Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 17

Fotoğraf @guppybooks

Bölüm 17

Soğuk Arnavut kaldırımlarda ilerken her bir adımında ezdiği yapraklar, yüzü kadar solgundu. Bugün gibi, umutları gibi ve bu soğuk kasım akşamı gibi... Oysaki demezler miydi kasımda aşk başkadır diye? Ama onun aşkı da sanki kendisine itiraf eder etmez suyu verilmemiş çiçekler gibi solmuştu. Adama söylediği sözlerin ardından gerçekleri öğrenmesiyle yaşadığı pişmanlık yakasını bir türlü bırakmamıştı. Neler söylemişti peki? 'Biz birbirimiz için başından beri uygun değildik!'

Soğuk esen Kars havasında montunun yakalarını kaldırarak biraz daha montunun sıcaklığına gömüldü. Aklına getirmek istemese de sürekli söyledikleri aklına geliyor, kalbinin çığlıklarını kendi söylediği sözler susturuyordu. Geçen bir hafta sonrası Yağız'la sadece kapıda karşılaşır olmuşlardı. Aslında bunu kasten yapıyordu. Söylediği sözler sonrasında ne aptallıktır ki Yağız'ın yüzüne bakmaktan çekiniyordu. Hem de bedenlerini ateşleyen birkaç saniyede uyumlu oldukları kanıtlanmışken bunun aksini ne olduğu belli olmayan bir kıskançlık yüzünden inkâr etmişti ve kendini daha çok hasta hissetmesine neden oluyordu. Üstüne üstlük Yağız'ın bakışları ona böylesine farklı bakarken...

Genç adam sanki bakışlarıyla ona bir şeyler anlatmaya çalışır gibiydi. Ama Naz her seferinde söylediklerinin ağırlığıyla koşar adım uzaklaşıyor, adamın söyleyecekleri varsa dahi buna fırsat vermiyordu. Onun kendisini durdurmasını deli gibi istiyordu aslında. Bunun için yanıp tutuşuyordu! Ama iflah olmaz, burnu havada, kendisine çok fazla olduğunu düşündüğü o gururu söylediklerinden geri adım attırmıyordu. Ne diyebilirdi ki?! 'Aslında biz birbirimize uygun olabiliriz. Gerçi uygunuz bana kalırsa. Yani... Uygunuz işte!' Ama kalbi uygun olduklarını fısıldasa da gururu o sesi bastırıyordu. Yağız'ı her gördürdüğünde kendisini durdurması için yalvarıyordu içten içe; ama hiçbir zaman duaları yanıt bulmuyordu. Eskiden belki neşeli ve kafasına çoğu şeyi takmayan biri olabilirdi; ama şimdi o hâlinden eser kalmamıştı. Sürekli kendisini düşüncelere dalarken ve içi sıkılırken buluyordu. Kısacası mutsuzdu hem de çok...

Zihnindeki düşüncelerinde öylesine kaybolmuştu ki kolunun hafifçe dürtülmesiyle, yerinde ufak bir çığlık attı ve kolunun üzerinde duran elin sahibine baktı. "Seni korkutmak istememiştim Naz abla," diyen Ali bir yandan da ellerini dizlerine koyarak bükülmüş derin nefesler alıyordu. Korkmanın etkisiyle Naz da birkaç derin nefes alarak kendini toparladı. Belli ki Ali peşinden baya koşmuştu. "Sana bayadır sesleniyorum; ama duymadın sanırım. Gerçi nasıl duymadın onu da anlamadım; ama..."

"Dalmışım Aliciğim kusura bakma. Seslendiğini duymadım."

Ali dikkatlice Naz'ı inceledi. Genç kadının yüzünde ise solgun, zoraki bir gülümseme vardı."Bir sorun mu var Naz abla?"dedi kaşlarını çatarak. Naz'ın gülümsemesi dolgun dudaklarında biraz daha yayılırken cevap verdi. "Hayat telaşesi Aliciğim. Hepimizin hayatında zor zamanlarımız olur."

"İşte o dediğin zor zaman, benim için tam da bu zaman," dedi Ali beklentiyle Naz'a bakarken.

Durumun ne olduğunu tahmin etmekte zorlanmayan Naz'ın gülümsemesi biraz olsun ısındı. Ali doğrularak mahcubiyetle ona bakmaya başlayınca, Naz delikanlının bakışlarına dayanamayarak ona yaklaştı ve koluna girdi. "Senin hayatındaki bu zor durumu atlatmak için bir şeyler yapabileceğimize eminim."

Ali koluna giren güzel kadının varlığıyla biraz daha dikleşerek onun adımlarına ayak uydururken bir yandan etraftaki meraklı bakışların keyfini çıkarıyor bir yandan da sadece sözde abla ve eniştesinin çare olacağı derdini anlatıyordu.

***

Günlerdir daldığı derin düşünceleri kenara bırakarak tüm dikkatini toparlamış koridorda konuşulanlara yoğunlaşmaya çalışıyordu genç kadın. Kulağını dayayabildiği kadar kapıya dayamış hatta tabir yerindeyse resmen kapıyla bütünleşmişti. Ali, Öyküm'ün geleceğini söylediğinde müsait olduğunu söylemiş ama durumu Yağız'a kendisinin anlatmasını söylemişti. Ali'nin durumdan biraz olsun şüphelendiğini düşünse de üzerinde durmamıştı. Şimdi de Ali koridorda Yağız'a durumu açıklarken ne konuştuklarını duymaya çalışıyordu. Boş koridorda oluşan eko da oldukça yardımcı oluyordu!

"Bu şekilde konuşulanları duyabildiğine gerçekten emin misin?" diyerek fısıldayan Sema'nın kısık sesiyle pozisyonunu bozmadan bakışlarını ona çevirdi. Sema'nın yüzünde ise hafif eğlendiğini belli eden bir gülümseme vardı. Mutfak önlüğüne ıslak ellerini silerek, Naz'ın yaptığı gibi kulağını kapıya dayadı. "Sen gelene kadar iyi sayılırdı,"dedi Naz istifini bozmadan.

Bu işler bardakla olmuyor muydu? Benim kulağıma gelen ses sadece uğultu," diyen Sema kaşlarını hafif çatarak dinlemeye devam etti.

"Şiiiişt! Ne dediklerini anlayamıyorum."

Naz, Sema'ya çatık kaşlarına eşlik eden bir ciddiyetle sitem ederken Sema kapıdan başını kaldırdı. "Çok affedersin," dedi fazlaca kıstığı sesiyle. Ama dudaklarında pek de başarılı olamasa da gizlemeye çalıştığı bir gülümseme belirmişti. Naz, bu ifade üzerine ciddiyetini bozmadan istemeden de olsa başını kapıdan kaldırdı. Ellerini beline koyarken işinin ehli bir kişi gibi Sema'ya yaklaştı. "Burada ciddi bir şey yaptığımın farkında değil misin?!"

Sema bu laflar üzerine kendini toparlamaya çalışsa da çok da başarılı olamadı. Çünkü hâlinden Naz'ın yaptığı işi ciddiye aldığı belliydi. "Pardon; ama kapı dinlemek ne zamandan beri ciddi bir iş sayılır oldu?" Bunları söylerken ellerini Naz gibi elini belini koydu.

"Ben yapmaya başladığımdan beri!"

Naz'ın ifadesi yüzündeki sırıtışın daha da büyümesine neden oldu. "Gerçekten özür dilerim," derken kıkırdaması ağzına sığmıyordu."Ama... Bu pek iyi bir yöntem değil gibi ne dersin. Bence bizim kulaklarımız koridordaki frekansı çekecek düzeyde gelişmemiş."

"Başka ne yapmamı önerirsin canım benim. Kapıyı açıp sohbetlerinin tam ortasına dalarak 'Affedersiniz; ama biraz daha yüksek sesle konuşur musunuz?! Bizim evden sesiniz çok da iyi duyulmuyor,' mu demeliyim?!"

"Açıkçası... Fena fikir değil. Sana başından beri Yağız'ı karşına alıp konuşmanı söylüyorum. Aranızdaki şeyler kapı dinlemeyle ve bir şeyler umarak halledilecek şeyler değil tatlım. Eğer başka bir yolu olsaydı ilk olarak bu işe, Yağız'ın sesini televizyonlarda olduğu gibi kumandayla biraz olsun açarak başlayabilirdik," dedi Sema anlayışla.

"O kadar şeyin üzerine gidip adama ne diyeceğim peki?! Madem yöntemi biliyorsun ne söyleyeceğimi de söyle. 'Sen beni öyle öperken aslında ne kadar uyumlu olursak olalım ben bir kıskançlık uğruna sana uygun olmadığımızı söyledim,' ki eminim, ben bu lafı söyler söylemez Yağız'ın yüzünde alaycı bir gülümseme belirecek, bunu şimdiden görebiliyorum. Çünkü zihnimde baya net! Sonra gözlerimin içine bakarken 'Bay ben her şeyi bilirim!' gülümsemesi alacak o gülümsemenin yerini ve söylediğim hiçbir şeye aldırmadan, bana sadece tek bir şey söyleyecek!"

Genç kadın uzun uzun sıraladığı sözlerinin sonrasında derin bir nefes aldı. Sema'nın gözleri ise Naz'ın yaptığı tespitlerle kocaman olmuştu ve merakına yenilerek sordu. "Ne söyleyecek?"

Naz, yüzüne Yağız'ın, hiç unutamadığı alaycı gülümsemesini yansıtarak sesini hafifçe kalınlaştırdı.

"Demek beni kıskandın!!"

Sema'nın şaşkın bakışlarının yerini şimdi kapı ağzındaki kahkahalar almıştı. Onun kahkahalarına ise Naz sadece sade bir gülümsemeyle eşlik etmişti.

"Ne olursa olsun ben yine de konuşmandan yanayım. Hem söylese ne olur ki? Adam seni öptü, senin kıskanman bunun yanında hiç bile. Orkun'u gördükten sonra yaptıklarını hatırlasana, nasıl da deliye döndü." Naz'ın karmakarışık olan yüz ifadesini görünce devam etti. "Sen böyle kara kara düşünmeye devam et tatlım ve bir sonraki öpücüğe kadar bekle. Sen harekete geçene kadar Yağız atını alıp senin köprülerinden geçecek ve sana sadece tükürdüğünü yalamak kalacak," dedi bilmiş bir gülümsemeyle.

Sema Naz'a bakarken gerçekten de Naz'ın bu konuda hiçbir şey yapmayacağını hissediyordu. Çünkü bu deli kızda öyle bir gurur vardı ki söylediklerinden asla geri adım atmayacaktı ve her gün böyle üzülmeye devam edecek, ardından da kendisine kızmaya başlayacaktı. İşte o gün Sema da bir şeyler yapmadığı için kendine kızacaktı. Eğer Yağız bir şeyler yapmazsa Sema mutlaka bu duruma el atacaktı. "Yemekler ne âlemde?" diye soran Naz'ın sesiyle Sema düşüncelerinden ayrıldı.

"Her şey istediğiniz gibi hazır hanımım. Yemekler, sofra, ev... Bir tek beyimiz ve misafirlerimiz eksik," dedi Sema. Naz'ın çatık kaşlı, kafası karışık ifadesini gördükçe dudaklarında bekleyen kahkahayı tutmakta zorlanıyordu. Kahkahasını tutamayınca koşar adım mutfağa yöneldi.

Bunları söylerken Naz boş evde fısıltıyla bağırmaya çalışsa da Sema her kelimesini çok net duymuştu. 'Keşke...' dedi içinden. 'Keşke gelse de ben de aşktan deli divaneye dönsem.'

Aslında Naz'ın durumunu anlayabiliyordu; ama şu anki durumları gülünmeyecek gibi değildi. Hayatının büyük bir bölümünü eğitim almakla geçiren, şu an birçok genç fidana eğitim veren gençliğinin baharında, çoğu kadını kıskandıracak, çoğu adamın da ağzının suyunu akıtacak güzellikteki kadın şimdi kulağını kapıya dayamış koridor boşluğu dedikodusu dinliyordu. Aklındaki düşüncelerin garipliğiyle başını sağa sola sallayarak çöp kutusundaki çöp poşetine uzandı ve mutfaktan çıkarak Naz'ı bıraktığı yere yani dış kapıya yöneldi.

O an kapıyla kavga etmeye hazır bir Naz'la karşılaştı. Kadın kapıyı parçalayacakmış gibi dik bakışlarla kapıya bakıyor bir yandan da kırmızı görmüş boğalar gibi derin nefesler alıyordu.

"Sanki benim dinlediğimi anlamış gibi nasıl da kısık sesle konuşuyor!! Ama... Bu böyle olmayacak!!"

Hiç düşünmeden Sema'nın elindeki poşetleri alan Naz, kapıyı ardına kadar açtı. Ama kapıyı açar açmaz yüzüne vuran soğuk hava cehennem sıcağı gibi dilini damağını kurutmuştu. Alt tarafı çöpleri atmak için kapıyı açmıştı! Fakat araç değil amaçtı onun heyecanına sebep!

Onu gören iki genç adam sohbetlerini keserek bakışlarını ona çevirdiler. Bakışların odağı olmasıyla tüm kan yanaklarına pompalanıyormuş gibi hissetti. Aslında buna oldukça alışıktı. Yüzü alev alev yanarken ifadesine bunu yansıtmamaya çalışarak hafifçe tebessüm etti ve konuşabilmek için dudaklarını hafifçe yaladı. Bu bile çöle dönmüş dudakları için gürül gürül akan şelale gibiydi o an.

"İyi akşamlar beyler," diyerek elindeki poşetleri kapının dışına bıraktı.

Bilerek yavaş hareket ediyordu. Ama kapı önünde ne yapabilirdi ki şimdi? Kapının önü tozlu olsa temizleme işine girişebilirdi, hatta o an tüm apartmanı komple temizleyebilirdi. O istek içinde fazlasıyla vardı. Kapıyı kapatmak üzere hamle yaptığında bir yandan da Yağız'ın bir şeyler söylemesi için yalvarıyordu. Kapının arkasına geçerek yavaş bir hareketle kapıyı kapatırken duaları yanıt buldu ve Yağız'ın sesi, sesten yoksun olan koridorda yankılanarak kulaklarını doldurdu. Başını hızla Yağız'ın kapısına doğru çevirdiğinde, beline kadar uzanan iri dalgalı saçları omzunun her yerine dağıldı. Bu sesi duymayı o kadar çok özlemişti ki sanki kulakları ilk defa duyduğu bir sesi gerçekten anlamlandırıyordu.

Kadının ifadesi dışarıdan normal görünse de Yağız'ın bu duruma canı sıkıldı. O sadece onu gördüğünde bile tüm duyguları katlanılamayacak derecede uçlara taşınırken bu kadın nasıl böyle sessiz sakin kalabiliyordu. Kaç gündür kendisinden kaçıyor olması yeterince can sıkıcıyken bu... Kesinlikle daha da can sıkıcıydı!

"Eğer müsaitseniz akşam size uğrayayım. Malum durumdan haberdarsın sanırım."

Son kısım tamamen hayır diyememesi için bir bahaneydi. Nasılsa kendi evinde kaçacak yeri olmayacaktı ve bir şeylerin yanıt bulmasının zamanı gelmişti. Yağız, adının hakkını fazlasıyla veren bu kadını ya uygun olduklarına ikna edecekti ya da edecekti! Kadın bir açıklama yapmasına bile fırsat vermemişken, anlamadan ve dinlemeden söylediği sözlerin hepsini Nazlı öğretmenine geri aldıracaktı. Bunu nasıl yapacağı ise kesinlikle doğaçlamaya kalmıştı; çünkü onun her şeyini özlemişken bu konuda ne yapacağına kafa yoramıyordu.

Yağız'ın düşüncelerinden habersiz konuşmak için dudaklarını ıslatan Naz'ın bu hareketiyle, genç adam dişlerini sıktı. Doğal pembelikteki yanakları ve dört bir yanına dağılan iri dalgalı saçlarıyla zaten yeterince baş döndürücüyken, bu hareket çok fazlaydı. Hem de fazlasıyla çok.

"Evet haberdarım. Tabii ki buyur gel. Hatta... Kardeşin... Selin'le beraber yemeğe gelin."

"Pelin," diye düzeltti ve o an, Yağız'ın aklındaki en son şey yemekti. O yemeğe değil tamamen karşısındaki kadına açtı. Malum günün sonrasında 'Pelin eve gelmeseydi gidişatımız nasıl olurdu?' konulu senaryoyu zihni yazıp duruyor. Sonra rüyalarında kendi çizip kendi oynuyordu. Bedeninin açlığına inat duyguları ve zihninde dönen 'Birbirimize uygun değiliz!' repliği ise onu, aklına her gelişinde daha çok incitiyordu.

"Zahmet olmasın."

"Hayır, ne zahmeti. Buyurun gelin," diyen Naz içten bir gülümseme hediye etti.

Naz'ın gülümsemesine karşılık verirken bir kez daha onu bugün o sözlere pişman etmek için her şeyi yapacağına dair kendine söz verdi. Her şeyi ama her şeyi deneyecekti! Ne de olsa savaşta ve aşkta her şey mubahtı. Eğer savaş da söz konusuysa genç adam bu konuda yeterince tecrübeye sahipti.

Genç kadın kapıyı kapattığında, kapıya yaslanarak derin bir nefes aldı. Gözlerini kapatarak birkaç derin nefes daha alarak ciğerlerini doldurdu. Ardından da hareli gözlerini saklayan göz perdelerini kaldırarak kendisini izleyen ev arkadaşına baktı. "Nasılım?" dedi irileşmiş gözlerle.Yağız'ın yakışıklı yüzüyle karşılaştığında kapıyı açmadan önce aynaya bakıp hâline çeki düzen vermediğine pişman oldu.

"Bence şahaneydin. Yanaklarına hücum etmiş kan doğal allık etkisi vermişti. Dudaklarını yalayınca doğal bir parlatıcı elde ettin. Tabii ne demişler... Her şeyin doğalı güzeldir," diyerek Naz'a göz kırptı.

"Çok mu belli yanaklarım?! Ama... Elimde değil," derken ellerini dehşetle yanaklarına götürdü genç kadın. Olmaları gerekenden çok daha fazla sıcaklardı! "Peki, nasıldım?" diye devam etti.

"Merak etme biraz önce yanakların bu kadar belli değildi; ama şu an baharda kızarmaya yüz tutmuş domateslerden farksızsın tatlım. Gördüğüm kadarıyla Yağız, bir çiftçi gözüyle seni toplamaya kararlı gibi. Nasıl olduğuna gelince... Kardeşini de çağırdığında keşke Yağız'ın lafının üzerinden birkaç saniye bari geçmesini bekleseydin de lafı düşünmeden söylediğin anlaşılmasaydı. Gerçi saçlarını savurarak döndüğün an, bu iş bitmişti zaten tatlım," diyen Sema söylediklerini desteklemek için başını salladı. "Altıncı hissim diyor ki bugün senin burnu inmeyen gururun kırıp dizini köşesine çekilecek ve beyimiz mahsulünü toplayacak. Aa!.. Seninle lafa dalınca çorbayı unuttum."

Koşarak mutfağa giden Sema'nın arkasından bir süre bakan Naz, 'Umarım... Gerçekten bir şeyler yapar,' diye mırıldandı. Çünkü Yağız bir başlangıç yaptığı sürece o devamını getirebilirdi.

***

Akşamın ilerleyen saatlerinde ne olacağına kafa yormadan uzun bir süredir masanın düzeniyle ilgileniyordu. Hem de baya uzun bir süredir. Ne de olsa yemek yapamıyordu, bu yüzden yemek işini Sema'nın hamarat ellerine bırakmış kendisi de dikkatini masanın güzelliğine vermişti.

Bardaklar lekesiz, yemek kaşığının yanına bıçak, tatlı çatalı servis tabağının ön tarafında bu da oldu. Bir dakika yoksa o çatalda su lekesi mi var?!

"Sen ne yapıyorsun öyle? Mikroskobik bir şeyler mi var üzerinde, ben bir şey göremedim de?"

Masanın üzerinden aldığı o minicik tatlı çatalındaki görünmeyen su lekesini çıkartmaya o kadar yoğunlaşmıştı ki yanında duyduğu sesle olduğu yerde sıçradı ve kendisi gibi çatalın üzerine eğilmiş meraklı gözlerle bakan Sema ile karşılaştı.

Oldukça makroskobik tatlım."Elindeki bezle çatalı silerek geri yerine bıraktı. "İşte oldu," derken derin bir nefes alarak şaheserini izlemeye başladı.

İkinci kez yerinde sıçrarken bu kez nedeni şaşkınlık değil kalçasında hissettiği acıydı. O güzel şekilli poposunu ovuştururken ne olduğunu anlamak için Sema'ya döndü. Sema ise elini masaya vurdu.

"Maşallah nazar değmesin. Sofra da sen de kesinlikle yenmeğe hazırsınız. Böyle...-Ağzını hafifçe şapırdattı.-yenmeye hazır olgunlaşmış ala sulu yeşil bir erik gibisin. Yesen dişlerin bir garip olur. Yemesen de içinde kalır."

Bu sözlerle Naz'ın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Demek ki sofra kadar kendi üzerinde gösterdiği özende de başarılı olmuştu.

"Dua et cinsel tercihim farklı, yoksa bu evde çok zor zamanlar geçirebilirdik tatlım. Gerçi bugün biz olmasak da sen baya zor zamanlar geçirecek gibisin. Muhakkak seni yemek isteyen biri olacaktır bu akşam."

"Aman midesine oturmayayım da," derken ikisi de kıkırdıyorlardı.

İşte o an beklenen oldu ve bu iki güzel kadının kahkahalarını kapı sesi böldü. Naz derin bir nefes alarak dış kapının yanındaki boy aynasına yöneldi ve son kez kendini inceledi. Üzerindeki abartısız, göz rengiyle uyumlu koyu yeşil elbise, hareli gözlerini daha belirgin hâle getirmişti. Hacimli ve iri dalgalı uzun saçlarını omzunun bir tarafına atarak boynunun bir kısmını kısmen açıkta bırakmıştı. Etkileyici gözlerinin etrafını çevrelemiş uzun kirpiklerini bir ton para harcadığı maskarasıyla daha kıvrık hâle getirmiş ve gözlerine sürdüğü hafif kahve tonlardaki farını da hafif tutmuştu. Bu sayede hem belirgin gözlere hem de buğulu bakışlara sahip olmuştu. Tüm makyajında gözlerine yoğunlaşmıştı. Ne de olsa bugün bir çift hareli göze her zamankinden daha çok ihtiyacı olacaktı! Zaman zaman kızaracağını düşünerek allık kullanmamış dudaklarını da renksiz bir nemlendirici ruj ile hafif nemli görünmesini sağlamıştı. Üzerinde çok uğraşmasına rağmen şu anki hâline en uygun kelime kesinlikle doğaldı. Çok abartılı olarak üzerinde uğraşılmış izlenimi bırakmak da istemiyordu.

Açık olan omzundan başını hafifçe çevirerek Sema'ya baktı. Sema da kadının düşüncelerini anlayarak ona iki elinin de başparmaklarını kaldırarak onay vermişti. Naz bu işaretin üzerine göz kırparak o güzel dudaklarını büzdü ve Sema'ya öpücük attı. Sema ise bu harekete iki elini kalbine götürerek aşktan deli divane olan birinin imajına büründü.

Naz hâllerine gülerken hızlanan kalbinin kapılarını es geçerek dış kapıyı yavaşça açtı ve karşısında her zamanki uyumundan ödün vermeyen, biçimli vücuduyla her dakika dokunmak için yanıp tutuştuğu adam duruyordu. Açık kahve, boru paça kanvas kumaş bir pantolon üzerine lacivert boğazlı bir kazak giymişti. Bu kıyafetlerle açık mavi gözleri Naz'a daha belirgin görünmüştü.

"İyi akşamlar abitomun çok sevgili... Karşı komşusu."

Yağız'a bakan gözleri şaşkınlıkla biraz olsun büyüdü; çünkü gelen o yarı tanıdık sesin sahibinin de orada olduğuna hiç ama hiç dikkat etmemişti. Hemen kendisini toparladı. Bakışlarını Yağız'ın yanındaki kıza çevirdi. Koyu siyah saçları ve mavi renkteki gözlerinin tonuna kadar abisinin aynısıydı. Yüz hatları da oldukça benzerdi.

Pelin'in sesini duymasıyla Naz'ın gözlerinin hafifçe büyümesi Yağız'ın gözlerinden kaçmamıştı. Demek ki o da kendisine bakarken tüm dünyayı silmişti. Bu kesinlikle iyi bir şeydi. Zaten kendi gözlerinin Naz'ı tüm akşam takip edeceği açıktı. Kışlık yeşil elbisesi dizlerinin üzerinde biterken açık bıraktığı gür şelaleleri andıran saçları tek omzunda toplamış olsa da belinin biraz üzerine kadar geliyordu. O iri dalgaların arasına ellerini daldırarak biraz olsun ateşini gidermek istemesi çok mu garipti? Naz, kardeşiyle konuşurken o Naz'ı incelemeye devam ediyordu. Hafif yaptığı makyajı öylesine odaklıydı ki gözlerini gözlerinden alamıyordu. O gözler kesinlikle hedeflerini bulmuştu. Şu an kardeşine bakan o gözleri kardeşinden bile kıskanıyor olması garip miydi peki?

"İyi akşamlar. Hoş geldiniz buyurun içeri geçin," diyen Naz'ın sesiyle hayal dünyasından sıyrılan Yağız, kardeşinin içeri girmesinin ardından içeri girdi.

"Ben Naz, dediğin gibi abinin sevgili karşı komşusu," dedi Naz.

"Ben daha önce tanışmadığımız için... Yani kısmen tanışmadık. Benim münasebetsizliğim yüzünden birbirimizi yanlış zamanlarda... Neyse lafı fazla uzattım. Hiç hoş olmayan yerlere gitmeden... Öncelikle özür dilerim."

Pelin abisinin boğazını temizlemesiyle sözlerini yarıda bırakmak zorunda kalsa da özrünü dilemişti. Şimdi tanışmaktaydı sıra. "Ben Pelin. Yağız'ın küçük cadı kız kardeşi, bir süre için karşı komşun ve şimdilik senin de tatlı görümcenim Naz ablacığım. Tanıştığımıza çok memnum oldum."

Naz elini uzatıp uzatmamakta kararsızdı. Zaten kızın söylediklerinden utanmışken nasıl bir harekette bulunacağını şaşırmıştı. Gerçi kız söylediklerinde oldukça samimi görünüyordu. Elini uzatmak için hamle yaptığı sırada kız boynuna sarılınca şaşkınlığının yerini rahatlamaya bıraktı.

Pelin dayanamamış kollarını kadının boynuna sarmıştı. İçinden ona binlerce kez teşekkür ediyordu. Çünkü abisini hiç böyle görmemişti ve her şeyin sebebi bu seksi evet seksi, sevimli, sempatik, se... karşı komşuydu. Kaç gündür abisinin hareketlerini gözlemliyordu. İlk kez o malum gün dışında ikisini karşı karşıya görmüştü ve her şeyin farklı olduğunu anlaması uzun sürmemişti. Sarılışına kadından karşılık alınca daha da mutlu olmuştu. "Seninle gelin görümce çok iyi anlaşacağız."

"Bundan hiç şüphem yok Pelinciğim. Zamanlamanız mükemmel, siz içeri geçin ben de kapıyı açıp geliyorum."

Gerçekten de zamanlama ayarlanmış gibiydi. Yağız ve Pelin salona yönelirken Naz da çalan kapıyı açmak için dış kapının önünde durdu. Kapıyı açtığında Öyküm ve Ali tam karşısındaydı. Onları da içeri aldıktan sonra hep beraber salona geçtiler.

Salona geçtiklerinde anlamayan bakışlarla Sema'ya baktı. Sema ise kendinden emin bir şekilde Ali ve Öyküm'ü oturmaları gereken yerlere yerleştiriyordu. Naz'a şimdi Yağız'ın tam karşısındaki sandalye kalmıştı. Hâlbuki Naz'ın düşüncesi Yağız'ın yanına oturmaktı. Bu sayede adam her dakika ona bakmak için başını çeviremez, Naz'da zor durumda kaldığı zamanlarda Yağız'ın delici bakışlarından uzak kalmış ama bedenine yakın olmuş olurdu. Fakat şimdi her dakika adamın göz hapsinde olacaktı ve bugün elinden geldiğince uysal davranmaya çalışacaktı. Peki adamın her bakışında tüm sinir hücreleri büyük bir uyum içerisinde baş kaldırırken mavi fırtınalı bakışlara yelkenleri nasıl dayanacaktı?!

Sema ilk adımı atmıştı. Naz bugün geri çekilemeyecekti. Bu iş ya bugün olacak ya da bugün olacaktı. Zaten Yağız'ın bakışları kendisinin pek de bir şey yapmasına gerek olmadığını gösteriyordu. Hâlinden memnun bir şekilde Pelin'in yanındaki yerini alırken aslında Naz'ın, adamı her hâliyle etkilemek istese de bunu adamın gözünün önüne oturarak değil, ihtiyacı olduğunda kalkanlarını kaldırıp mevziisine çekileceği bir yerde yapmak istediğine adı gibi emindi. Ama bugün ne mevzii olacaktı ne de kalkan. Sema ikisinin kozlarını paylaştıkları anı şimdiden iple çekiyordu.

Yağız ise masa düzeninden oldukça memnun kalmıştı. Bir yanında kardeşi bir yanında kayınçosu otururken biricik eşi tam karşısındaydı. Genç kadın bugün oldukça uysal gibi görünse de fazla dayanamayacağını biliyordu genç adam. Madem onu her şeyiyle özlemişti, her şeye en başından başlayacaklardı. Bu da sevdiği kadının sınırlarını biraz olsun zorlayacağı anlamına geliyordu. Çünkü bir tek bu dilde anlaşabiliyordu. Tabii öpüşmeleri çok ayrı bir mevzuuydu.

Herkes yerine yerleşince Naz, ev sahibi görünümüyle çorba servislerini yapmaya başladı. Masada da güzel bir muhabbet başlamış Sema, Pelin ve Öyküm sohbet ediyorlardı. Yağız ise Naz'ın her bir hareketini avına yaklaşan bir panter gibi izliyordu. İzlendiğini hisseden Naz, tüylerinin diken diken olmasına engel olamıyordu.

Çorbalar içilirken Naz bakışlarını kaldırdığında Yağız'la göz göze geldi. Adamın keskin bakışlarıyla bir an kaşığı yarı yolda kalsa da o bakışlardan, bakışlarını ayırmayarak kaşığı dudaklarına götürdü. O an bir kez daha anlamıştı ki bu bakışlardan kaçmanın yolu yoktu. O zaman kesinlikle zevk almaya bakacaktı!

Naz'ın kaşığı dudaklarına götürüş tarzı bile bu kadar seksiyken bu harekete eşlik eden buğulu bakışları adamın dişlerini sıkmasına neden oldu. Kendisine engel olamayarak dudaklarında yaramaz bir gülümseme oluştu.

"Naz abla söylemeden geçemeyeceğim; ama maşallah çok güzelsin her zaman olduğu gibi ve elbisene bayıldım. Göz renginle çok uyumlu ve üzerine çok yakışmış." Bu sözlerle bakışlarını Öyküm'e çeviren Naz, kızın beğeni dolu bakışlarıyla karşılaştı. Bu kızı gerçekten seviyordu. Çok içten ve sıcakkanlıydı. "Teşekkür ederim güzelim."

"Gerçi ne demişler, güzele çuval giydirsen yakışırmış," dedi Öyküm beğeniyle.

"Kesinlikle. Ama Naz ablanızın çuvalları bile Fransa'dan alınır ve o çuvallar, Louis Vuittonlerle taşınır. Taşınırken de ev eşyasından çok Naz ablanızın şahsi eşyalarını taşıdık. Onlar bizim için daha önemliler. Onlarsız asla! Eve geç yerleşmiş olsak da Naz ablanız evimizi benden daha önce benimsedi ve sahiplendi."

İşte başlıyoruz, diye düşündü Yağız. Bunu karşısındaki güzel kadının bakışlarının kısılmasından anlamıştı. Şimdi gözleri, kısılmış bakışlarının etrafını çevreleyen kirpikleri arasında mücevher kutusunda parıldayan bir çift zümrüdü andırıyordu. Bir şeyler söylemek için dudaklarını aralayan genç kadının bir süre beklemesinden sonra verdiği yanıtsa Yağız'da ufak bir şaşkınlık yarattı.

"Haklısın hayatım; ama takdir edersin ki genç bir öğretmen olarak giyimime kuşamıma dikkat etmem gerek."

Bu neydi şimdi? Ama sakin ol Naz, güzel başladın. Sakinliğinden ödün verme. Şu an söylediklerin yüzünden sana belki kızgın ve kırgın olabilir. Şimdilik sakin ol, diye telkin etti genç kadın kendini içten içe.

"Hem görüyorum ki Naz abla kendisine gösterdiği özeni evine de gösteriyor. Evinizdeki renk ve şekil uyumundan açıkça belli ki zevkli biri tarafından döşenmiş," diyen Öyküm her şeyden habersiz Naz'a arka çıktı.

"Kesinlikle haklısın Öyküm. Bu konuda Naz ablanın eline kimse su dökemez. Evimizin hiçbir eksiğini gözden kaçırdığını hatırlamıyorum. Eve elimiz boş hayatta dönmeyiz. Evimizin dekore işini tamamen kendisi üstlendi zaten. Ben sadece o çek dedi, çektim. Oraya değil buraya dedi, yerleştirdim. Anlayacağın o dizayn edene kadar eşyaları indir kaldır yaptım. Benim için söylenenleri yapmak zor olmasa da Naz ablanız biraz uğraştı."

Bunları söylerken keyifle gülümseyen dudakları da Yağız'ın parlayan gözlerine eşlik ediyordu. Sema ve Pelin de bu konuşmayı keyifle takip edenler arasındaydı. Ali'yse ne olduğunu anlamaya çalışmaktansa akışına bırakmayı tercih etmişti.

Naz derin bir nefes al ve sakin olmaya odaklan! Sen yeterince laf söyledin zaten daha fazla söyleyip de her şeyi uçuruma sürükleme. Bırak içinde ne varsa biraz olsun döksün, diyen iç sesine ayak uydurdu Naz. Dirseklerini masanın üzerine dayayarak ellerini çenesinin altında birleştirdi ve gülümseyen bakışlarla adama baktı.

"Bunda da haklı olduğunu söylemem gerek bir tanem; ama sen daha çok yoruldun ve seni fazlasıyla uğraştığımın farkındayım. Ben elimi fazla bir şeye sürmedim," diyerek bir süre kendisini seyreden adama baktı.

"Sana hiçbir zaman kıyamadığımı biliyorsun. Seni herkesten, ne olduğu belli olmayan her türlü insandan hatta kendi gözümden bile sakındığımı da biliyorsun. Hem yorulmanı ya da maazallah tül takma gafletinde bulunup da merdivenden benim kollarım hazır olmadan düşmeni istemem."

Genç kadının kalp atışları gözlerinin içine bakarak konuşan adamın söyledikleriyle daha hızlı bir ritme girdi. Kızarmaya başladığını hissediyordu. Yemek servislerini yapmak için fırsattan istifade ayaklanarak mutfağa gitti ve biraz oyalanmaya başladı. Bir yandan da bu gecenin nasıl biteceğini düşünüyordu. Adam her fırsatta laf sokmayı ihmal etmiyor, sanki kasıtlı yapıyordu. Acaba Naz'ın sınırı nedir, diye düşünerek kendine göre ölçüm mü yapıyordu?! Zaten atağa kalkmaya hazır altta kalmaz kişiliği boğalar gibi soluyup duruyordu. Yemekleri servis ettiğinde kararını vermişti. Adamın bakışlarında ve duruşunda, duracak gibi bir ifade yoktu. Âşık olduğu adamı az biraz tanıyordu. Sakin kalmakla onun hakkından gelemeyecekti. Madem öyle 'Göze göz dişe diş!!' diye düşündü. Şimdiden sonra altta kalmayacaktı. Kendi yerine oturduğunda üzerinde konuşulan konuya kulak verdi.

"Bizim ev alışverişlerimiz genellikle iki kişilik çekirdek bir aile için değil geniş bir ailenin bir yıllık alışverişi gibi yapılır," diye gülerek kendisine bakan Yağız'ın sözleriyle konuyu kavradı.

Sınırımı fazla zorladın Yüzbaşım ve sınırı aştın. Artık mayınlı bölgedesin! Beni seyret şimdi!

Yağız inatla kendisini geçiştiren kadının sınırını aşmayı bekliyordu; ama tanıdığı Naz'a göre oldukça iyi gidiyordu. Onunla didişmeyi bile böylesine özlemişken bu kadın bu zevki elinden alıyordu. Onun her hayatım deyişinde içi gitse de her sözünü geçiştirmesi, itaatkâr bir eş olduğunu gösterip gururu okşaması gerekirken, şimdi istediği bu değildi. Bu kadın söylediklerini geri alacaktı! Karşısına geçmiş bu kadar rahat tavırlarla cevap verirken ellerinin üstüne yerleştirdiği çenesinde muntazam bir yer bulmuş öpülmeye hazır dudaklarından, buğulu bakışlarında parlayan hareli yeşilin bin bir tonundaki gözlerinden, tek omzuna atılmış saçlarıyla bir kısmının gözlerden saklandığı bir kısmınınsa dokunulmak için çağıran beyaz teninden tüm yaşadığı hasretin hesabını soracaktı! O söylediği sözler sonrasında bunun hesabını verecekti!

"En son beraber yaptığımız alışveriş senin eserindi; ama hayatım. Onu unutma. Yağız abiniz o zaman hamile olduğumu düşünüyordu. Hâlbuki sadece birkaç kilo almıştım. O yüzden ben söylemeden neyin başında normalden uzun süre kaldıysam aldı. Hâliyle bir yıllık erzak alışverişimizi o gün kısmen yaptık sayılır," diyen Naz'ın sözleri ve sözlerine eşlik eden keskin bakışlarıyla, Yağız sınırı kısmen geçtiğini anladı. Daha bir keyiflenmişti şimdi.

"Peki, bebek düşünmüyor musunuz?"

Bu soruyla su içmekte olan Ali'nin boğazında takılı kalan su, öksürmesine neden oldu. Sema'nın ise bir şey söylemeye hiç ama hiç niyeti yoktu. Şu an keyfi oldukça yerindeydi. Bakışları tenis maçı izlermiş gibi bir o yana bir bu yana gidip duruyordu. Pelin'se ilgiyle izlediği bu sohbete ilk kez katılma ihtiyacı hissetti. O kadar keyifliydi ki onların tatlı sert atışmasını izlemek... İçinden onlar için dua ederken lafa karıştı.

"Abito ne kadar güzel olmaz mıydı, gerçekten etrafta hala diye dolanan bir küçük?! Minik minik ayaklar koşturur dururdu! Yengeciğim sen de istemez miydin?! Hayali bile mükemmel," diyen Pelin sevinçle ellerini çırptı. Sanki onlar gerçekten evliydi de ailecek oturup çocuk planlamasını oylamaya sunmuşlardı. Bu oylama sonrasında da Yağız ve Naz soluğu yatak odasında alacaktı!

"Ben de çok isterim; ama bir de Naz ablanıza sormak lazım. Onun isteyip istememesine bağlı. Bu da demek oluyor ki işimiz leyleklere kaldı. Bir dahaki göç sezonları ne zamansa bebek de o zaman."

Yağız'ın bakışları, şaşkınlıkla kendisini izleyen Naz'dan ayrılmıyordu. Naz ise şaşkınlıktan ne diyeceğini şaşırmıştı. Kendisini tutmaya çalıştıkça herkes dört bir yandan üzerine geliyordu!

"Demek ki daha çok bekleyeceksin bebeğim. Benim önce seni büyütmem lazım. İki bebeğin hakkından aynı anda gelemem," dedi Naz, Yağız'a göz kırparken. Biraz olsun şaşkınlığından sıyrılmıştı.

"Sizi gerçekten çok seviyorum. Hayatımda gördüğüm birbirleriyle en uyumlu ve birbirine en çok yakışan çiftsiniz. Tatlı sert atışmanız bile insanı özendiriyor. Size gerçekten de çok özeniyorum. Bu yüzden böyle bir soru sordum," dedi Öyküm hafif bir mahcubiyetle.

Bu sözler Naz'ın oldukça hoşuna gitmişti. Demek dışarıdan çok uyumlu görünüyorlardı. Gerçi bir hafta önce sözlü olarak inkâr etmesine rağmen bunun aksinin olmasını çok istiyordu genç kadın. Yağız'sa hafif bir kahkahanın ardından konuşmaya başladı. "Biz Naz ablanla kedi ile köpek gibiyizdir. Burada kedi ben oluyorum. Özellikle de mart kedisi."

Naz bu laf sonrasında tekrar tekrar o duyguya kapılmasına rağmen alışamadığı bir şaşkınlıkla Yağız'a baktı. Yağız'sa buna bir cevabın var mı dercesine genç kadına bakıyordu. Yüzünde ise solmayan o tebessüm vardı.

"Ben bizim durumumuz için tencere kapak ikilisini daha uygun buluyorum hayatım," dedi Naz dişlerinin arasından. Kıstığı bakışlarını da koyulaşmakta olan mavi gözlerden ayırmıyordu.

"Aslında çok haklısın bir tanem, tencere kapak bizim için daha uygun. Ne de olsa hatırlarsan yeni evlendiğimizde tencere de pişirir kapağında yerdik. Tabii sen yemek yaptığın sürece," diyen Yağız aldığı keyfi gizlemeyerek arkasında yaslandı.

Öyküm anlamayan bakışlarını çiftin üzerinde gezdirdiğinde, Yağız'ın yüzündeki gülümseme daha da genişledi ve vakit kaybetmeden sözlerine devam ederek Öyküm'ü merakından kurtardı. 

"Naz ablanın bardak ve tabak kırmak gibi bir hobisi var. Genelde hedefleri ıskalasa da isabetli olmaya oldukça yakın atışları vardır. Hedefi benim gibi zorlu biri olunca hâliyle atışın hedefe ulaşması çok zor oluyor."

Kadının attığı bardaklar hedeflerini şaşırsa da parlak yeşil gözleri hedefini her fırsatta on ikiden vurmuştu.

"Peki, bu koşulda kapak hanginiz oluyor diye sorsam?" dedi Öyküm gülerken. Naz da arkasına yaslanarak Yağız'dan gelecek cevabı merakla bekliyordu. Atağa geçme kararı alsa da kendini sıkıyordu hâlâ.

"Tabii ki Naz ablan. Kapak yapıp kapı çarpmayı çok sever."

İşte bu kesinlikle son damlaydı! Yerinden kalkan Naz bakışlarını iyice kıstı. Adamın üzerine atlamamak için kendini zor tutuyordu. Bu adama nasıl böylesine âşık olabilmişti ki?! Boşalan servis tabaklarının bir kısmını toplarken Yağız'a cevap vermeyi de ihmal etmedi. Cevapla birlikte Yağız'a güzel bir gülümseme de sundu.

"Tencere dibin kara seninki benden kara!" diyen Naz saçlarını savurarak Yağız'ın yanından mutfağa yöneldi. Savrulan saçlarının Yağız'ın yüzünü okşayarak geçmesiyle, genç adamın ciğerleri kadının yumuşacık kokusuyla dolmuş ve onu tutan tüm ipler de kopmuştu.

Elindeki servis tabaklarını büyük bir gürültüyle tezgâha bırakan Naz, elleriyle tezgâhı sertçe kavradı. Adamın yaptığı şey bariz üstüne gelmek olsa da hiçbir zaman bu kadar sinirlendiğini ve kırıldığını hatırlamıyordu. Çünkü âşık olduğu adam geçmiş karşısına onun için en değerli olan zamanlarla, beraber geçirdikleri zamanla, alay ediyordu. Yüzündeki o gülümseme sanki o zamanların adam için ne kadar değersiz ve önemsiz olduğunu yüzüne vuruyordu. Kalbinin ritmini bozan o gülümsemelerinden nefret ediyordu şimdi! Görüşü bulanıklaşırken dişlerini sıktı.

Tezgâha bırakılan tabak sesleriyle mutfağın boş olmadığını anlaması uzun sürmedi. Tüyleri ürpermiş ve teni karıncalanmaya başlamışken adamın varlığıyla tüm mutfağı doldurduğunu anlaması çok da zamanını almadı. İçeride tüm söylenenler diğerlerine eğlenceli bir şovun parçaları gibi gelse de, genç kadın kendince kırılmıştı ve bu kırgınlığını gizlemeye gücü yoktu.

"Söylediklerimin intikamını böyle mi alıyorsun benden?! Seninle geçirdiğimiz zamanları eğlence konusu yaparak mı?!" dedi dişlerinin arasında. Boğazına oturan yumruysa konuşmasına engel oluyordu. Adama sırtı dönükken bile onunla konuşmak çok zor gelse de söylediklerinin ondan yarattığı etkiyi görmek istiyordu. Tezgâhın kenarını tutan ellerini gevşeterek çevresinde döndü ve güç almak istercesine sırtını tezgâha yaslamak için hamle yaptı. Ama bu girişimiyle nefesini tutması bir oldu. Yağız o kadar yakınındaydı ki nefes aldığında onun kokusu doluyordu içine.

Karşısında derin nefesler alan kadının kokusunu içine çekerken gözlerini saklayan göz kapaklarının titreyişini izledi bir süre. Onun içli sesini duyduğunda ona yaklaşmaktan başka bir şey düşünmemişti. Şimdi ise karşısında kaskatı kesilmişti. Çünkü o kadar çok şey yapmak istiyordu ki...

"O güzel gözlerini esirgeyecek misin benden?" diye mırıldandı önce. Ona ne kadar dokunmak istese de tuttu kendini. Şimdi sırası değildi. "Gözlerime bak!" dedi tekrar dişlerinin arasından.

Göz kapaklarının hafifçe aralanmasıyla ortaya çıkan nemli bir çift hareli yeşil göz, kendisine kırgın ve üzgün bakıyordu. Gözlerindeki akmaya hazır yaşları silmek için deli gibi çırpınan parmaklarını yok saydı genç adam. Birbirlerine çok yakın olsalar da ona dokunmadı. Bu hâliyse içini eritmeye fazlasıyla yetiyordu. O gözlerindeki yaşları saklamadan onların masumluğu ve gerçekliğiyle kendi gözlerinin içine bakarken, genç adam da kendi gerçeklerini saklamayacaktı.

"Ben o zamanlardan bahsederken çok mu eğlendim sanıyorsun? O zamanların geçmişte kalmasından çok mu memnunum?" Genç kadının kendisinden kaçırdığı bakışlara inat tekrar fısıldadı. "Gözlerimin içine bak!" dedi öncekinden biraz daha sert bir şekilde.

Gözlerini karışındaki ciddi ifadeye bürünmüş adamın bakışlarına odakladı. Yüzü her zamanki hâlinin aksine ciddi ve daha çok maskesiz gibiydi. Savunmasız...

"O zamanların benim için ne kadar değerli olduklarını tahmin bile edemezsin. Ne eğlencesinden bahsediyorsun sen? Sen bana o bardakları tek tek fırlattığında... İlk kez tanıştı gözlerim hareli yeşil gözlerinle," diyen genç adam biraz daha yaklaştı genç kadına.

"Evimi benden önce sahiplenip de yatağımda uyuduğunda baş döndürücü kokun sinmiş yatağıma. Ciğerlerime ilk kez, o gün çektim kokunu derin derin... Sanki yıllardır sigara bağımlısı birinin yaptığı gibi... Ciğerlerim bayram etti."

Adamın her saniye kendisine biraz daha yaklaşmasıyla göğüs kafesinde kuş gibi çırpınıyordu kalbi. Genç adam saçlarının bir tutamını eline alarak kokladığında o da kendi kokusuna karışmış olan adamın kokusunu içine çekmek için derin bir nefes aldı.

"Merdivenlerden düşerken kulaklarımı dolduran korku dolu çığlığınla uzun zaman sonrasında ilk kez içimi bir korku sardı." Yağız, ellerinin esaretindeki saçları okşayarak yumuşaklığını hissetti ve ardından serbest bıraktı. "Sen pazarda soğuktan üşümüş ellerinle ellerimi tuttuğunda ben senin ellerini ısıtırken aslında bilmeden ilk kez biri ısıttı içimi."

Buz kesmiş ellerinde hissettiği sıcacık ellerin varlığından güç alarak tuttu o elleri genç kadın ve adam kendi tenine ilk defa dokunmuştu şimdi.

"Bizi evli zannettiklerinde ilk kez evli olma fikri geçti aklımın bir köşesinden... Ve... Baba olsam ne olur diye düşündüm ilk kez! Kendi babam gibi olur muyum acaba, dedim."

Kendisini annesinin ölümünden sonra hiç bu kadar savunmasız hissetmemişti genç adam. Tuttuğu elleri daha çok sıkarken parmakları birbirlerine dolandı. Bu nazlı kadının da ellerini tutmasından güç alarak devam etti.

"Sen benim rüyalarımı taçlandırırken en masum hâlinle... Dudaklarını zapt eden başka dudaklardan sonra seni kendimden... Kendi gözümden bile sakınır oldum ve ilk kez kıskançlık kol gezdi damarlarımda."

Bir elini serbest bırakarak kadının çenesini kendisine yaklaştırdı. Başparmağını kadının alt dudağında gezdirirken, aralanan dudaklarından kendi sinir uçlarına vuran sıcacık nefesini hissetti.

"Kapındaki mart kedin bile oldum senin. Haklıydın belki de... Çünkü hayatımda ilk defa bir kadını böyle deli bir cüretle sarıp sarmalamak istedim."

Derin bir nefes aldı. Onu gördüğünden beri yapmak istediği şeyi yaparak serbest hâldeki elini kadının gür saçları arasına daldırdı. Her bir hareketle kokusu daha çok doluyordu burnuna.

"Sen bize kedi köpek, tencere kapak derken bile uygunduk biz birbirimize. Ne de olsa biri birini kovalar, bir birini tamamlar... Ben o zaman bile mutluydum. Ama şimdi..."

Artık dayanamayacaktı. Tüm bedeninde kadını hissederken aklını kaçırmak üzereydi. Çaresizlikle alnını kadının alnına dayadı. Ama saçlarını arasındaki elini çekmedi. Çekemedi. Kadın gözlerini bir kez daha göz kapakları ardına saklarken genç adam da gözlerini kapattı. Nefesleri birbirine karışırken Yağız, dudaklarına değen yumuşacık dudakları hissetti; ama öpmek için hiçbir hamle yapmadı. O kendisini, duygularını açarken kadının sessizliği sınırlarını zorluyordu.

"Ben aklımı, fikrimi kaçırmadan önce bana bir şey söyle. Kalbimin kırgınlığını, acımı dindirecek bir şey söyle! Ya da. Dur!..." dedi dişlerinin arasından. "Birbirimize uygun değiliz de!"

Tezgâh ile adamın arasında sıkışan Naz, hiçbir şey yapamıyordu. Sadece adamın sözlerini beyninin en ücra köşelerine kazıyordu. Söylediklerinden daha fazla ne kadar pişman olabilirdi?! Gururunun sesini bastırarak dudakları üzerindeki dudaklara, adamın, böylesine atmasını sağladığı kalbine ve kulaklarını dolduran birbirlerine karışan nefeslerinin sesine odaklandı. Ona sarılıp deliler gibi ağlamak istiyordu! Onu öpmek istiyordu! Onu istiyordu! Her şeyiyle!

"Bir anda... Deli gibi bir kıskançlıkla söyleyip pişmanlık duyduğum sözlerden... Bana hissettirdiğin duygulardan ve güvenden... İçimi eriten sözlerinden sonra... Benden her şeyi iste; ama sana yalan söylememi isteme," dedi genç kadın zorlukla kesik kesik aldığı nefeslerinin arasında.

Kadının sesinin kulaklarına dolmasıyla gözlerini açtı ve uzun bir süre kendi gözlerinde sabitlenmiş yaşlarla parlayan gözlere baktı. O gözlerden damlayan tek bir yaşı takip ederek dudaklarını buldu gözleri. O hamle yapmadan kendi dudaklarını hapseden, genç kadının dudaklarıyla tüm film kopmuştu. Bu öpücük ilk öpücüklerine kıyasla daha farklıydı. Açlık daha fazlaydı, tüm duygular itirafların ardından daha yoğun...

Dudakları arasında, kadının titreyen ama kendinden emin hareket eden dudaklarını hissediyordu. Elleri, kadının saçlarının arasında kaybolurken bedenini daha çok bastırdı genç kadının bedenine. Buna karşılık kadının yaptığı ise ona daha çok sokulmak olmuştu. Parmakları kadının dalgalı denizleri andıran saçlarının arasından yavaşça aşağılara süzüldü ve sırtında durdu. Sırtına baskı uygulayarak daha fazla kendine çekti ve onu içine almak istercesine göğsüne bastırdı. Kendi kalın kazağına rağmen genç kadının göğüslerini tüm dolgunluğuyla hissedebiliyordu ki bu içindeki ateşin daha da harlanmasına neden oluyordu. O anı nasıl tarif edeceğini bilemiyordu adam. Kesinlikle ve kesinlikle muhteşem bir şeydi ve kollarının arasında kıvranan, daha fazlasını istediğini belli eden bu kadın, onu büyük günahlara davet ediyordu.

Dudakları birbirinden ayrıldığında Yağız alnını kadının alnına dayadı. İkisinin de düzensiz nefesleri birbirine karışırken aldıkları derin nefeslerle göğüsleri inip kalkıyordu. Naz elleriyle genç adamın yüzünü hapsetti ve yanağını usulca okşadı. Bunları yaparken gözlerini açmaya korkuyordu. Ya bu da rüyaysa diyordu içinden. İlk öpüşmelerinin ardından sık sık kendisini öpüşmenin devamını hayal ederken buluyordu ve şimdi gözlerini açmaya cesareti yoktu.

Genç adam yüzünde oynaşan parmakların verdiği hazza bıraktı kendini. O parmaklar, değdiği yerde iz bırakıyordu. Hafifçe dudaklarına geldiğinde, yumuşacık parmak uçlarına birer öpücük bırakırken gözlerini açtı. Aynı anda genç kadının gözleri de açılmıştı.

Açık mavinin daha koyu bir tonuyla karşılaşan Naz, dayanamayarak diliyle dudaklarını yaladı. Dudaklarına çikolata bulaştırmış küçük bir kız çocuğuna benziyordu ve daha çok çikolata için yalvaran gözleri tadını aldığı yere bakıyordu aç bakışlarla. Yağız'ın dudaklarına...

Bu hareket kesinlikle savaşa davetiyeydi. Yağız da bu daveti karşılıksız bırakmadı ve kendisine ait olanı almak için uzandı. Hiçbir şey bırakmak yoktu niyetinde. Hepsini alacaktı ki izi her zaman hatırlanacaktı.

Kulaklarını dolduran kalbinin sesine karışan bir tıkırtı sesiyle zorla da olsa tadına doyamadığı dudaklardan ayrılan Naz, panikle başını saklamak istercesine Yağız'ın göğsüne gömdü. Yağız ise Naz'ın ani hareketine ufak bir kahkahayla karşılık verdi. Göğsüne başına koyup kendisine sımsıkı sarılmış olan bedeni sardı kolları ve onları suçüstü yakalamış olan kardeşine baktı. Yine!

Pelin gözlerini elleriyle kapatmış olduğu yerde dikiliyordu. "Abito inan hiçbir şey görmedim. Yani... Gerçekten görmedim. Lütfen siz rahatsız olmayın... Ben... Ay... Çok özür dilerim..."

"Pelin!" diye bağıran genç adam aslında kardeşine hiç kızgın değildi. Gülüyordu bile. Şu an öylesine mutluluk sarhoşuydu ki dünya dursa dahi kollarındaki bu beden olduğu sürece umurunda değildi.

"Ben hiçbir şey görmedim. Gerçekten!... Devam edebilirsiniz... Konuştukça batıyorum ben abito," diyen Pelin'se koşarak mutfağı terk etti.

Yağız'ın göğsünden gelen gülme sesiyle, genç kadın duyduğu utançtan ona daha çok sokuldu. Yüzünü göğsüne gömmüşken bundan istifade ederek derin derin nefesler almayı ihmal etmedi.

"Bu utancı ikinci defa yaşıyorum Aman Yarabbi'm!"

Genç adam, göğsüne sokuldukça sokulan kadından istemeyerek de olsa biraz uzaklaşarak başını kaldırmasını sağladı ve gözlerinin içine baktı. Yeşilin bin bir tonuna bürünmüş gözleri daha çok koyulaşmış, yanakları ise kızarmaya başlamıştı. Dudakları yeni öpüldüğünü fısıldarcasına şişkin ve gül goncaları gibi pespembeydi. Dayanamayarak ufak bir öpücük bıraktı dudaklarına.

"Burada biraz daha kalırsak içeridekilere ayıp olacak eminim ki başka baskınlar da olacak ve... Benim yüzüme baktıklarında... Kesinlikle durumu anlarlar çünkü... Kızardığımı hissediyorum," dedi Naz. Bunu yaparken dudaklarına mutlu bir tebessüm eşlik ediyordu.

"Çünkü kızarıyorsun. Hem bırak onlar ne düşünürlerse düşünsünler. Sonuçta biz evli ve birbirleriyle oldukça uyumlu bir çiftiz. Muhakkak bebek planlaması yaptığımızı düşünürler."

Bu sözlerin ardından dayanamayan Yağız, bu kez genç kadının kızaran yanaklarına bir buse kondurdu.

"Ben senin leylek planını oldukça uygun bulmuştum aslında, dertsiz ve tasasız. Ama şimdi kendime çeki düzen versem iyi olur," diyerek Yağız'ın kollarından ayrıldı. Birden üşüdüğünü hissederek o kolların arasına tekrar sokulmak ve dünyayı unutmak istedi.

Hiçbir zaman gerçekten hissedip yapacağını düşünmediği şeyi yaparak adamı kendisine çekip dudaklarına istekli bir öpücük kondurdu. Yağız nasıl başlayıp bittiğini anlamadan öpücük bitmişti bile. Kadın kapıya yöneldiği anda onu belinden tuttu ve kendine doğru çekerek kendi kollarında hapsetti. "Senden bir şey isteyebilir miyim?" dedi kısık bir sesle.

Naz adamın yüz ifadesinin ve ses tonunun değişmesiyle meraklandı ve konuşmaya devam etmesi için başını salladı.

"Ben... Yakın zamanda araziye çıkıyorum."

Bu sözleri duymasıyla Naz, olduğu yerde kaskatı kesildi. Tek desteği o an kendisini sarmış olan kollardı. Şaşkınlıkla adamın devam etmesini bekledi. "Pelin'in yalnız kalmasını istemiyorum ve... Burada onu emanet edebileceğim bir tek sen varsın. Ona göz kulak olur musun?"

Zihni, onun başına gelebilecek kötü şeylerin her türlü düşük ya da yüksek olasılıktaki ihtimallerini şimdiden sıraya dizmişken görüşü netliğini kaybediyordu. Boğazına bir yumru oturmuştu şimdi.

"Tabii ki göz kulak olurum," dedi önce ve nazikçe adamın kollarından çıktı. "Aklın bizde kalmasın," diyerek aceleyle mutfaktan çıktı. Onun gidişini izleyen Yağız'sa düşüncelere dalmıştı bile.

"Hadi kardeşimle kalbimi sana emanet bıraktım da... Seni kime emanet edeceğim ben?" diye mırıldandı görmeyen gözlerle kadının gittiği yere boş bakışlarla bakarken.

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 16

 


Bölüm 16

 Soğuk çarşafa bıraktığı yorgun bedeninin üzerindeki sıcak baskıya rağmen gözlerini açmamaya direniyordu Yağız. Bilincini kazanmaya başladığı her an, vücudundaki her bir eklem kendini ve yorgunluğunu hatırlatırcasına daha çok sızlarken uyku mahmurluğuyla derin bir nefes aldı. Ciğerlerine dolan havadaki bu koku çok tanıdıktı ve sıcacık… Yüzünde günlerdir yaşadığı öfke ve gerginliğe inat bir gülümseme belirirken, gözlerini açmadan derin bir nefes daha aldı. Egzotik ve içi ısıtan bir kokuydu. Güzel hisler uyandıran… Candan parça olduğunu hatırlatan…

Gözlerini araladığında, bir bebek gibi kollarına kıvrılmış olsa da bir tarafı hâlâ deli yatmakta ısrar eden o küçük kızla karşılaştı. Yüzünün her bir noktasını izlerken yüzünü kapatan kömür karası saçlarını bir kenara çekti. Ondan uzak kaldığı günlerde ne kadar büyümüş olursa olsun, onun gözünde bu küçük kadın hiç büyümeyecekti. O hep abisinin minik cadısı, düşük çeneli, tatlı patavatsızı olacaktı. Şimdi ağlamaktan şişmiş gözleri ve ısırılmaktan kabaran dudaklarıyla gözüne daha da ufak bir kız çocuğu gibi görünüyordu. Her yaramazlığından sonra babasından azar işitip abisine sığınan o minikti hâlâ.

 Yağız, bakışlarını kardeşinin üzerinden ayırdıktan sonra duvarda asılı duran saate, ev içerisinde kırık ve çıkığı olmadan kalan nadir parçalardan birine, takıldı. Saat ikindi vakitlerinden akşama dönmüşken doğrularak yatakta bağdaş kurdu. Başında aynı anda ziller çalmaya başladığında şakaklarını ovuşturmadan edemedi ve bu kez çektiği ağrıdan kısılmış bakışları odasında gelişigüzel gezindi. O saatin bile bu evde sağ kalmış olması şaşırtıcıydı.

 “Pelin?” diyerek uyuyan kardeşini dürterken şakaklarındaki ellerinin baskısını iyiden iyiye arttırdı. Kendini yorgunluktan yataklara düşecek kadar yormak için kasıtlı çaba sarf ederken, sonrasında ne bekliyordu, hiçbir fikri yoktu. Çünkü kendine çektirdiği eziyet boşa çıkmış, değişen hiçbir şey olmamış, uyanır uyanmaz yine aklına ilk gelen şey o kadın olmuştu ve o kadın hâlâ karşı dairesindeydi. Daha önce bu düşünce onun yüzünde istemsiz bir tebessüm oluşturmaya yetse de şimdi aksine dudakları gerilmişti. En azından bu kadar bedenini paralarcasına yorduğuna değmeliydi. Yok yere sinirlerinin gerildiğini hissederken bir kez daha ama bu defa daha sert bir şekilde dürttü kardeşini. “Pelin?!”

 Kardeşinin iç çekerek yerinde sıçradığını fark edince bu kadar sert olduğu için pişman olsa da başka türlü bu uykuya âşık, minik kızın uyanmayacağını biliyordu. Genç kız gözlerini tam olarak açamamış bir hâlde abisine yaslanarak ayılmaya çalıştı bir süre. Saçları karmakarışıkken hiçbir şey umurunda değilmiş gibi abisinin koluna dolanarak omzuna yaslandı. Yağız, kendine engel olamayarak Pelin’in saçlarını iyiden iyiye karıştırmaya başlayınca, kız gözlerini zorlukla açarak abisinin elini kabaca itti. Kardeşinin kızarmış gözleriyle karşılaşan adamın aklı bir an için Pelin’i, kendi kapısında ağlarken gördüğü ana kaydı. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş olsa da sınırlarını zorlarcasına ağlamaya devam ediyor ve her bir inci tanesinin düşüşünde dişlerini dudaklarına daha çok geçiriyordu genç kız. Bu küçüklüğünden beri böyleydi. Ne zaman endişe duysa ya da kafasını bir şey kurcalasa kendine hâkim olamıyordu. Normalde olsa Yağız, kardeşinin bu hâliyle dalga geçerdi; ama gecenin bir yarısı kapısında çaresizce boynuna atlayan kızı görünce hem şaşırmış hem de korkmuştu. Sonuç olarak her zaman olduğu gibi babasıyla kavga ettiği gerçeği ortaya çıkmış ve kız, hiç tereddüt etmeden soluğu abisinin yanında almıştı.

 “Hadi uyan artık. Üsküdar’da sabah oldu. Hem… Siz cadıların mesai saati başlamadı mı hâlâ?”

 Pelin, oturur vaziyette belli belirsiz bir şeyler mırıldanırken abisinin sıcaklığına daha çok sokulmuş bir yandan da yorganın içine iyice gömülmeye uğraşıyordu. “Üsküdar’da olan sabah beni ilgilendirmiyor. Çünkü malum burası İstanbul değil… Havasından bile belli. Bu yüzden beni Kars’a yeni tayin olmuş bir cadı olarak düşünebilirsin,” derken dişleri birbirine vururcasına titredi genç kız.

 “O zaman, burada günün Üsküdar’a göre daha erken aydınlandığı düşünülürse, seni daha önce uyandırmalıydım. Mesainden oldukça gerisindesin.”

 “O zaman… Benim yıllık izne çıkmış bir cadı olduğumu düşün. Hatta süpürgemi bir önceki görev yerinde kırdılar ve buraya uçakla gelmek zorunda kaldım. Benim için birazcık üzülmeni istesem…” diyen Pelin’in kalkmaya hiç niyeti yoktu ve Yağız da bunu anlamış gibi kızı saran yorganı aniden çekmesiyle, kız ufak bir çığlık atmıştı. Uyanmak zorunda olduğunu anlayarak önce bacaklarını yataktan sarkıtmış sonra da derinden bir of çekmişti.

 “Evini diktatörlükle yönettiğini bilseydim, monarşinin hâkim olduğu evimde kalmayı tercih ederdim.” Abisinin tek kaşının kalktığını görünce ayağa kalkmış ve devam etmişti. “En azından İstanbul’daki evimde padişah birinci Ahmet’ten sonra hâkimiyet monarşiye göre bana ait… Padişahımızın oğlu sonu gelmeyen bir seferde olduğundan tek varis benim ne de olsa.”

 Yağız, haberdar olmadığı kasları bile sızlarken toparlanmaya çalışarak ayaklarını yataktan aşağı sarkıtarak yere bastı ve yüzünü ovuşturdu. Görmeyen gözlerle yere bakarken etrafa saçılmış kırık cam parçalarına takıldı gözleri. İçine, aynayı un ufak ettiği gün hissettiği saf öfke çöreklenirken sanki aynı o günkü gibiydi. Hatta hiçbir eksiği yoktu, fazlası vardı. İçini boğan, kasıp kavuran bir keder çöreklenmişti sanki yüreğine. Damarlarında süzülen kan, kalbine uğradıkça kedere bulanıyor sonra bu keder tüm hücrelerine zerk ediliyordu. Derin bir nefes alarak ayağa kalktı ve Pelin’in tam karşısında durdu.

 “Bu kadar gevezelik yettiyse, eline süpürgeni alsan iyi edersin. Eminim ki senin gibi cadılık işini hobi olarak değil de tam zamanlı yapan birinin deposunda kırılmadık bir başka süpürgesi vardır.”

 Pelin, abisinin surat ifadesini gördüğünde şaşırmıştı. Çünkü karşısındaki bu adam kendisine böyle tepkiler vermezdi. Merakı abisinin ters cevabı ile iyice hararetlenirken, onun dediği gibi tam zamanlı cadılık sıfatının hakkını vermeye karar verdi. Ne de olsa abisine nazı her daim geçerdi. “Ne yapıyorsun bu evde, dinozor mu besliyorsun tatlım? Bu evi benim tek başıma adam etmem imkânsız. Sanırım arada bir de olsa babamın hakkını yiyorum, şimdi babam olsa bana kıyamaz hiçbir işi bana yaptırmazdı,” derken ellerini beline koymuş inatlaşır gibi abisine bakıyordu.

 “Gelen gideni aratır derler ve maalesef ki burası babanın evi değil.”

 “Bari karnımı doyursaydın da karın tokluğuna çalıştırdı diye arkandan iyi konuşabilseydim. Sonra da konuşunca konuştu oluyor. Benim suçum değil ki sen konuşturuyorsun beni, tatlım.” Dudaklarını büzmüş, abisinin mavilerine eş maviliklerini hiç çekinmeden ona dikmişti. Yağız, omuzlarını esneterek iyiden iyiye dikildi. Bu kızın abisine kesinlikle zoru vardı; ama yine de iyi ki buradaydı. “Burada koskoca kız varken ben mi gidip yemek hazırlayacağım?” diyen adamın kaşları çatılmışsa bile dudakları tebessüm ediyordu.

 Pelin pes edermiş gibi derin bir nefesini serbest bırakırken “Ay iyi tamam! Sen işkence etmek için beni mi bekledin acaba abito?!” diye inleyerek kapıya doğru yönelmek için bir adım atmışsa da yerde bir kenara topladığı kırık ayna parçaları gözüne çarpınca tekrar abisine dönmüştü. Sesi inatlaşır gibi değildi bu kez, abisini biraz olsun konuşmaya itecek kadar yumuşaktı. “Tabii önce birileri sana işkence etmediyse…” diye mırıldanırken abisinin eline uzandı ve parmak uçlarını, abisinin teninin üzerindeki geçmek üzere olan kabuk bağlamış yaralar üzerinde gezdirdi. Adam elini çekerken, kardeşiyle göz göze gelmiş ve Pelin abisinin gözlerindeki o acıyı bir an için dahi olsa görmüştü. Abisini böyle morali bozuk gördüğünü hiç hatırlamıyordu. O abisini hep mutlu, yüzündeki gülümsemesiyle bilirdi ki mutsuz olan hep Pelin olurdu. Abisiyse onun neşesini yerine getiren taraf… Anneleri öldüğünde abisi muhakkak ki daha perişandı; ama üzerinden o kadar çok zaman geçmiş ve Pelin öylesine küçüktü ki o günleri hatırlamıyordu. Sadece annelerinin yokluğunda kalan koca boşluk vardı.

 “Belki bana kuyruğuna kimin basıp da seni vahşi bir kaplana çevirdiğini anlatırsın tatlım,” derken bir bakışıyla darmaduman olmuş evi işaret etti. Abisine tatlım, hayatım gibi bilumum tüm sıfatlarla seslenmek ayrı bir zevk veriyordu. Onu, o korkutucu asker imajından çekip alıyordu.

 Abisi hüznünü birden üzerinden atmışken geri çekilerek Pelin’i baştan ayağa süzmeye başladığında genç kız şaşkınlıkla “Ne yapıyorsun tatlım?” diye sormadan edemedi. “Boyun, seni aşacak, karışık işlerle uğraşacak kadar uzanmış mı, ona bakıyorum.”

 Pelin’in bir şeyleri ortaya çıkarmaya çalıştığı ne kadar belliyse Yağız da bir o kadar bu konu üzerine konuşmayı istemiyordu. Sadece bu konuyla ilgili değil, hiçbir şeyden konuşmak istemiyordu. Ama sevgili kız kardeşi buna pek imkân verecek gibi gözükmüyordu. Üstüne üstlük sadece duruşu değil sözleri de bunun kanıtıydı.

 “Beni aşacağını düşündüğün şu işin… Benim boyumu aşacağını pek zannetmiyorum. Hatta bahse varım ki ben o işi birkaç santim de geçerim,” diyen genç kız, başparmağı ve işaret parmağını birbirine yaklaştırarak abisine gösterdi. Sonra iki parmağı arasındaki mesafeyi biraz daha açtı. “Belki de düşündüğümden de fazla santim vardır aramızda. Yani ne benim boyumu aşan ne de o kadar karışık bir iş…”

 Yağız, ağrıyan başını sakinleştirecekmiş gibi şakaklarını ovalarken kendisini, ışıl ışıl parlayan mavi gözlerle kendisine bakan kız kardeşi karşısında küçük bir çocuk gibi hissetmişti. Kardeşinin ne demeye çalıştığını anlayamazken toparlanmaya çalıştı. Ama zihni ve bedeni bu derece yorgunken pek de başarılı olamıyordu.

 “Ama bence senin düşündüğün kadar karışık değil, o iş. Bana kalırsa karışıklığın kelime anlamının tam karşılığı bu oda, tabii bir de içerisi… Kadının kafası da karışık gibiydi gerçi, haklısın. Sen de ondan farklı sayılmazsın gibi görünüyor tatlım. Yine de bunlar aşılamayacak şeyler değil,” diyen genç kız dişlerini göstererek gülümseyince Yağız kendisini iyiden iyiye aptal gibi hissetmişti. “Bak abiciğim, günlerdir dağ bayır demeden sırtımda onlarca yükle dolanıp durdum. Tamam, ben yorgunum; ama sen de pek normal görünmüyorsun. Kendini iyi hissetmiyorsan hastaneye götürebilirim seni. Belli ki yaşadığın şeyler benim düşündüğümden daha derin izler bırakmış sende. Ne dediğinin farkında değilsin.” Yağız, durumlarına gülmeden edemedi. Belli ki abi kardeş, beraber sınırı aşmak üzerelerdi.

 “Abito lütfen bana deli muamelesi yapma! Özellikle de seninle aynı odadayken. Çünkü cümle âlem bilir senin nasıl gözü kara bir deli olduğunu,”derken istemsizce dişlerini dudaklarına geçirmişti. Bu adam neden zorlamadan bir şeyini paylaşmazdı ki?! “Pelin, rahat bırak şu dudaklarını. Mahvetmişsin zaten. Şişmiş, kocaman olmuşlar. Hiç aynada baktın mı hâline? Kimse beğenmeyecek seni. Çok çirkin görünüyorlar.”

 Bunları söylerken abartılı bir yüz ifadesi kullansa da sözlerinin mutlaka kardeşi üzerinde etkisi olurdu. Ne de olsa Pelin, bronz teninde çıkabilecek her türlü sivilce hatta ihtimali için bile olsa günlerce yas tutabilirdi. Genç kız, elini dudağına götürürken bir yandan da abisine ters bir bakış atmıştı. “Sanki evde ayna bırakmışsın da,” derken komodin üzerindeki paketi alarak Yağız’a uzatmış ve sonra devam etmişti. “Hem çirkin de değillerdir muhakkak. Çünkü bu hareket ki bir de farkında olmadan yaptığım düşünülürse, karşı cins için oldukça cezp edici. Ayrıca… Sanki dakikalar önce öpülmüşüm izlenimi veriyor.”

 Yağız, küçük kız kardeşinin söylediği sözlerle afallamışken “Sen bunları nereden öğreniyorsun?” diye mırıldandı ki kardeşi cevap vermeye hazırlanırken aynı anda “Bilmek istemiyorum!” diyerek onu susturdu. Böyle şeyleri kızların aklına kim sokuyorsa, iyi bir dayağı hak ediyordu.

 Kardeşinin “Hediyeni açmayacak mısın?” diyen sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı ve elindeki poşete baktı. İçindekini çıkardığındaysa göz rengiyle uyumlu mavi renkli bir tişörtle karşılaştı. Kendisinden uzağa tutarak inceledi. Kol kısımları olmayacak gibi dursa da zararı yoktu. “Teşekkür ederim,” diye mırıldanırken sesine gülümsemesi karışmıştı bu kez. “Kendine bir parça eşya dahi almadan gelirken bana hediye almış olman büyük incelik.”

 Pelin sözlerini söylerken abisinin tepkisini ölçmekten de geri kalmıyordu. “Ah hayatım! Üzgünüm; ama bu hediye benden değil. Kendimi buraya zor attığımı düşünürsek… Bu hediye için teşekkürlerini şu seksi, afeti devran, yeşil gözlü komşuna iletirsin.”

 “Yeşil… Gözlü mü?” diye bir mırıltı döküldü dudaklarından.

 Yeşil gözler… Şaşkınlıkla açıldıklarında bin bir farklı yeşil gün yüzüne çıkar ve adam, o renkte kaybolmaya bayılırdı. Kadının üstüne gidişleri bundandı. Yeşil tonu adamın zihninde ve hayatında ciddiyetken, artık ondan daha da ötesiydi. Karargâha her gidişinde, karşısında çıkan her askerin göğsü dik taşıdığı üniformasındaki yeşil, onun gözlerindeki bir tonu düşürüyordu aklına. Odasından görünen dağlar üzerindeki ormanlıkla, her bakışında yeşil zenginliği barındırdığı başka bir tonu çekip çıkarıyordu zihni. Derin nefes alıp ferahlamaya kalktığında sanki ondan başka yeşil harammış gibi boğuluyordu ciğerleri. O, kadının gözlerini solumak isterken tekinsiz bir yerden kadının gülümseyişleri dalga geçercesine işgal ediyordu yüreğini. Yaralı bir kaplan gibi inliyordu tüm benliği. Kafese kapatmaya kalksa, aklına gelenler bir kırbaç misali izlerini törpülerken yapamıyordu. Daha çok asileşiyordu. Günlerdir onu görmek, en azından rastlaşmış gibi davranarak varlığını hissetmek istiyordu yanında. Kadın başkasına aitken böyle düşünceleri barındırıp adileşmiş hissetmek de, içindeki kaplanı ölmekten beter ediyordu. Sessizleşiyordu sonra… İçindeki prangalara boyun eğiyor, keder içinden taşıyordu; ama… Sessizleşiyordu.

 “Evet, hani senin şu karışık dediğin, benden birkaç santim kısa, kafası karışık ve seksi olan… Karşı komşun. Ayrıca… Kendisinin sana bir mesajı var.” Pelin, abisinin kasılan çenesi ve sıkılan dişlerine ek kararan yüz ifadesinden cevabını kat be kat almıştı. Artık abisinin pek de bir şey anlatmasına gerek yoktu. Karşısındaki bu adamı hep gülümserken biliyordu, şu anki duruşuysa oldukça korkutucu ve bir o kadar da çaresiz gibi görünüyordu.

 “Neymiş?” diyen adamın sesi varla yok arasında çıkıyordu. Pelin, kafası karışıkmışçasına abisine baktı. “Tam olarak aranızdaki mevzu ne anlayamadım; ama… Dediğine göre; sana bu tişörtten başka hiçbir şey borçlu değilmiş.”

 Yağız, sanki kendi mevzilerinden kendisine taciz ateşi açılmış gibi hissediyordu. Derin bir nefes alarak sıkıntıyla bırakırken “Demek öyle dedi,” diye kendi kendine mırıldanmış ve gözlerini kapatarak şakaklarını ovalamaya başlamıştı. Pelin’se abisinin bu hâline daha fazla dayanamayarak onun başını ovalayan eline uzanarak tuttu. “Yalnız bunları söylerken… Çok garip bir ifadesi vardı. Aslında başka bir şey söyleyecekmiş de son anda fikir değiştirmiş gibi… Ya da ben öyle hissettim, bilemiyorum. Çünkü oldukça şaşkındı ve… Beni öldürmek ister gibi bakıyordu sanki.”

 Adam duyduklarına şaşırarak bir süre kardeşine baktı. Neden Naz öyle bir tepki vermişti ki bu kez onu sinir edecek hiçbir davranışta bulunmadığına emindi? Hem de günlerdir burada olmadığı düşünülürse…

 “Sen kapıyı bu hâlde mi açtın?” dese bile aslında kardeşinden gelecek cevap ne olursa olsun ne düşüneceğini bilmiyordu. “Evet, böyle açtım. Elimden geldiği kadar kapı ardına gizlenmeye de çalıştım. Yoksa yatmadan önce protokol kıyafetlerimi mi giymeliydim; ama üzgünüm ki gelirken hiçbir şeyimi yanımda getirmemişim,” derken üstündekileri işaret etti. Üstünde Yağız’a ait olan içinde kaybolduğu kapüşonlu polar bir kazak altında da kısa bir boxer şort vardı.

 Bu cevapla zihni, onunla oyun oynarmışçasına dakikalardır susturmaya çalıştığı çığlığın sesini arttırırken böyle bir şeye ihtimal veremezdi. Neydi yani, Naz kapısında bir kadın gördü diye… Kardeşi, Naz’ın yüz ifadesini yanlış ölçmüş olmalıydı. Kadının kıskanmış olma ihtimali adam için oldukça imkânsızdı; ama onu hastalıklı bir şekilde umutlandırmaya iterdi hakkı olmayarak ve Yağız’ın böyle düşünmesi bile onun ne kadar çaresiz bir durumda olduğunu göstermiyordu da ne yapıyordu? Tişörtü tutan eli yumruk olmuştu.

 Pelin, abisinin bakışlarını kendi bakışlarına sabitleyince meraklı ama bir o kadar da üzgün bir bakışla “Bu kadın senden ne istiyor abi?”diye sordu ısrarla. Adam fısıltı gibi bir sesle “İstemiyor…” dedi önce.  “Kalbimi bana geri vermek istemiyor.”

 Elindeki tişörte bakışları kayınca elini yakıyormuşçasına aniden kardeşine uzattı. “Sanırım bu tişört bana uygun değil. İstersen… Sen giyebilirsin,” diyerek kardeşinin başka bir şey söylemesine fırsat vermeden odadan çıkmıştı. 

***

 Kendisini büyük demir kapıdan dışarı atarken, rüzgârın yüzüne vurmasıyla iliklerine kadar titredi Naz bir an için. Buna ne kadar alışması gerekirse gereksin alışamıyordu bir türlü. Seri adımlar atarak okul bahçesinden çıkmaya hazırlanırken aklına gelen şeyle başını yana doğru çevirdi. Bu saatler Yağız’ın da işten çıkma saatleriydi. Ne kadar içinde ona karşı bir öfke yanarsa yansın yine de her fırsatta gözleri onu arıyordu. Bu kadar öfke kendisi için bile fazlaydı. Gözleri adamın mavilerini bir defa görse belki bir kısmı dinecekti. Hem de evindeki o kadına rağmen… Ve adam için aldığı tişörtü kadının üzerinde görmüş olduğu gerçeğini umursamadan… Derin nefesler alırken soğuğu hissetmiyordu şimdi. Okulun bahçesinden çıkmadan önce, adamın görünme ihtimalinin olduğu yola, ardından da saatine baktı. Belki birkaç dakika içerinden geçer umuduyla bahçenin ortasında adımlarını durdurdu. Karla kaplı bahçenin ortasında tek başınaydı. Montuna iyice sarınırken içindeki ağlama isteğine mani olmaya çalıştı.

 Öyle tarifsiz bir yalnızdı ki içindeki boşluğu onlarca belki yüzlerce insan dolduramazdı; ama tek bir insan, sadece varlığıyla o boşluğu doldurmakla kalmaz, ardından o yalnızlığın izini dahi bırakmazdı.

 O adamın yaralı bakışları düştü aklına birden. Öfkesinin bir kısmı zincirlenirken içi acıdı. O son bakışını unutamıyordu. Kendisine bir kez daha öyle bakmaması için bir şeylerin izahını etmek istiyordu. Sonrasında adam yine sevgilisinin kollarına koşabilirdi ve bu, Naz’ın umurunda olmamalıydı. Fırsatını bulursa öfkesini de adamın yüzüne vurduktan sonra gidip yatağında ağlayabilirdi. Sokak lambalarının loş ışığında uzun bir adam silueti gözüne çarpınca, Yağız umuduyla yürümeye başladı. Ağır bahçe kapısını açarken kim olduğunu anlamak için gelenin yüzüne bakarken tahmin ettiği yüzle karşılaşmanın verdiği heyecanla ne söyleyeceğini bilemeden öylece durdu. Aklında tasarladığı tüm cümleler bir bir uçarken adam ondan önce davranmıştı. “İyi akşamlar.”

 Yağız’ın yüzünde hiçbir ifade yoktu. Bu adamın böyle zamanlarından nefret ediyordu. Yüzündeki o gülümseme olmadan, söyleyeceklerinden ters tepki alıp almayacağını kestiremiyordu. “İyi akşamlar,” diye mırıldandı o da. Bir süre hiçbir şey söylemeden birbirlerine baktılarsa da Yağız bu anı uzatmadan yolu işaret etti. “İstersen eve kadar beraber yürüyebiliriz.”

 Bu, onlar arasındaki bir rutin hâline gelmiş olsa da hiçbir seferinde iki taraftan da talep gelmeden olmuştu. Birbirlerini bir anda beraber konuşup yürürken bulurlardı. Ama şimdi adamın bu yönlendirmesiyle aralarına birkaç günde nasıl duvarlar örüldüğünü acı bir şekilde fark etti Naz. Hem de o duvarlardan birine çarpmış gibi hissediyorken… Adamın söylediğine sadece başını salladı. Şu an kalbinin çarptığı sert duvarın acısını hafifletmeye çalışıyordu. Her bir adımla aralarındaki sessizlik uzayıp giderken bu sessizliği Yağız böldü. “Tişört için teşekkürler.”

 Naz, inanmazca adama baktı. Dalga geçiyor olabilir miydi? Yüzünde öyle bir ifade yoktu; ama içten içe kendisini sinir etmeye çalışıyor olmalıydı ve bunu başarıyordu. “Teşekkür gereksiz. Senin giymediğin düşünülürse.”

 Adam da kadının yüz ifadesini inceliyordu. Yanakları soğuktan kızarmışken sanki bir şeye kızmışçasına kaşları çatılmıştı. Tişörtü giymediği için kızmış olamazdı, değil mi? Bu Yağız’ın hüsnü kuruntusu olmalıydı. “Sanırım alırken aklında sevgilinin beden ölçüleri vardı.”  Naz ne dediğini idrak edemezmiş gibi yüzüne bakmaya devam edince devam etti. “Yani… O tişörtün benim üzerime olmayacağını tahmin etmeliydin.”

 “Haklısın. Bir haftadır seni göremeyince beden ölçülerin aklımdan çıkmış olmalı!”

 Yağız, Naz’ın çoğalan öfkesi karşısında bir an için duraksadı. Şimdi de o, az evvel Naz’ın baktığı gibi anlamadığını belirtircesine kadına bakıyordu.

 “Bu yalanda birlikte olduğumuzu sanıyordum. Bir hafta boyunca, sen ortalarda yokken maalesef ki o yalanın ağırlığını kendim taşımak zorunda kaldım,” diyen Naz, kızgınca adama bakıyordu; ama adam nasıl oluyorsa sakinliğini koruyordu. “Ali’nin burada olmadığımdan haberi vardı.”

 “Ama benim yoktu!” Bunları söylerken sesi yükselmişti ve adam konuşmaya başladığında inanamayarak ona baktı. “Bu yalandan sonra, özellikle de benim yüzümden başına daha fazla dert açılsın istemedim.”

 Ne kadar da inceydi?! Başındaki dertler bini aşmışken, ki en büyüğüne adam yüzünden batmışken bir derdi daha olsa ne değişirdi ki?! “Üzgünüm; ama olan oldu artık!” dedi inatla. Apartmanın önüne geldiklerinde adam, aniden ona doğru dönmüştü ve önünde dağ gibi dururken Naz onun heybetinden ve karanlık geceye rağmen parıldayan maviliklerinden alamadı bakışlarını. Sesi, aralarındaki gerginlikte kırbaç gibi şaklarken tüyleri ürperdi. “Ne istiyorsun, Naz?” diyen adamın bakışları kısılmış, dudakları gerilmişti. Ne söyleyeceğini bilemezken sadece “Ne mi istiyorum?” diye tekrar edebildi. Ne söyleyeceğini bilemediği nadir zamanlardandı şu zaman ve adam, ismini söylemişti. Eskiden olsa bunun için mutlu olur, ona diş geçirdiğini düşünürdü; ama şimdi aralarında giren ismi, duvarların yüksekliğini belli ediyordu sanki.

 “Evet, ne istiyorsun? Sevgilini arayıp özür mü dilemeliyim? Ben böyle yaptığımda daha mutlu olacak mısın, aranız düzelecek mi?”

 “O, benim sevgil…” derken dudaklarından çıkan zoraki kelimeler de adam tarafından esen rüzgâra savrulmuştu. “Onun, senin neyin olup olmadığı beni ilgilendirmez Naz. En başından beri haddimi aştım. Senin hayatına burnumu sokmamalıydım.”

 Bir rüzgâr eserek kadının saçlarını adama doğru savururken belli belirsiz çiçek konusunun farkına vardı adam. Derin bir nefes alırken ciğerlerini özlediği o kokuyla doldurdu. Söylediği her bir söz, dudaklarından çıkarken öyle acıtıyordu ki eğer kadın, sevgilisini aramasını söylerse ne yapardı hiç bilmiyordu. Kadının yeşillerinden geçen duyguları okumaya çalışırken allak bullak oluyordu. Bu kadın kendisinden gerçekten ne istiyordu? Başından beri ondan uzak durmasını söyleyip durmamış mıydı? Ama şimdi neden sanki gözleri loş sokak lambasında inci taneleri barındırır gibi parıldıyordu?! Bu kadar sessizlik yeterdi, artık kadın bir şeyler söylemeliydi.

 “Ne oluyor sana böyle?” diye fısıldamıştı kadın. Zayıf sesi uğultuya rağmen Yağız’ın kulaklarını doldurmuştu. Dişlerini sıkarken derin bir nefes daha çekti. “En başından beri senden uzak durmamı istemiyor muydun? Şu an, tam olarak senden uzak durmaya çalışıyorum,” diyerek apartmanın ağır kapısından içeri girmiş ve Naz’ı boşluğa bakar hâlde bırakmıştı.

 Bu tartışmanın üzerinden birkaç gün geçmiş ve Naz’ın içindeki o boşluk daha çok içini yakar olmuştu. Adamı her görüşünde günaydın, iyi akşamlar gibi selamlaşmaların ötesine geçemiyorlardı. Üstüne üstlük birkaç dakika öncesinde Yağız evine giriş yapmaya çalışırken, adamın boynuna atlayan kadınla iyiden iyiye sarsılırken kendini yatağına bırakmıştı. Gözü komodini üzerinde yapraklarının çoğunu dökmüş olan çiçeğe takıldı. İçindeki ağlama isteğini durdurmaya çalışırken hırsla gözlerini sildi. Adama alıştığı için bu kadar acıtıyor olmalıydı. Yoksa tek başına, sevgi bu kadar acıtabilir miydi?

 Yatağında kıvrılmışken başının okşanmasıyla kendisini daha da kötü hissetti. Sanki içindeki bir düğmeye basılmış gibi bir inci tanesi gözlerinden firar etti. “Yüzüme bile bakmıyor Semoş. Bana her fırsatta gülücükler dağıtan adam… Yüzüme bile bakmıyor,”derken bir iç çekti. “Biliyorum, sevgilisi var; ama… En azından beni dinlese de… Öyle bakmasa artık.”

 “Bence o kız sevgilisi falan değil, biz kafamıza göre senaryo yazıyoruz burada.”

 Duyduklarıyla başını aniden kaldıran Naz, Sema’nın emin olup olmadığını anlamak için yatağında doğrularak gözlerinin içine baktı. “Emin misin?”

 “Aslında… Tam anlamıyla emin olmadan bir şey söylemek istemiyordum; ama… Emin gibiyim. Birbirlerine ne kadar benzediklerine bir baksana. Hem… Kız bence Yağız’a göre biraz küçük.”

 “Sadece bu benzerlik yüzünden mi emin oldun?” derken içinde filizlenen umudu budayarak kendini yatağa bıraktı. Ama Sema’nın sözleri bu umudu tekrar yeşertmeye yetiyordu. “Sadece benzerlikleri değil. Ben Yağız’ın sana bakışını gördüm. O bakışların Orkun geldiğinde nasıl değiştiğini de…”

 “Bana boş umutlar verme Sema,” diyerek inledi genç kadın. Yatağında bağdaş kurarken parmaklarıyla oynuyordu. O inatçı kadın, bir anda çaresiz bir kız çocuğuna dönüşmüş gibiydi. Gözleri ağlamaktan kızarmış, dudakları istediğini alamamanın verdiği keyifsizlikten büzülmüş… Sema, Naz’ın ellerine uzanarak karşısında onun gibi bağdaş kurdu. “Orkun çıkıp gelmeden mutlu mesut evcilik oyunu oynamıyor muydunuz? Erkekler hiçbir zaman oyunlarında üçüncü bir kişi istemezler Naz. Orkun, sizin tüm oyununuzu bozdu. Aslında… İyi de oldu. Gerçeklere dönmeniz lazım artık.” Naz’ın omuzları çöktü. “Onu nasıl yapacağız peki?”

 “Yağız’ı harekete geçirerek.” Naz, anlamamış gibi Sema’ya baktı. Söz konusu Yağız olunca artık hiçbir şeyi anlayamıyordu. “O nasıl olacak peki?”

 Sema, Naz’ın surat ifadesiyle ufak bir kahkaha attı. “Yağız’ın bu hâle gelmesine sebep olan neyse onu kullanarak, yani kıskandırarak. Bunun için üçüncü bir kişiye ihtiyacımız var.”

 Naz, gözlerini devirmeden edemedi. Üçüncü kişiler yüzünden bu hâle geldikleri düşünülürse, kadroya dâhil olacak hangi üçüncü bir kişi onları toparlayabilirdi ki? “Hiç zannetmiyorum,” diyerek olumsuzca başını salladı; ama Sema vazgeçmeyecek gibiydi. “Siz kendinizi dışarıdan göremiyorsunuz. O yüzden sen seyircilere güven. Hem… İşe yaramazsa da kaybedecek hiçbir şeyimiz yok. En azından tüm gün senin yatağında ağlayıp benim içimi parçalamandan iyidir.”

 Hakikaten… Kaybedecek neyi vardı ki? Daha fazla ne olabilirdi? Buraya kadar sürülmüşken daha fazla ne çıkabilirdi karşısında? Kafasındaki düşünceleri “Ama üçüncü bir kişiyi burada nereden buluruz?” diye mırıldanan Sema bölmüştü. Buradan birilerinin olması imkânsız bir şeydi. Hem ne yapacakları da henüz belli değilken, sorgusuz sualsiz dediklerini yapacak ve sorun çıkarmayacak biri olmalıydı. Aksi gibi kendi aklı da bu fikre öylesine yatmıştı ki zerre itiraz etmiyordu. En azından bir şeyler yapacak olmanın heyecanı vardı bu kez içinde. Aniden aklına gelen bir fikirle gözleri açıldı. Bunu yapmasını istediği kişi, bu işi kusursuz halledecekti; çünkü kendisine borçluydu ve Yağız, kendisini bıraktığı durumda kalacaktı. Şu an için nasıl olacağını bilmiyordu; ama olacaktı. Eğer Yağız da Sema’nın söylediği şekilde hissediyorsa daha ileri gitmek zorunda kalmayacaklardı. En azından böyle umuyordu. Komodindeki telefonuna uzanarak rehberden aradığı ismi bularak telefonu kulağına götürdü. Karşı taraftan şaşkın ama bir o kadar da memnun olan adamın sesi geldiğinde lafı uzatmadan söze başladı.

 “Bana borcun vardı, hatırladın mı? Sanırım tahsilâtı yapmamın zamanı geldi,” derken birkaç dakika önce ağlayan kadın kendisi değilmiş gibi dudaklarında sinsi bir gülümseme vardı.

 ***

Seri adımlarla koridorda ilerlerken adımları koridorun en sonundaki odada durdu. Kapıyı çaldı ve girmesi talimatının verilmesiyle içeri girerek masa başında oturan yarbayın önünde durdu. Selam verdikten sonra adamın konuşmasını bekledi.

 “Şöyle otur, Yağız,” diyen yarbayın dediği koltuğa yerleşerek adamın konuşmasını bekledi. Birkaç dakika öncesinde yarbay, onunla özel olarak konuşmak istediğini söylemişti.  “Buraya tayin olalı kısa bir zaman geçmesine rağmen çok çabuk adapte oldun Yağız ve gerçekten de yaptığının hakkını veriyorsun, ayrıca bu kurumun sorumluluklarının da fazlaca farkındasın. Böyle adamları her zaman takdir ederim.”

 Yağız, söylenenleri bir baş hareketiyle kabul ederken bunun haricinde hiçbir harekette bulunmadı.

 “Buraya geleli çok olmasa da kendini sevdirdin bana. Bu söyleyeceklerimi bir üstün değil bir baba ya da bir abi nasihati olarak gör. Artık sen nasıl dersen? Biliyorsun ki sen ya da bir başkası, evlilik durumu söz konusu olmadan böyle bir yaşayış içinde bulunması meslekten ihraç edilmesiyle sonuçlanır.”

 Tekrar bir baş hareketiyle söylenenleri onaylarken konunun nereye varacağını tahmin etmişti.

 “Kulağıma bazı revir dedikoduları geldi. Bunların neredeyse hepsi evli olduğun yönündeydi. Bu dedikoduların neden ya da nasıl çıktığı bizi alakadar eden bir durum değildir ki bunlara kulak asacak değiliz. Kim ne derse desin biz seninle ilgili doğru bilgiye zaten sahibiz. Evli değilsin. Ama buna rağmen böyle bir ilişki içerisindeysen, işin boyutu büyümeden bu yaşayışını tekrar gözden geçirmeni tavsiye ederim.”

 Yağız içinden gelen gülme isteğini bastırdı. Ama bu istek mutlu olduğundan ya da durumu komik bulduğundan değildi. Ne evliydi ne de sözü geçen bu tarz bir yaşayışa sahipti. İşin ilginç yanı evli olmayı belki de isterdi. Gülmesinin sebebi buydu. Ciddi duruşunu bozmadan konuşmaya başladı. “Beni bu konuda uyardığınız için teşekkür ederim komutanım; ama evli olmam ya da bu şekilde bir yaşayış sürdürmem gibi bir durum söz konusu değil,” derken bu dedikodunun kaynağını düşündü. Muhakkak Naz ile beraber yaptıkları mutlu ev sahipleri rolünden sonra çıkmış olmalıydı. Bunların bir kısmı dahi adamın kulağına gelmişse şu an karşısındaki adamı inandırmak için bu söyledikleri yeterli olmayacaktı. Özellikle de daha fazla açıklama beklercesine kendisine bakarken. “Evli değilim; ama nişanlıyım komutanım,” dedi tereddüt etmeden.

 Yarbay önce şaşırmışsa da sonra duyduğu şeyden memnun olmuşçasına gülümsedi. “Bundan daha önce bahsetmemiştin.”

 “Çok yeni komutanım.  Nişanlım burada öğretmenlik yapıyor. Aynı zamanda karşı komşum olduğu için birlikte çok zaman geçiriyoruz. Sanırım bundan dolayı böyle bir algı oluştu,” derken kendini yalan söylemiş gibi hissetmiyordu. Sanki hepsi gerçek gibiydi ya da Yağız’ın olmasını istediği gerçeklikte…

 Yarbayın yüzündeki gülümseme büyürken söylediklerine inanmış görünüyordu.  “Şimdi anlaşıldı durum. Senin neden batı dururken buraya gelmek istemene şaşmamalı… Tebrik ederim. Düğünü ne zaman düşünüyorsunuz?”

 “Yazın diye umuyoruz; ama bakalım,” dediğinde ortadaki tüm anlaşmazlıklar aşılmış görünüyordu. Mesai bitmek üzereyken izin isteyerek kalktı ve odasında bir süre vakit geçirdikten sonra karargâhtan çıktı. Naz’ın okulunun önüne geldiğinde okulun çok ıssız görünmesi üzerine onun da gitmiş olduğuna karar vererek eve yürümeye başladı. Şimdi bu yeni durumu her ihtimale karşı ona söylemesi gerekiyordu. Hâliyle bunun için de günlerdir gözlerini değirmekten bile çekindiği kapıyı çalmalıydı. Ayaklarını sürüyerek merdivenlerden çıktı ve eli zorlukla zile giderek düğmeye bastı.

 Kapı açıldığında yerdeki bakışlarını kaldırarak kapıyı açan kişiye sabitlediğinde, görünmeyen bir mevziden üzerinde ateş açılmış gibi hissetti. Gözleri şaşkınlıkla açılırken ifadesini ne kadar sabit tutmaya çalışsa da pek başarılı olamıyordu. Bu da neydi şimdi? Birileri gerçekten canını yakmaya uğraşıyorsa bunda gerçekten başarılı oluyordu. Silkelenerek kendine gelmeye çalıştı. Bu evde bir süredir iki tane kadın yaşadığına göre her şeyi Naz’a yormamalıydı.

 “İyi akşamlar birader. Kime bakmıştın?” diyen adamın duruşundaki rahatlık Yağız’ın yumruğunu sıkmasına neden oldu. Kendisinden az biraz kısaydı ve düğmelerinin yarıdan fazlası açılmış olan kot gömleğinden sportmen bir vücuda sahip olduğu belli oluyordu adamın. Kara kaşlı kara gözlü, tam bir Türk erkeği izlenimi yaratsa da Yağız için oldukça rahatsız edici bir görüntü çiziyordu. Bir kez daha bu evde iki kadın yaşıyor gerçeğini kendine hatırlattı.

 “İyi akşamlar. Naz evde mi?” derken tüm sakinliğini korumaya çalışıyordu. Ama adam buna fırsat vermiyordu. Ne adam ne de sözleri… “Evde bir dakika,” dedikten sonra içeri doğru seslenmişti. “Prenses, kapıda bir misafirin var.”

 Kısa bir süre sonra birinin yürüyüşü duyulurken kapıyı açan adam, Naz’a bakmış ve çok terlemişçesine gömleğini hareketlendirmişti. “Yaz gelmeden eve kavurucu sıcağı getirmişsiniz. Bu ne sıcak böyle, prenses?” diyip Yağız’ı süzercesine son bir bakış atmış, ardından içeri geçmişti. Naz’sa içeri geçen adama gülmekle yetinmişti. Ne zamandır kendisine gülmezken…

 Dişlerini sıkarken derin bir nefes aldı. Bu manzaranın yaşandığı bu kapı önünde daha fazla kalmak istemiyordu; çünkü kendine hâkim olamayacağını en derinlerinde hissediyordu. Bu yüzden direk konuya girdi. “Seninle konuştuğum bir şey vardı, hatırlıyor musun? Sende kaldığım gün…” dedi zorlukla. Dişlerini sıkmaktan çenesi öyle kasılmıştı ki başına saplanan ağrılarla bunu fark edebildi ancak. Naz, hatırladığını belli edercesine başını salladığında vakit kaybetmeden devam etti. “Bugün üstlerimden biri evli olup olmadığımı sordu.”

 Naz merakla devam etmesini bekledi; ama Yağız cevap vermiyordu, veremiyordu. Çenesi kenetlenmişken yapamıyordu. Kadın “Sen ne dedin?” diyerek teşvik etme ihtiyacı hissetti.  Adamın sesi mırıldanır gibi çıkmıştı.“Nişanlı olduğumu söyledim.”

 Kadın telaşa kapılmış gibi görünürken Yağız, onun tepkisini ölçmeye uğraşıyordu. İşin bu kadar uzamış olmasına telaşlanıyor olması, normal görünmüştü adamın gözüne. Ama kadından duyduğu sözler, kadının telaşının başka bir şey için olduğunun kanıtıydı. “Bu işe yarar, değil mi? Yani… Senin başına bu yüzden dert açılmaz?”

 Çıldırmak üzereydi. Bu kadın ne yapmaya çalışıyordu? Neden umursuyordu ki ona ne olacağını? Böyle davranıp da her fırsatta adamın içine umut tohumları ekip yeşermesine izin verip sonrasında bir çırpıda onları tarumar ediyordu. Böyle karmakarışık hissetmektense kadının onu sevmediğini bilmek kendi akli dengesi için daha sağlıklıydı. Düşüncelerinde kaybolmuşken başını olumsuzca sallayarak karşısındaki kadının gözlerinin içine baktı. “Neden umursuyorsun ki?! Ya da her fırsatta öyleymiş gibi davranıyorsun?!”

 Kadının gözleri önce şaşkınlıkla açılmış sonrasındaysa idrak etmek ister gibi tekrar kısılmıştı. Adamı inandırmak istercesine konuşmaya başladı. “Çünkü umursuyorum. Bu yalanda beraberiz. Bunu bana sen söylemiştin, unuttun mu?”

 “Boş versene,” diyen adam, daha fazla, kadına bakmaya tahammül edemiyormuş gibi hızla başını çevirmiş ve cebinden çıkardığı anahtarlarla kendi dairesinin kapısını açarak içeri girmişken bir baskıyla kapısı sonuna kadar açılmış ve Naz içeri girmişti. Sonrasında da sertçe kapıyı kapatmıştı.

 “Son sözü söyleyip gidebileceğini mi zannediyorsun?!”

 Kadının sesi tüm salonda yankı yaparken Yağız, sabrının sınırlarını aşmak üzere olduğunun farkına vardı. “Son sözü sen söylemek istiyorsan, bir an önce söyleyip prensinin kollarına koşabilirsin. Belli ki hararetlenmiş de… Söndürmen gerekir belki.”

 Naz, söylenenleri idrak ederken onu kendinde tutan tüm ipleri bir bir kopmuşçasına adamın üzerine yürüdü. Sesinin yüksekliği her bir kelimeyle artarken gözleri ateş saçıyordu. “Sen ne dediğini zannediyorsun?! Ne biçim konuşuyorsun benimle?! Kim olduğunu zannediyorsun?!”

 “Senin tarafından kim olarak algılandığımı ben de merak ediyorum; ama bunları söylemek için sesini yükseltmene gerek yok. Tüm mahalle birkaç güne kadar senin ve bir önceki sevgilin sayesinde inim inim inlemişken, bu mahalle bir vakayı daha kaldıramaz. Mahallenin küçük olduğu kadar meraklı sakinleri olduğu düşünülürse…”

 Yağız, sakin görünse de tüm kontrolü bıraktı. İçindeki tüm bu öfkeyi başka şekilde üzerinden atamazdı. Aksi gibi Naz da aynı şeyi düşünüyordu. Yanacaksa tek başına olmayacaktı. Elini beline koyarken kızgınca adama baktı.

 “Yani bir tek beni konuşuyordur bu mahalle, değil mi? Senin kaç gündür evinde kalan sevgilini kimse merak etmiyordur eminim ki!” dedikten sonra güç toplarcasına derin bir nefes aldı. “Gülbahar teyze, evindeki kadının kim olduğunu bana sordu. Ben de sana sormasını söyledim. Ev sahibi olarak evinde neler olduğunu merak ediyor kadın haklı olarak.”

 “İkimiz de küçücük mahalleye maskara mı olduk şimdi; ama benim kimseden ne gizlim ne de saklım var. Gülbahar teyzenin her bir sorusuna da veremeyecek hiçbir cevabım yok. Aynı soru sana da sorulmuştur muhakkak sen ne cevap verdin acaba?” diyen Yağız, elinde olmayarak kadının üzerine doğru ilerledi. “Sevgilim mi dedin?!”

 Naz adamın duruşundan ürkerek bir adım geri attı. “Sevgilim mi? Elbette öyle bir şey demedim. O benim sevgilim değildi ki görüyorsun, benim de cevabını veremeyeceğim hiçbir soru yok!”

 “Demek öyle… O zaman şu soruma cevap ver. Sevgilin olmayan bir adamın nasıl olup da seni öpmesine izin verdin ya da bir erkekle öpüşmen için sevgilin olması şart değil mi?!” derken adam ona doğru bir adım daha atmıştı. Kadın da bir adım geri…

 Demek sevgilisi değildi. O zaman neden günlerce işkence çekip öyle düşünmesine izin vermişti?! Neden her fırsatta rüyalarında kadının dudaklarına yabancı dudakların değişinin aklına düşmesine müsaade etmişti?! Kendisine acı çektiren düşüncelerin her biri aklına geldikçe içindeki yaralı aslan daha çok kükrüyordu.

 “Sen beni ne zannediyorsun?!” diyen kadının gözleri kocaman açılmıştı. Adamın kendisi hakkında vardığı düşünceleri aklı mantığı almayı reddediyordu. “Yoksa, sonrasında onun tattığını sen de mi tatmak istiyorsun?!”derken adamın bir şey demesine fırsat vermeden elini kaldırmışken, Yağız onun havadaki elini yakalamıştı ve günler sonra ilk defa adamın yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. “Demek ona vurdun, öyle mi?”

 “Sevgilin olmayan kadını zorla öptüğün bir durumda… Bu beklenen bir hareket olmalı!”

 Duydukları adamın hoşuna gitse de daha cevaplanması gereken soruları vardı. Yeşil ateşlerin oynaştığı gözlerden mavilerini bir saniye ayırmadan kadına doğru bir adım daha attığında kadın duvarla kendisi arasında kalmıştı. Bakışlarını kadının dudaklarına çevirdiğinde, dolgun dudaklarına dişlerini geçirmiş olduğunu fark etti. Anlaşılan o ki Pelin bu konuda haklıydı. Bu manzaraya dayanmanın imkânı pek yoktu. Mavileri, tekrar yeşilleri bulduğunda derin bir nefes bıraktı ciğerlerinden ve kadının elini serbest bıraktı.

 “Şimdi… Ben öpsem seni… Bana da aynı şekilde karşılık verir misin?” derken kadının üzerine doğru eğilmişti hafifçe. Naz’ın göğsü aldığı nefeslerle körük gibi inip kalkarken dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti. Adamın nefesinin tadını dudaklarında hissedebiliyordu. Zihni düşünmeyi bırakmışken adamın bir cevap beklediğini zorlukla idrak edebildi. Aralarındaki elektrik tüm hücrelerini uyarırken bakışları adamın dudaklarına takıldı ve bu, adam için cevaptı.

 Dudaklarının üzerinde hissettiği sıcaklıkla, sanki dünyanın en doğal duygusuymuşçasına gözlerini yumdu. Bir tüyün dokunuşu gibiydi o dudaklar… Bu ufak temasla dizlerinin bağının çözüldüğünü hissederken beline sarılmış kuvvetli bir kol, onu kendi bedenine yaslamıştı. Bakışlarını o bedenin sahibinin gözlerine sabitlediğinde yakıp kül etmeye hazır mavi ateşlerle karşılaştı. Cevapsız bırakılan soruları çoktan unutmuştu. Adamın yüzündeki çarpık gülümseyişi izledi bir süre. Adamın dudakları hareket etmeye başladı. “Son bir soru daha…” diye mırıldandı Yağız. Ama soruyu sorarken, tebessüm taşıyan dudakları gerilmiş, tepkilerini makul düzeyde tutmaya çalıştığı belliydi. “Evindeki adam… Kim?”

 Adam yüzünden bu kadar aciz hissetmek sinir bozucu olsa da bu hissi, misli misli geride bırakan heyecan bir de adamın kollarındayken çok fazlaydı. Aklı hızlı düşünme yetisini bir süre için kaybetmiş olsa da bu sorunun yanıtını o kadar kolay alamayacaktı bu adam. “Hiç kimse,” diye mırıldandı. 

 Adamın yanan bakışları kısılırken önce kadının saçlarından derin bir nefes almıştı. Bu kokuyu deliler gibi özlemişti. Sonrasında alnını kadının alnına dayamış ve aldığı derin nefesi istemeyerek de olsa usulca bırakmıştı. Sıcacık nefesi kadının yüzünü okşarken Naz, içi ürperircesine titremişti. “Kim Naz?” diye tekrar etmişti adam. Ama bu kez sesi derindendi. Cevabı ne olursa olsun alacağını belli edercesine kararlı…

 “O adamın burada olmasının sebebi sensin.”

 Yağız, anlamadığını belli edercesine bakarken gözlerini kadının gözlerinden ayırmıyor, devam etmesini bekliyordu. Ama Naz, daha fazla açık vermeyecekti. Kendine gelmeye uğraşırken adam buna müsaade etmemişti. Kafasını bulandırırcasına elleri, kollarından omuzlarına doğru çıkarken istediğini almaktan vazgeçmiyor Naz’ın tüm dirayetini kırıyordu. “Ben o adamı şu an parçalamak isterken, onu buraya getirtecek ne yapmış olabilirim ki?”

 Sesinin tınısı Naz’ı sararken böyle sözler söyleyen bir adam, nasıl oluyor da sevgilisini evinde barındırıyor düşüncesi belirdi aklında. Hatta nasıl oluyordu da kendisinden başka bir kadın, adamın sevgilisi olabiliyordu? Bunu da öğrenecekti. “Benden uzak durarak…” derken kadın laflarını bitirememişti.

 Adamın yaptığı en büyük hata ondan uzak durmaya çalışmaktı ki bunu bile becerememişti. Bir kalp atımı ötesindeyken ve binlerce doğrusu varken yanlışı yapmıştı. Kadının dudaklarına dokunduğu an, tüm düğümleri çözülmüştü. Tüm duyu organlarının infilak ettiği hissiyle dolarken, Naz’ın da ondan farkı yoktu. Yağız tarafından zapt edilmenin şuursuzluğuna sürükleniyordu an be an. Nasıl olduğunun dahi idrakına varamadan adama karşılık verirken bulmuştu kendini. Beline sarılmış olan kol daha da sıkılaşırken, içgüdüselce kollarını adamın boynuna dolamıştı. Dudaklarından ufak bir inilti serbest kalırken dudakları ayrılmış, adam alnını alnına dayamıştı. “Yağız…” diye fısıldadı kaybolduğunu düşündüğü sesiyle.

 Yağız sesini çıkartmamıştı önce. Hiç istemese de kendine gelmeye, toparlanmaya ve toparlamaya çalışıyordu. Günlerdir kadından uzağa savurduğu parçalarını… O kadar iyiden öte hissediyordu ki… Belli ki bir araya getirmek, savurmaktan daha kolaydı. Dudaklarında eğri bir gülümseme oluşurken ikisinin karışımını barındıran havayı derin bir nefesle içine çekti. Sarhoş ediciydi. Tekrar kadının dudaklarına yönelirken etraflarındaki her şey silinmişti.

 “Hayatım ah bu komşuların çok şeker senin,” diyen bir sesin varlığıyla kaskatı kesildi Naz. Toparlanmaya çalışırken derin nefesler alsa da hareket edemiyordu. Bu gerçeği nasıl da atlamıştı? Yüreğinde bir ağırlık hissederken adamın kollarından çıkmaya uğraştı; ama adam önce buna izin vermese de baskısını azaltmıştı. Kadının sesi hepten yakınlaşırken Naz’ın hissettiği yiyip bitiren aldatılmışlık tüm bedenini sarıyordu. Kadının devam eden sözleriyle Naz, nefes almayı unuttu bir an. “Ev sahibin Gülbahar teyze tutturdu Selin de Selin diye bir düzel…”

 Naz’ın kulakları uğuldarken duymaz olmuştu sanki. Bakışları Yağız’ın bakışlarını bulduğunda dudaklarından kelimeler çıkmıyordu. Yağız’ın yüzündeki gülümseme yüzünden silinip yerini bariz bir şoka bırakırken, bahsi geçen kadın bulundukları odaya girmişti. “Aa!” derken şaşkınca ikisine bakmış ve devam etmişti. “Lütfen… Siz devam edin. Ay çok pardon,” diyerek geldiği gibi gitmişti.

 Çökmek üzere olan duygularıyla gözlerini kapatan Naz’ın yaşadığı heyecan uğruna göz ardı ettiği tüm gerçekler şimdi yüzüne vuruyordu. Kendi hisleri uğruna oynadığı bu oyunda kendini bu denli ucuz hissedeceğini hiç düşünmemişti. Kendine kızarken adama da kızmayı ihmal etmiyordu. Bu adam kendisiyle alenen dalga mı geçiyordu? Sevgilisindeki bu rahatlık da neydi? Sevgilisi varken kendisini öpmüş olmasını saymıyordu bile… Kendini küçük düşmüş ve afallamış hissediyordu. Tabii bunlar hissettiği öfkenin yanında hiç kalacak miktardaydı. Bu hisler birkaç dakika öncesine gölge düşürürken kendine geldi. Utancı ve öfkesi adamı gördükçe artarken orada daha fazla kalamazdı. Adamı sertçe üzerinden iterken derin nefesler alarak kızgınca ona baktı. “Sen… Sen benimle…” derken devamını getiremedi. Yanakları öfkesinin şiddetinden kıpkırmızı olmuşken burada daha fazla kalmaya niyeti yoktu. Yağız arkasından seslenirken bir an için dursa da onun konuşmasına izin vermedi. Üzüntüyle adama bakarken “Belki bir gün… Gerçekten kalbinde tek bir kadına yer verirsin ve görüyorum ki ne o gün bu gün, ne de o kadın benim. Aslında zaten… Biz birbirimiz için başından beri uygun değildik, şimdiden sonra da olmayız. Hoşça kal,” diye mırıldandı.

 Yağız arkasından sadece bakakalmıştı. Oysa o tek bir kadın kalbini zapt etmişken nasıl olurdu da birbirlerine uygun olamazlardı? Naz onun hiçbir şey söylemesine fırsat vermeden hızla kapıyı çekip çıkarak kendi dairesine geçmiş ve kapıyı kapatarak sırtını kapıya yaslamıştı.

  Histerik bir şekilde ağlamak istiyordu şimdi. Adamın öpücüğüne milyonlarca anlam yüklerken adam sadece kendisiyle kafa mı buluyordu? Ne düşüneceğini, ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Yaslandığı kapı çalınca korkuyla yerinde zıpladı. Eğer kapıyı çalan adamsa,  kapıyı açmayacaktı! Ya da… Açacaktı! Ve ağzına geleni söylemekten geri durmayacaktı. Ne mahalle ne de apartman umurundaydı. Hırsla kapıyı açarken gördüğü kişiyle kendisine hâkim olmak zorunda kaldı. Aksi takdirde öfke içerikli uygunsuz kelimelerinin hedefi Gülbahar teyze olacaktı. “İyi akşamlar Nazlı kızım,” derken, Naz sadece başını sallamakla yetinmişti. Zira konuşacak gibi hissetmiyordu kendisini. Yaşlı kadın elindeki tabağı uzatmış ve devam etmişti. “Bugün Yiğit oğlumun misafirine diye yapmıştım. Maşallah o da çıtı pıtı, güzel mi güzel bir genç kız. Aynı senin gibi… Hem düşünceli de… Abisinin işini gücünü yapmaya gelmiş ta İstanbul’dan. Selin’miş adı da…” Gülbahar teyze konuşmaya devam ederken Naz dinlemiyordu. Duyduğu bilgiyi beyninin kıvrımlarından geçirerek idrak etmeye çalışıyordu. Bu kız şimdi, Yağız’ın kardeşi miydi?

 Aman Allah’ım adama neler söylemişti öyle?! Gülbahar teyzenin “Neyse Nazlı kızım benim lafım bitmez. Hadi afiyet olsun. Soğutmadan sıcak sıcak yiyin,” demesiyle kendine gelmişti. Bir baş hareketiyle teşekkür ederken kapıyı kapatarak tekrar sırtını yasladı.

 Allah’ım buraya geldiğinden beri hiç mi bir işi rast gitmeyecekti?! Her şey eline yüzüne bulaşmıştı ve yine, ağlamak istiyordu; ama şimdi bunun neden olduğunu tam olarak kestiremiyordu. Bir an önce kendisini sakinleştirmeliydi. Bunun için adamla arasını düzeltmek adına yeniden köprüler inşa ettiklerini düşündü. Mesela onunla öpüşmüştü! Öpüşmüşlerdi. İşte bu sakinleşmesine hiç yardımcı olmuyordu. Ama o anın zihninde canlanmasıyla tüm ruh hâli değişmişti ve bu bir anda olmuştu.

 Parmak uçları, dudaklarını bulurken dudakları elleri altında kıvrılmıştı. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki sanki aldığı nefesler yetmiyordu. Gözlerini kapatarak birkaç dakika kalbini dinledi. Resmen normal ritmini aşmış ahenkle kulaklarında çınlıyordu. Duyduğu kıkırdamalarla gözlerini açtığında kendisini izleyen Sema ve Cenk’le karşılaştı.

 “Sen bu adamı gerçekten seviyorsun,” derken bilimsel bir inceleme sonrası sonuca ulaşmış gibi konuşmuştu Cenk. “Yoksa… Benim dilime düşme pahasına bile olsa, benden yardım istemezdin.”

 Şu an keyfini kimse bozamazdı. Özellikle de Cenk. Dudaklarındaki mutlu gülümseme sinsi bir hâl alırken bakışları kısılmıştı. “Senden yardım istemedim. Sen bana olan borcunu ödedin.”

 Cenk hiç çekinmeden kahkaha atmıştı. “Borcum kalmadı değil mi şimdi? Yoksa neme lazım, borç ödetmek için bir kapı açma uğruna İstanbul’dan ta Türkiye’nin bir ucuna çağırırsın beni.”

 “Merak etme. Borcun falan kalmadı. Ama… Teşekkür ederim,” dedi Naz minnetle. Gerçekten de adam tek bir telefonuyla, ilk uçakla buraya gelmişti. Gerçi bunda, aylar öncesinde kazandığı iddianın payı büyüktü.

 “Rica ederim. Sen ne kadar iyi bir eğitimcisin ki bana dersimi verdin. Bir daha seninle iddiaya girmeye kalkarsam, bu yaşadığımız olayı bana hatırlat,” dedikten sonra ciddileşmişti adam. Cenk’in ne kadar ciddi olabileceği tartışmaya açık olsa da söyleyeceği şeye inandığı, ifadesinden belliydi. “Değişmişsin prenses. Havandan bile belli.”

 Gerçekten… Değişmişti. Nasıl olduğunu bilmiyordu; ama bir şeyler gün be gün içine işlerken değişikliği kaçınılmaz kılınmıştı. Öncelikleri değişmişti ve olaylara bakışı belki… Ama evet, değişmişti ve değişmeye de devam edecek gibiydi. Bu değişim başlamışken, önce adama en son söylediği, kendi hisleriyle uzaktan yakından alakası olmayan, ilk öpücüklerine ihanet sayılacak o tükürdüğü ve nasıl yalayacağını bilemediği sözlere de uğrasa, fena olmazdı.

Fotoğraf: @guppybooks


Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 18

Fotoğraf @nilmelteem Bölüm 18    Okundukça birbirine karışan kelime ve harfler… Tekrar tekrar okunan kaçıncı satırdı bu?! Kaçıncı girişimdi ...