expr:content='data:blog.isMobile ? "width=device-width,initial-scale=1.0,minimum-scale=1.0,maximum-scale=1.0" : "width=1100"' name='viewport'/> Kübra Türker Kitapları: Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 1

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 1

 



Bölüm 1 

Aynadaki aksine son kez göz gezdirdi genç kadın. Etrafında yarım tur dönerken, anne ve babasına yaptığı büyük ısrarlar sonrasında, tek başına yapmış olduğu Fransa gezisinde, moda haftasından almış olduğu uçuk pembe elbisesinin etekleri hafifçe havalandı. Elbisenin dar olan göğüs kısmı kıvrımlarını oldukça belirginleştirmiş, kadınsı hatlarını ortaya çıkarmıştı. Aynadaki bakışlarını elbisesinden ayırarak yüzünde odakladı. Koyu kestane saçları, iri dalgalar hâlinde yüzünün iki yanından beline doğru dökülmüşken parmaklarını saçlarının arasından geçirerek dalgalarını hareketlendirdi. Başını hafifçe sağa ve sola çevirerek makyajını değerlendirmeyi ihmal etmedi. Gece makyajıyla belirginleştirdiği hareli yeşilleri sağlıkla ışıldıyordu. Aynadaki görüntüsünden memnun kaldığını belli edercesine dolgun dudakları kıvrılmıştı. Vücudunu yanındaki dadısına doğru çevirdi.

 “Sence nasıl görünüyorum, dadı?”                                                                                         

 Yaşlı kadın, gözlerini genç kadının üzerinde gezdirdi. Eline doğmuş olan bu küçük kadın, gözünde hâlâ büyümese de karşısındaki manzara, yaşlı kadının hislerinin tam tersini haykırıyordu. Yirmi altı yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş, o dünya tatlısı bebek, tam anlamıyla bir genç kadın olmuştu. Hatta öyle bir genç kadındı ki kural tanımazlığı, rahatına düşkünlüğü ile tüm aileye kök söktürüyordu ve kesinlikle bu gece de tam anlamıyla kuralları ihlal ettiği zamanlardan biriydi. Bu düşüncesini de kıza söylemekten çekinmedi.

 “Naz, güzel kızım, anne ve baban bu durumdan hiç hoşlanmayacaklar,” diyerek duyduğu rahatsızlığı dile getirse de genç kadının, sözlerine karşılığı ufak bir kahkaha olmuştu.

 Naz, dadısının tam önünde durarak onun ne kadar yaşlanmış olsa da hâlâ yumuşacık olan yanaklarını sıktı.

 “Sen onları bana bırak, dadıcığım. Bilirsin ki bana dayanamazlar. Babam biraz kızacaktır, sonra annem araya girip onu sakinleştirecektir. Ardından önce anneme ve sonra sana da kızabilir ya da kimseye bir şey demeden söylenecektir; ama atlatır, merak etme.” Yaşlı kadının üzgün ifadesi değişmeyince konuşmasını sürdürdü genç kadın. ”Asma o tatlı yüzünü. Benim yapabileceklerimi bilerek evde bıraktılar. Hem… Canım çok sıkıldı ve evde çok ufak bir parti hatta parti de denemez, ufak bir arkadaş toplantısı düzenliyorum. Kötü bir şey değil ki bu! Tüm suçu ben üstlenirim, merak etme,” diyen genç kadın, dadısının yanaklarından öperek hafifçe ondan uzaklaştı ve kısılan yeşil bakışları yaşlı kadınınkilerle kesişti.

 “Şimdi söyle bakalım, nasılım?”

 Kendine hâkim olamayarak gülümseyen yaşlı kadın, kıza yaklaşarak elini tuttu. Ah, bu kız yok muydu? Gerçekten de ona dayanmanın imkânı yoktu, değil mi?

 “Melekler gibisin, güzel kızım. Madem canın sıkıldı, eğlen bakalım biraz; ama dua edelim de babanlar erkenden çıkıp gelmesinler.”

 “İsterlerse gelsinler, nasılsa beni babamın gazabından koruyan annem ve dadım var. Asıl melekler sizlersiniz,” diyerek dadısına göz kırpan genç kadın, ani bir hareketle saçlarını savurarak odasının çıkış kapısına yöneldi.

 Kapıyı açmasının ardından tüm gürültüsüyle evi doldurmuş olan müziğin uğultusu geldi önce kulaklarına. Bu müziğe eşlik eden sivri topuklarıyla ikinci katın büyük salona açılan merdivenlerine ulaşarak yavaşça merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Dudaklarındaki mırıltıyla şarkıya eşlik etmeyi ihmal etmiyordu. Merdivenin son basamağından inerek büyük salona ulaştığında, salonun dışarıya açılan kapısından bahçedeki kalabalığın sadece bir kısmını seçebildi. O tarafa doğru yöneldiğinde içeri dolan esinti eteklerini süpürerek havalandırdı. Her bir adımında müzik sesi sanki daha da artıyordu. Bahçeye ulaştığında Kanlıca kıyılarındaki denizin tuzlu havası yüzüne vurmuş bunun etkisiyle daha da keyiflenmişti.

 Bakışlarıyla bahçeyi şöyle bir tararken beklediği topluluğun aksine daha büyük bir kalabalıkla karşılaştı. Anlaşılan o ki davet edilmek kavramı, arkadaş camiası tarafından çok da göz önünde bulundurulan bir durum değildi. Bahçedeki havuzun etrafına koyulan birçok kokteyl masası, ufak topluluklarca çevrelenmişti. Bu kalabalık içerisinde garsonlar servis yapmak için büyük uğraş veriyorlardı.

 Güya küçük bir parti düzenlemek ve biraz olsun can sıkıntısını üzerinden atmak niyetindeydi. Ama bu kalabalık can sıkıntısını gidermek bir yerde dursun, babasının bu kalabalığı görmesi durumunda daha fazla canı sıkılabilirdi. Bu düşünceyle bir an için tüyleri diken diken olsa da kalabalık arasında gezinmeye devam eden gözleri aradığını bulduğunda bu düşünceler aklından çoktan uçup gitmiş, hâlinden oldukça memnun, kalabalığın şen kahkahaları içinde kaybolmuştu.

 Gözlerinin sabitlendiği masaya ulaşamadan müziğin elverdiği ölçüde duyduğu ıslık sesiyle bir an için durakladı. Topukları üzerinde dönerek, sesin sahibine baktı. Karşısında duran genç adam, yaza uygun olarak giydiği keten pantolon ve gömlekle oldukça spor görünüyordu. Gömleğinin kollarını gelişigüzel dirseklerine kadar kıvırmış ve ellerini ceplerine atmışken, dik duruşuyla gerilen göğsü oldukça atletik görünüyordu. Genç kadın, adamın yüzüne hızla bakış atarken aslında ne kadar yakışıklı olduğunu düşündü. Hafifçe gözlerine dökülen koyu sarı saçlarına ek, ışıldayan mavi gözleriyle aslında… Orkun… Fazla yakışıklıydı. Bakışlarını adamdan ayırıp da etrafını süzdüğünde adamın çevredeki kadınlarca göz hapsinde olduğunu fark etti.

 “Oo… Davetime icabet etmişsin. Meşgul olduğunu düşünmüştüm,” dedi Naz, adama çevrilen bakışlara aldırmadan. Orkun’sa adım adım ona yaklaşıyordu.

 “Beni davet ettiğin zamanlar ki, bu zamanlar oldukça sınırlı sayıdalar,  ne zaman senin davetini karşılıksız bıraktım ben. Bu arada… Çok güzel görünüyorsun. Su perileri gibi…”diyen Orkun, Naz’ın tam önünde durmuştu.

 Naz, bu iltifat karşısında gülmeden edemedi. “Ciddi misin? Hayatında kaç tane su perisi gördün, merak ettim,” diyen Naz, adamın aksi yönünde yürümeye başlamıştı ve onun arkasından geldiğini biliyordu.

 Bu adamı üniversiteye başladığı ilk yıllardan beri tanıyordu. Babasının zerre kadar hoşlanmadığı, bitmek tükenmek bilmeyen cemiyet toplantılarından birinde, tanışma imkânları olmuştu. Orkun ona ne kadar yaklaşırsa Naz da bir o kadar kendini geri çekmekten alamıyordu. Aksi gibi zaman zaman adamın ilgisinden hoşlanıyordu. Belki de onun her daim peşinde olduğunu bilmek haz veriyordu kıza. Şu anda bile adamın bakışlarında bariz bir beklenti vardı. Oldukça yakışıklı ve varlıklı bir ailenin oğlu olması, tüm kadınlar için adamı hedef yapmış olmasına rağmen, Naz’a göre adamda kesinlikle bir şeyler eksikti. Belki tavırlarıydı sorun. Belki de baba parasıyla geçiniyor olmasındandı. Tamam, kendisi de baba parasıyla geçiniyordu; ama bu kadar da değildi. Sanırım! Ya da… Öyle miydi?

 Bu dehşetengiz düşüncesinden aniden sıyrılarak bir model edasıyla havuzun kenarından yürümeye devam etti. Yürürken etrafına öyle özgüven dolu bir hava yayıyordu ki bu etkiyle birçok baş çevrilip ona dönmüştü. Yanından geçen garsonun tepsisinden bir şampanya kadehi aldı hızını kesmeden. Ulaşmak istediği masaya vardığında yüzündeki çekici tebessümle herkesi selamlarken, en yakın arkadaşı Aslı’ya yöneldi. Arkadaşına sarılırken iki kız birbirlerine içtenlikle gülümsedi. Birbirlerinden ayrılarak masaya döndüklerinde Aslı, bakışlarını genç kadının üzerinde şüpheli bir şekilde gezdirirken gözleri karşılaştı. Aslı’nın bakışlarındaki şüpheyi fark eden Naz, tek kaşını kaldırarak karşılık verdi. Bunun üzerine Aslı’nın aklındakiler sözlere dökülmüştü.

 “Her şey çok güzel; ama… Bu partinin sebebi nedir acaba?”

 Kimse bilmese de ne kadar kendisine sadece canının sıkkın olduğunu inandırmaya çalışsa da aslında bir sebebi vardı tabii ki. Cevabı aklında yankılanmışken yüzü nasıl bir hâl almışsa, arkadaşı anlamış gibi gözlerini açarak şaşkınlıkla, onun cevap vermesini beklemeden konuşmuştu.

 “Naz! Sen işten mi çıktın?!” dedi Aslı ufak bir hayretle.

 Aslında bunun hiç kimseye sürpriz olmaması gerekirdi. Çünkü bu durum uzun süre önce rutin bir hâl almaya başlamıştı. Önce ailesinin sözleriyle heveslenerek özel bir okulda öğretmen olarak işe başlıyordu. Bu hevesi geçene kadar çalışıyordu. Sonrasındaysa… İşte olan sonrasında oluyordu! Erkenden uyanmak kesinlikle Naz’a göre değildi. Belli bir saat maruz kaldığı çocuk cıvıltıları, limitini aştıktan sonra işkence hâline geliyordu ve ilk fırsatta, hiç düşünmeden yaptığı şeyse istifa mektubunu yazmaya başlamak oluyordu. Sonra da ufak bir partiyle her zamanki hâline dönüyordu. Hem… Neden çalışmasına gerek vardı ki? Kazandığı para, kredi kartı limitinin onda birinden bile daha azken ve aldığı para dişinin kovuğunu doldurmazken, neden rahatını bozup da öğretmenlik yapması gerekiyordu! Hem de zengin bir ailenin tek kızıyken… Diğer ailelerin çocukları gibi şirketlerinde uygun bir pozisyonda çalışmaya başlayabilir, babası emekliliğini ilan edip de inzivaya çekilmeye karar verdiğinde şirketin başına geçebilirdi. Gerçi bu da hiç eğlenceli değildi. Ayrıca üniversitede öğretmenliği boşuna okumamıştı. Ama şu durumda öyle gibi görünüyordu. Çalışmaya alışmamıştı ki… Çünkü… Şimdiye kadar hiç çalışması gerekmemişti.

 Aslı’nın sözlerine, içinde çarpışan düşünceler sonrasında vardığı farkındalığın etkisiyle umursamazca cevap verdi. “Evet çıktım. Şaşırmış gibi yapmana gerek yok; çünkü şaşılacak bir durum değil bu.” Naz bunları söylerken gerçekten çok kayıtsız görünüyordu.

 “Dışarıda o kadar insan iş ararken, bırak istifa etmek fikrini, hiçbir koşuldan şikâyet etmezken sen rahatlıkla istifa mektubunu yazdın yani! Vallahi pes. Bu kaç oldu üç mü, dört mü?” Bunları söyleyen Aslı’nın, şaşkınlıkla gözlerinin açılmasına rağmen dudaklarında bu şaşkınlığa zıt bir gülümseme vardı.

 “Canım benim, kız çalışmaya alışık değil ki… Hem neden çalışsın? İhtiyacı mı var? Hangi öğretmene, dedesi doğum gününde Porsche marka otomobil hediye alır, Allah aşkına?” diyen sevgilisi Tolga’nın laflarını duyan Aslı, aniden yanındaki adama çevirdi bakışlarını.

 “Tabii biz çalışalım. Hanımefendi de iş bırakma eylemi yapar gibi her istifasından sonra parti versin,” derken bakışlarını tekrar Naz’a çevirmişti.

 Naz’ın kötü bir şeyleri hatırlamışçasına kaşları çatıldı. “Bu sefer haklı sebeplerim vardı. Çalıştığım ortamı gerçekten de beğenmedim. Erkek meslektaşlarım biraz rahatsızlık vericiydi.”

 Bunu duyan Aslı, konunun fazla üzerinde durmayarak konuşmaya devam etti. “Anne babanın haberi var mı peki?”

 Anne babasının haberi var mıydı? Elbette yoktu ki babasının uzun soluklu söyleşisi için de henüz cesareti yoktu. Belki de yüzleştikten sonra bir süre babasının gözünden uzak bir yerler için seyahat planı yapabilirdi. Aslında… New York Moda Haftası yakın bir tarihte olmalıydı. Bu fırsatı da böylece değerlendirebilirdi.

 “Şu an için haberleri yok; ama nasılsa öğrenecekler. Duyacağım telkin ve öğüt dolu uzun nutuklara henüz hazır değilim. Ne kadar erteleyebilirsem o kadar iyi. Nasılsa seyahatten dönmeye de niyetleri yok. Bunlar daha sonra düşüneceğim şeyler,” dedi içinde bulunduğu durumun verdiği geçici rahatlıkla.

 “Seyahat planını da yapmışsındır sen,” diyen Aslı’nın yüzündeki gülümseme genişlemişti. Sohbetin nihayet gerilim kısmı bitmiş, eğlenceli kısmına gelinmişti. Naz, masaya hafifçe eğilerek sır verirmiş gibi konuştu. “Yapmaz olur muyum, şeker? Şu an New York gibi görünüyor. Babamın kızgınlık derecesine göre orada kalacağım süre, moda haftasına kadar uzayabilir. Böylece yeni öğretmenlik dönemim için de biraz alışveriş yapmış olurum...”

 Sözünü kesen Tolga “Her öğretmenin yeni dönem için gardırop yenilemeye ihtiyacı olsaydı, eminim ki hükümet ona göre maaş verirdi. Sen şansın varken harcayabildiğin kadar harca, nasılsa cebini düşünmen gerekmiyor. Ama benim devlet memuru öğretmenimin aklına böyle şeyler sokma,” dedi onaylamayan bir bakışla. “Sonra sosyete pazarlarından çıkamıyoruz.”

 Bu duruma iki kız da gülmekten alamamışlardı kendilerini. “Ne kadar gülüyor olsam da sevgilim haklı. Anne babadan ekonomik destek görmeyen biz devlet memurları için böyle seyahatler fazla. Yine de… Seninle gelebilmeyi çok isterdim,” dedi Aslı iç geçirerek.

 Naz, bu duruma bir an için üzülse de çözümü aslında imkânsız değildi. “Sen gitmek istiyorsan eğer, ben yanımda bir arkadaşa hayır demem. Sen her şeyi bana bırak,” diyerek Aslı’ya göz kırpan Naz, Tolga’nın alaycı bakışlarıyla karşılaştı. Tolga resmen ona bakıp alaycı bir şekilde gülüyordu.

 “Seni beş parasız hayal etmeye çalışıyorum da bu konuda başarılı olamadım. Düşünsene, kredi kartların elinden alınmış, şuradaki sarı bebeğine el konmuş – başıyla bahçede park hâlindeki Porsche marka otomobili işaret etmişti – üç kuruş maaşa bel bağlayıp ay sonunu getirmeye çalışıyorsun. Yok yok… Gerçekten düşünemedim. Sen bu cep hesabıyla ertesi güne çıkamazsın.”

 Bir an Tolga’nın söyledikleri ile kendisini aynı hayal içerisinde bağdaştırmaya çalışmayı denedi; ama aniden içine dolan panik duygusu ile bundan vazgeçti.

 “Neyse ki böyle bir şey düşünmeme gerek yok…” diyerek Aslı’ya dönmüşken istifa ettiği işi, biraz önce kendini içine katmaya çalıştığı ama bir filmdeki ikinci sınıf figürandan farksız olduğu hayali çoktan unutmuş, yapacağı seyahat ve moda hakkında başlayan sohbetin içinde kaybolmuştu. 

 Parti tüm hızıyla devam ederken kimisi tam anlamıyla içki kadehine sarılmış, kimisi karşısındaki partnerinin ritmine uyum sağlamış dans ediyor, kimisiyse her ikisini birden yapıyordu. Havuz tamamen çevrelenmiş, insan kalabalığı ile doluydu. Naz, kokteyl masasına yaslanmış dans eden bu kalabalığı izliyordu. Elindeki şampanya kadehini dudaklarına götürürken bu ortamdan hoşlanmadığını fark etti ilk kez. Daha önce olsa o kalabalığın arasına karışır hatta o kalabalığın tam odak noktası olurdu. Şimdiyse kendini soyutlamış, sarhoş hâlleriyle kendinden geçmiş insanları izlemekle yetiniyordu. İçinde hiç hoşlanmadığı bir his kümesi vardı ve bu hislerin tam anlamıyla ne olduğu kendisi için muğlaktı. Ama o hislerden biri kesinlikle keyifsizlikti.

 Tek başına olduğu masadan ayrılarak kalabalığın tam aksi yönünde, boğaza şahitlik eden bahçenin tırabzanlarına doğru ilerledi. Topuklu ayakkabıları bahçenin çimlerini ezerken, tığ topukları toprağa batıp çıkıyordu. Aniden durup ayakkabılarına baktı ve uzun bir süredir hapsettiği ayaklarını ayakkabılarının hapsinden kurtardı. Ayakkabılarını olduğu yerde bırakarak tırabzanlara doğru ilerledi. Çıplak ayakları soğuk çimenleri ezdikçe içi hafifçe ürperiyor, rahatlıyordu sanki. Bahçenin en ucuna geldiğinde tırabzanların bahçe duvarı olan kısmına yaslandı. Boğazın ışıklarını seyrederken sımsıkı eline yapışan şampanyasından da ufak yudumlar alıyordu. Son zamanlarda hissettiği bu keyifsizliği can sıkıcıydı. Sanki yaptığı hiçbir şeyden zevk alamıyordu. Hâlbuki kendisine yeni bir hobi edinebilir bu da biraz olsun neşelenmesine katkıda bulunabilirdi. Denize sıfır olan eve vuran dalgaların esintisiyle saçları hafifçe uçuştu. Şampanya kadehini dudaklarına götürdüğünde kadehinin boş olduğunu fark etti. Başını eve doğru çevirerek elinde tepsi olan garsona eliyle zarifçe işaret yolladı. Garson hızla yanına geldiğinde boş kadehini tepsinin içine bırakarak dolu kadehe uzanmışken aldığı dolu kadehi tereddütle geri bıraktı ve garsona yaslandığı bahçe duvarını işaret etti.

 “Tepsiyi şuraya bırakır mısın?”

 Garson önce şaşırsa da ikiletmeden tepsiyi bıraktı ve uzaklaştı. Naz, alkolün etkisiyle kaslarının ısındığını hissederken hafifçe sarhoş olduğunun da farkındaydı; ama bu gece içmek istiyordu. Tepsideki dolu kadehe uzanırken yanında birinin varlığını hissetti; ama kim olduğuna bakmadı.

 “Biraz hızlı gitmiyor musun?”

 Orkun’un sesine aldırmadan aldığı kadehten büyükçe bir yudum aldı. “Hızlı yaşa genç öl, lafını hiç duymadın mı sen?” dedi alkolün verdiği sersemlikle kıkırdarken.

 “Hızlı yaşa tamam; ama kesinlikle genç ölmeni istemem,”derken gülümsemişti Orkun. Genç kadın, aniden başını Orkun’a doğru çevirdi. Ani yaptığı bu hareketle saçları hafifçe savrulmuş ve saç tellerinin çoğu tek omzunda toplanmıştı. Adamın ışıldayan mavi bakışlarını, bahçenin karanlık olan bu köşesinde bile rahatça seçebiliyordu Naz. Bedenini de hafifçe adama doğru çevirdi.

 “Seninle vakit geçirmek oldukça eğlenceli, bunu inkâr etmeyeceğim. Böyle yakışıklı bir erkeğin ilgisi, muhakkak ki çoğu kadının hoşuna gider,” diyen Naz’ın dudaklarında çekici bir tebessüm vardı.

 “Çoğu kadın değil mevzu. Senin hoşuna gidiyor mu?” dedi Orkun dürüstçe.

 Duyduklarıyla Naz’ın yüzü ciddileşti ve tekrar duvara yaslandı. Boğazın değişen renk renk ışıklarını izlerken adama bakmadı. “Senin ve benim, biz olması çok zor.”

 “Ama imkânsız değil,” dedi adam inatla. Naz’ın bu sözlerle dudaklarında bir gülümseme oluşmuş, bakışlarını önündeki denize çevirmişken aniden adama baktı.

 “Hiç vazgeçmeyeceksin, değil mi?” derken hâlâ çekici gülümsemesi yerli yerindeydi. Sanki vazgeçirmeye çalışan sözlerine inat, adamı o gülümseme daha da çok çekiyordu ve kesinlikle hafif çakır keyif hâliyle bunun farkında değildi.

 “Belki bir gün vazgeçerim; ama… O gün bu gün değil,”diyen adam da ona kapılmıştı.

 Arkalarındaki kalabalıktan yükselen ani kahkahalar, yüksek müzik sesini bastırıp da Naz’ın kulağına geldiğinde, genç kadın bakışlarını sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Kendisi bu kadar keyifsizken nasıl oluyordu da bu insanlar böylesine hayattan zevk alabiliyordu! Biçimli kaşları hoşnutsuzlukla çatılmışken kalabalık kahkaha atmaya devam ediyordu. Sanki Naz’ın ruhsal durumuna inat, tüm kalabalık birleşmiş de alay ediyordu. Hem de bu, genç kadının kendi evinde ve kendi partisinde oluyordu. Eğer bugün eğlenmesi gereken biri varsa bu kişi kesinlikle kendisi olmalıydı. Zaten ruh hâli an itibariyle keyifsizken çabuk sinirlenen karakteri, daha çabuk kendini gösterircesine hoşnutsuzlukla gözleri kısıldı.

 Çıplak ayaklarıyla çimenleri ezerek topluluğa doğru ilerlemek için ilk adımını attığında yerinde hafifçe yalpaladı. Kadehte durduğu gibi durmadığı aşikârdı. Dengesini bulduğunda tekrar yürümeye başladı. Orkun da tam yanındaydı. Havuzun yanındaki mermerlerin üzerinde durdu. Başıyla garsonlardan birine işaret ederek müziğin sesinin hafifçe kısılmasını sağladı. Topluluksa bunu fark etmemiş gibi gülüşmelerine devam ediyordu. Elinden birini beline götürerek kalabalığa doğru seslendi.

 “Ben bu kadar keyifsizken, sizin, hem de benim partimde bu kadar eğleniyor olmanız… Hiç de hoş değil.”

 Topluluktaki insanlar birer birer yüzlerini ona doğru döndüler. Küçük olan bu topluluğun arasından bir ses yükseldi. “Böyle güzel bir parti düzenlemişken, nasıl olur da keyifsiz olabilirsin?”

 Naz, konuşanı bulmak için gözleriyle kalabalığı tararken birkaç kişinin aradan çekilmesiyle bir adamla karşılaştı. Hem de hiç hoşlanmadığı bir adamla…

 “Belki de sen, burada olduğun için bu kadar keyifsizimdir. Hâlbuki seni davet ettiğimi bile hatırlamıyorum,”derken genç kadın estetik cerrahları bile kıskandıran biçimli burnunu hafifçe havaya kaldırmıştı.

 “Hatırlamaman gayet normal; çünkü beni davet etmeyi unutmuşsun güzel kız. Ben senin partini daha da güzelleştirmek için buradayım. Hem… Bak herkes ne kadar da eğleniyor. Sen de bize katılırsan belki keyfin yerine gelir, ne dersin?”

 Naz, bu adamdan zerre kadar hoşlanmıyordu. Bu hayatta tamamen fuzuli yer işgal eden insanlar sınıfının en gözde elemanlarından olmalıydı bu adam. Okul döneminde de hiç sevmezdi hâlâ da sevmiyordu. Kendini bu derece çakır keyif hissederken bu adamla hiç uğraşmak istemiyordu aslında; ama herkes bu kadar eğlenirken konu merakını cezbetmişti.

 “Neşenizi kıskanmamak elde değil zaten; ama keyfimin yerine gelip gelmemesi sana değil konuya bağlı Cenk,”derken doğrudan adamın yüzüne baktı.

 “Bu devasa havuzunuzu senden daha çabuk yüzüp yüzemeyeceğimi tartışıyorduk çocuklarla. Ben de bu havuzu, senden daha hızlı yüzeceğimi iddia ettim. Nedense bu söylediklerim onları çok eğlendirdi. Sanırım… Bana inanmadılar.”

 Herkes bu ikiliyi dinlerken, kısa süren bu sessizlikte Naz, yüksek sesle bir kahkaha attı.“İnanmamakta haklılar. Benim küçüklüğüm bu havuzda geçti,”diyen Naz, bilmiş bir tavırla omuzlarından önüne dökülen saçlarını arkaya doğru savurdu.

 “Ya sana, bunun aksini iddia etsem? Açıkçası bu kadar kalabalığın bana inanmayıp da gülmelerine çok alındım. Ee hâliyle iddia ettiğim şeyi kanıtlamam lazım,”derken Cenk, gözlerini kısarak Naz’a odaklanmışken dudaklarında sinsi bir gülümseme vardı.

 “Naz, ona uyma,”diye mırıldandı Aslı. Naz, Aslı’nın arkasında olduğunu hiç fark etmemişti. Demek ki alkolün sınırını o kadar aşmıştı.

“Sarhoşsun Naz,” dedi Orkun usulca. Aynı zamanda koluna dokunarak onu ikna etmeye çalışacakken Naz buna fırsat vermeden kolunu çekti. Sarhoş olabilirdi; ama onlar söylediği için değil! Kendisi gayet de biliyordu şu an sarhoş olduğunu; ama ağır sarhoş da değildi.

Orkun, şu dakikadan sonra Naz’ın ne yapacağını gayet iyi biliyordu. Çünkü bu kadını çoğu kişiden iyi tanıyordu. Hayatının belli bir kısmını bıkmadan usanmadan onu izleyerek geçirmişti. Bu kadın tam bir keçi inadına, bir o kadar da yanardöner, çabuk sinirlenen bir yapıya sahipti. Bir de kendisiyle iddialaşılmasından zerre kadar hoşlanmaması da cabasıydı. Bu özelliklere şu an keyifsiz ve sarhoş olması da eklenince çok saçma şeyler yapacağını tahmin ediyordu Orkun.

“Diyelim ki, bu iddianda ben haklı çıktım, benim bundan kazancım ne olacak?”diyen Naz’ın cilveli sesiyle düşüncelerinden çıkmıştı Orkun.

“Eğer sen haklı çıkarsan…”diye söze başlayan Cenk’in lafı Naz tarafından kesildi. “İstediğim bir şeyi sorgusuz sualsiz yapacaksın.”

Cenk, genç kadının düşüncelerini tartarcasına yüz ifadesini inceledi. Kadının yüzündeki çekici gülümsemesine eşlik eden kısılmış yeşil gözlerini beğenmişti. Her zaman olduğu gibi…

“Kabul… Ama ben haklı çıkarsam…”

“Öyle bir şey olmayacak,”diyen Naz ufak bir kahkaha atarak havuzun derin kısmına kıyı olan mermerlere yönelmişti bile. Cenk de hiç vakit kaybetmeden ıslıklar eşliğinde onun yanına ulaştı. Kadını baştan aşağı süzerken en son gözlerinde durdu.

“Üzerindeki bu güzel elbiseye yazık olacak. Oysaki ne kadar da yakışmış sana prenses.”

Naz, bakışlarını elbisesine doğru çevirdi. Üzerindeki elbiseyi tamamen unutmuştu! Klorlu suya girdikten sonra bir daha giymesi çok zordu. Ama bu da bir yenisini alması için bahane olurdu. Adamın kendisine yaptığı başkaldırının itinayla bastırılması ve dersinin verilmesi için, bu göz ardı edilebilirdi. İçindeki bu dürtüyü nedense bir türlü bastıramıyordu. Herkesin ona meydan okunmaması gerektiğini biliyor olması gerekirdi. Bu düşünceler sadece saniyenin onda biri kadar geçen sürede kafasından geçmişken parlayan yeşil gözleriyle adama baktı.

“Ben fedakâr bir öğretmenim. Sana şimdiye kadar benimle iddiaya girip, baş edemeyeceğini öğretememişsem… Bu benim hatam; ama… Eğer ki sen bunu öğrenememişsen… Bu sana pahalıya patlayacak,”derken genç kadının dudağının bir kenarı, içinde bulunduğu durumdan zevk alırcasına kıvrılmıştı.

“Ne demişler; bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp prenses,”diyen adamın da dudaklarında meydan okuyan bir gülümseme vardı.

Naz, bakışlarını havuza çevirdi. Birbiri ardına devirdiği kadehlerin kaslarında bıraktığı o sıcacık etki, bu yaz havasında çok katlanılabilir değildi. O yüzden ılık esen meltem eşliğinde serin olduğunu hayal ettiği havuz oldukça cazip görünmüştü. Bakışlarını, merakla onları izlerken kâh kahkaha atan kâh fısıldaşan insan kalabalığına çevirdi. Hepsinin gözlerinde bariz merak ve zevk kıvılcımları oynaşıyordu ki baygın bakışlarda sarhoşluğun izleri de seçiliyordu.

“Bu şamata bittikten sonra parti sona ermiştir. Biraz yalnız kalmalıyım ki sevgili Cenk’e ne yapacağımı düşüneyim. Şimdiden hepinize geldiğiniz için teşekkür ederim.”

Topluluk havuzun tam karşısında iken, Naz ve Cenk havuzun diğer tarafındaydı. Naz’ın arkasında Orkun, Aslı ve Tolga da vardı. Üçten geriye saymaya başlayan kalabalığın çığlıkları eşliğinde ikisi de suya daldı. Havuzun derin kısmından daha sığ olan kısmına doğru yüzerken, suyun serinliği mest etmişti genç kadını. Suyun derinlerinde ilerlerken belki de tüm gece boyunca bu boş kalabalık yerine ihtiyacı olan buydu. Kendisine ne olduğunun zerre kadar farkında değildi. Neden son zamanlarda bu kadar keyifsizdi ki ve ilk defa, verdiği bir partide her şey dört dörtlük olmasına rağmen biraz olsun eğlenememişti. Belki de babasına durumunu açıklayamamış olmanın gerginliği vardı üzerinde. Çünkü ne kadar babasının kızgınlığını en sonunda bastırabiliyor dahi olsa, babası oldukça fazla kızıyordu. İçinde bulunduğu ruh hâlini biraz olsun aydınlatabilmiş olmanın verdiği rahatlıkla daha hızlı yüzerken kalabalığın tezahüratları yalan yanlış kulağına geliyordu. Nefesinin tükenmeye başlamasıyla kendini sıkarak bir müddet daha yüzmeye devam etse de alkollü vücudun sersemliği ile su yutmuş ve aniden yüzeye çıkmıştı. Öksürüklerini biraz olsun tutarak arkasına baktığında Cenk’in çok gerilerde su yüzeyinde durduğunu gördü. Kaybetmesine rağmen adamın yüzündeki gülümseme ve tebrik eder gibi yaptığı baş sallama hareketiyle, hararetlenmiş olan kalabalık iyice çığırından çıkmış, alkışlamaya ve ıslık çalmaya başlamışlardı. Bu gürültünün kakafonisinde Naz’ın öksürükleri duyulmuyordu. Birbiri ardına gelen öksürüklerini bastıramazken havuzun sığ kısmında olduğu için şükretti. Öksürükleri devam ederken birden ayakları yerden kesildi.

Güçlü bir beden tarafından kaldırıldığını, taşınmasını sağlayan kollardan anlaması uzun sürmedi. Başını kolların sahibinin göğsünden kaldırdığında kızgın bakışlarına rağmen tebessüm eden Orkun’la karşılaştı.

Öksürüklerinin arasında “Sen ne yaptığını zannediyorsun?!”diyen Naz, sert bir ses tonuyla sorduğu sorunun aksine adamın kucağında çırpınmadı.

“Sana sarhoş olduğunu söylemiştim! Az kalsın sığ suda kendi kendini boğacaktın. Gerçi boğulsaydın sana seve seve suni teneffüs yapmaya gönüllü olabilirdim. Şimdilikse ufak bir teşekkürü hak ettiğimi düşünüyorum. Eğer suni teneffüs istemiyorsan…”

Adamın kucağında öksürüğünün ardından kahkaha atan Naz “Henüz o kadar boğulmadım; ama teşekkür ederim,” dedi içtenlikle. “Artık beni indirebil…”

“Neler oluyor burada?!!!”

Duyduğu sesle kurmakta olduğu cümle yarım kalmıştı genç kadının. Sanki bir an sesi kaybolmuştu. Böyle olmamalıydı. Anne ve babası bir hafta sonra gelmeyecekler miydi?? Eğer bu doğruysa şu an kulağına oldukça sinirli ve her dakika yükselerek gelen ses kimindi? Ses babasına aitti; ama… Orkun’un kucağındayken bakışları kesişti genç adamla. Genç adam da bir o kadar şaşkın görünüyordu. İlk şaşkınlığını üzerinden atan Naz oldu. Ani bir hareketle adamın kucağından inerek sesin geldiği yere baktı.

Cengiz Bey, evinin bahçesinde bulunan rezalet temalı manzaraya baktı. İçmekten dengesini kaybetmiş, aşırı kalabalık bir grup genç bahçesini işgal etmişti. Dahası o grubun merkezinde biricik kızı vardı. Hem de bir adamın kucağında… İstemsizce yumruğunu sıktı.

“Gençler! Partiniz sona erdi. Hepinize iyi geceler!”demekle yetindi sadece. Aslında şu an söyleyecek çok şeyi vardı. Özellikle de kızına… Ama kendisini tuttu. Kimsenin yanında kızını azarlayacak değildi.

Kalabalık aceleyle dağılırken, Naz suyun içerisinde en hızlı olabileceği şekilde hareket ederek merdivenlerden çıktı ve birbiri ardına gelen seri adımlarıyla babasına doğru yürüdü.

“Babacığım erken döndünüz,” dedi genç kadın şaşkınlıkla. Şaşkınlığı alkolün etkisinin önüne geçmişti.

“Ne o hoşuna gitmedi galiba?! İşimiz erken bitti, kızımızı özledik ve erken dönelim dedik. İyi ki de öyle yapmışız. Umarım bu rezalete bir açıklaman vardır Naz!”diyen Cengiz Bey, sesini yükseltmemek için kendini zor tutuyordu.

Naz’ın kelimeleri birbirine girdi. Bunun nedeni kesinlikle babasının yüz ifadesiydi. Babasını birçok kez sinirlendirmişti; ama onu daha önce hiç böyle görmemişti. Babası yumruklarını sıkmış, alnında belirginleşmiş olan damardan da dişlerini sıktığı çok belli oluyordu. Adamın kaşları çatılmış, doğrudan havuzdaki Orkun’a bakıyordu.

Genç kadın, babasına odaklanmışken, Orkun’un “İyi geceler efendim,”diyen silik sesi geldi kulaklarına.

Cengiz Beyse gözlerine Orkun’dan ayırmadan konuştu. “Naz, hasta olmadan üzerini değiştir ve salona gel,”diyerek salona açılan bahçe kapısından içeri girdi.

Babasının sözlerini ikiletmeden hemen odasına çıktı ve derin bir soluğun ardından boy aynasının önüne geçti. Aynada karşılaştığı ıslak hâline bakarak güldü. Bir yığın servet harcadığı suya dayanıklı makyaj malzemelerinin bir gün bir yerde işe yarayacağını biliyordu genç kadın. Makyajı hâlâ yerli yerindeydi. Başına geleceklerden habersizce banyoya yöneldi ve güzel, ılık bir duş alarak saçlarını klordan arındırdı. Islak elbisesini kuru temizlemeye gönderilmesi için kenara ayırdı. Başı fena hâlde zonkluyordu. Sanki her bir kadeh, intikamını alır gibi zihninde çınlıyordu.

Kaçınılmaz sonla karşılaşmak üzere odasından çıkarak merdivenlerden indi. Salonda ilk karşılaştığı kişi koltukta rahatsızca oturan annesi oldu. Gözleri babasını arayarak bulduğunda, babasının odada sinirle volta atıp bir yandan da söylendiğini fark etti. Neden babası bu durumla ilk kez karşılaşıyormuş gibi tepki veriyordu ki? Parti vermek her zaman yaptığı bir şeydi. Tabii bir adamın kucağında, babasına yakalanmak pek olağan bir durum değildi; ama… Aslında durum da babasının düşündüğü gibi değildi.

Onun salona gelmesiyle babası ona doğru döndü. Elleri hâlâ ceplerindeydi; ama babasının ellerini yumruk yaptığından habersizdi genç kadın. “Evet, küçük hanım seni dinliyorum. Arkadaşlarınızın yanında seni rezil etmemek için sesimi çıkarmadım; ama bahanelerini duymayı sabırsızlıkla bekliyorum,” dedi Cengiz Bey öğretmenliğinden gelen duru, tok ve otoriter sesiyle.

“Sadece ufak bir parti… İlk defa karşılaştığın bir durum değil babacığım, bildiğin bir şey,”diyen Naz’ın ses tonuysa olağandı. Sanki bu rutini belli aralıklarla tekrar eden bir hâl vardı tavırlarında.

“Ben bir şey bilmiyorum küçük hanım, gördüğüm manzaradan bahsediyorum. Kimden izin aldın parti yapmak için insanları eve toplarken?”

 “Bilmiyorum, farkında mısın babacığım; ama ben yirmi altı yaşında, kendi ayakları üzerinde durabilen bir insanım. Bu yaşımdan sonra…”

Sözü babası tarafından kesildi.  “Ben senin babanım! Benden her daim izin almak zorundasın. En azından akla yatkın şeyler yapmayacağın zaman. Ayrıca… Kendi ayaklarının üzerinde durduğun muamma. Tüm kredi kartlarının ekstrelerini ben ödüyorum. Herhangi bir maaşın yoktu şu zamana kadar hatırladığım kadarıyla. Daha yeni maaş almaya başladın diye bir anda ayaklarının üzerinde durur mu oldun?”

Naz’ın bir anda değişen yüz ifadesiyle Cengiz Bey bir an için durakladı. Gözleri kısılarak kızının tam önünde durdu. “Sen işten ayrıldın, değil mi Naz? Bu parti onun içindi,” dedi bir şeylerin farkına varırcasına. Ama kızından bu sorunun yanıtını beklemedi. Zaten yüz ifadesi, gerekli cevabı az ve öz ifade etmişti.

 Bundan sonra olan olmuştu. Cengiz Bey ve Naz, deyim yerindeyse bağrışmaya başlamışlardı. Cengiz Bey kızının kendisine sesini yükseltmesine sinirlenmiş Naz da aniden parlayan kişiliğinin kurbanı olmuştu.

 “Senin sesin çok fazla çıkmaya başladı küçük hanım. Hem biz hem de deden seni çok şımarttık. Çok…”

 Uzun süredir yerinde sessiz sedasız oturan Aysun Hanım, “Cengiz!”diyerek eşine ikazda bulundu. Belli ki kadın, babasının olayla hiç alakası yokken konuya dâhil edilmesine kızmıştı ve ilk defa Aysun Hanım, Naz’ı Cengiz Beye karşı korumuyordu. Yüzünün her bir zerresini annesinden almış olan Naz, annesinin biçimli burnunu kaldırarak kendisine bakıp ardından tek kaşının havalandığını fark etti. Naz bu hareketi biliyordu!! Ama bu hareket şu an kendisine yapılmamalıydı hem de annesine şu an bu kadar ihtiyacı varken. Bu hareket ‘Ben karışmam, bu olayda tek başınasın,’ anlamı taşıyordu. Onaylanmayan davranışlarının listesi bir süredir o kadar kabarıktı ki bu sıralar bu harekete çok sık rastlar olmuştu; ama bu şu an olmamalıydı! Annesinin karşısında oturan dadısına baktı. Yaşlı kadın, yerinde sinmişti sanki. Üzgün bakışları Naz’ı bulduğunda, dadısından da bir beklenti içinde olmaması gerektiğini anladı.

 “Ne annenden ne de dadından medet um! Bu sefer seni onlar da kurtaramaz. Hadi partiyi geçtim. Kimdi o adam?”

 Bu konu açıldığında babasının yüzü daha da kararmıştı. Naz şöyle bir düşününce… Hatalı olduğunu biliyordu. Sadece parti söz konusu olsa, babasının bu kadar kızmayacağını tahmin ediyordu. Derin bir nefes alarak babasının üzerine gitmektense onu biraz yumuşatmayı denemeye karar verdi. Bu her zaman işe yarardı. Babası, biricik kızına asla dayanamazdı.

 “Sadece arkadaşım, babacığım. Önemli biri değil,” dedi sesini yumuşatarak. Başına gelen boğulmak konulu konuşmayı yaparak babasının daha da sinirlenmesine neden olmamak için o kısmı es geçmeyi tercih etti.

 “Madem senin için önemli biri değil, ne işin var elin adamının kucağında? Hem önemli olsa da olmasa da benim kızımın ne işi var kucakta? Kızımı küçükken bir ben aldım kucağıma bir de kocası alır, o kadar!”

 Naz bu konuda babasının çok hassas olduğunu biliyordu. O yüzden alttan almaya çalışsa da kendini dizginleyemiyordu. Babası, sanki o isteyerek Orkun’un kucağında duruyormuş da üstüne bir de kucaktan kucağa atlayacak hafif meşrep bir kızmış gibi konuşuyordu.

 “Tamam babacığım. Haklısın. O duruma düşmem büyük bir hataydı. Farkındayım. Ama parti büyütülecek bir şey değil. Sadece biraz eğlendik,”derken babasının suyuna gitmeye çalışıyordu. Aslına bunda pek de başarılı olduğu söylenemezdi.

 “Biz sana şimdiye kadar eğlenme mi dedik? Bu ilk değil, son da olmayacak muhakkak. Biz sana tolerans gösterdikçe sen her fırsatta sınırlarını aşıyorsun!”

 Babası sinirden kasılmış yüzüyle birkaç adım yaklaştı ve o anda kızın içini bir sıkıntı sarmıştı bile.

 “Hatta sen, sınırların olduğunun farkında bile değilsin. İstediğin şeyleri elde etmeye o kadar çok alıştın ki. Madem öyle! Öğreneceksin! Ayaklarının üzerinde durabildiğini savunuyorsan, yeni hayatında bu özgüvene çok ihtiyacın olacak!” dedi babası. Her kelimenin üstüne basa basa…

 “Yeni hayat mı?.. Bu… Ne anlama geliyor?”diyen Naz’ın sesi kısılmıştı sanki. İçinde anlam veremediği bir telaş vardı. Bu, babasından duymayı beklediği şey değildi. Şu an babası ona gülümseyerek ‘Tamam; ama bir daha olmasın!’demeliydi. O da bunun üzerine babasına sarılıp yanağına bir öpücük kondurmalı, ardından da uzun süre yaptığı bu davranıştan uzak durmalıydı. Ama kesinlikle böyle olmamalıydı!

 “Evet, yeni hayatın…”derken Cengiz Bey, Aysun Hanımın oturduğu koltuğa doğru birkaç adım attı ve tekrar kızına döndü.  “KPSS sonuçların gelene kadar bekle. Puan durumuna göre tercihlerini yap. Artık kafana göre yaptığın,  özel okullardaki günü birlik öğretmenlikler sona erdi.”

 “Ne demek bu?” diyerek anlamayan bakışlarla babasına baktı. Aslında anlamıştı; ama anlamak istemiyordu.  “Beni istemediğim bir şeye zorlayamazsınız. Bu hayat, benim hayatım!”

 “Şimdiye kadar istediğin her şeyi yaptık. Şimdi bana, babana, karşı mı geleceksin?”

 Bunu kabul edemiyordu bir türlü, etmeyecekti de!

 “Siz beni yetiştirirken isteklerim ve ideallerimin peşinden gitmem için hep teşvik ettiniz, boyun eğmem için değil. İşte ben böyle büyüdüm,”derken yumruklarını sıkmış, yeşil gözleri ateş saçıyordu.

 “Anlaşılan büyürken babanla nasıl konuşman gerektiğini unutmuşsun,”diyen Cengiz Beyse sinirli tavrının aksine durgunlaşmıştı.

  “Resmen beni bir şeye zorladığının farkında mısın baba?!” dedi Naz inatla. Karakterine sonuna kadar ters olan bu emir kipli konuşmalar ruhunu daraltıyordu.

 “Madem büyüdün ve kendi ayaklarının üzerinde durabiliyorsun, dur bakalım. Bu rahat yaşam olmadan nasıl olacaksa o dediğin? Maddi yönden artık biz yokuz yanında… Yarından itibaren tüm kredi kartların iptal. Bakalım onlar olmadan ne kadar süre dayanabileceksin?”

 Babası derin bir nefes alarak konuşmaya devam etti; ama bu kez üzgündü.

 “Annen ve ben, öğretmen olduğumuz için bize hayranlık duyardın. Öğretmenliği seçerkenki hayallerine ne oldu? Ya ideallerin?.. Sen büyüdükçe onlar küçüldü mü?.. Sen küçükken öğretmencilik oynardık. Hep ben öğrencin olurdum ve ben… O küçük öğretmenimle her zaman gurur duyardım.”

 Boğazı düğümlendi. Babasının söylediklerine çok kırılmıştı Naz; ama onun da ne kadar kırıldığının farkında değildi. O gerçekten hiçbir şey yapmadan, babasının parasını harcayıp keyfine bakan birisi miydi yani? Başkasının değil ama en değerlilerinin, babasının ki annesi de sessizliği ile babasına ortak olmuştu, bu şekilde düşünmesi çok koymuştu kadına. Babasının üç kuruşu olmasa yaşayamaz mıydı? En çok koyan da babasının son söyledikleriydi. Tüm damarlarında hem hayata hem kendisine hem de babasının söylediklerinin doğruluğuna inat, saf bir öfke dolanmaya başladı. Evet, o ayaklarının üzerinde durabiliyordu. Bu okulu boşuna okumamıştı. Anne ve babasının idealleri, büyürken onun da idealleri olmuş, onlar gibi öğretmenlik mesleğine sarılmıştı. Anlaşılan herkese artık küçük, şımarık bir kız olmadığını ispatlamasının zamanı gelmişti. Belki de önce kendine ispat etmesi gerekiyordu. Ne olursa olsun, babasının onunla tekrar gurur duymasını sağlamalıydı. Görüşü hafifçe bulanıklaşırken gururundan taviz vermeden çenesini kaldırdı.

 “Bunu siz istediğiniz için yaptığımı düşünme baba. Bunu hem kendi ideallerim hem de biricik kızınızla gurur duymanız için yapacağım. Ama yaptıklarımdan… Bu kadar huzursuz olduğunuzu düşünmemiştim.”derken babasına bakmıştı kırgın bakışlarını gizlemeden. Bir an önce kendisi için utanç verici olan bu konuşmaların yapıldığı yerden uzaklaşmak isteyerek koşarcasına odasına çıktı.

 “Ben senin varlığınla gurur duyuyorum zaten,”diye mırıldandı Cengiz Bey. Ama kızı, bu kelimelerden hiç birini duymamıştı.

 Aysun Hanım, tüm konuşma boyunca konuşmamak için çok zor tutmuştu kendisini. Kızının kendisine benzeyen burnu dik tavırlarının sonrasında, yumuşayarak nasıl babasının huyuna gitmeye çalıştığını ama en sonunda nasıl da duruşunun kırılganlaştığını, içi acıyarak seyretmişti. Biricik yavrusunu savunmamak için öyle büyük bir mücadele vermişti ki içinde. Ama bu onun iyiliği içindi. Babasına karşı onu savundukça kendisinden yüz buluyordu bu kez. İpleri o kadar gevşetmişlerdi ki ona karşı, artık bir şeyler yapmanın vakti gelmişti. Yine de dayanamadı.

 “Biraz fazla üzerine gitmedik mi Cengiz?”derken tutmakta olduğunu fark etmediği nefesini verdi sıkkınlıkla.

 “Hayır Aysun. Bunu konuşmuştuk. Taviz vermek yok. Bu kız bir eğitmen olacak, hareketlerine bakar mısın? Nasıl bir nesil yetişir elinde daha kendisi çocuk gibi davranırken… Yavaş yavaş düzeltemeyiz biz bu kızı. Zoru görmesi şart!”

 Sonra Cengiz Beyin, kızının giderkenki kırgın hâli geldi gözlerinin önüne. Omuzları üzüntüyle çökerken eşinin oturduğu koltuğa bıraktı kendini.

 “Amacım onu kırmak değildi. Ne kadar gururlu olduğunu ben de biliyorum. Ama bu onun iyiliği için. Biz olmadan ne yapar Aysun? Hayata alışması lazım. Bir yerden başlamalı… Hayat her zaman eğlence değil. Bunu anne ve babası olarak, hayattan önce bizim göstermemiz gerek.”

 Aysun Hanım, eşine hak vermeden edemiyordu; ama kızının yüzü de gözünün önünden gitmiyordu.

 “Haklısın Cengiz haklısın da ne bileyim… Dayanamıyorum onu öyle görünce…”diyen kadın içini çekti.

 “Hatırlıyor musun evliliğimizin ilk yıllarını?.. Öğretmenlik yaptığımız zamanlardı. Kendi yağımızda kavrulurduk. Zaman zaman ayın sonunu zor getirirdik. Yine de Naz’ın hiçbir şeyini eksik etmemeye çalışırdık. Baban emekli olmaya karar verdiğinde ve sana yönetimi teklif ettiğinde, aslında çok emindim kabul edeceğinden. Çünkü sen, hep bu bolluğun içinde yetişmiştin… Ama beni her zaman olduğu gibi, babanın teklifini reddedip şaşırtmıştın.”derken Cengiz Bey çok eskilere gitmişti.

 Yanına oturan eşine sarılan Aysun Hanım da hüzünlenmişti o günler aklına gelince. “Ben kabul etmeyince babam da sana teklif etmişti. Bilirsin, babam seni oğlu gibi sever.”

 “Evet, biliyorum. Sırf Naz ve sen, hiçbir şeyden eksik kalmayın diye kabul ettim. Sırf elimizde böyle bir imkân varken kızımızı en iyi şekilde, en iyi koşullarda büyütebilmek için… Bazı yerlerde hata yaptık belli ki. Sınırları öğretmeyi unuttuk. Ama şimdi... Birçok şeyin değişmesinin vakti geldi.”

                                                                                     ***

Naz için sınav sonuçlarını beklediği hafta tam bir kâbus gibi geçmişti. Ailesiyle arası bozulmuştu ve hâlâ babasına kırgındı. Hatalı olanın kendisi olduğunu bildiği hâlde… Babası dediği gibi tüm kredi kartlarını iptal ettirmişken ne ağız tadıyla alışveriş yapabilmişti ne de vitrinlerin önünden geçerken zevk alabilmişti. Hatta hayatındaki en güzel hobisi olan bu ritüeller işkence gibi gelmeye başlamıştı. Beğenmek ama aslında alamayacağını bilmek… Bunlar alışkın olduğu şeyler değildi. Bu yüzden de kendisini eve kapatmayı tercih etmişti.


 
Sınav sonucu geldikten sonraysa her şey daha sancılıydı. Ekmek kapısı ümidiyle o kadar emek harcayan insanlar varken hiçbir hazırlık yapmadan sınava girenler tabii ki de onlardan ayrı bir yerde olmalıydı. Nitekim öyle de olmuştu. Eğer ileride böyle bir durumda kalacağını bilseydi mutlaka hazırlığını yapardı; ama nereden bilebilirdi ki?! Babasına o kadar büyük konuşmuşken geri de dönemezdi. Ayrıca babasının da dönmeye niyeti yoktu. Bu yüzden puanının yettiği küçük batı ve birkaç doğu ili yazmak durumunda kaldı. Ama tabii ki bu puanla batı illerinin gelmesi pek de mümkün değildi.

 Yerleştirme sonuçlarının belli olacağı gün biraz stres atmak için Aslı ile beraber dışarı çıkmıştı. Eve döndüğündeyse anne, babası ve dedesi salonda oturuyordu.

 “Herkese iyi akşamlar,” dedi sıkıntılı bir sesle. Bu ses her zamanki tatlı ve biraz da şımarık sesinden yoksundu. Ama dedesini görünce kendisini tutamadı ve koltukta onun yanındaki yerini aldı. Dedesinin yanaklarından öperken sesi daha mutlu geliyordu.

 “Hoş geldin dedeciğim.”

 Hilmi Bey, torununun üzgün hâlini görünce dayanamayarak yelkenleri suya indirmeye çok yakınlaşmıştı. Bunu her an yapabilirdi. Bir tanecik torunuydu Naz. Ama damadına da söz vermişti. O an damadıyla göz göze geldiklerinde hemen bakışlarını kaçırıp torununa odaklandı yaşlı adam.

 “Ee prensesim. Bugün yerleştirme sonuçların açıklanmış. Merak etmiyor musun nereye gideceğini?” dedi yaşlı adam. Genç kadın, ise oldukça durgun ve umursamaz görünüyordu. Kimse fark etmese de aslında içten içe deliler gibi merak ediyordu.

 “Nasılsa gideceğim yer fark etmeyecek. Öyle de böyle de gideceğim,”derken bile anne babasının yüzündeki ifadeden merak etmişti nereye gideceğini. O yüzlerde endişe görür gibiydi. Sonunda kendisini tutamadı. Ciğerlerini derin bir nefesle doldururken “Nereye gidiyorum?”diye sordu tereddütle.

 Cengiz Bey, ne kadar üzgün olsa da taviz vermeyecekti. Tek çırpıda “Kars. Kars, Sarıkamış,”cevabını verdi. Aslında öyle zor söylemişti ki…

 ‘Sarıkamış’a mı?! Aman Allah’ım Türkiye’nin bir ucu!!’ diye geçirdi genç kadın içinden ve sinirinden gözlerine dolan yaşlar eşliğinde aniden yerinden kalkarak hızla odasına çıktı.

 Naz’ın odasının sertçe çarpıldığını duyan Hilmi Bey konuşmaya başladı. “Bu kız oralarda ne yapar Cengiz? Hiç mi yardımcı olmayacağız?” dedi panikle.

 “Herkes nasıl yapıyorsa o da öğrenecek baba. Lütfen, çok rica ediyorum, bu konuda herhangi bir yardımda bulunma. Yapacağın her yardım zarardan başka bir şey getirmez ona. Hem... Tabii ki yardımcı olacağız. O benim tek evladım. Ben tüm ayarlamaları yaptım onun için. Orada oturacağı evi satın aldım; ama henüz bundan haberi yok. Her ay kira için verilen hesaba para yatıracak. Vakti zamanı gelince de o hesap onun olacak. Bilmeden de olsa geleceğine yatırım yapmış olur bu sayede. Biz bugün varız, yarın yokuz. Hayata başlangıç için zor bir yer. Alıştığı bu şehirden çok ama çok farklı. Ama alışacak."

 "Öyle, sen de haklısın. Peki, oturacağı yer güvenli mi? Nasıl bir muhit? Komşuları nasıl?"

 "Ben araştırdım baba. Gayet uygun, sen hiç merak etme. Üç katlı bir apartmanda oturacak. Apartmanda dört tane daire var. Üst katta apartmanın sahibi yaşlı bir çift oturuyor. Alt katta da üniversite öğrencileri. Bizimkinin oturacağı katta iki daire var. Karşı dairesi de tutulmuş. Tutan kişi yakında taşınacakmış. Aslında güvenlik konusunda en çok da ona güveniyorum. Ne de olsa adam asker. Bir yüzbaşı..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 18

Fotoğraf @nilmelteem Bölüm 18    Okundukça birbirine karışan kelime ve harfler… Tekrar tekrar okunan kaçıncı satırdı bu?! Kaçıncı girişimdi ...