Bölüm 13
Gözlerini sımsıkı kapattığında hâli hazırda bekleyen yaşlar, göz pınarlarından taşmaya başladı. Kendini sıkmanın bir anlamı yoktu nasılsa. Yaşları ne kadar tutmaya çalışsa da bir türlü başarılı olamıyordu. Onlar yine de bir yolunu bulup akıp gidiyordu. Gözleri o kadar çok yanıyordu ki kıpkırmızı olduklarına emindi. Bir oflama döküldü dudaklarından. Ne kadar canı istemese de bunu yapmak zorundaydı. Bir yaş daha… Allah’ım!
Ağlaması krize dönüşmeden önce hemen toparlanmalıydı. Yapanlar nasıl yapıyordu yani? Kendisinin onlardan ne eksiği vardı?! Bir soğanı doğramak bu kadar zor olmamalıydı!
Bir yaşın daha yanaklarından süzülmesiyle bıçağı sertçe tezgâhın üzerine bıraktı. Bu böyle olmayacaktı. Keşke yemekleri dün Ali, Öyküm’ün geleceğini haber verdiğinde yapmaya başlasaydı ki anca yetişirdi. Şimdi gelmelerine üç saat vardı ve ortada hazır olan hiçbir şey yoktu! Ayrıca… Bir o kadar olumsuz deneyimden sonra da olacak gibi görünmüyordu. Bu gidişle Yağız’ın ağzına sakız olmaktan kurtulamayacaktı.
Burnuna dolan yanık kokusunun keskinliğiyle tüm düşüncelerinden bir an için uzaklaştı ve hızla ocağın başına geçti. Karşılaştığı görüntü ise pek parlak değildi. Bu hafta pazardan aldığı patlıcanlar, imkânsız bir evrimin eşiğinde Zonguldak kömür madenlerinden yeni çıkarılmış kömürlere dönüşmüştü. Hemen ocağın altını kapatarak, tavayı ocağın üzerinden almak için hamle yaptı; ama tavanın sıcak sapını tutmasıyla bırakması bir oldu. Attığı ufak çığlığın ardından çektiği acıyı azaltacak gibi istem dışı yanan parmağını dudaklarına götürdü. Arkasından hemen elini suya tuttu. Karşılaşacağı manzaradan ürkse de arkasını dönmek zorunda kaldı ve mutfağına gelişigüzel göz gezdirdi. Durum gerçekten de hiç parlak değildi!
Bir karnıyarık yapmak bu kadar zor olabilir miydi?! Bir de onun yanına pilav yapılacaktı! Ee yemek çorbasız olur mu?! Unutmadan… Mezeler de yemeğin ayrıntısıydı. Ama şu an ortada kesilmiş ekmek bile yoktu. Ellerini başının üzerinde topladığı topuzunda birleştirip etrafında tam tur attı ve gözleri fal taşı gibi açıldı. Film sektörü, film çekmeye başlayalı böyle vasat bir film çekmiş olamazdı. Şu an hiçbir vasat film onun bu hâliyle yarışamazdı.
İnternetten karnıyarık tarifini okurken hiç bu kadar zorlanacağını düşünmemişti. Tamam, birçok başarısız deneyime göğüs germişti bu mutfakta; fakat şimdi iş ciddiydi. Bunu başarmak zorundaydı ve Yağız’a söylediği sözler sonrasında her şeyi göz ardı ederek yapabileceğini düşünme gafletinde bulunmuştu. Hâlbuki bir çocuğa okuma yazma öğretmekten daha zor görünüyordu şu an gözüne. Ah ah dadısı ve annesi ona yemek öğretmeye çalışırken aklı acaba nerelerdeydi?! Bu durum son zamanlarda mutfak konusunda aldığı en büyük ders olmuştu. Acı olmuştu; ama olmuştu. Evinde şahken şimdi şahbaz olmuştu! Olmuştu da olmuştu.
Doğradığı soğanları bir tavanın içine alarak ocağı yüksek ateşte açtı. Bir yandan da dağınıklığı toplama işine girişmişti. Kapının çalmasıyla işini bırakıp, kapıyı açmaya gitti. Kapıyı açtığında gördüğü adam tüm mutfağı ona unutturmuştu bile.
“Benim biricik karımın yardıma ihtiyacı var mı acaba?”
İşte her şeyin sebebi olan, adı sadece beş harf, iki hece olan bu adam, başına dağ kadar dert açmıştı. Ama o her şeyden habersiz kapının kenarına yaslanmış, biçimli ve bir erkeğe göre aşırı güzel olan dudaklarına yapışmış tatlı bir gülümsemeyle kendisini süzüyordu. Naz ne kadar ev hâlindeyse o da o kadar özenli görünüyordu. Yeşil gözleri adamın bakışlarıyla karşılaştığında, içini garip bir ürperti sardı. O bakışları ve sözleri sıcacık olmasına rağmen…
“Hayır. Teşekkür ederim. Sen topunla tüfeğinle benim mutfağıma karışmasan daha iyi olur.”
“Emin misin?”
“Oldukça.”
Aslında düşüncesi hoşuna gitmişti kadının. ‘Kendisi ve Yağız mutfakta yemek yapıyor.’ Gerçi hayalinde daha çok Yağız yapıyor Naz yiyor görünüyordu. Sözleri üzerine adamın gülümseyişi biraz daha genişlerken Naz sormadan edemedi.
“Yardım konusunda ciddi miydin yoksa sağlık müfettişi oldun da haberim mi yok?”
“Gayet ciddiydim; ama sağlık müfettişliğini de düşünmedim değil. Şu an o mutfağın her türlü sağlık kuralını ihlal ettiğine eminim,” derken adamın büyüyen gülümsemesi üzerine genç kadının dudakları da istemeden kıvrıldı. Ama bunun sebebi hırstı. “Sen öyle sanmaya devam et. Sana öyle yemekler yedireceğim ki unutamayacaksın.”
Gerçekten ona bu yemeği unutulmaz hâle getirebilir miydi, yoksa o ne kadar unutmak istese de bu adam ona hatırlatıp durur muydu bu günü, bilemiyordu Naz.
“Her açıdan unutamayacağıma eminim karıcığım. Mesela… İçeriden gelen yanık kokusunu da unutmayacağım. Kesinlikle.” Kadının gözleri birden açılırken nasıl dalıp da yanık kokusunu fark etmediğini anlayamadı.
“Herkesin ufak kusurları olur karıcığım; ama bu koku buraya kadar geldiğine göre senin kusurun baya büyük. Ama ben yine de senin her kusuruna göz yumarım.” Bunları söylerken adamın kendisine göz kırpmasıyla bir an nefesini tutsa da çabuk toparlandı. Mutfağa gitmek istemese de gerçekten yanık kokusu çok keskindi. Nasıl da unutmuştu ocakta?! “Hadi beni daha fazla lafa tutma. Ocakta yemeğim var. Yoksa aç bırakırım seni. Sen içecekleri alıp gelsen yeterli kocacığım.”
Yüzüne kapanan kapıya boş boş bakarken buldu kendini Yağız. Bu kapılarla arası hiç iyi değildi. Şu an bu kapının arkasındaki güzel karısını düşündükçe içi bir tuhaf oluyor, yumruğu kadar olan kalbi kilometre atlıyordu. Onun karşısında rahat davranmaya çalışsa da onun bir dudak bükmesi bile şimdiye kadar olağan uyumuyla çalışan tüm sistemi, işleri elden bırakıyordu. Bir elini saçlarının arasından geçirerek merdivenlerden inmeye başladı. Atladığı her bir merdivenle, kadının mutfak önlüğünün önündeki lekeleri ve topuzundan yüzünün iki yanına dağılmış saçlarını düşünmemeye çalışıyordu.
***
Yağız şimdi yüzüne kapatılan kapının tam karşısında duruyordu. Aradan geçen iki saat oldukça zor sabretmişti zaten, şimdi de kapıyı çalmış dakikalardır açılmasını bekliyordu. İçecekleri vermek için geldiğinde de bu kadar çok beklemişti kapının açılmasını. Kim bilir neler yapıyordu içerde. Bir kez daha zile uzandığında kapı ardına kadar açıldı ve deyim yerindeyse Yağız’ın gözleri fal taşı gibi açıldı. Karşısındaki kadının güzelliğinin her seferinde kendisini bu derece şiddetli çarpmasına alışamamıştı hâlâ ve bu kadın sözde de olsa onun karısıydı. Yani bu akşam bu kadın üzerindeki haklarını istediği gibi kullanabilirdi. Tabii makul ölçüde…
“Hoş geldin canım. Aman Allah’ım bunlar çok güzel,” diyerek elindeki çiçeklere uzanan kadın hızla çiçekleri aldı ve içeriye girdi. Çiçekleri yemek masasının üzerine bırakırken Yağız’da onu izliyordu ve kapıyı kapatarak onun yanına giderken aklında tek bir kelime dönüyordu.
Canım? Bir insan bir kelimeyi bu kadar tatlı söyleyebilir miydi? Üzerindeki hoş elbisenin tülünün altındaki astar insana içindekini merak ettiriyor, su dalgası saçları ise şu an kendi mavi gözlerindeki dalgalarla ölümüne yarışacak durumdaydı. Dudakları… Aşırı derecede… Tadılmak için can atılan şekerlere benziyordu. Söylenen canım kelimesi öylesine sarhoş etmişti ki kendi adının birden söylenmesi soğuk duş etkisi yaratmıştı.
“Yağız? Ne oldu? Olmamış mı?” diyen Naz elbisesinin tülünü eliyle düzeltti.
Kadının yüzündeki sıkıntılı ifadeyi görünce genç adamın canı sıkıldı. Kim bilir ne zamandır kapıda boş bakışlarla ona bakıyordu. Sorduğu soruda ima ettiği durumun aksine o kadar güzel olmuştu ki üzerine söz söyleyememişti Yağız. “Hayır aksine… Çok… Güzel görünüyorsun. Her zaman olduğu gibi.”
“O zaman neden bana öyle bakıyorsun?”
“Sadece… Yalandan da olsa nasıl olup da sana sahip olabildiğimi düşünüyordum.”
Kadının dudaklarından dökülen ufak bir kahkaha Yağız’ın tüm sıkıntısını alıp götürdü. “Sanırım bir süre bu durumun şokundan ikimiz de kurtulamayacağız hayatım. Ama senin serenatlarını, ısrarlarını bol bol anlatacağım bugün.”
Hayatım? Söylenen ikinci aitlik içeren kelime ile Yağız, kadına doğru bir adım atarak daha da yaklaştı ve ellerini Naz’ın belinin iki yanına koydu. Ne zamandır bunun için yanıp tutuşmuyor muydu? “Desene bugün çok eğleneceğiz bir tanem. Hikâyemizi hazırladın mı? Elimizde yeterince malzeme var mı?” Kadının kendisine doğru sokulması ile derin bir nefes aldı. Hoş çiçek kokusunu içine çekerken, gözleri bir an için dudaklarına takıldı.
“Malzemeden bol neyimiz var canım. Ayrıca… Çiçeklere bayıldım. Çok güzeller. Teşekkür ederim.”
“Eşimle ilk yemeğimize çiçeksiz gelemezdim. Bu mevsimde taze çiçek bulmak çok zor; ama…”
“Ama sen bulmuşsun hayatım,” diyerek güldü kadın.
Adam omuzlarına uzanan ellerin sanki toz varmış gibi öylesine gömleğini sıvazlamasını hissetse de gözleri hâlâ o parlayan tatlı dudaklardaydı. “Ben böyle canım cicim kelimelerini bir erkeğe söylemeye alışık değilim; ama evli bir çift gibi görüneceğimize göre…” derken yüzünün kızarması, genç adamın dikkatinden kaçmamıştı. Kadın onun göğsüne bakarken, adamın mavi gözleri kadının yüzüne öyle bir odaklanmış ve yakın duruyordu ki o an hiçbir değişikliğin gözünden kaçmasının imkânı yoktu. “Rahat ol güzelim. Karşında kocan var. İstediğin gibi konuşmakta serbestsin.”
O an mavi gözlerini bulan yeşil masum bakışlarla, olduğu yere çivi gibi çakılmıştı. Kendi dudaklarına çarpan nefesin tadını hissedebiliyordu ve…
Kapının sesi tüm ahengi bir anda bozmuştu. Şimdi bu ortamda yeni bir evi, kapıda misafirleri ve öpmek için deli olduğu ama nefesini hissetmekten ileri gidemediği bir karısı vardı. Aman ne hoş! Kadının kollarından çıkmasıyla gözlerini kapatarak derin bir nefes daha aldı; ama burnuna dolan kadının kokusu hiç yardımcı olmamıştı. Kapıya doğru döndüğünde Naz’ın ev sahibi havasıyla Ali’nin ve yanındaki kızın montlarını alışını izledi. Tüm bu zahmete katlanmalarına sebep olan kız, ufak tefek olmasına rağmen oldukça güzel bir kız gibi görünüyordu; ama onun gözleri sürekli Naz’a kayıyordu. Buna engel olamıyordu.
“Karnınız aç mı ablacığım? Hemen yemek ister misiniz yoksa biraz bekleyelim mi?”
“Olur abla ya oldukça acıktık aslında. Hem eniştemi de çok beklettik sanırım,” dedi Ali, Yağız’a bakarken. “Ah be Ali’m sen alışamadın; ama ablan benim bu aç kurt hâllerime alıştı ya sizi beklerken mutfağa bile sokmadı beni.”
Gülümserken yüzünde oluşan gamzesi o kadar derin ve güzeldi ki, Naz hiçbir şey düşünmeden kolunu hafifçe Yağız’ın beline doladı. Genç adamsa omuzlarından onu kendi bedenine çekmekte gecikmedi. Naz adamın göğsünde iyice yer edinirken, o ferah, kendine özgü kokusunu içine çekmeyi ihmal etmedi ve hafifçe Yağız’ın göğsüne vururken gözlerinin içine bakarak gülümsedi. “O zaman hadi yemeğe buyurun. Kocamı yeterince aç bıraktım bugün.”
O ana kadar Yağız’ın hiç dikkatini çekmeyen salondaki yemek masasının doluluğu, bir kez daha şaşırmasına neden oldu. Servisler muntazam şekilde yerleştirilmiş, mezeler yerini almış sadece kuş sütü eksik gibi görünüyordu. Gördüklerine inanamayarak kaşlarını çattı. Bundan yaklaşık iki saat önce apartmana yayılan yanık kokusunun sebebi bu daire değilse neresiydi? Şüpheci bakışları Naz’ı buldu. Ondaki bakışların aksine kadındaki hâlinden memnun gülümseme, tek kaşının havaya kalkmasına neden oldu. Bu kadın bu kadar sürede bu kadar yemeğin nasıl altından kalkmıştı? Yemek işinde iyi olmadığını söyleyen kendisi değil miydi? Naz ona başköşeyi işaret ederek oturmasını sağladığında hâlâ kuşkuyla masaya bakıyordu. Ambalaj oldukça güzeldi; ama… Zaten zehirler hep altın tepside sunulmaz mıydı? Düşündüklerinin aksine dudaklarına bir tebessüm yerleşti. Kesinlikle bu gecenin keyfini çıkaracaktı.
“Oo ablaların güzeli yine döktürmüşsün. Ablam diye söylemiyorum çok güzel yemek yapar,” diyen Ali söylediklerine gerçekten inanıyormuş gibi görünüyordu. Yağız bu laflara takılmadan edemedi. “Geçen gün yediğimiz kereviz yemeğini unutamıyorum.”
“Unutamaman normal hayatım; çünkü ben yaptım. Öykümcüğüm bu iki erkeğin sebzelerle hiç arası yok. Gerçi Yağız abine öyle böyle yediriyorum; ama Ali’ye yedirmek zor oluyor. Ne de olsa erkeğin kalbine giden yol midesinden geçermiş. Ben Yağız abinin kalelerini tek tek fethettiğim için ona lafımı geçirmek zor olmuyor.”
Naz’ın kahkahasına Öyküm de eşlik edince ortam daha sıcak bir hâle gelmişti. Naz çorba servislerini yaptığında Yağız’ın gözleri yanında oturan Naz’dan ayrılmazken çorbasından ufak bir yudum aldı. İlk yudum… Sıcak yayla çorbasının tadı tüm diline yayıldığında istemeyerek gözlerini kapatmak zorunda kaldı. Bu nasıl bir çorbaydı böyle? İnanamayarak bir yudum daha aldı. Bu çorbanın tadı… Tek kelimeyle mükemmeldi.
Yağız’ın düşüncelerini “Naz abla ellerine sağlık çorba harika olmuş,” diyen Öyküm dillendirmişti.
“Afiyet olsun,”diyerek gülümsedi Naz ve Yağız’ın tepkisini ölçmek için ona baktı. Bakışları karşılaştığında Yağız kaşığını bırakarak arkasına yaslandı. “Ellerine sağlık bir tanem. Her zamanki gibi mükemmel.”
“Afiyet olsun hayatım. İstersen daha koyabilirim,” demişti Naz bilmiş bir tavırla.
“Çorbayla karnımı doyurmak istemiyorum. Gerçi yemeklerini düşündükçe daha çok acıkıyorum ama. Bu arada içli köfteyi ne ara yaptın?” Kendisi yapmış olamazdı herhalde. Ne olursa olsun adam buna inanmazdı. “Onu ben yapmadım, annem göndermiş. Buzluktan çıkardım,” dedi Naz ustaca. Bu adam onu yıldıramazdı.
“Merakımı mazur görün; ama… Ne zaman evlendiniz?”
Öyküm’ün lafa karışmasıyla ikisi de önce kıza doğru döndüler ardından da birbirlerine baktılar. İlk konuşan Yağız oldu. “Henüz çok yeni sayılır. Bir yılı biraz geçti.”
Naz, çorba servislerini toplayarak yemek servislerine geçtiğinde masada sohbet devam ediyordu. Yağız gördüğü yemeğe gözlerini kısarak baktı. Karnıyarık ve yanında pilav... En sevdiği yemeklerden biriydi; ama bakalım nasıl olmuştu? İlk lokmasını çekinerek alsa da ikinci lokması için sabırsızlanması yemeğin lezzetinin kanıtıydı. “Hayatım karnıyarığı nasıl yaptın? Şahane olmuş,” diye sordu kuşkulu bakışlarla.
“Kayınvalidemin gizli tarifi.”
“Tarifi sana cennetten mi verdi?” diyerek Naz’ı köşeye sıkıştırmaya uğraşsa da başarılı olamadı.“Biz henüz flört ederken vermişti ve kimseye vermeyeceğime söz verdim. Çocuklarımdan başka.”
Yemekler yenmeye devam ederken Öyküm’ün sohbeti Naz’a yöneldi. “Naz abla ben seni daha önce çalıştığın okulda görmüştüm. Hatta özellikle babama evli olup olmadığını sormuştum. Parmağında alyans göremeyince… Okulda oldukça dikkat çekiyorsun.”
Naz şaşkınlıkla Öyküm’e baktı. “Babana mı sordun?” dedi hafif meraklı bir ses tonuyla. “Evet, babama sormuştum. Babam Tahir Yılmaz. Çalıştığın okulun müdürüdür kendisi.”
“Öyle mi, ne güzel? Tahir Beyin senin gibi bir kızı olacağını olduğundan haberim yoktu,” derken sıkıntıyla yemeğinden bir çatal aldı. Okulda kimseyle medeni hâliyle ilgili soru sorulacak ve bu soruyu sormaya yanaşacak kadar samimi bir sohbette bulunmamıştı. Bir tek Sema vardı. Onunla da açık açık bu konuda konuşmamıştı aslında. Bunu düşünmemeye çalışarak yemeğinin tadına odaklandı. Mmm… Yağız’ın yüz ifadesini görmek için ona bakmayı da ihmal etmedi. Genç adam hâlinden memnun yemeğini yerken üzerinde hissettiği bakışlara karşılık vermişti. Adam memnun olduğunu belirtir gibi hafifçe başını sallarken, yüzündeki gülümseme de ona eşlik etti. Naz o kadar keyiflenmişti ki Öyküm’ün bu sefer Yağız’a çevirdiği sohbeti ilk anda anlayamadı; ama bir kez daha şaşırması çok uzun sürmedi. “Yağız abi açıkçası senin de evli olduğunu düşünmemiştim.”
Yağız bakışlarını Öyküm’e yönelterek devam etmesini bekledi. “Sizin birliğinize de birkaç kere geldim. Halam oradaki revirde hemşire. Ama evli olduğundan hiç bahsetmedi. Söylemem lazım ki sen de çok dikkat çekiyorsun. Eminim ki insanlar gözlerini sizin üzerinizden alamıyorlardır,” dedi kız gülümseyerek; ama Naz gülmüyordu.
Bu kız ne kadar da dikkatli çıkmıştı ve hiç umulmayacak bir haber ağına sahipti. Hem de tüm ailesini sanki peşlerine takmıştı da şimdi ‘Hepiniz bana yalan söylüyorsunuz!’ diyerek sessizce haykırıyordu. Nasıl kalkacaklardı bu işin içinden. Öyküm’ün sonraki sözleri ise onu şokun son seviyesine doğru sürükledi. “İkinizin de soyadının farklı olduğunu da öğrenince… Ee alyanslarınız da yoktu. Ama çok güzel bir çift olduğunuzu inkâr edemem.”
Kızın bakışlarındaki kuşkuya rağmen dudaklarında beliren gülümseme Naz’a soğuk terler döktürüyordu. Belki güzel başladıkları için kız kendini onlara yakın görmüş ve böyle bir sohbet açmıştı ya da Naz yalan söylemeye uğraştığı için kız sürekli üstlerine geliyormuş gibi hissediyordu. Öyküm’ün sözlerinin sonrasında Yağız’ın ufak bir kahkaha atmasıyla aniden bakışlarını ona çevirdi. Yağız’sa âşık bir adam gibi onun masanın üzerindeki eline uzanarak tutmuş ve gözlerinin içine bakmıştı.
“Hayatım farkında mısın, bu günlerde bu soruyu ne kadar çok merak eden oluyor.”
“Ben yanlış bir şey söylemek istemedim. Özür dilerim. Sadece… Bir çift olarak sizi gerçekten birbirinize çok yakıştırdım, merakım bu yüzden.” Öyküm biraz mahcup olmuş görünüyordu; ama olmalıydı da! Naz ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Ali’ye bakılırsa o da Naz’la aynı durumdaydı. “Özür dilenecek bir şey yok Öyküm. Alyans konusunu geçenlerde alışverişe gittiğimizde yaşlı bir teyze de sormuştu. Yağız abinin aklına o geldi anlaşılan. Beni biraz utandırdı da o zaman,”diyebildi şakayla karışık. Bu söyledikleri o an aklına gelen ilk şeylerdi.
“Hayatım bunda utanacak ne var? Sadece hamile olduğunu söyledim,” diyen Yağız, tutmakta olduğu eli biraz daha sıktı. “Kilo almaktan hoşlanmadığının farkındayım. O teyzeye de ‘Eşim kilo aldı da o yüzden alyans takmıyor,’ mu deseydim? Hem hamile olmanı çok isterdim.”
Genç kadın duyduğu sözlerle yaşadığı şaşkınlığı gizlemek için gülmeye çalıştı. “Ama değilim. Yağız abinle evlenince rahata erdim, o yüzden de biraz kilo almıştım. Alyansım parmağıma olmuyordu; ama şu aralar formumdayım. Taşınma işleri derken baya kilo verdim,” dedi Öyküm’e bakarak. Öyküm’ün gülümsemesi kuşkuluyken, Ali oldukça rahatlamış görünüyordu.
“Çoğu bayanın problemi tabii. Ama şu an gerçekten de gayet formundasın Naz abla. Siz yeni taşındınız değil mi?”
İşte bir başka soru…
“Evet, yaklaşık bir ay oldu. Biz buraya taşınmadan önce Ali alt kattaki öğrencilerle kalıyordu; ama biz buraya taşınınca daha fazla öğrencilik hayatına katlanmasına gerek kalmadı. Şimdi daha rahattır diye düşünüyorum,” diye yanıtladı Yağız.
“Tabii ki enişte. Öğrenci evinde yaşanılır mı? Kızların evleri yaşanılırdır; ama erkeklerinki zor oluyor gerçekten,” derken Ali hafif telaşlı görünüyordu.
Naz sohbetin havasından biraz olsun kaçmak için yemek servislerini toplayarak kendisini mutfağa attı. Tabakları bırakmasıyla hemen yatak odasına girerek mücevher kutusunu ve yüzük kutularını kurcalamaya başladı. Alyansa benzer bir şeyler mutlaka bulmalıydı. İşte! Anne ve babasının doğum gününde aldığı takı setinin yüzüğü beş sıra boydan boya küçük taşlardan oluşuyordu ve hatta bazı bayanların bu yüzükleri alyans olarak kullandığını da görmüştü. Hemen altın yüzüğü sol yüzük parmağına takarak salona yöneldi. Sandalyesine oturduğunda masadakilerin sohbet ettiğini gördü. Yağız gayet rahat bir şekilde Öyküm ve Ali’ye sorular soruyor, onlar da yanıtlıyordu.
“Baban ve halanın seninle burada olması gerçekten de büyük şans Öyküm. Bir bayanın burada yalnız olması oldukça zor; ama sen şanslılardansın,” demişti Yağız.
“Gerçekten de benim için büyük şans Yağız abi. Önce halamın tayini çıktı buraya. Bir iki sene sonra babamın tayini de beklenmedik bir şekilde buraya çıkınca ben de üniversite tercihimi buradan yana kullandım.”
“Oldukça akıllıca olmuş. Babalar kızlarına çok düşkündür malum,” diyerek sohbete katıldı Naz.
“Evet, özellikle annemin vefatından sonra… Babamdan ayrıldığımı düşünemiyorum bile.”
“Başın sağ olsun. Aile için oldukça zor bir durum. Çünkü annen gittikten sonra bir bakıyorsun ki aileyi ayakta tutan oymuş. Benim annemin vefatından sonra, kız kardeşim oldukça zor bir dönemden geçti. Seni anlayabiliyorum; ama bunun tesellisi yok.”
“Teşekkürler Yağız abi. Dostlar sağ olsun. Onu çok özlüyorum; ama yapacak bir şeyim yok.”
Öyküm zoraki gülümseyerek Naz ve Yağız’a baktı. Naz’sa Yağız’ın duygularını anlayabilmek için onun yüzünü izledi. Ama yüzünde en ufak bir zayıflık belirtisi yoktu. Söylediklerinde oldukça samimi olduğu aşikârdı. Fakat yüzünde ciddiyetten başka hiçbir şey yoktu. Annesini öyle çok özlemişti ki oysa genç adam. Şimdi olsaydı doyasıya sarılır, imkânı olsa onu geri getirmek için her şeyi yapar, dizinin dibinden ayrılmazdı. Masadaki elinin üzerine kapanan sıcacık eli hissetmesiyle bakışlarını Öyküm’den eline çevirdi. Kendi elini tutan Naz’ın sıcacık eli, ona güç vermek ister gibi baskısını biraz daha arttırdı. Genç adam dayanamayarak elini tutan eli kaldırarak dudaklarına götürdü. Dudaklarından çektikten sonra, masada ellerini tutmaya devam ederek avuç içini hafifçe okşamaya başladı.
Naz bunları bu şekilde değil, adamla dertleşirken ya da sohbet ederken öğrenmek isterdi. Ama şu an elinden tüm vücudunu ayaklandıran elektriklenme, düşünmesine pek fırsat vermiyordu. Sadece doğrudan Yağız’ın fırtınalı gözlerine bakabiliyor, o fırtınada çarpan şimşekler genç kadının tüm vücudunu ayaklandırıyordu. Adamın mırıldandığı kelimeler geldi kulağına. Dudaklarından dökülen Fransızca sözcüklerdeki aksan o kadar belirgin ve hoştu ki Naz, masadakileri çoktan unutmuştu bile.
“Nasıl tanıştınız?”
Öyküm’ün sorusuyla kendine gelemese de hafif toparlanan Naz, kıza baktı. O an aklına hiçbir şey söylemek gelmiyordu ki. Çünkü şu an adını bile unutmuş olabilirdi.
“Hava alanında tanıştık. Ben ilk görev yerime giderken Naz ablanız Paris Moda Haftası’ndan dönüyordu. Elinde o kadar çok eşya vardı ki. Önce farkına varmadan önündeki dev adama yani bana çarptı, üstüne üstlük bir de ben ona çarpmışım gibi beni payladı. Tabii ben bunun üzerine onun eşyalarını taşıdım; ama intikamım oldukça güzel oldu,” diyen genç adam gözlerini Naz’dan ayırmıyordu. Ayırmak istese de yapamıyordu. Sanki ayırsa kadın gözlerinin önünden kaybolacaktı.
“Ne yaptın peki?” dedi Öyküm merakla. Ali de pür dikkat onları dinliyordu. Çünkü bunların bir oyun olduğunu çok önceden bilmese bu sahnelenen tiyatronun gerçek hayattan bir kesit olduğunu düşünürdü. Kesinlikle ablası ve eniştesi birer oyuncu olmalıydı.
Yağız, Naz’ın sol elini işaret etti başıyla. Naz’ın yüzük taktığı gözünden kaçmamıştı. “Onunla evlendim. Gerçi ikna etmek çok zor oldu.”
“Naz ablanın adı gibi nazlı olduğu belli. Ama böyle güzel bir kadını ikna etmek pek de kolay olmamalıydı zaten.”
Bu lafların üzerine Naz da kendini tutamayarak hafifçe güldü. “Önce babama aldırmadan balkonumun altında bana Fransızca serenatlar yaptı, sonra da beni balayına Paris’e götürdü,”derken kahkaha attı Naz.“Yani Öyküm, aşkımız Türkiye sınırlarını aştı,” diye eklemişti adam.
“Gerçi babam ablamı vermek istemedi başta; ama… Baktı kızı kaçmaya hazır. Dayanamadı.”
Ali sohbetin gidişatını bilmediği için sadece dinlemekle yetinse de bu şekilde sohbete dâhil oldu. Gerçi her şey çok güzel hatta süperdi. Kimse oyun oynadıklarını anlayamazdı. Naz ve Yağız’ın birbirlerine olan bakışlarını gece boyu incelemişti ve… Bir şeyden kesinlikle emin olmuştu. Her şey oyun olabilirdi; ama bu bakışların oyun olma gibi bir imkânı yoktu.
“Tatlılara hemen geçelim mi yoksa siz ders çalışırken yemeyi mi tercih edersiniz?” diye sordu Naz.
“Yemekler ve mezeler çok güzel olmuş. Hatta ayıp olmasın diye kendimi tutmaya çalışsam da pek başarılı olamadım ve sanırım midemde hiç yer kalmadı. Ellerine sağlık. Sanırım ben tatlıyı daha sonra alacağım,” dedi Öyküm beğeniyle.
“Peki o zaman. Siz ders çalışmaya geçebilirsiniz,” diyerek masayı toparlamak için ayağa kalktı Naz. Ellerinin titreyişini belli etmemek için hızlı hareketlerle yemek servislerini toplarken masanın görüntüsünden oldukça memnun kaldı. Mezeler bitmiş ve tabaklar boştu. Demek ki oldukça iyi bir iş başarmıştı. Elindekileri mutfak tezgâhına bırakırken elinde tabaklarla Öyküm mutfağa girdi ve ellerindekini tezgâhın boş kısmına bıraktı.
“Sizin kadar birbirine âşık bir çift görmedim ben. Allah nazarlardan korusun. Açıkçası… Seni kendime yakın bulduğum için söylüyorum Naz abla. Önce evli olduğunuza inanamamıştım; çünkü hepinizin soyadları farklı. Hatta Ali’nin bile. Ama bugün evlilikte soyadların pek önemi yokmuş. Bunu bir kez daha anladım Yağız abinin bakışlarından.”
Öyküm bu tespitleri yaparken oldukça yapmacıklıktan uzaktı bu yüzden içinden ona kızamıyordu. Ama çok meraklı olması da can sıkıcı olsa da sözleri bir o kadar hoşuna gitmişti. Demek ki Yağız’la onu çok yakıştırmıştı. Son zamanlarda aklında sürekli dolanan Yağız’ın, somut olarak evini doldurması anlamlandıramadığı bir huzur veriyordu. Soyadı konusu bile bu huzur duygusunu gölgeleyemiyordu; ama bir şeyler söylemek zorundaydı. “Biz… Küçükken… Daha doğrusu Ali oldukça küçükken anne ve babamız ayrıldı. Ben seçim yapacak yaştaydım; ama Ali değildi. Babalar kızlarına düşkün olurmuş ya… Ben babamı tercih ettim. Ali de küçük olduğu için annemde kaldı… Annem babamdan boşandıktan sonra kızlık soyadını kullanmaya başladı; ama… Babama o kadar öfkeliydi ki… Ali’nin soyadını da değiştirdi. Ben tabii babamın soyadını kullanıyordum. Şimdiki halimize gelince… Ben sanırım diğer kızlara göre babama daha düşkün bir kızım. Bu yüzden alıştığım düzeni bozmamak adına… Bir de özgürlüğüme düşkünüm tabii… Hem de fazlasıyla… Soyadımı değiştirmek bir erkeğin boyunduruğuna girmek gibi gelmişti bana. O yüzden değiştirmek istemedim. Yağız abin de oldukça anlayışlıydı. Onun için soyadı, yanında olmamdan daha önemli değildi. Yani… En azından bana öyle söyledi. Yağız abini tanıdıktan sonra bu düşüncemde hata ettiğimi anladım. Bir gün eğer nikâh tazelersek soyadımı değiştirmeyi düşünüyorum. Bana söylemese de Yağız abinin de içten içe bunu istediğine eminim.”
Tek ayak üzerinde bin bir tane yalan söylemek, bu olsa gerekti. Sürekli durarak konuşması işleri hiç de kolaylaştırmasa o an aklına gelen şeylerin doğruluğunu tartmadan konuşmuştu ki söyledikleri hukuka uygun muydu, onu bile bilmiyordu. Ama anlaşılan fikirlerini sıkıntıyla dışa vurması, Öyküm’ün tarafından üzüntü olarak karşılanmıştı. Kız anlayışla gülümseyerek Naz’a baktı.
“Yağız abi oldukça anlayışlı ve söylemeden geçemeyeceğim ama çok da yakışıklı bir adam. Birlikteki tüm hemşirelerin konuştuğu kadar var. Eminim ki seni ne kadar sevse ve anlayış gösterse de ki bunu ona bakmadan ses tonundan bir kör bile anlayabilir, içten içe soyadını taşımanı istediğine ben de eminim. ”
Naz kızın sözlerinden sadece bir cümleyi cımbızla çekip almıştı. Birlikteki bilmem kaç metre karelik alandaki tüm hemşireler işi gücü bırakıp Yağız’ın dedikodusunu mu yapıyordu? Çenesinin ağrımasıyla dişlerini sıktığını o an fark etti. Aklı ‘Naz seni neden bu kadar ilgilendiriyor?!’ derken anlamlandıramadığı bir kısmı ‘Bu adam bu hemşireleri neden bu kadar ilgilendiriyor?!’ diye düşünüyordu. “Demek hemşireler Yağız abini konuşuyor,” dedi yarım ağız gülmeye çalışarak. Aslında bunları söylemeyecekti; ama dayanamamıştı.
“Açıkçası… Özür dilerim… Ben… Söylememem gerekirdi; ama… Yani sonuçta eşin oldukça yakışıklı bir adam ve bekâr hemşirelerin gözünden kaçmamış. Ben… Aklını bulandırmak değildi amacım Naz abla… Anlaşılan Yağız abinin onların varlığından bile haberi yok. Çünkü… Hepsi hafif isyanlarda. Yağız abinin evli olduğunu duyunca hepsinin bir süre evine kapanacağına eminim. Bir de eşine bu kadar âşık olduğunu duyduklarında… Özellikle halam…”
Kız mahcup bir hâlde konuşurken, son kısmı mırıldanarak söylese de Naz duymuş ve gülmeye başlamıştı. Demek ki Öyküm’ün halası Yağız’a abayı yakmıştı. Gerçi bu konuşmada en çok hoşuna giden kısım Yağız’ın hemşirelerin varlığına bile dikkat etmemiş olmasıydı. Keyfi yerine gelmişti. Şimdi Öyküm halasına bugünkü yemeği anlatacak ve yarın tüm birlik Yağız’ın evli olduğunu öğrenecekti. Aman Yarabbim! Bu konuşmayı muhakkak Öyküm’ün babası da duyacak ve ardından tüm okul da öğrenecekti. Bu yalan anlaşılan boylarını aşacak gibi görünüyordu. Yine de… Bu durum… Hoşuna gitmişti! Hem de aşırı derecede! Yağız’ın sesini duymasıyla sohbetleri bir süre durdu. “Hayatım telefonun çalıyor.”
Anne ve babasıyla sabah konuşmuştu. Acaba şimdi kim arıyordu? Öyküm’ün aklında kuşkulu bir düşünce bırakmak istemediği için gözünü kararttı bir an. “Sen bakar mısın canım?”diye seslendi.
Yağız’la evli olma düşüncesi şu an için o kadar güzeldi ki Hürrem Sultan, sultan olalı Naz kadar keyifli olmuş olamazdı. Çok geçmeden mutfağa elinde tabaklarla Yağız ve Ali girdi.
“Siz sohbete daldınız bakıyorum. Bu arada arayan münasebetsiz kuzenin Orkun’muş. Nedense hiç sevmiyorum o adamı. Çocuklar siz ders çalışmaya geçin isterseniz. Ben Naz ablanıza yardım ederim. Kayınbiraderim bir kez daha çakmasın bu dersten. Yoksa mezun olamayacak,” dedi Yağız. Orkun konusu geçtiğinde dişlerini sıkması Naz’ın gözünden kaçmamıştı; ama şu an Orkun zerre kadar umurunda değildi. Zaten… Orkun kimdi ki?
“Hadi siz çalışmaya geçin,” diyerek gençleri dün akşam evin boş ama bugün Ali’nin eşyalarıyla dolu olan odaya gönderdi. Dün Öyküm’ün geleceğini öğrendikten sonra Ali’nin alt kattaki tüm eşyaları inandırıcı olmak adına Naz’ın evine taşınmıştı. Sarp, Erkan, Ali ve sonra onlara katılan Yağız’la oluşan dört kişilik ekip kısa sürede Ali’nin odasını bu dairede baştan yaratmışlardı.
İki genç mutfaktan çıktıktan sonra Naz ve Yağız baş başa kalmışlardı. Yağız elindekileri bırakarak tezgâha yaslandı. Kollarını göğsünde birleştirdi ve hem mutfağı hem de Naz’ı süzmeye başladı. “Yanık kokusunu aldığım bu evi hiç de böyle hayal etmemiştim. Beni şaşırttın.”
Naz saçlarını savurarak mutfaktan çıkarken bir taraftan da karşılık vermeyi ihmal etmiyordu. “Sana unutamayacağın yemekler yedireceğimi söylemiştim.”
Yemek masasındaki son kalan şeyleri toparlarken, Yağız’ın mutfaktan gelen yüksek ses tonundaki kahkahalarıyla meraklanarak mutfağa girdi. Karşılaştığı manzara ise daha çok merak etmesine neden olmuştu. Yağız ellerini beline koymuş bir şekilde ağız dolusu kahkaha atıyordu. Kaşlarını çatarak onun kahkahalarının bitmesini bekledi; ama hiç bitecek gibi değildi. En sonunda dayanamadı. “Bu kadar komik olan ne?”
Yağız kahkahalarının arasında kıza yaklaşarak cevap verdi. “Komik olan ne mi?! Hayatımda hiç böyle güldüğümü hatırlamıyorum ve bunun sebebi sensin.” Kadına iyice yaklaşarak elindekileri aldı ve tezgâhın üzerine bıraktı. Ellerini beline sararak kaçmasını engelledi. Gerçi Naz kaçmak gibi bir girişimde bulunmamıştı; ama şu an oldukça meraklı gözüküyordu.
“Seni farkında olmadan bu kadar güldürebiliyorsam ne güzel? Sevindim senin adına.”
Biraz bozulmuş bir hâlde adamın kollarından çıkmaya çalışsa da başarılı olamadı. Adam onu saran kollarını daha da sıktı. “Bugün yediğim yemekleri de bu hâlimizi de asla unutmaya niyetim yok ve hakkını vermem lazım güzelim. Beni oldukça iyi kandırdın.”
Naz adamın kollarında huzursuzca kıpırdansa da başka hamle yapmadı. Anlamış mıydı? Ama nasıl?! Her şekilde çok iyi organize olmuştu. “Seni neden ve ne amaçla kandırayım ki?” dedi adama kafa tutarak.
“Çok güzel yemek yapmasan da çok güzel yemek siparişi vermişsin.”
Hayıııır!! Gerçekten nasıl anlamıştı?! Paketlenmiş gelen yemekleri özenle kendi pişirmiş havası vermek için tencerelere ve borcamlara boşaltmıştı. Anlamasının imkânı yoktu. ‘Acaba bir kalıntı mı bıraktım?’ düşüncesiyle adamın kollarında etrafı incelerken adamın sözleri merakına cevap oldu.
“Her şeyi iyi saklamışsın; ama çöp kutusunu boşaltmayı unutmuşsun. Restoranın ismini aldım, bir ara seni yemeğe götürürüm. Hem Kars’ın en ünlü restoranlarındandır. Evlere servis yaptıklarından haberim yoktu ama,” dedi adam keyifle gülerken.
Bu adam bu dikkati sayesinde asker olmuştu! Nasıl böyle bir hata yapabilmişti?! Ama taviz vermeye niyeti yoktu.“Birincisi sana yemek yapacağım diye bir şey söylemedim. Yanlış hatırlamıyorsam… Sana unutamayacağın bir yemek yedireceğimi söyledim ve bunu başardım da.”
“Hayatımda senin kadar pratik zekâlı ve dediğim dedik bir kadın görmedin,” diyerek ellerini kadının belinden çekti.
Belinden çekilen ellerin sıcaklığından yoksun kalması bir an için ürpermesine neden olsa da hemen tezgâhtaki bulaşıklara odaklanarak henüz sadece tek taksitini ödeyebildiği bulaşık makinesine yerleştirmeye başladı. Yağız da mutfak sandalyesine oturmuş onu seyrediyordu. “Tatlı olarak ne sipariş ettin peki?” derken adam hâlinden oldukça memnundu.
Aslında durumları gerçekten de gülünmeyecek gibi değildi. Yağız’ı iyi kandırmıştı. İstediği şeyi elde etmenin verdiği keyifle gülümserken tiryakiye çay suyu koyuyordu kadın. “Aslında başka bir şeyler alacaktım; ama kaymaklı ekmek kadayıfını tavsiye ettiler. Ben de ondan aldım. Çayın yanına da kurabiye sipariş ettim. Hoşuna gitti mi?”
“Mmm. Hem de nasıl…”
***
Naz elinde tatlı tabaklarıyla sözde Ali’ye ait olan odaya gitti ve kapıyı dirseğiyle açtığında birbirlerine oldukça yaklaşmış, ders çalışan iki genci izledi bir süre. Anlaşılan yanlış zamanda gelmişti. Onlar Naz’ı fark etmese de Naz, Öyküm’ün bakışlarındaki ilgiyi ve Ali’nin ses tonundaki sıcaklığı fark etmişti. Ama bu anın mahremiyetini daha fazla bozmadan çıksa iyi olacaktı. “Muhabbetinizi tatlıyla kesiyorum ama,”diyerek tabaklarını bıraktı ve Öyküm’ün kızarmış yüzüne hiçbir imada bulunmadan, Ali’ye kızın göremeyeceği şekilde göz kırparak odadan çıktı ve kapıyı kapattı. Salona geçtiğinde Yağız’ı televizyon karşısında kurulmuş bir şekilde buldu ve okul ile ilgili kâğıtlarının bulunduğu çantasını alarak Yağız’ın yanına oturdu.
“Öyküm’ün hem seninle hem de benimle bağlantısı olduğu hayatta aklıma gelmezdi. Elimize yüzümüze bulaştırmadan işin içinden sıyrılabilsek bari,” diyen Naz’ın yüzü sıkıntıyla kırışmış kaşları çatılmıştı.
“Ben de böyle bir şeye ihtimal vermezdim; ama biz böyle iyi rol yaptığımız sürece şüphe etmez ve bu durumu sınırlı sayıda kişi bildiği sürece kimse gelip de biz böyle rol yaparken sorma cesareti göstermez. Birilerine aksini söylemen dışında…”
Kadın anında itiraz etmişti. “Ben kime söyleyeceğim ki? Hem neden söyleyeyim? Yaptığımız şeyle gurur duymuyorum sonuçta. Ama belki sen söylersen durum karışabilir.”
Yağız, yerinde rahatça otururken gözlerini televizyondan ayırmış ve direk kadının yeşillerine bakmıştı. “Benim zaten bekâr olduğum tüm bilmesi gerekenler tarafından bilinirken kimseye de evliyim diyecek hâlim yok.”
“Hemşireler de bu bilmesi gerekenler grubuna dâhil mi?” demişti kadın tereddütle. Bir yandan da adamın vereceği tepkiyi ölçmeye çalışıyordu. Adam sanki önemsiz bir şey söylenmiş gibi umursamazca bir yüz ifadesi takınmıştı. “Benim şecerem ve ona ait her türlü bilgi, üstlerimi ilgilendirir. Hemşireleri değil... Dediğim gibi sen de birilerine söylemezsen sorun olacağını sanmıyorum. Olursa da o zaman düşünürüz.”
Naz yüzünü buruştururken “Sanki çok meraklıyım ya seninle evli olarak bilinmeye,” demiş ve yanındaki çantasından kâğıtlarını çıkartarak okumaya başladı. Beşinci sınıfları ufak bir sınav yapmış ayrıca miniklerinden de kendisine resim yapmalarını istemişti. Kasım ayı gelmişken öğretmenler günü de yaklaşıyordu. Üst sınıfların kâğıtlarına bir süre göz attıktan sonra miniklerinin kendisi için yaptıkları resimlere geçti. Hepsini ilgiyle tek tek incelerken eline minik İbrahim’in çizdiği resim geldi. Çöp adamdan hallice bir kadın ve iki erkek vardı resimde. Kadının boyu daha uzundu ve henüz çok da güzel olmayan yazısıyla kargacık burgacık bir kelime yazıyordu. Naz, kelimenin ne olduğunu anmaya çalışırken bakışları kısılsa da en sonunda ne yazdığını çözmüştü. Kendi adı yazıyordu. Yanındaki minik çöp adamın elini tutuyordu. Onun altında da ‘İbo’ yazıyordu. Etraflarında da bir sürü kalp vardı. Biraz daha arkalarında bir çöp adam daha vardı ve onun altında da ‘Memo’ yazıyordu. Üstüne üstlük siyah bir kalemle üzerine çarpı atılmıştı. Gülmemek için dişlerini sıkarken, kâğıtların arasından Mehmet’in çizdiği resmi buldu ve benzer bir resimle karşılaştı; ama bu kez Naz’ın elini tutan Mehmet, üzerine kocaman çarpı atılansa İbrahim’di. İki resmi de eline alarak gülmeye başladı.
Yağız, Naz’ın gülüşüyle dikkatini televizyondan ayırmış kadının neden güldüğünü anlamak için omzundan eğilerek kadının elindeki kâğıtlara baktı. Kaşları çatılsa da hayretle gülümsedi. Bu duruma neden şaşırıyordu ki? “Bakıyorum öğrencilerini âşık etmişsin kendine. Hem de onları birbirine düşürecek kadar.”
Naz gülümseyişini bozmadan cevap verdi. “Sorma, Mehmet ve İbrahim benim yüzümden çok sık kavga ediyorlar. Normalde görsen kardeş gibiler, küs olsalar bile ikisinden birine laf gelince ikisi de aslan kesiliyor; ama söz konusu ben olunca kanlı bıçaklı oluyorlar. İkisi de benimle evlenmek istiyor. Ama İbrahim’e kalsa o daha avantajlı; çünkü onunla evlenmezsem abisiyle evlenirim diye düşünüyor. Gerçi İbrahim’den korkulur. Büyük bir aşiretin en küçük oğluymuş, abisi de en büyük.”
İşin içinde bir de aşiret vardı öyle mi? Ah bu kız o aşireti bile karıştırırdı. Yağız’ın yüzündeki gülümseme silindi birden. “Aşiret mi?”
“Evet. Buranın en büyük aşiretlerinden sanırım. Gerçi pek bilgim yok; ama iki kafadar konuşurken duydum. İbrahim’in abisinin aşiret reisine benzer bir yanı yok gerçi ama.” Adamın kaşları daha da çok çatıldı. “İbrahim’in abisini gördün yani?”
Naz, Yağız’a bakınca kaşlarını neden çattığını anlayamadı. “Evet, abisiyle tanıştım. Sık sık okula gelir. Gayet beyefendi bir adam. Aslına bakarsan moda haftalarında gördüğüm birkaç erkek mankeni anımsattı bana; ama nedendir bilmem, beni biraz ürkütüyor.” Yağız’la havadan sudan konuşmak da nadir yaptıkları bir şey olsa da gerçekten de güzeldi ve bunu zaman zaman özlüyordu. Onun yanında kendini son birkaç haftadır yaşadığı ‘İzleniyor muyum?’ gerginliği, yerini güvene bırakıyordu.
Genç adamsa Naz’ın söylediklerinden hiç memnun kalmamıştı. Hem adamı mankene benzetmesini saymıyordu ki böyle bir izlenime kapılmak için adamı yakından incelemiş olması gerekiyordu sanırım. Bir de bu adam sürekli okula geliyordu. Bir aşiretin büyük oğlunun bir ilkokulda ne işi vardı? Ya çok ilgili bir abiydi ya da gözüne bir şey kestirmiş olmalıydı. Muhakkak kardeşiyle aşırı ilgili bir abi bile böyle sık okula gitmezdi. Aklına gelen ihtimalle dişlerini sıktı. Kimi ya da neyi gözüne kestirebilirdi ki bu güzel kadından başka?
Aklına dolan düşünceler onu aşırı derecede rahatsız etmeye başlamıştı. Malum olaydan sonra Yağız, Naz’la beraber evden çıkarak onu okula bırakmış, dönüşünü de ona göre ayarlamış ve onu okuldan almıştı. Naz Yağız’ı gördüğünde tesadüf diyerek üzerinde durmamış hâlinden memnun onunla eve gelmişti. Aslında ortada tesadüf falan yoktu.
“Ne oldu Yağız? Suratın değişti birden. Ne düşünüyorsun?”
Birden düşüncelerinden sıyrılmak zorunda kaldı. Böyle bir duruma ihtimal vermek istemiyordu. Koskoca aşiret reisi olacak adam Kars’ta kız mı bulamamıştı, diye düşünmek de istemiyordu; ama bulamamış olabilirdi. Aklına kurt düşmüştü işte. “Aşiret dedin de ona kafam takıldı. Dikkatli ol.”
Naz onun bu hâlinden hiç hoşlanmamıştı. Kaşlarını çatmak Yağız’a hiç yakışmıyordu, ayrıca bu hâline hiç alışkın olmadığı için şaşırmıştı. O Yağız’ı genellikle gülerken görmüştü. “Benim aşiretle ne işim olur Yağız? Okula gidip gelmekten başka yaptığım bir şey yok. En son alışveriş merkezine bile seninle gittim ve bu bir ay önceydi.”
Bu laflara genç adam zoraki gülse de, aklındakiler beynini kemiriyordu. “İstersen gideriz bir ara yine,” dedi kadının yüzüne gülerek.
Kadın son alışveriş maceralarını hatırlarken yüzünü buruştursa da dudakları gülümsüyordu. Elindeki kâğıtları bırakarak Yağız’la televizyon seyretmeye başladı. Bir süre sonra içerideki bir oda kapısının açılma sesi gelince adam Naz’ı belinden kavradığı gibi kendine çekmiş ve kolunu omzuna atmıştı. Naz ne olduğunu anlamadan salona giren ayak sesleriyle başını hemen Yağız’ın göğsüne yasladı ve ayaklarını kalçasının altına alarak oturdu.
“Ellerine sağlık Naz abla. Sen bir harikasın. Tatlı müthiş olmuş,” diyen Öyküm oturdukları koltuğun önüne geldi.
“Afiyet olsun güzelim. Yağız abinin en sevdiği tatlı; ama ben yapmadım. Tatlıyı hazır aldık. Tatlılarınız bittiyse ben size çay getireyim de çalışmanıza devam edin,” diyerek kalktı. Mutfakta çayları koydu ve yine hazır almış olduğu kurabiyeleri de bir tabağa koyarak Ali’nin odasına gitti. O sırada da dış kapı çalmaya başladı. Alilerin servisini yaparken Yağız’ın ‘Ben bakıyorum,’ diyen sesini duydu. Acaba bu saatte kim gelmişti? İki genci yalnız bırakarak odadan çıktığında merakla salona gitti ve salonda kendisine şaşkınca bakan Sema ile karşılaştı.
“Kusura bakma Naz. Ben rahatsız etmek istemezdim; ama nereye gideceğimi bilemedim,” dedi Sema ağlamaklı bir sesle.
Sema’nın burada ne işi vardı ki ve şimdi kendisi de Sema kadar şaşkındı. Ne söyleyeceğinin şaşkınlığını yaşarken derin bir nefes aldı ve “Ne rahatsızlığı Semacığım? Olur mu öyle şey? Ben sana bir çay koyup geleyim,” diyerek mutfağa kaçtı.
Her şeyin üzerine bir de Sema gelince her şey birbirine girecekti. Bunu Naz çok bariz şekilde hissediyordu. Yalanları giderek sarmaşıklar gibi dolanıyordu. Hem Sema’ya hem de Yağız ile kendisine çay ve kurabiye hazırlayarak salona döndü. İçinde yükselen paniği göz ardı etmeye çalışırken evinin mutfağını hiç bu kadar aktif kullanmadığını fark etti. Bugün şöyle bir düşününce gerçekten evinin kadını olmuştu. Çayları servis ettikten sonra üçlü koltukta Yağız’ın yanına sokularak oturdu. Şimdi evli olduklarına ikna edilmesi gereken biri daha vardı ne de olsa. Yağız da hiç vakit kaybetmeden kolunu omzuna atmıştı. “Ne oldu, anlat bakalım,” dedi Sema’ya doğru.
“Ne olsun? Ev arkadaşımla birbirimize girdik, zaten ne zamandır aramız kötü, biliyorsun. Ben de çektim kapıyı çıktım. Gelebileceğim tek yer burası gibi geldi; ama müsait olmadığını bilseydim… Keşke arasaydım seni.”
“Tabii ki bana geleceksin. Hem rahatsızlık olur mu hiç?” derken parmaklarıyla oynamaya başlamıştı. İyi ki vakti zamanında Sema’ya yaşamının tüm detaylarını anlatmamıştı. Gerçi Sema zaten çok konuşkan olduğu için onun pek de konuşmasına gerek kalmamıştı. “Tanıştırayım, eşim Yağız. İçerde de erkek kardeşimle arkadaşı ders çalışıyor. Yani tamamen biz bizeyiz,” dedi bu kez daha rahatça. Evlilik durumuna öyle çok alışmıştı ki artık yalan söylerken zorlanmıyordu. Ne de olsa hikâye belliydi. “Tanıştığıma memnun oldum Sema,” diyen Yağız da gayet rahat görünüyordu.
“Ben de öyle.-Naz’a döndü- Ben… Senin evli olduğunu bilmiyordum. Hiç bahsetmemiştin,” dedi Sema kuşkulu bakışlarla. “Demek ki konusu geçmemiş.”
Sema fazla aldırış etmese de Yağız’ı tepeden tırnağa süzmesi, ne Naz’ın ne de ayaklanan sinirlerinin gözünden kaçmıştı. Bir süre Yağız televizyon seyrederken Naz ve Sema da sohbet ettiler. Ali ile Öyküm’ün salona gelmesiyle solanda ufak bir sohbet başlamıştı. Önce Naz Ali’yi kardeşi olarak Sema’ya tanıttı. Sonra kızlar kendi aralarından Ali ve Yağız’da kendi aralarında muhabbete daldılar.
“Her şey için çok teşekkürler Naz abla. Sana da zahmet oldu. Ben artık gitsem iyi olur. Geç oldu,” diyen Öyküm ayağa kalktı.
“Ne demek güzelim rica ederim. Yine gel, olur mu?” diyerek Öyküm’le vedalaşan Naz, Ali’yi de onu eve bırakması için yolculadı. Salona döndüğünde Sema konuşmaya başladı. “Kızın siması bir yerden tanıdık geliyor; ama çıkaramadım. Soramadım da.”
“Öyküm, bizim okul müdürü Tahir Beyin kızı.”
“Aa evet birkaç kere okulda görmüştüm.”
Naz, bu geceyi sonlandırmak için deliler gibi yanıp tutuşuyordu. Hem bir şeylerin ortaya çıkması ihtimaline karşı gerilmişti hem de oldukça uykusu gelmişti. “Senin de uykun gelmiştir Semacığım yerini yapayım da yatalım artık,” diyerek Sema ile beraber yatak odasına gittiler. Sema yatak odasına girer girmez kapıyı kapatarak Naz’ın tuvalet sandalyesine oturdu.
“Bana böyle bir adamla evli olduğunu söylemediğine inanamıyorum. Nasıl bahsi geçmedi?! Geçmesiyse de sen geçirseydin ya!” dedi heyecanla. “Eşim gayet normal bir adam Sema. Senin benim gibi insan,” derken dolaptan yeni bir nevresim takımı çıkardı Naz.
“Sen normal bir insan olsan… Gerçi eşinin de böyle olmasına şaşmamalı. Ben böyle bir adamla evli olsam yedi düvele duyururum.” Sema’nın laflarına gülerken o da takılmayı ihmal etmedi. Ne de olsa o eşine âşık bir kadındı ya. “Duyurayım da yedi düvel böyle bir adamın hayatta olduğunu öğrensin. Olmaz öyle şey! Kocam sadece bana ait,” dedi göz kırparak.
“Oo burada aşk kokusu alıyorum. Gerçi eşin de ellerini senin üzerinden pek çekebiliyormuş gibi görünmüyor. Nasıl imrendim, anlatamam,” derken dudaklarını sarkıtmıştı Sema. “Ama senin adına çok memnun oldum. Ne iş yapıyor burada?”
“Yüzbaşı.”
“Allah’ım!! Naz sen benim hayallerimi yaşamak zorunda mısın?! Zaten sormam hata, adamdan buram buram asalet kokusu alıyorum. Neyse benim yerimi yapalım da sen eşinin koynunda sıcacık yatağında keyifle uyurken ben de başımı yumuşak ama bir o kadar sert olan yastığıma basıp hıçkırıklarımı durdurmaya çalışayım ve siz benim sadece birkaç adım ötemdeki yatak odanızda olun. Ah! Adalet mi bu?!”
Naz kendini tutamamış gülmeye başlamıştı. Sema’nın neşesine insan bir anda kaptırıyordu kendini. “Ne yapsak? Yağız’ın arkadaşlarından biriyle falan mı tanıştırsak seni?” Sema ellerini çırparak heyecanla yerinden kalktı. “İnan hayır demem. Olmayan uykum senin yüzünden hepten kaçtı zaten.”
İki kız yatak odasından çıkarak salona geldiler. Yağız, kızların rahat etmesi için televizyonu kapatarak ayağa kalktı ve mutfağa geçti. Naz da salonda Sema’nın yatağını hazırladıktan sonra ona uygun bir pijama vererek Yağız’ın yanına mutfağa gitti. Adam mutfak sandalyesinde oturmuş Naz’ı bekliyordu. “Şimdi ne yapıyoruz?”
Kadın sıkıntıyla nefesini verirken yapabilecekleri şeylerin hesabını yapıyordu. “Sema, uyuyana kadar bekleyelim. Sonra gidersin,” dediği sırada kapı çalmıştı. Naz, dış kapıya yönelmişken Yağız da peşinden geliyordu. Kapıyı açtıklarında Ali tam karşılarındaydı. Naz, onun bir şey demesine fırsat vermeden “Bir süre daha buradasın Ali geç bakalım odana,” diyerek Ali’yi içeri almış, Ali de sorgusuz sualsiz itaat etmiş ve onun için hazırlanmış olan odaya gitmişti.
Sema’ya iyi geceler dilemek için salona gittiklerinde, kadının uyuması için hazırlanmış olan koltukta bağdaş kurmuş televizyon izlediğini gördüler. “İyi geceler Sema. Biz yatıyoruz,” dedi Naz.
“İyi geceler. Olur da hıçkırık seslerimi duyarsanız aldırmayın. Şahsen ben bile kendime aldırmayı düşünmüyorum. Yalnız her hıçkırık sesimde evli bir çift olan siz, birbirinize daha çok sarılın ki kendimi iyi hissedeyim,” diyen Sema numaradan suratını buruşturmuştu.
Yağız, Sema’nın dediklerine alenen gülmüştü. “Sen hiç merak etme. Kendini böyle iyi hissedeceksen, ben seve seve yaparım dediğini.”
“Peki Yağız. Hadi gidin ve beni hıçkırıklarımla baş başa bırakın,” diyerek Sema da ona gülmüştü. Sema’nın oldukça sıcakkanlı bir kız olduğuna kanaat getiren Yağız, en azından şimdilik güvenilecek gibi olan birilerinin Naz’ın etrafında olmasına memnun oldu.
Beraber Naz’ın yatak odasına girdiler. Kadın, üzerindeki elbisesinden arınmak için pijamalarını alarak banyoya geçti ve kısa bir süre sonra gerdi döndü. Oldukça kalın olan polar pijamalarının içinde, saçları alelade bir topuza saklanmışken oldukça rahat görünüyordu. Tuvalet aynasının önüne oturarak makyajını silmeye başladığında adam da onun yatağına oturmuş her bir hareketini izliyordu. Kadın aldırmamaya çalışsa da en sonunda göz göze gelmişlerdi.
“Birine söylememekle ilgili bir konuşma yapmamış olsam… İçim yanmaz,” diyen adamın bu sözleriyle bir tartışmaya girmek istemiyordu Naz. Zaten yeterince gergin bir gün geçirmişti. “İsteyerek olmadığını sen de gördün. Bilerek ve isteyerek söylemedim.”
Naz’ın inatçı yüz ifadesine bakarken gülümsemesine engel olamadı adam. Aslında bu kadınla böyle bir durumda kalmış olması yanlıştı. Şu an için çok önem teşkil ediyor olmasa bile, adamın kafasını kurcaladığı için Naz’ı uyarma gereği duydu; çünkü bu küçük yalan ciddi anlamda başına dert açabilirdi ve bu, düşünmeden yaptığı davranışlar sonucunda olmuştu. Normalde olsa böyle acemice davranmazdı. “Ne düşünüyorsun?” diye soran kadının meraklı bakışlarını üzerinde hissettiğinde aynadaki aksiyle göz göze geldi ve yüzünün ciddileşmiş hâliyle karşılaştı.
“Aslında… Ne kadar bu yalana tamamen masum bir nedenle başvurmuş olsak da bu durumun büyümesi, mesleki açıdan beni zora sokabilir,” dedi saklamadan. Naz, adamın söylediklerine bir anlam veremedi. Bu durumlarının adamın mesleği ile ne alakası olabilirdi ki? Meraklı bakışlarını adamın üzerinden ayırmazken, adam bu merakı anlamışçasına konuşmaya başladı. Sesi, Naz’ın her zaman adamda rastlama fırsatının olmadığı tok ve ürkütücü tona sahipti. Bu ses karşısındaki kişiye istediği her şeyi yaptırabilecek bir potansiyel gücü barındırıyordu. Kadının duruşu farkında olmadan dikleşmiş ve adama dikkatini vermişti.
“Ben kurmay bir yüzbaşıyım. Bu ne demek, biliyor musun?” derken cevabın gelmeyeceğini bile bile bir süre bekledi adam ve sonra devam etti. “General olabilecek potansiyeli taşıyorum, demek… Ve sadece bu yüzden değil. Askeriye mensubu her rütbeli, yaşantısına dikkat etmek zorundadır. Hayatında yüz kızartıcı bir geçmişe sahip olmak ya da Türk aile ahlakına uygunsuz bir yaşantı içinde olmak, meslekten uzaklaştırılmayı gerektirir. Çünkü TSK mensubu her bir birey, topluma örnek teşkil etmek durumundadır.”
Adam durunca Naz, zorlukla yutkundu. Bu sadece duyduğu şeylerin gerçekliğinden değildi, adamın ses tonuna karışan ifadesi buna sebepti. Şu an karşısındaki adam tam bir askerdi ve bu manzarayla Naz bir şeyden emin oldu. Adam şu hâliyle normalde kendisini çileden çıkaran o haylaz adamdan bir o kadar uzakken diğer adamı tercih edeceğini düşündü. Yaşadığı şaşkınlıkla bir nefes aldı. “Hiçbir meslek dalında, insanın hayatına bu derece karışılmıyor,” diye fısıldadığında, adam duruşunu bozmadan tekrar konuşmaya başlamıştı. “Askerlik bir meslek değil, yaşam tarzı. Sana bu söylediklerimin aksini yapan illa ki vardır; ama ben onlardan biri değilim. Bir kasanın içerisinden daima birkaç çürük çıkar ve bunu tüm kasaya mal edemezsin. Yani… Şu an, bekâr bir kadınla evli olmadan öyle olduğumu söyleyerek aynı evi paylaşmam, yaşamıma uygun bir davranış değil.”
Naz, şu anda bu gün içerisinde kapılmadığı kadar büyük bir paniğe kapılmıştı. Sıkıntıyla dişlerini dudaklarına geçirirken “Bu senin başına büyük bir dert açar mı?” diye sordu kendine engel olamayarak ve o an adamın dudaklarında eğri bir gülümseme oluşmuştu. O gülümse kadının öyle rahatlatmıştı ki farkında olmadan gevşedi. “Açmadan önce, bunu bana soracaklarına eminim,” diyen Yağız, kadını rahatlatırcasına göz kırpmıştı. Bu adamın bu hâliyle rahatlayacağını hiç düşünmemişti Naz. Gerçekten de bahsettiği yaşam tarzında oldukça iyi olmalıydı.
Naz, pufundan kalkarak yatağının başlığına yaslanarak oturdu. Sema’nın uyuduğundan emin olana kadar gereksiz konular hakkında bir süre sohbet etmişlerdi ve Naz’ın gözleri kapanmak üzereyken saat gece iki buçuğu gösteriyordu. İkisi de odadan çıkarak, Ali’nin bulunduğu odaya gittiler ve Ali de onların gelmesini bekliyormuş gibi hemen ayaklanmıştı. Naz önde iki adam arkada, karanlık koridorda dış kapıya doğru yöneldiler. Salonun kapısı kapalıyken Sema’nın uyuyup uyumadığı sorusuna dair net bir cevap bulamasalar da uyumuş olduğunu düşünerek kapıda almışlardı soluğu. Her şey güzel gidiyordu, ta ki Naz’ın kapısı her zamanki gibi tutukluk yapıp büyük bir gürültü çıkarana dek. Aksi gibi bir de açılmamıştı. O an salonun kapısı açılmış ve Sema, ürkekçe dışarı çıkmıştı. Işığın düğmesine basmasıyla her şey gün yüzüne çıkmıştı. Bir elinde televizyon kumandası diğer elinde yastık olan Sema, gördüğü yüzlerin tanıdıklığı ile rahatlarken tuttuğu nefesini vermişti.
“Siz… Ne yapıyorsunuz?”
Allah’ım gece gece aksiyon filmi çekiyor gibilerdi. Naz hiç bu kadar gerildiğini hatırlamıyordu. Damarlarında gezinen fazla adrenalin hemen imdadına koşmuştu. “Kapıyı kilitlemeyi unuttum mu acaba diye kontrol edeyim dedim de,” diye mırıldandı Naz. Sema’nın bakışları üçünün üzerinde gezindi. “Üçünüz birden mi?”
Naz, derin bir nefes alırken daha fazla dayanamayıp patlayacağına eminken, Ali’nin de ondan kalır yanı yoktu. Yağız’sa sağduyulu taraftı. “Bizim kapımız biraz problemli, Naz zaten açarken sıkıtı yaşıyor ve bu kez Ali de kilidi yapamamış da beni çağırdılar. Ben bakıyordum. Yani evet… Üçümüz birden.”
“Anladım,” diyen Sema, inanmış görünüyordu. İyi geceler dileyerek salona girip kapısını kapatmışken hepsi rahat bir nefes aldı. Salondan uzaklaştıktan sonra Naz nasıl söyleyeceğini bilemeyerek konuşmaya başladı. “Sanırım… Bu gece burada kalsanız fena olmayacak. Sema’nın çok dikkatini çektik. Riske atmayalım,” diye fısıldadı. Ali başını sallayarak odasına geçmişken Naz’la Yağız ayakta dikiliyordu.
Yalanların üzerine kurulu bir günün sonuna gelmişlerdi. Yağız kanlı canlı karşısındayken onun, evinde kalacağı düşüncesinin ciddiyeti yüzüne vurmuştu. İyiydi, güzeldi, hoştu! Kalacaktı da nerede kalacaktı? Ali’nin yatağı zaten tek kişilikti ve odası da kitaplarıyla doluydu. Kendi yatak odasından başka oda da yoktu. “Yatmayı düşünmüyor muyuz?” derken Yağız da yorgun görünüyordu.
Biz?! Yatmayı?! Düşünmüyor?! Muyuz?! Tabii ki kadın düşünüyordu; ama… Adamı nerede yatıracaktı? Ona uyuyacak bir alan sağlayamayacağı gibi fazladan uyku seti takımı da yoktu. Olanı da Sema’ya vermişti. Tek uygun yer kendi yatağı gibi görünüyordu. Naz’ın kafasında adamla nasıl yatağını paylaşacağı sorusu dönüp duruyordu. Aslında zor bir şey değildi. Birisi sağ tarafa birisi de sol tarafa yatacaktı. Bir yorganı paylaşacaklar, ayrı yastıklara baş koyacaklardı. Ne vardı ki bunda? Ama vardı işte bir şeyler! Olmasaydı kalbi böyle deli gibi atar mıydı? Naz’ın yatak odasına girdiklerinde “Demek ki senin yatağında da yatmak kısmet olacakmış. Sen benimkinde yatmıştın, bu durum iadeyi ziyaret gibi oldu,” demişti adam.
“Ya öyle oldu. Anılarımı canlandırdın. Sen sağ tarafta yat ben de solda yatayım.” Yağız kuşkuyla kendisine bakınca “Ne oldu?” diye sordu. “Hayret genelde kitaplarda ve filmlerde iki karakter böyle bir durumla karşı karşıya kaldığında bayan karakter ısrarla erkeğin ya çekyatta ya da yerde yatmasını ister.”
“Ama şu an burada bir çekyat yok ve aynı zamanda o kitaplarda erkek karakter ne yapıp eder en sonunda o yatağa girer. Bugünkü teklif de benden çıktığına göre sana yerde yat, diyemem ki yerde yatacağın takdirde sana verebileceğim uyku seti gibi şeyler de yok,” dese de ilk başta söylediği sözler kulağına sonradan gelmiş gibi söylediklerine inanamadı. Erkek karakter ne yapıp eder en sonunda o yatağa girer. Bunu gerçekten söylemiş olabilir miydi?
Naz’ın dediği gibi yatağın sağ tarafına geçip yerleşen genç adam yastığını hafifçe dikleştirerek hafif oturur pozisyonda uzandı. Yastıktan kadının kokusu burnuna dolarken bir kokunun içini nasıl bu kadar rahatlatabildiğini düşündü. Onunla sadece uyunmak için dahi olsa aynı yatağı paylaşacakları anı zihnine kaydetmek istiyor, kendini ilk birlikteliğini yaşayacak toy bir erkek kadar heyecanlı hissediyordu. Oysaki ne Yağız’ın ilk birlikteliği gibi bir durum söz konusuydu ne de ortada birlikte olma düşüncesi vardı.
“Maalesef ki bu kıyafetlerinle yatmak zorundasın. Sana uyabilecek herhangi bir kıyafetim yok. Ama istersen yastık kılıfını değiştirebilirim. O yastığı kullanmıyorum; fakat kokum sinmiş olabilir,” dedi Naz, yatağın sol tarafına geçerken. “Benim için bir sakıncası yok.”
Yağız sırt üstü yatarken Naz ona doğru döndü. Aslında ne kadar aynı yatağı paylaşıyor dahi olsalar yatağın en uzak köşelerine tünemişlerdi. “Çok kısa denecek bir sürede evli olduğumuzu tüm okul ve birlik duyar. Anlaşılan o ki birlikte çok popülersin Yüzbaşım,” derken Naz’ın aklına yaptıkları o ciddi konuşma gelmişti. Yağız’sa sanki o konuşmayı yapan adam değil gibi gülmüştü. “Hiç farkında değilim.”
“Hemşireleri de mi fark etmedin?” derken Naz da gülümsemişti. Gülümsemeye çalışmıştı.
“Hayır, fark etmedim. Benim çalıştığım kısım revire oldukça uzak, onların beni fark etmiş olmaları garip aslında.” Gerçekten de hiç fark etmemişti. İşlerinin içine öyle yoğunlaşıyordu ki odasından hiç çıkmadığı zamanları da oluyordu. Hatta son bir ayda uğraştığı şeyler ya masasının üzerindeki evrakları ya da aklında dönüp duran Naz’dı.
“Şu adam… İbrahim’in abisi. Okula çok mu sık geliyor?” Sormadan edememişti işte. Ne zamandan beri aklında bu düşünce dönüp duruyordu. Yüzünün ne hâl aldığınıysa umursamıyordu. “Sık geliyor. Kardeşi hakkında konuşuyoruz. Aslında… Neden o kadar sık geldiğine daha önce hiç kafa yormadım. İlgili bir abi olsa gerek. İbrahim abisine tapıyor neredeyse. Sen neden sordun?”
‘Seni rahatsız mı ediyor, onu merak ettim! Sana nasıl bakıyor, onu merak ettim! Neden o kadar sık gelip seni görüyor, onu merak ettim! Merak ettim işte!’ soruları kafasında dönüyorken dudaklarından çıkan kelimeler bambaşkaydı. “Askeriye olarak çevreyi tanımamız gerekiyor. Adamın, aşiretin oğlu olduğunu söyledin. O yüzden sordum,” diye geçiştirdi. Şu an kendisine doğru dönmüş olan bu kadını bir hamlede kendisine doğru çekip gece boyu gözlerini alamadığı dudaklarının tadına bakmak istiyordu. Kaymaklı ekmek kadayıfından daha tatlı ve lezzetli olduğuna emindi.
“Eğer tahmin ettiğimiz kadar çabuk yayılırsa, yarın evli insanlar olarak uyanacağımıza eminim,” dedi Naz gülerek. Öyle bir durum olursa Yağız hemen gerçek nikâh işlemlerini başlatabilirdi. Bunu şu an düşünse de fena fikir değildi aslında. Ağzında gevelediği bir şeyler mırıldandı.
Yağız’ın muhteşem Fransız aksanıyla mırıldandığı kelimeler sanki kızın tüm hücrelerini ayaklandırıyordu. Aynı şeyi yemekteyken de yapmıştı. “Bunlar yemekteyken söylediğin sözler. Ne dedin?”
Genç adam sol dirseğiyle destek alarak başını eline yasladığında Naz’dan tarafa döndü ve fısıltı gibi çıkan sesiyle sözlerin Türkçesini söylemeye başladı. “Seninle geçirdiğim hiçbir günden ya da paylaştığım hiçbir şeyden pişman değilim bir tanem. Yine olsa yine yaparım.”
Yanında uzanmış olan kadının yanaklarının pembeliği, kaslarını daha da ısıtırken yanaklarını okşamamak için kendini zor tutuyordu.
“Böyle düşünmene sevindim. İyi geceler,” diyen kadın, Yağız’a arkasını dönüğünde Yağız bir süre onun sırtını seyrettiyse de onu kendisine çekme isteğine engel olamıyordu. Sırt üstü yatarak bir süre tavanı izlemeye başladı. Tüm uykusu kaçmıştı.
Nasıl bu hâle gelmişlerdi de bu kadın onun hayallerini süsler olmuştu. Daha dün birbirlerini yiyecek durumdayken şimdi eş rolü yapabiliyorlardı ve ne zaman bu kadın bu kadar önemli hâle gelmişti? Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu; ama Naz’ın düzenli nefeslerine yoğunlaşmıştı. Hiçbir kadını böylesine düşünmemiş, güvenliğine kafa yormamıştı. Şimdi ise bu kadının işe gidiş geliş saatlerine göre kendisine ayarlamalar yapmıştı. Pişman mıydı? Tabii ki değil; ama… Bu durum onu hem korkutuyor hem de heyecanlandırıyordu. Bakışlarını tavandan ayırarak hareketlenen Naz’a çevirdi. Kadın şimdi kendisine doğru dönmüşse de hareket etmeye devam ediyordu. Ne kadar kadını kendisine çekmemek için çaba sarf etse de kadın ona doğru gelirken hiç de yardımcı olmuyordu şu anki hâline. Ama kendisi gelirse Yağız kendisini tutmayacaktı. Naz’ın kıpırdanarak, önce uzattığı koluna ardından da yastık misali göğsüne yerleşmesiyle bir anlık nefesini tuttu. Bugün tenleri her birbirine değişinde Yağız’ın hissettiği karıncalanma şimdi tüm vücuduna yayılıyordu. Bir de kendisini hiç olmadığı kadar huzurlu ve… Evinde hissediyor gibiydi. Evini korumak isteyen bir eş gibi kadını belinden tutarak daha çok kendine çekerken uyansa da umurunda değildi. Bu hareketinden sonra kadın, kendisine daha çok sokulunca, kadının kokusunu içine çekmek için alnını onun başına yasladı. Gözleri kapalı bir şekilde derin nefesler alırken saçlarındaki çiçek kokusu burnuna doldu ve dudaklarını saçlarına bastırdı. İşte bunu her gün yaşamak istiyordu.