etmemişti.

 Yağız ise ilgiyle karşısındaki kadını izliyordu. İlgiyle! Siyah bir taytın üzerine bol, tozpembe gri arası salaş bir kazak giymişti ve bu kazak tüm vücut hatlarını kapatıyordu. Saçlarını gevşek ama muntazam bir topuz yapmıştı. Ayrıca yüzünde hiç makyaj yoktu. Kadının da kendisini süzdüğünü fark etti. Bu durum aksi şekilde hoşuna gitmişti. Kadının yeşil gözleri bir an ilgiyle parladıktan sonra o ışık yerini haylaz parıltılara bıraktı. Oldukça sakin görünüyordu; ama genç adam onun çileden çıkmış hâlini izlerken oldukça eğlenecekti. Bu kadını tanımıyordu; ama bir önceki hareketlerinden dolayı ne yapacağını kestirebiliyordu.

 “Anlaşılan doğru evi bulmuşsun,” dedi Yağız gülümserken.

 “Evet, dünkü uygunsuz durumdan sonra hem doğru evi hem de doğru yolu buldum,” dedi Naz sinsice gülümserken.

 “Uygunsuz durum mu? Haklısın senin için acı bir tecrübe olmuş olmalı,” dedi Yağız sahte bir hüzünle. Ama dudaklarındaki gülümseme tam aksini hissettiriyordu.

 “Hem de nasıl bir acı? Çok canım yandı,” diyen Naz dudaklarını büzmüş gözleri ise sinsi parıltılar saçıyordu.

 “Bunu duyduğum için çok kırıldım. Aynı dün un ufak ettiğin bardaklarım gibi,” dedi genç adam hafifçe dudak bükerek. Ama hâlâ gülümsüyordu.

 Kırılan bardakların aklına gelmesiyle Naz mahcup hissetse de hemen bu duyguyu defetti. “Bence o bardakların kafanda kırılmadığına şükretmelisin. Çünkü o duruma gerçekten de çok yakındın.”

 Yağız da Naz gibi kollarını birbirine dolayarak duvara yaslandı. “Sanırım bu konuda da haklısın. Ama ben onların hedeflerini vuracağından o kadar da emin değildim.”

 “Zaten isabetli olmadığım için şu an böyle sağlıklı bir şekilde ve gülümseyerek benimle konuşabiliyorsun. Aksi olsaydı, şu an bu gülümsemenden mahrum kalmış olacaktım!” diyen Naz’ın dudaklarındaki tebessüm silinmemişti.

 Naz ne demişti öyle?! Söyledikleri kulağına sonradan ulaşmıştı; ama istifini bozmamaya kararlıydı özellikle bu adamın… Bu yakışıklı ve ‘Bay her şeyi bilirim’ in karşısında. Ama adamın yüzündeki gülümsemesi yüzünde yayılmış üstüne üstlük yanağının kenarında hoş bir çukurluk belirmişti.

 “Bu sözlerinden gülümsememi beğendiğin anlamını mı çıkarmalıyım?”

 “Beğenmek ne kelime, tapıyorum!” derken Naz da gülümsüyordu. Ama gülümsemesinin sahteliğini gözleri de kanıtlıyordu.

 Bu sözlerin üzerine adamın dudaklarında asılı duran gülümseme daha da yayıldı. Hâl böyle olunca adam etrafına belirgin bir çekim alanı oluşturuyordu. Naz kendini bir an adamın gülüşüne bakarken bulmuş sonra ne yaptığını anlayarak toparlanmıştı. Bir adama deli gibi sinir olurken az biraz etkilenmesi normal miydi? Azıcık tabii. Çok değil…

 “Aslında telefonunu getirdim. Yatağımda unutmuşsun,” dedi genç adam birden.

 Telefonu unutması başka bir şeydi; ama adamın son sözleri sanki sessizlikte ortaya çıkan ani bir çığlık gibiydi. Ayrıca son kısım, işte o kısım, olaya erotik bir hava katmıştı. Kızın kulakları birden uğuldamaya başladı. Gözleri kocaman açılmış bir şekilde karşısındaki adama bakakaldı. Yağız ise onun kocaman açılmış hareli yeşil gözlerine dikti bakışlarını. Ne kadar güzel bir renkti öyle. Yanlış mı görüyordu yoksa aralarda yeşilin birkaç farklı tonu mu vardı? Bakalım şimdi söyleyeceklerinden sonra bu güzel iri gözler daha fazla açılabilecek miydi?

 “Sanırım erkek arkadaşını en yakın zamanda aramalısın. Benim de özürlerimi iletirsen gerçekten senin açından iyi olur.” Naz duyduğu kelimenin ve adamın cüretkâr havasından kurtulamadan duyduğu bir başka lafla gözleri daha da açıldı. Yağız’sa merak ettiği şeyin yanıtını tam ölçüsüyle almıştı.

 “Erkek arkadaşım mı? Sen benim telefonuma cevap mı verdin?!” diyerek tahminlerini bir an için sindirmeye çalıştı. İyi de onun erkek arkadaşı yoktu ki! Ama… Adamın bunu bilmesine gerek de yoktu.

 “Açıkçası bu konuda özür dilemem gerekiyor. Çünkü bunu yapmamam gerekirdi,” dedi Yağız hafifçe başını eğerek özür dilerken. Fakat gözleri, tavırlarıyla hiç bağdaşmıyordu. O gözler… Sanki yaptığından çok eğlenmiş gibi olsa da tavrı içten gibi görünüyordu. “Evet. Yapmaman gerekirdi,” derken Naz sinirlenmeye başladığını hissediyordu. Dudaklarındaki gülümseme tamamen silinmiş bir önceki kurnaz hâlinden eser yoktu.

 Acaba anne ve babasının aramalına da yanıt vermiş miydi? Zaten her şey kendi UYGUNSUZ davranışları yüzünden olmuş, o yüzden buraya sürülmüştü. Bir de tanımadığı bir adam sözde erkek arkadaşının ki muhakkak bu kişi Orkun olmalıydı, aramasına cevap vermişti. Kim bilir neler söylemişti? Şöyle bir düşününce… Aslında bu şekilde Orkun da ısrarcılığından vazgeçebilirdi. Ama bu ihtimal, yaptığı davranışı onayladığı anlamına gelmiyordu. Düşüncelerinden sıyrılarak adama baktığında, adamın bu durumdan gayet zevk aldığını fark etti. Adam resmen onun sinirli ruh hâliyle lunaparkta eğlenen bir çocuk gibi eğleniyordu. Sinirle adamın elindeki telefonu aldı ve aramalarına bakmaya başladı. Annesi, babası, dedesi hatta dadısı… Hepsi aramıştı. Ne kadar çok merak etmişlerdi, kim bilir? Hele Orkun… Anlaşılan dakika başı telefona sarılmış ya da hiç bırakmamıştı.

 Onun dehşet dolu bakışlarla telefonu incelemesini seyreden Yağız, kızın kendisini birden göz ardı etmesine bozulmuştu. Hâlbuki öfkesini kendi üzerine çekmişken ne çok eğleniyordu. Bir kadın sinirliyken bu kadar çarpıcı olmamalıydı.

 “Şimdi aramazsan çok geç olabilir. Böyle sık aradığına göre seni gerçekten seviyor ve dayanabiliyor olmalı.”

 Adamın sözleri Naz’ın bir an için telefondan gözlerini ayırmasına neden oldu. Çatık kaşlarının altındaki hırçın bakışlarını adamın gözlerine dikti. “Affedersin; ama bu konunun seni ilgilendirdiğini hiç sanmıyorum. Ayrıca, sana katlanılmaz bir kadın izlenimi vermiş olmam çok yazık. Ama madem bu kadar ilgilisin, söyleyeyim. Kendisi bana katlanmak konusunda fazla istekli. Fakat dediğim gibi, bu konu seni hiç ilgilendirmez. Eminim ki başkalarının telefonlarını açmak ya da valizlerini taşımaktan daha önemli işlerin vardır.”

 Gerçekten de Naz sinirlenmişti. Ama karşısındaki adamın tepkileri daha çok sinirlerini bozuyordu. Adamın yüzündeki tebessümü tırnaklarıyla kanatarak söküp atmak istiyordu şu an! Madem Orkun’u sevgilisi sanıyordu, öyle bilmesinde bir sakınca yoktu. Böylece uzak da dururdu. Yalan en nefret ettiği şeydi ve yalan söylemeyecekti. Zaten ona hesap vermek zorunda değildi. Ne bildiği umurunda da değildi. O gerçeklerin tam aksini düşünmeye devam edebilirdi.

 “Bir kez daha haklısın. İlgilendirmez. Aslında bana katlanılmaz bir kadından çok, dayanılmaz bir kadın gibi görünmüştün,” diyen adam DAYANILMAZ kelimesinin üzerinde özellikle vurgu yapmıştı.

 Bu neydi şimdi? Hakaret miydi yoksa iltifat mı? Bu adama haddini bildirip bir an önce rahatlaması gerekiyordu. “Senin sevgilin sana katlanabildiğine göre benim durumum seni bu kadar şaşırtmamalı,” derken dişlerini sıkmamak için kendini zor tutuyordu.

 “Yani benim katlanılmaz bir adam olduğumu düşünüyorsun,” dedi genç adam alınmış gibi yaparak.“Aynen öyle düşünüyorum. Bana aksi için fırsat vermedin,” diyen Naz’ın söylediği her bir kelimede dudakları yerçekimine inat kıvrılıyordu.

 “Hakkımda düşündüklerin, dün parçaladığın bardaklarım gibi kalbimi paramparça etti. Bilgin olsun diye söylüyorum, dün altılı bir takım su bardağımı telef ettin.”

 “Bardakların için üzüldüm; ama kalbin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim,” derken Naz adama hediye ettiği çekici gülümsemenin farkında değildi.

 Yağız’sa belli etmese de bu gülüşe hayran kalmıştı. Kadının dudakları seksi bir şekilde kıvrılmış gözleri ateş saçıyordu. Kaşları da hafifçe çatıktı. Yağız kadının arkasındaki hareketlilikle bakışlarını o tarafa çevirdi. Naz da o tarafa dönmüştü.

 “Gidiyor musunuz? Farkındayım sizi içeride bıraktım; ama karşı komşum beni kapıda biraz oyaladı.”

 Yağız, kapıya ulaşmakta olan üç gence baktı. Onlarla daha önce tanışmıştı.

 “Olsun hocam, sorun değil.”

 “Oo Yağız abi. Nerelerdesin? Taşınmandan sonra görüşemedik.”

 “Daha yeni geldim. Siz askerlik fikrine alışabildiniz mi bakalım?” dedi Yağız. Üç genç gülerek aynı anda asker selamı verdi. “Vatan, sana, canım, feda!!”

 O esnada Naz’ın telefonu çaldı. Bu esnada Yağız ve üç genç sohbet etmeye devam ediyordu. İzin isteyerek eve girdi ve birkaç dakika sonra geri döndü.

 “Orkun’un sana selamı var, Yağız. Tüm iyi dileklerini gönülden iletti,” dedi Naz, Yağız’a umursamaz bir bakış atarken.

 “Benim de selamımı söyleseydin. Umarım bir gün karşılaşırız.”

 “İnan o da aynı şeyi söyledi,” derken Naz ufak, tatlı bir şekilde gülümsemişti.

 “Siz önceden mi tanışıyorsunuz?” dedi Ali merakla Naz ve Yağız’a bakarak. Bu arada Naz da gençlere doğru dönmüştü. “Hayır, ama kendisi telefonlarımı açacak kadar yakın bulur beni kendisine,” dedi Naz gençlere gülümseyerek.

 Bu adamı bir şekilde sindirmesi gerekiyordu. Belki gençlerin yanında biraz olsun susabilir ve yenilgiyi kabul edebilirdi. Ama hiç de düşündüğü gibi olmadı. “Evet, Naz da benim evimi sahiplenip yatağımda uyuyacak kadar yakın bulur beni kendisine,” dedi Yağız. O anda herkes susmuştu. Naz keskin bakışlarını Yağız’a çevirdi. Yağız’ın keyfiyse yerindeydi.  ‘Madem öyle işte böyle!’ diye düşündü genç adam. Naz’sa bununla birazdan ilgilenecekti.

 “Her şey için çok teşekkür ederim. Sizi de yordum; ama bundan sonrasını halledebiliriz,” diye ortama hâkim olan sessizliği dağıttı.

 “Yormak ne demek, lütfen. Ne de olsa hepimiz aynı yolda meslektaş sayılırız. Eğitime bir şekilde gönül veriyoruz. Komşu olmamızı saymıyorum bile hocam,” dedi Erkan.

 “Madem öyle diyorsunuz, ne zaman yardıma ihtiyacınız olursa söylemeniz yeterli,” diyen Ali’ydi. “Kolay gelsin Yağız abi,” diyerek gülen Sarp, Yağız’ın omzuna hafifçe vurdu.

 Yağız’sa Naz’ın yaptığı bu emri vakiiyle intikam almayı tasarladığını anlamıştı. Ona göre hava hoştu. Böyle güzel bir bayanın dolaylı yoldan yardım isteğini geri çevirecek değildi. Bu şekilde kendini çok fırsatçı bir adam gibi hissetmiş olsa da bu kadınla vakit geçirmek tatlı yemeğe benziyordu. Bir defa tadını hissedince insan daha çok istiyordu.

 Üç gencin aşağıya indiğine emin olduğunda Naz delici bakışlarını tekrar adama çevirdi. “Ne yaptığının farkında mısın? Ne kadar da boş boğazsın!” dedi sinirle.

 “Gerçeklerin seni bu kadar rahatsız edeceğini düşünmemiştim.”

 Bu adam yüzünden sinileri fazla gerilmiş teller gibi her an kopacak hâle gelmişti. Kendisiyle böyle eğlenmesine bir son vermeliydi. Ondan alacağı intikam aklına yerleşince siniri yerini intikamdan alacağı zevkin gülümsemesine bıraktı ve bu adam böyle yaptığına, bugün o güzel yatağında tüm kasları ağrırken pişman olacaktı.

 Yağız onun yüzündeki değişimi fark ettiğinde, kafasında intikam planları dönmeye başladığını düşündü. “…Ve sana yardım teklifinde bulunduğumu hatırlamıyorum,” derken adamın bakışları kısılmıştı. Karşısındaki kadının yüzündeki gülümseme genişleyince bu düşüncelerinin gerçeğe oldukça yakın olduğunu anladı.

 “Seninle farkında olmadan o kadar yakınlaşmışız ki yardıma ihtiyacı olan bir bayanı yarı yolda bırakmayacağını adından önce öğrendim. Yoksa beni geri mi çevireceksin?” derken Naz’ın dudakları hafifçe büzülmüş, bakışları kısılmıştı. Bu sefer bu durumdan zevk alan kendisi olacaktı.

 Bunun üzerine “Biz seninle ne kadar çok yakınlaşmışız böyle. Tabii ki geri çevirmeyeceğim seni,” demekten alıkoyamadı kendini genç adam.

 Ne olabilirdi ki? En fazla birkaç parça eşya… Ama Naz’ın zihnindeki, evi ona baştan düzenleteceği fikri aklında hiç yoktu.

 “Seninle işim bittiğinde, o güzel yatağına yatıp ağrıyan kaslarla inim inim inlediğinde birçok şeye pişman olacağın garantisini veririm sana. Belki bu apartmana taşındığına bile pişman olursun.”

 “Bana kalırsa bu apartmana taşınmak şu günlerde hayatımda yaptığım en iyi şeylerden biriydi,” diyerek eve girdi genç adam. Naz da arkasından girerek kapıyı kapattı.

 Bu iki genç aralarında atışırken farkına varamamış olsalar da merdiven altında kahkahalarını tutarak hayretle onları dinleyen üç genç bulunuyordu. Bu üç genç hâllerinden gayet memnun biraz kafa karışıklığı biraz da şaşkınlıkla evlerine girerek kendilerini koltuğa bıraktılar ve Erkan sözleriyle günün anlamlısı olmuştu.

 “Kesinlikle bu apartmanı rengârenk günler bekliyor millet!” diyerek belki de ilerleyen günlerin tam anlamıyla tanımını yapmıştı ve o anda yukarıdan eşyaların zemine sürtülen sesi duyulmaya başlamıştı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 18

Fotoğraf @nilmelteem Bölüm 18    Okundukça birbirine karışan kelime ve harfler… Tekrar tekrar okunan kaçıncı satırdı bu?! Kaçıncı girişimdi ...