Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 3

 


Bölüm 3

 Sıkıntıyla ellerini saçlarının arasından geçirdi Naz bir kez daha. Bunu sabahın bu erken saatlerinde, kaçıncı kez yaptığını unutmuştu. Gözleri yatağının üzerindeki kıyafetlerden oluşmuş küçük temsili dağa takıldı. Sonra da hazır olduğunu düşündüğü ama aslında hiç de hazır olmayan valizlerine baktı. Birkaç kıyafet daha sıkıştırabilirdi belki içlerine. Ebatlarına göre orta boy ama içine eşyalarını tam anlamıyla tıkıştırmasından sonra büyük boy ebatlarına ulaşan valizi çekiştirerek yere yatırdı ve yavaşça fermuarını açmaya başladı.

 “Kızım o valiz daha fazla eşyayı almaz ki… Yeni bir valiz daha yap bari yanına,”dedi Aysun Hanım.

Bir valizi daha taşımayı göze alamayan Naz’sa hemen itiraz etti. “Olmaz anne. Sadece birkaç parça daha alacağım. Onlar için de yeni valiz yapamam,”derken dudaklarını büzdü. Bu valizlerin hepsini kendisinin taşıyacağı gerçeği aklına geldikçe başının en ücra köşelerine dahi ağrılar giriyorken bir valiz daha yaparak o ağrıları katlayamazdı.

 “Güzel kızım; ama böyle de hepsi kırışacak. Ütülemek zorunda kalacaksın,”diyen dadısının sözlerinden sonra gözleri şaşkınlıkla açılmıştı.

 “Ütü mü?!”derken deyim yerindeyse ufak bir çığlık atmıştı. Ütü yapmak nefret ettiği ev işleri kategorisindeki seçeneklerin arasında en nefret ettiğiydi. Teslim olurcasına derin bir nefes verdi. Çok ama çok küçük bir el çantası, belki de başına o kadar çok dert açmayabilirdi.

 Günün başından beri yaşadığı sıkıntı çoğalırken dehşetle açtığı valize baktı. Hâlbuki ne kadar da çok çaba ve zaman harcamıştı kapatabilmek için!

 “Benim ütüm var mı?” diye sorarken yere, kalçasının üstüne oturarak annesine baktı. Yeni başlayacağı hayatta tüm eşyalarının seçimini annesine bırakmıştı; çünkü fark etmişti ki yeni bir ev kurmak dehşet bir olaydı. Annesi ne için ne gerekeceğini kesinlikle ve kesinlikle kendisinden daha iyi bildiği için, her şeyi annesinin üzerine yıkmıştı. Ayrıca… Alışveriş yapma sebebi yeterince canını sıkarken yaptığı alışverişten de zevk almadığı gibi, bir de o alışveriş işkence hâlini almıştı. Şu an evindeki eşyalardan hatta evinden dahi bir haberdi. Yani sonuç olarak şu an bir ütüsü olup olmadığını bilmiyordu. Bir de herkes kısa süre içerisinde evine alışacağını söylüyordu. Ne kadar da yersiz bir düşünceydi bu!

 Yeni bir çanta almak için giyinme odasına yöneldiği sırada odasının kapısı açıldı. Üst üste yığılmış olan çantaların bulunduğu rafı şöyle bir tararken babasının şaşkınlık dolu sesi geldi kulaklarına. “Kızım, biz senin tüm eşyalarını göndermemiş miydik zaten?!”

 Babasının son zamanlarda kendisiyle konuştuğu nadir zamanlardan bir tanesiydi şu an ve onun kendisine bu kadar uzun bir süre küs kaldığına inanamıyordu Naz. Bu durum ilk defa başına geliyordu ve son olmasını diliyordu içten içe. O, babasıyla küs kalabilen ve buna dayanabilen kızlardan değildi. Bu kadar kızgınlığına ve küslüğüne rağmen babasının, yeni evi için alışveriş yapmalarını istemesi bile şaşırtmıştı genç kadını. Babasının yaşadığı o sinir harbinden sonra, Naz babasının onu hiçbir şeyi olmadan göndereceğini bile düşünmüştü; ama babası bunu yapmamıştı. Üstüne üstlük yaşayacağı evi de babası seçmiş ve kiralamıştı. Ama böyle bir şeyin ilk ve son olacağını da üstüne basa basa ikaz etmiş hiçbir şekilde ekonomik destek sağlamayacağını da bir kızın çeyizine işlediği nakışlar misali ince ince işleyerek belirtmişti.

 Gözleri aradığı küçük çantayı bulduğunda “Evet göndermiştik,”diye seslendi odasına doğru, bir yandan da üst raftaki çantaya uzanmaya çalışıyordu. Çantayla birlikte odasına döndüğünde yatağına oturarak, yatağının üzerindeki küçük kıyafet yığınından birkaç parça kıyafet seçmeye başladı.

 “Madem gönderdik de bunlar ne kızım? Bunları da gönderseydin ya,”diyen Cengiz Bey, hoşnutsuzca kızının valizlerine baktı.

 Burberry, Chanel, Gucci ve daha nicelerini düşününce… Onların, göz bebeklerinin, yanında olması daha güvenliydi.

 “Bunların içinde riske atamayacağım şeyler var baba. Başlarına bir şey gelme ihtimalini kesinlikle göze alamam.”

 Cengiz Beyin gözleri yere serilmiş büyük boy gibi görünen ama aslında orta boy olan valizde, kesinlikle küçük sıfatını karşılamayacak olan geniş makyaj çantasında, dizüstü bilgisayar çantasında, başka küçük bir valizde ve kızının an itibariyle doldurmakta olduğu mini el çantasında dolaştı teker teker. En son bakışları, kızının yeşil bakışlarıyla çakıştı.

 “Taşıyabileceksen benim için sorun yok. Ama… Cebine güvenip de ben adam tutar taşıtırım diyorsan sen bilirsin,”diyen babası sonrasında “Kahvaltı hazır bir an önce gelin de yiyelim,”diyerek odadan çıktı.

 Kendi cebinin hesabı söz konusu olduğunda Naz diken üstünde hissediyordu kendini. Çünkü şimdiye kadar cebine kemer takarak sıkmak zorunda kalmamıştı. Elindeki küçük valiz sanki elini yakmış gibi hemen bıraktı ve bakışlarını valizlerine çevirdi. Bunlar muhakkak uçakta kilo sınırını aşacaktı. Aşacaktı aşmasına ama kilo başı ne kadar tutuyordu ki? Ne kadar tutabilirdi yani? İki üç lira olabilirdi diye düşündü kendince. Bunu düşünürken yeşil bakışları kısıldı ve biçimli kaşları çatıldı. Buna inanamıyordu! Gerçekten inanılmazdı! Şimdiye kadar bir kere dahi kilo sınırını aşmadığı yolculuğu olmamışken nasıl olurdu da kilo başı ne kadar tuttuğunu bilemezdi. Tekrar yerdeki valize bir de elindeki bluzuna baktı. Bu bluz kesinlikle yerdeki bu valize sığacaktı. Sığmak zorundaydı. Kilo aşımına para verecekken bir de eşya taşımak için kimseye ekstra para veremezdi.

 Bluzunu valize koyduktan sonra kapağını kapattı ve şimdi sırada fermuarı kapatmak vardı. Hiç düşünmeden valizinin üzerine oturdu. Fermuarla savaşırken bir yandan da söyleniyordu. Fermuarı kapatır kapatmaz önüne düşen saçlarını, başını geriye atarak savurdu ve valizinin üzerinden kalktı. Gururla valizine baktı. Gerçekten bu derece şişirilmiş bir valizi kapatmak büyük bir başarıydı.

 “Hadi kahvaltıya inelim hanımlar,”diyerek bir annesinin bir de dadısının koluna girmeye yeltendiği sırada annesi durdurdu. Cebinden para çıkararak Naz’a uzattı.

 “Kızım al bunu koy kenara. Yok say bu parayı anneciğim. Çok ihtiyacın olmadan harcama sakın. Baban sonuna kadar haklı da olsa, ne olur ne olmaz, tamam mı kuzum?”

 Anne yüreğiydi işte. Dayanamamıştı Aysun Hanım. Naz, annesinin uzattığı iki yüzlük birkaç banknotu aldı ve önce annesinin yanağına sımsıcak bir öpücük kondurdu. Sonra da yatağının üzerine saçılı durumdaki eşyalarının arasından cüzdanını bularak, elini ısıtan parayı cüzdanına koydu. Böyle bir yardıma kesinlikle ve kesinlikle hayır diyecek lüksü yoktu. Tekrar annesinin ve dadısının koluna girerek onları odasının kapısına yönlendirirken,  nakit para durumundaki sıcak hava dalgalanması yüzüne de yansımış, keyfi biraz daha yerine gelmişti. Kredi kartı olmayabilirdi; ama nakit para durumu şimdilik garantideydi.

 Kahvaltı sessizlik içinde geçerken sadece çatal bıçak sesleri sessizliği bölüyordu ve Naz bu seslere minnettardı. Kendisini çok gerilmiş ve anne babası tarafından azarlanmış küçük çocuklar gibi hissediyordu. O küçük çocuk üstüne üstlük şimdiden sonra da yalnızdı. Olmayan keyfi onu daha fena hâlde yakalamışken iştahı kaçmış çatal bıçağını kenara bırakmıştı.

 Bakışlarını havuza, sonrasında havuzun ötesinde görünen deniz manzarasına çevirdi. Bunu gerçekten çok özleyecekti. Şimdiye kadar hiç tek başına yaşamamıştı. Gideceği yerde de bunun pek eğlenceli olacağını düşünmüyordu. Karşılaşabileceği şeyler aklına geldikçe buz kesiyordu. Acaba aldığı üç kuruş maaşla ay sonunu nasıl getirecekti? Belki de biraz olsun maaşını arttırıp kenara para koyabilir sonrasında da güzel bir tatile çıkabilirdi. Hem neden bu durumu bu kadar kendine işkence hâline çeviriyordu ki? Belki de tatil onun ayağına gelirdi. Belki de maaşını henüz almamışken bunları düşünmek için erkendi.

 “Aman kızım evinde tek başınasın, kendine çok dikkat et. Yemek yapmak konusunda pek tecrübeli değilsin ya anneciğim, biraz öğrenene kadar hafif şeyler yap, olur mu? Başta çok karışık tarifler deneme mesela…”diyen annesinin sözünü babası kesti.

 “Annen kendi kendini zehirleme, demeye çalışıyor.”

 Aynı anda hem Naz hem de Aysun Hanım ona doğru dönmüşlerdi. “Aşk olsun baba. O kadar mı kötüyüm yemek yapma konusunda?!”dedi genç kadın hayretle.

 Cengiz Bey, hiç istifini bozmadan cevap verdi. Belli ki hâlâ kızına karşı tavırlıydı. “Pek tecrübeli değilsin, demek daha doğru. Gerçi pek tecrübe edinmek gibi bir niyetin de yok ya. Dadından ya da annenden birkaç şey öğrenseydin şimdi annen bu konuda meraklanıyor olmazdı.”

 Dudakları istem dışı bükülürken başını başka yöne çevirdi. Babası gerçekten acımasız davranıyordu. O kadar da kötü değildi. Bulunduğu girişimlerde tencerelerin dibini tutturmuş ya da yapacaklarını fazla kızartmış hatta baharatlarını biraz fazla kaçırmış olabilirdi; ama şimdiye kadar kimseyi zehirleyecek duruma gelmemişti!

 Annesi söze başlayınca bakışlarını tekrar annesine yönlendirdi.

 “Yapa yapa öğreneceksin anneciğim, sen bakma babana. Dadınla beraber senin sevdiğin ve kolayca yapabileceğin birkaç yemeği yazdık sana. Yerleşene kadar bir süre de olmazsa dışarıdan söylersin,”diyen Aysun Hanım, Cengiz Beye kızgın bakışlar atmayı ihmal etmiyordu.

 “Hazıra dağ dayanmaz kızım. Bunları yaparken cebinin hesabını yapmayı da unutma,”diye tekrar lafa karıştı babası.

 Aysun Hanım kaşlarını çattıktan sonra sanki eşinin dediklerini hiç duymamış gibi tekrar konuşmaya başladı. “Aman anneciğim kapını bacanı iyi muhafaza et. Haberlerde neler duyuyoruz? Şimdi bir de tek başına kalacaksın. Aklım sende kalacak zaten…”diyerek söze başlayan Aysun Hanımın sözleri bir kez daha Cengiz Bey tarafından bölündü.

 “Aysun, böyle düşünceleri aklında getirip de paranoyaklaşma. Sarıkamış zaten küçücük yer ve merkezinde koskoca tugay var. Elini attığın yer ya asker ya öğretmenmiş. Ne olduğunu anlamadan Naz alışır bile oraya,”diyen Cengiz Bey umursamaz bir tavırla yemek yerken, Naz babasının nasıl olup da biricik kızını kilometrelerce ötelere gönderirken annesi gibi telaş yapmadığına şaşırıyordu.

 “Aman iki laf da ettirmiyorsun Cengiz. Ne kadar rahat bir adamsın?! Biricik evladımız tek başına yaşam kurmaya hazırlanıyor, sen de benim tüm telaşımı ağzıma tıkıyorsun. Pes!”diyerek sitem etti Aysun Hanım.

 Cengiz Bey, sakince çatal ve bıçağını bırakarak arkasına yaslandı. Doğrudan eşine bakarken hâlâ son derece ifadesizdi. “Naz, tek başına hayat kuran ne ilk ne de son kişi. Ama bu derece rahat koşullar altında, kendisi için önceden başkaları tarafından hazırlanmış yaşamına giden ilk kişi olabilir,”derken çayına uzanmış ve rahatça bir yudum almıştı.

 Naz, babasının bu kayıtsız hâlini görmeye daha fazla katlanamayarak başını başka yöne çevirdi.

 “Neyse, kızım biz seninle daha sonra konuşuruz. Belli ki baban konuşmamıza pek izin vermeyecek,”diyen Aysun Hanım da aynı Naz gibi başını başka bir yöne çevirdi.

 Cengiz Bey, iki kadın tarafından kendisine karşı yapılan bu hareket sonrasında annesinin kızı diye düşünmekten alamadı kendisini. Dudaklarında peyda olmaya başlayan gülümsemeyi bastırırken tekrar konuşmaya başladı.

 “Madem sen ve annen konuşmanızı bitirdiniz artık ben konuşabilirim. Harcamaların konusunda daha önceden de söylediğim gibi tüm kredi kartların iptal edildi. Sadece biri dışında. Tabi istersen bu kartı iptal ettirebilirsin; ama belki kullanmak isteyebilirsin diye düşündüm. Fakat… Ödemesi tamamen sana yönlendirilmiş durumda. Şayet olur da ödemeyi geciktirirsen ya da ödeyebileceğin kadar harcamazsan bunun geri dönüşü tamamen sana olacak,”dedikten sonra eşine döndü.

  “Senin yerinde olsam kızımla olan konuşmalarımı şimdi, burada yapardım; çünkü sevgili kızımızın seni arayarak karşılıklı konuştuğunuz her bir dakika, kızının sahip çıkamadığı cüzdanına yansıyacak… Yansımak demişken…- Naz’ın söylenenleri idrak etmek ister gibi kıstığı bakışlarına çevirdi Cengiz Bey bakışlarını. – Her ay kullanım ücretini aşarak gelen telefon faturan sana ait bu kredi kartına otomatik ödeme talimatı ile yansıtılmış durumda. Çene çalmak için harcadığın her bir boşa dakikayı ay sonunda ekstrende faturalandırılmış bir şekilde bulacaksın kızım.”

 Duyduklarıyla önce yutkunmak zorunda kaldı genç kız. Aslında boğazı kupkuru olsa da boğazındaki o koca yumruyu aşağı indirmek istiyordu; ama başarılı olamıyordu. Hiçbir zaman kredi kartı ekstresi ile barışık bir insan olmamıştı, şimdi nasıl olacaktı da ona zeytin dalı uzatacaktı?! Eğer kendi üç kuruşluk maaşı ile ödeme yapacaksa… Allah’ım nasıl olup da alışveriş yapacaktı?! Babasının söylediklerine göre belli ki ilk kemeri telefon faturasına takmalı ve harcadığı dakikaları zincire vurmalıydı.

 “Sana zorluk olmaması açısından elektrik, su ve doğal gaz faturalarını da otomatik ödeme talimatı ile kartına yönlendirdim. Malum sen bu faturalara pek alışık değilsin. Ödemeyi unutman senin için pek hayırlı olmaz. Ay sonu borcunda bunları da takip edersin.”

 Elektrik, su ve doğal gaz… Bunlar pek dert olmasa gerekti. Yani… Şimdilik öyle olduğunu zannediyordu. Tek bir kişi ne kadar su ve elektrik harcayabilirdi ki? Gerçi sıcağı seven bir insan olarak doğal gaz belki problem olabilirdi.

 “Alışveriş yapmak istersen de kartının limitine göre taksitlendirme yaparsın artık. Ama sakın taksit yapıldığında aldığın şeyin sana Kızılay’ın verdiğini zannetme kızım. Bunlara göre de limitini arttırıp azaltmak sana kalmış. Gerçi senin yerinde olsam limiti oldukça aşağı çekerdim.”

 Kredi kartı resmen kelepçelenmişti. Kendi yapacağı alışverişlerini kendi ödemesi demek, Naz’ın mütemadiyen aç yaşaması gerektiği anlamına geliyordu. Duydukları yüzünden kendini hasta gibi hissetmeye başladı. İstem dışı masa örtüsünü sıktığının farkında değildi.

 “Bir de ev kiran var tabi. Sana daha önce verdiğim hesap numarasına her ay düzenli olarak kiranı yatırmayı ihmal etme. Ev sahiplerin oldukça sakin insanlar olsa da sen aksatmamaya bak kızım. Bize de ödemeler konusunda güvenme. Bu bize, deden de dâhil.”

 Bu son olmalıydı artık! Bu kadar şeyi ödedikten sonra bırakın kendi özel alışverişlerinin ücretlerini karşılamayı başta ne yiyip ne içecekti?! Hızla masadan kalktı ve doğrudan babasına baktı.

 “Madem yeni bir hayata başlıyorum... Mutlaka çaresine bakarım,”derken kendi söylediklerine başta kendisi zerre kadar inanmıyordu. Ama inandığı bir şey vardı, bu lafların sonrasında babasından asla para istemeyecekti. Annesini zor durumda bırakmamak için annesinden de isteyemezdi. Ama dedesi konusunda fikirleri biraz muğlaktı. “Ben eşyalarımı toparlamaya gidiyorum,”diyerek koşar adım eve doğru yöneldi. Sinirden gözleri dolmaya başlamıştı. Ayaklarını sertçe yere vururken odasına girer girmez kapıyı kapattı ve sırtını kapının soğuk yüzeyine yasladı.

 Odasına şöyle bir göz gezdirdi. Öyle soğuk görünüyordu ki... Ve bunu hissetmenin verdiği mutsuzlukla bir kez daha yutkundu. Belli ki boğazında takılan, kendisini boğmaktan beter eden yumrunun gitmeye zerre kadar niyeti yoktu. Yaptığı bir hatanın böylesine devlet meselesi havasında büyütülmesine bir anlam veremiyordu. Resmen kendi evinde, yüksek gerilimli bir soğuk savaş ortasında kalmış gibi hissetmekten alamıyordu kendisini. Düşüncelerinin verdiği hoşnutsuzlukla dişlerini sıktı. Buna daha fazla katlanmayacaktı! Onu kendi hayatına yabancıymış gibi hissettirmeye çalışmak da ne demekti?! Babasının yaptığı tam anlamıyla buydu. Her fırsatta idame ettirdiği hayata dair iğnelemelerle karşı karşıya kalmak, şu koskoca hayatta küçücük bir boşluğu dahi dolduramadığı hissine kapılmasına neden oluyordu. Ama bu son olacaktı!

 Başını dik tuttu sinirle. Kendi hayatının iplerini ele alma vakti gelmişti. Bunları yapan her şeyden çok sevdiği babası dahi olsa, buna katlanmayacaktı. Derin bir nefesle doldurdu ciğerlerini ve yatağının yanındaki komodinin üzerindeki telefona uzandı. Yeni bir günde, kendisine ait olan bu hayatı tam anlamıyla kabullenmişken bu hayata dair attığı ilk adım; kendisini kilometrelerce ötelerdeki sürgün yerine götürecek olan uçak için bir taksi çağırmak olabilirdi.

 Son hazırlıklarını tamamladıktan sonra üzerine montunu giyerek aynada kendisine baktı. Oldukça uyumlu, şık ve bir o kadar da rahat görünüyordu. Topuklarının üzerinde dönerek kapıya yöneldiğinde üzgün, şımarık kız çocuğunun yerini adımlarından emin genç bir kadın almıştı. Merdivenlerden inerken son basamakta salonun ortasında ayakta durmakta olan dedesini fark etti. Dedesi garip bir yüz ifadesiyle ona bakarken o da ne olduğunu anlamaya çalışır bakışlarıyla tam dedesinin önünde durdu.

 “Sen dedene küs müsün bakalım, prensesim?”

 Kısılmış bakışları duyduğu ufak şaşkınlıkla açılırken biçimli kaşları kalktı önce, sonrasında dedesinin söylediklerini çürütürcesine gülümsedi.

 “Olur mu öyle şey? Ben sana nasıl küsebilirim ki dedeciğim?”derken kollarını dedesinin boynuna dolayarak yanağına ufak bir öpücük kondurdu. Ardından başını gömdüğü omuzdan kaldırarak hafifçe geri çekildi. Dedesi ise bir an için bahçeye açılan kapıya sonra da torununa bakmıştı.

 “Baban ne derse desin biricik torunumu parasız pulsuz oralara gönderecek değilim. Al bakalım şunu.”diyerek elindeki banknotları uzattı.

 Renk renk banknotları bir arada gören Naz’ın içi bir kez daha rahatladı. Paranın böyle bir gücünün olduğundan bihaber olsa da insanın ekonomik yönden güvencede olması oldukça rahatlatıcıydı. Şu an bunu ilk elden tecrübe etmişti. Hiç itiraz etmeden parayı alarak dünyaları sığdırdığı çantasındaki cüzdanına yerleştirdi ve teşekkür niyetinde bir öpücük daha bahşetti dedesine.

 “Baban duymasın ama,”diye fısıldadı dedesi bu esnada. Naz ise ufak bir kahkaha attı. Babasından ne kadar da çok korkuluyordu böyle? Ama yine de kimse yapacağından geri kalmıyordu. “Duysa benim açımdan da pek iyi olmaz,”derken gülümsemesini saklama gereği görmedi.

 Eşyalarının indirilmesi talimatını verdikten sonra dedesiyle beraber bahçeye çıktı. Anne ve babası havuz başındaki koltuklarda kahvelerini yudumluyorlardı. Dedesi de onlara katılırken genç kız tam önlerinde durdu.

 “Mehmet bıraksın se…”diyen babasının sözlerini “Gerek yok taksi çağırdım. Kendim gidebilirim,”diyen Naz böldü. Bakışları keskin, burnuysa tam olması gerektiği gibi biraz havadaydı.

 O esnada bahçeye giriş yapan bir aracın sesiyle bakışlarını sesin geldiği yöne çevirdi. Taksi gelmiş, eşyaları da çalışanlar tarafından taksiye yerleştiriliyordu. Sonrasında ise yapılacak tek şey ufak vedalardı!

 Önce dedesine sarıldı. Sonra annesine… Sıra babasına geldiğinde önce durakladı. Babası ona hâlâ kızgındı, gerçi sadece babası değildi kızgın ve kırgın olan. Ama böyle dargın ayrılmak içine sinmiyordu. Çünkü ne kadar annesine benzerse benzesin o, babasının kızıydı! Babası onu her daim şımartan, koruyup kollayan, her hatasında ona gülümseyip elinden geldiğince doğruya yönlendirendi. Gerçi son vukuatından sonra gülümsememişti; ama bu derece kızgınlık da fazlaydı.

 “Ne kadar kızsam da sana, başın sıkıştığı zaman ilk beni arayacaksın Naz. Seni beş parasız bırakacak değilim, hesap kartında nakit paran var. O seni maaşını alana kadar idare eder. Gerçi… Annen ve deden de eminim ki destek çıkmışlardır,”diyen Cengiz Bey, yan gözle Aysun Hanıma ve Hilmi Beye bakmıştı. Hilmi Bey, yaramazlık yapmış küçük çocuklar gibi bakışlarını kaçırırken Aysun Hanım doğrudan eşine bakmıştı.

 “Tabii ki de çıktım. Biricik kızım o benim,”derken sanki kızını şimdiden özlemiş gibi bakışlarını kızına çevirdi Aysun Hanım.

 Bakışlarını eşinden çeviren Cengiz Bey, kızına döndü tekrar. Onun üzgün bakışlarıyla karşılaştığında daha fazla sert tavrını koruyamadı. Nasıl koruyacaktı ki? Sevdiği kadınla ortak parçası vardı karşısında. Hem de sevdiğinin tam kopyası olan... Ve dile geldi o parça.

 “Ben… Özür dilerim baba. Farkındayım… Yaptığım şey yanlıştı ve özür dilemek yerine üste çıkarcasına yaptıklarımı savundum…”derken istemsizce dudağını ısırdı genç kadın ve sözlerinin devamını babası getirdi. “O inmek bilmez burnunun dikine gittin. Her zaman olduğu gibi.”

 Babasının söylediklerini kabul edercesine başını eğdi önce, sonrasındaysa masum bakışlarını babasına çevirdi. Babasının buna dayanamayacağını biliyordu ve öyle de oldu. Babası onu kendisine çekerken fırsattan istifade sımsıkı sarıldı ve başını göğsüne yasladı. Cengiz Bey hafifçe geri çekildiğinde o da başını yasladığı yerden kaldırdı. Babası çenesinden tutarak başını havaya kaldırdığında doğrudan bakışları kesişti. Babasının bakışları biraz önceki sert nazarlarının aksine bu kez gülümsüyordu.

 “Senin bu inmek bilmez burnun hiç sürtülmeyecek, değil mi?”derken gülümseyişi daha da büyümüş ve genç kadının burnuna küçük bir öpücük bırakmıştı. Naz’ın gözleri dolarken kendine hâkim olamayarak babasına tekrar sarıldı. Sözcükleri başını gömdüğü göğüste kayboluyordu. “Seni seviyorum baba,”dedi boğuk sesiyle. Cengiz Bey, kızının saçlarına ufak bir öpücük bırakırken kokusunu ciğerlerine doldurmayı da ihmal etmedi. “Ben de seni seviyorum küçük öğretmenim benim.”

 Babasından zorla ayrıldıktan sonra, geriye doğru birkaç adım atarak ailesine ve evine son bir bakış attı. Onlara gülümseyerek zoraki adımlarla taksiye yönelirken babasının sesiyle tekrar onlara doğru döndü. “Her fırsatta bizi aramayı ihmal etme,”demişti babası.

 Duygusal havayı dağıtmak ister gibi ufak bir kahkaha attı. Onları bir daha göremeyecekmiş gibi hissetmesi çok sinir bozucuydu!

 “Üzgünüm; ama artık ben bir devlet memuruyum. Geçindirmem gereken bir evim ve düşünmem gereken faturalarım var. O yüzden siz beni arasanız daha iyi olur,”derken yine kendinden emin ve bilmiş tavrı yerli yerindeydi. Yüzündeki eğri gülümseme de öyle.

 “Madem öyle sen çaldır biz seni ararız; ama merak ediyorum… Hangi devlet memuru o kadar uzun mesafe için taksi çağırır acaba? ”dedi babası da kızının havasına kapılmışken.

 Babasının söyledikleriyle taksiye yan gözle bir bakış attı. Ne kadar tutabilirdi ki?! Ehliyetini aldığından beri zorda kalmadıkça taksiye binmemişti. Rahatına düşkünlüğü sebepti buna. Neyse… Şimdi bunu düşünmeyecekti. “İnsan alışkanlıklarından kolay vazgeçemiyor,”derken gülümsemesi yüzünde büyüdü.

 Babası tarafından affedildiğini bilmek, üzerinden tonlarca yük kalkmış gibi rahatlamasını sağlamıştı. Bu rahatlıkla taksiye doğru yöneldi. Takside yerini aldığında şimdiden çoğalmaya başlayan özlemiyle baktı ailesine. Taksi hareket ederek yola koyulduğunda babasının son kelimeleri yankılandı bir kez daha zihninde. Küçük öğretmenim demişti babası ona. Uzun zaman önce babası ona böyle hitap etmeyi bırakmıştı. Gözlerinde hapis tutmaya çabaladığı bir yaş kayıp düşerken hızla yakaladı onu ve gülümsedi. Görmeyen gözlerle bakışları altında kayan şeritleri izlerken gülümsemesinin büyümesine engel olamadı. Olmadı da. Çünkü artık o, babasının küçük öğretmeni, büyümüştü. Büyümüş ve gerçek bir öğretmen olmuştu.

 ***

 Taksi yolculuğunun ilk on dakikasında yüzünü uzun zaman sonra güldüren güzel duygulara kapılmışken sonrasında geçen her bir dakikada sona yaklaşmanın verdiği panikle telaşı ağır basmıştı. Asık yüzüne eşlik eden kafasındaki kaosla, yaklaşık yarım saat süren taksi yolculuğunun sonuna gelmişken derin bir nefes alarak şoförün olduğu tarafa çevirdi başını. Gözüne takılan bir şeyle önce gözleri kısılırken, taksi şoförü aracı durdurmak için frene bastığında o gözünün önündeki dehşet manzarasıyla boş bulunarak hafifçe silkelenmişti. Gözleri yuvalarından çıkarcasına açılırken aldığı nefesi verememişti bile! Taksimetrenin rakamları, tüm halkı hazırlıksız yakalayıp bir anda fırlayan dolarla yarışır durumdaydı. Dolar bile bir anda bu kadar tavan yapmış olamazdı!

 Şoför sanki Naz taksimetredeki cüzdan yakan rakamı görmüyormuş gibi ücreti söyleyince, genç kadın vücudundan ufak çapta bir elektrik geçmiş gibi ürkerek kendisine gelmişken hızla başını çantasına gömerek cüzdanını buldu ve banknotlarından birinin ellerinden kayıp gidişini çaresizce izledi. Ardından hızla taksiden indi. Eşyalarını alarak iç hatlar girişine doğru ilerlemiş güvenliğin olduğu yere ulaşmıştı. Sıra kendisine geldiğinde valizini X-ray cihazına koymak için valizinin kulpunu kavradığında büyük bir çaba sarf ederek kaldırmayı denedi. Ama valizi birkaç santim yerden havalanmak dışında hiç hareket etmemişti. Taksiden sonra yaşadığı ikinci şaşkınlıkla valizine baktı. Bunun içini bu kadar doldururken aklının nerede olduğunu düşündü bir an! Belli ki kendisinin taşıyacağı, valizlerini doldururken zerre kadar aklına gelmemişti.

 Bir kez daha kaldırmayı denedi ki denemek değil düpedüz çabalamaktı ve boşa bir çabaydı, bileğinin acısıyla hafifçe inleyerek valizini bıraktı. Bileğini eliyle ovuştururken duyduğu bir sesle başını kaldırdı. Karşısında tanımadığı bir adam duruyordu ve mavi bakışlarında yansıyan bir ilgiyle kendisine bakıyordu.

 “Yardımcı olmamı ister misiniz?”

 İster miydi? Hem de nasıl?! Tekrar valizlerine çevirdi bakışlarını ve adama baktığında çok ağır oldukları hakkında adamı uyarmak geçse de içinden, adamın uzun boyuna orantılı fit vücudunu gördüğünde uyarmanın gereksiz laf kalabalığı olacağını düşünerek büyük bir memnuniyetle konuşmaya başladı.

 “Aslında… Çok iyi olur.”

 Gerçekten de memnundu; çünkü eğer bu kurtarıcı çıkıp da kaslı kollarıyla imdadına koşmasaydı babasının dediği gibi parayla taşıtacak birilerini bulması an meselesiydi. Valizler sonrasında yaşadığı bu ufak mutlulukla kendisini de adamın kollarına atabilirdi. Yani… Son zamanlarda yaşadığı onca stresli günlerden sonra, bu mutluluk onu nasıl bir hâle getirmişti? Nasıl hâllere düşmüştü? Bu duyguları es geçerken, adamın kolaylıkla kaldırdığı valizlerine baktı. Onlar da kendisi gibi hâllerinden oldukça memnundular.

 X-ray cihazından geçtikten sonra kurtarıcısına teşekkür ederek check in işlemlerini yaptırmak için gişelere yöneldi. Tartılan valizleri gördükçe kendisini düşünmekten alamıyordu. Manikürlü parmaklarını saçlarının arasından geçirirken geriye doğru attırarak hareli yeşillerini valizlerine çevirdi. Durum vahim görünüyordu. Sıra kendisine geldiğinde işlemlerini yaptırdı ve kaçınılmaz son olan valizleri tartının üzerine koymak vardı sırada. Derin bir nefes alarak kaldıramayacağından emin olduğu valizin kulpuna uzandığında duyduğu sesle durdu. İşte yine o sesti! Derin bir oh çekerken sanki valizler kendinin değilmiş gibi hafifçe uzaklaştı.

 “Ben hallederim,”diyen adam valizlerini itinayla tartının üzerine koyarken bakışları genç kadındaydı; ama Naz bunun zerre kadar farkında değildi. Onun gözleri çıldırmışçasına, ivmesiz bir şekilde hızla artmakta olan, tartı üzerindeki sayısal değerlerdeydi.

 “Kırk iki kilo bagaj fazlanız var, Naz Hanım,”diyen görevlinin sesiyle bakışlarını, bunun sorumlusu görevliymiş gibi hızla ona çevirdi.

 Duyacağı cevaptan ne kadar korksa da “Fiyat olarak… Ne kadar tutuyor?”diye sordu. Sordu sormasına ama duyduğu cevap bir an için cüzdanında soğuk hava dalgaları estirmeye yetmişti.

 “Toplamda iki yüz on lira.”

 Dili lal olmuşçasına hemen cüzdanını çıkardı. Yapacak bir şeyi yoktu. Bu eşyaların hepsi onunla beraber gelmek zorundaydı ve ötesi yoktu. Ama neden zararlı çıkan moda aksesuarları fuarından aldığı yüzde yüz deri cüzdanı oluyordu?!

 Ödemeyi yaparak biletini aldıktan sonra kafasında, cüzdanında kalan banknotların hesabını yaparken kurtarıcısını hatırlayarak başını kaldırdı. Adamın mavi bakışları üzerinde geziniyordu.

 “Size gerçekten de çok ama çok teşekkür ederim. Bugün beni kırk kilo üzerindeki bir yükten kurtardınız,”dedi samimiyetle tebessüm ederek ve devam etti. “Bu iyiliğinizin karşılığında size bir kahve ısmarlayabilirim isterseniz.”

 Bu normalde olsa yapacağı bir şey değildi; ama bu adam ona gerçekten yardımcı olmuştu. Adamın cevabını beklerken adamın yüzünde peyda olan üzgün gülümsemeye takıldı bakışları.

 “Aslına bakarsanız çok iyi olurdu; ama...” derken mavilikleri içtenlikle bakıyordu. “Uçurmam gereken bir uçak var ve ben ilk defa bir uçuş için istekli değilim.”

 Karşısındaki adamı bir kez de öğrendiği yeni bilgilerle tarttı. Sesindeki boğuklukla pilot olmaya adaydı; ama görünüm itibariyle bir uçak kokpitine kapatılamayacak kadar yakışıklıydı. Yine de bir uçak haricinde bir uçak dolusu genç kadını da çok rahat uçurabilirdi. Gerçi kendisi bunun şu ana kadar farkına varmamıştı. Adamın sözünü devam ettirmesi için cesaret verircesine gülümsedi.

 “Sizin bulunduğunuz uçağın uçuşunda olmayı ve sizi güvenle varmak istediğiniz yere ulaştırmayı çok isterdim.”

 Bir bayanı beğenerek ona yaklaşımda bulunmak ayrıca bunu kibarca belli etmek elbette ki doğaya aykırı bir durum değildi. Naz, güzel bir kız olduğu ve beğenildiği için de adamı suçlayamazdı. Ama zaman yanlıştı. Çünkü Naz’ın aklı, bozuk musluk suyu gibi cüzdanından akıp giden paraya takılmışken ve olmayan keyfi bu durumla iyice kaçmışken kurtarıcısı pek dikkatini çekmiyordu. Ve evet! Naz bu adamın bir pilot olduğuna gerçekten inanmıştı. Ama can güvenliğinden zerre sakınmayan bir pilottu hem de. Çok yüksek irtifada uçuyordu. Ama iniş takımlarını açamadan piste çakılması an meselesiydi.

 “Bu durum benim için güvenli olsa da sizin için olmayabilirdi,”derken sözlerinin anlamını yumuşatmak için küçük bir kahkaha atmıştı. Kurtarıcısına karşı sert olmamalıydı. “Tekrar teşekkür ederim. İyi uçuşlar,”diyerek adamın bir şey söylemesine fırsat vermeden ikinci geçişe doğru ilerlemeye başladı. Birileri tarafından izlendiği hissiyse tüm sırtında varlığını hissettiriyordu.

 İkinci geçiş sonrasında biletine bakarak uçağının yolcu alacağı kapı numarasına doğru ilerledi. Bu ilerleyiş sırasında telefonu çalmaya başladı. Anne ve babası olmalıydı. Bu hengame içinde onları aramayı atlamıştı.

 “Anneciğim,”diyerek açtı telefonu.

 “Kızım ulaşabildin mi hava alanına? Saat kaç oldu aramadın da merak ettim.”

 Gözleri kapı numaralarını tararken kısılmıştı ve aradığı numarayı görünce oraya doğru yürümeye başladı. “Ulaştım da ulaşana kadar ne badireler atlattım. Cüzdanımı tırtıklayan bir taksici yetmezmiş gibi, yine cüzdanımla beraber beni de benden almaya niyetlenen bir gişe görevlisiyle karşı karşıya kaldım. Uçaktan indikten sonra nelerle karşılaşırım… Şu an bunları düşünmek istemiyorum ve sen anneciğim… Biricik kızını bu konuda uyarmalıydın,”diyerek kapının bulunduğu salona giriş yaptı. Çoğu yer dolu gibi görünüyordu.

 “O kadar eşyayla taksiye binmen iyi oldu annem. Gerçi keçilik yapıp da taksi çağırmış olmasaydın bizimkilerden biri seni bırakabilirdi; ama neyse… Sen paraya sıkıştığında ben sana gönderirim.”

 Son cümlesini söylerken gizli saklı iş yapan birinin edasıyla sesini kısmış fısıltıyla konuşmuştu annesi. Bu ses tonunun kulağına gelişi öyle hoştu ki gülmeden edemedi. Annesi hiç yapmadığı şekilde babasının arkasından iş çeviriyordu.

 “Babana bakma sen! Tüm hesapları kontrol ediyor olabilir; ama onun kontrol edemediği şeyler de var.”

 Bu lafın üzerine kalabalığı hiçe sayarak kahkaha atmadan edemedi. Demek ki evlat söz konusu olduğunda insan, eşine bile karşı gelebiliyordu. Yine de annesini zor duruma düşürecek değildi.

 “Baban da iyi kızım. Sen gittin diye ev bir boş kaldı,”diyen annesinin sesi yükselmişti. Belli ki babası şu an olay mahalline intikal etmişti.

 “İkinizi de çok öpüyorum anneciğim. Ben ararım sizi indiğimde,”derken boş bir yere oturdu.

 Anne ve babasının konuşma sesleri telefonun gerisinde duyulurken orada olabilmeyi diledi içten içe. Ama bu yola çıkmıştı bir kere. Görüşmeyi sonlandırmasının ardından, telefonun kararmış ekranına dalgın gözlerle bakarken aynı anda telefonu tekrar çalmaya başladı. Daldığı denizlerden çıkarken önce irkildi, sonrasında ışıklanmış ekranda yazan ismi görünce hafifçe gülümsedi ve ekrana dokunarak cevap verdi.

 “Efendim?”

 Telefonun ucundan gelen çekici erkek sesi havaalanında yankılanan anonsa karışırken, o ses söyleyeceklerinde durakladı. Tekrar konuşmaya başladığında sesteki şaşkın ve hafif kızgınlık tınısı seçiliyordu.

 “Sen havaalanında mısın Naz?!”dedi hayretle.

 “Evet, Orkun havaalanındayım. Gideceğimi biliyordun. Neden bu kadar şaşırdın?”

 Bunları söylerken gözleri dalgınca çaprazında oturan adamın gazetesine takılmıştı. Hareli yeşilleri görmeyen gözlerle manşet haberlerinde gezinirken farkında olmadan önüne dökülen bir tutam koyu kestane saçıyla oynamaya başladı.

 “Gideceğini biliyordum; ama… Ama o günün bugün olduğundan haberim yoktu,”derken Orkun’un sesi yükselmiş olsa da sonrasında dudaklarından dökülen kelimelere yansıyan tını daha çok üzgün gibiydi. “Bana haber verebilirdin. En azından… Seni havaalanına bırakırdım.”

 Saçıyla oyalanan eli bir an olsun asılı kalmış olan Naz, önce derin bir nefes verdi. Sonra aklına gelenlerle ufak bir kahkaha attı.

 “Evet, haklısın. Taksiciye verdiğim paradan kurtulmuş üstüne üstlük de valizlerimi taşıması için bir kurtarıcı beklemek yerine bunların hepsini senin üzerine yıkabilirdim.”

 “ Senin için yapabileceklerim bunlarla mı sınırlı yani? Sadece eşya taşıtmak ve taksi parasını bedavaya getirmek için mi seçenek dâhilindeydim. Aman ne güzel… Kullanılmaktan son anda kurtulmuşum,”derken Orkun’un sesinden gülümsediği anlaşılıyordu. “Ama yine de senin tarafından kurtarıcı olarak anılmak da gurumu okşar, hoşuma giderdi.”

 Naz, bir kısım bakışların üzerinde olduğunu fark etmeden hafif bir kahkaha daha atmıştı.

 “Üzgünüm; ama o unvanı başkasına kaptırdın.”

 Karşısındaki ses önce cevap vermese de sonra derin bir nefes verme sesi duyulmuştu.

 “Nedense… Hiç şaşırmadım,” diyen Orkun, sesini ifadesiz tutmaya çalışmıştı.

 Naz’sa çoktan gizlenmeye çalışılan duyguların farkına varmıştı. “Babamı yüz yüze bıraktığım o sahneden sonra, tekrar seninle karşılaşmasına neden olmam pek hoş olmazdı,”derken sesi ciddiydi.

 “Seni o durumda bıraktığım için… Gerçekten üzgünüm.”

 Adamın sesinden kendisine yayılan üzüntü hissiyle biçimli kaşları çatılmıştı Naz’ın. Adam gerçekten içten ve samimiydi. Belli ki gidiyor olmasına da gerçekten üzülüyordu. Ne vardı sanki ona karşı bir şeyler hissediyor olsaydı!

 “Hiçbir şeyin sorumlusu sen değilsin. Hatalı olan biri varsa o da benim. Hatamın cezasını da çekiyorum şimdi.”

 Adam bir süre ne söyleyeceğini düşünüyormuş gibi susmuş, araya sessizlik girmişti ki bu sessizliği adam bölmüştü.

 “Şimdi çıkıp yanına gelsem… Sana geç kalır mıyım?”

 Duyduklarıyla bir an için ne diyeceğini bilmez hâle gelmişti genç kadın. Söyleyebileceği tüm kelimeleri zihninin kıvrımlarında gizlenmişti sanki. Söyleyebilecek hiçbir şey bulamıyordu. Tek isteği kırmadan bu işten sıyrılmaktı.

 “Sen yola çıktığında… Gitmiş olurum,”diyebildi sadece.

 Onun yanına gelmesini istemiyordu. Geldiğinde onun o üzgün bakışlarıyla karşılaşmak istemiyordu. Çünkü onunla aynı duyguları paylaşmadan bu şekilde karşı karşıya gelmek… Kendisini adi hissettiriyordu.

 “Peki… Bir şeye ihtiyacın olduğu zaman, maddi manevi, araman yeterli. Senden tek istediğim şey…”

 “Benden bir şey isteme!”diye çıkıştı. Farkında olmadan sözler bir anda ağzından çıkmıştı. Çünkü söylediklerine değil, bu sözleri söylerkenki kulağına gelen sesin duygusal ağırlığı sırtına yükler yüklemişçesine vicdanını ağırlaştırmıştı. Bu çıkışıyla ne kadar pişman olursa olsun söylenen sözler geri alınmıyordu.

 “Sadece… Kendine dikkat etmeni isteyecektim,”diye mırıldandı Orkun.

 Adamın sesi bu kez, azarlanmış bir minik oğlan çocuğu gibi geliyordu genç kadının kulaklarına. Orkun’un bu sözleriyle, pişmanlığı daha da artarken farkında olmadan tuttuğu nefesini bıraktı. Yavrusuna dayanamayan bir anne gibi sesini yumuşatarak konuşmaya çalıştı.

 “Böyle çıkıştığım için… Üzgünüm. Ama… Çabalamaktan yorulmadın mı?”

 Kulağına gelen ses bu kez kati ve sertti. “O günün bugün olmadığını sana söylemiştim. Bir şeyleri kırıp dökmeden bu konuyu kapatalım lütfen… Sen kendine dikkat et, o bana yeter ve bir şeye ihtiyacın olduğunda araman yeterli.”

 Bezginlikle ve ne diyeceğini bilmezce derin bir nefes alırken uçağının anonsunu duydu ve uçağa biniş yapacağı kapıdaki hareketlilik dikkatini çekti. Bu fırsattan yararlanarak “Peki. Şimdi kapatmalıyım, uçağa yolcu alımı başladı. Hoşça kal,”diyerek adamın konuşmasına izin vermeden telefonu kapattı. Kendisini yeni hayatına taşıyacak olan uçağın kapısına doğru yönelirken bazı şeyleri geride bırakmanın ne kadar zor olduğunu geçiriyordu içinden. Çocukluğunun geçtiği evi… Sevdiğin insanları… Ve âşık olduğun şehri… 

***

 Louis Vuitton marka valiz takımını çekiştirmeye uğraşırken gerçekten de hayattan bezmiş hissediyordu. O an, evrende ne olursa hepsi üst üste tüm zamanlar çuvala girmişçesine aynı anda olmalı, yasasına uygun bir şekilde çantasında telefonu çalmaya başladı. Bir an için durup telefonunu aramaya koyuldu. Gerçi bu konuda pek başarılı olamıyordu. Galaksilerin bulunduğu çantasında açılan bir kara delikte kaybolmuş olmalıydı telefonu. En sonunda karanlıktan aydınlıklara çıkan telefonunu kulağına götürdü. Arayan babasıydı.

 “Kızım kaç saattir neden telefonun kapalı senin?!”diyen babasının sesi merak doluydu.

 Nasıl olmayacaktı ki? O kadar saattir uçağın içinde sıkışmış bir şekilde hiç istemediği bir yere ulaşmayı bekliyordu. Uçak da bunu anlamış gibi onu götürmeyi reddediyordu adeta. Rötara eklenen birkaç yolcunun sorumsuzluğu ile bu saate kadar uçakta kapalı kalmışlardı. Kalkmak bilmediği gibi inmek de bilmemişti! Telefonunu kulağı ile omzunun arasına sıkıştırarak valizlerine asıldı ve yürümeye başladı.

 “Uçuşla ilgili bir aksilik oldu babacığım.”

 Hem telefonunu bulunduğu konumda tutmak hem de ilerlemeye çalışmak için oldukça çaba sarf etmesi gerekiyordu ki bunu yaparken otomatik kapılardan dışarı çıkmıştı. Kars’ın sonbahara rağmen buz gibi olan havası yüzüne çarptığında ayak parmaklarından saç tellerine kadar ürperdi. Ne kadar da soğuktu böyle! Yaza âşık bir kadın için yaşanması zor bir yer olacaktı şüphesiz. Bunun dışında çok kolaydı ya, tek zorluğu hava çıkaracaktı!

 Bir an için durarak göz ucuyla baktığı çevrede, pek çok ulaşım aracı görünse de taksi yok gibiydi. Yeşil gözleri civarda bulunan tek boş görünen taksiyi seçtiğinde avına yaklaşan panter edasıyla çevik hareketlerle tekrar yürümeye başladı. Babasının sözlerine odaklanamadan yürürken telefonu düşmesin diye başını bulunduğu pozisyondan kaldıramıyordu. Hava da kararmaya yüz tutmuşken böyle bir yerde karanlığa kalmak istemiyordu. Havaya bakılırsa saat beşe gelmiş olmalıydı. Adımlarını hızlandırırken farkında olmadığı bir cismin varlığıyla geriye doğru bir adım atmak zorunda kalmıştı. Hissettiği hafif acıya bakılırsa görünmez bir dağa çarpmış olmalıydı. Çarpmanın ivmesiyle, valizlerini tutmasını sağlayan güç kırıntısı da un ufak olmuş, eşyaları ellerinden kurtulurken telefonu da onlarla beraber yere düşmüştü. Farkında olmadan ufak bir çığlık atarken hissetmeyi beklediği sinir harbini engellemek istercesine elleriyle yüzünü kapattı. Ne zamandır kendini tutuyorken duyguları iplerinden kurtulmuş gibi kendilerini salmış, bunun göstergesi olarak Naz ayaklarını birkaç kez sinirle yere vurmuştu. Başını hızla kaldırırken yeşilleri ateş saçıyordu.

 “Biraz dikkat edemez misiniz?!”

 Görünmez olan dağ önce Naz’a derin maviliklerindeki şaşkınlıkla bakmıştı. Sonrasındaysa bakışları kısılmış ve ona eşlik eden kalın ama biçimli kaşları hafifçe çatılmıştı.

 “Pardon; ama anlayamadım.”

 Adama eşlik edercesine genç kadının da yeşilleri kısılmıştı. Anlaşılmayacak bir şey mi söylemişti?! Bunu dillendirmekten de çekinmedi.

 “Anlaşılması zor bir şey söylediğimi zannetmiyorum!” derken başını yana doğru eğmişti.

 Adam ise duyduğu şeylerden eğleniyormuş gibi yüzünde yavaş yavaş ortaya çıkan bir gülümseme oluşmuştu. Bu gülümsemeyle bembeyaz olan düzgün dişlerinin bir kısmı ortaya çıkmıştı; ama söylediklerinde bu tepkiyi verecek ne gibi bir anlam gizli olabilirdi ki? Bir an için adamın espri anlayışından şüphe duydu.

 “Şu anki pozisyonumun farkındaysanız, dikkat etmesi gereken asıl kişi sizsiniz.”

 Hafifçe geri çekilerek adamın duruşuna baktı hızla. Adamın sırtı kısmen kendisine dönüktü ve Naz’la konuşabilmek için kısmen de olsa başını çevirmişti. Bu durumda… Adama çarpan kendisinden başkası değildi! Ama bu bahane de değildi. Yüzü sinirlerine eşlik eden soğuk havayla hafifçe kızarmıştı.

 “Hayır, dikkat etmesi gereken kişi sizsiniz. Ne kadar size çarpan ben de olsam… Acelesi olan insanların önüne çıkmasanız daha iyi olur.”

 Kimsenin laflarını sineye çekmeye niyeti yoktu. Özellikle de şu durumda! Fakat açtığı taarruz ateşine karşılık alması pek de uzun sürmemişti.

 “Bana kalırsa, siz etrafınıza biraz olsun dikkat ederseniz hem sizin hem de toplumun sıhhati için daha iyi olur.”

 Adamın yüz ifadesindeki eğlenen havaya eklenen alaycı ses tonu, soğuk havanın etkisi dışında bir ürperti salmıştı içine. Bunda etkili olan bir diğer şeyse kesinlikle adamın kısılmış olsa da ışıl ışıl olan mavi gözleriydi; ama genç kadın bunu fark edecek durumda değildi. Başını hırsla çevirirken dalgalı saçları savrulmuş ve genç kadın eşyalarını toparlayabilmek için yere eğilmişti. Aslında asıl amacı eşyalarını toparlamak değildi, asıl amaç kendisini o adamın eğlenen yüzünü parçalamaktan alıkoymaktı.

 “Yardımcı olmamı ister misiniz?”

 Yardım mı?! Sözlerinin üzerine söz söyleyip içinde artarak çoğalan sinir çığlıklarını desibellerce arttırsın diye mi? Hayır!! Başını eğildiği yerden adama doğru çevirdi. Adam bu pozisyondan, ufak bir dağ gibi görünüyordu. Ama asla görünmez bir dağ gibi değildi.

“Hayır. Teşekkürler; ama en azından bir konuda anlayışlı olduğunuzu görmek güzel.”

 Yardımı reddeden sözlerinin aksine aslında acınası şekilde yardıma ihtiyacı vardı. Oradan oraya bir şeyler sürüklemekten oldukça yorulmuştu ve şimdi kasları bunu haykırırcasına acı acı ağrıyorlardı. Adam, Naz’ın sözlerini dikkate almadan yere eğilerek valizlerini kaldırdı.

 “Yardıma ihtiyaç duyan her bayanın yardımına koşar mısınız?”

 Aslında şimdi bu adama minnettar olmalıydı ve adam şu an ona ters tepki de verebilirdi. Böyle şeyler olsaydı çok normal karşılardı; ama… Ama adam yüzündeki çekici gülümsemeyle dalga geçer gibi ona baktıkça hiçbir şey normal gelmiyordu.

 “Her işi aynı anda yapabileceğine inanıp da bir yandan valizlerini bir yandan da telefonunu idare etmekte olan bayanlara her zaman.”

 Ve bu adam kendisine böyle bakarken ortamda komik bir şey varmışçasına yüzüne yapışan gülümsemeyi saklama gereği bile görmemesi, Naz’ın gergin olan sinirlerini hepten kırılma noktasına getiriyordu. Bu kadar komik bir durumda ve hiç tanımadığı birini eğlendirecek bir hâlde olduğunu fark etmemişti! Madem adamın eğlenmesini sağlamıştı, bu durumdan kendisi de biraz olsun eğlenebilirdi.

 “Madem çok yardımseversiniz, arkanızdaki taksiye eşyalarımı taşıyabilirsiniz,”derken bu kez o da şirince adama gülümsüyordu.

 Adamın önce taksiye sonra tekrar kendi yeşilliklerine çevrilen bakışlarından sonra, Naz’ın beklemediği bir şey oldu. Adam… Adam kahkaha atmıştı! Ufacık dahi olsa sinir bozucuydu.

 “Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemem; ama o taksi benim. Siz bana çarpmadan önce binmek üzereydim.”

 Belli etmese de kendi kendine kızdı. O kadar mı dikkat etmemişti önüne? Adamın sözleriyle boşta başka taksi aramak için bakışlarını çevrede gezdirdi. Çıkışın kalabalık durumuna bakılacak olursa pek çok uçak yeni iniş yapmış olmalıydı ve etrafta boş taksi görünmüyordu. Üşüyen ellerini soğuktan kurtarmak istercesine dudaklarına götürerek hafifçe üflerken adamın sesi geldi kulaklarına.

 “Eğer başka bir taksiyi beklemek istemiyorsanız… Taksimi sizinle paylaşabilirim.”

 Çevreyi tarayan bakışları adamın bakışlarıyla çakıştı. O bakışlarda kurtarıcısı olan o pilotta olduğu gibi bariz bir ilgilenme ya da beğeni pırıltısı yoktu. Sadece yardımcı olmaya çalışan bir adamın nazarlarıyla bakıyordu. Dudakları durumla eğlendiğini belli edercesine kıvrılmış olsa da genel yüz ifadesi gayet ciddi görünüyordu. Bu adamın kim olduğunu bilmeden nasıl bir taksiyi paylaşırdı? Ama yeni bir taksiyi beklemeyi ne bünyesi kaldırırdı ne de gerilmiş sinirleri!

“Sanırım bir süre bana dayanabilirsiniz,”diyerek gülümseyen adam düşüncelerini bölmüştü.

 Adama bakan bakışları hafifçe kısılırken dudaklarında düşüncelerini onaylarcasına bir gülümseme belirmişti. Bu düşünceler cüzdanını içeriyordu. Ödemesi gereken tutarı da böylelikle, adam sayesinde,  yarıya indirerek cüzdanını az da olsa rahatlatabilirdi.

 “Kısa bir süre için katlanabilirim galiba.”

 Cüzdanı için bunu yapabilirdi. Yüzündeki gülümseme sinsi bir hâl alırken tüm eşyalarını adamın almasına keyifle göz yumdu ve taksiye bindi. Adam da sonrasında taksiye binmişti.

 “Ben Sarıkamış’a gideceğim, o yüzden önce hanımefendiyi bırakalım,”diyerek taksiciye yöneltilmiş olan adamın sözleri  “Ben de Sarıkamış’a gideceğim,”diyen Naz tarafından kesildi.

 Aslında adamın ilk önce onu bırakmaları için yapmış olduğu teklif, şaşılacak olsa da biraz keyfini kaçırmıştı. Çünkü aksi olsaydı, ilk bırakılmak için inat edip ufak bir yaygara çıkarabilirdi. Adamınsa taksicide olan bakışları kendisine yöneldi cevabı üzerine. Başını sallayarak onayladı.

 “Madem ikimiz de Sarıkamış’a gidiyoruz önce beni bırakın,”dedi adam taksiciye doğru.

 İşte beklediği fırsattı bu!

 “Üzgünüm; ama bu teklifinize itiraz etmek zorundayım. Mümkünse önce beni bırakın. Yeterince uzaktan gelmişken daha fazla yol çekmek istemiyorum,”diyerek oturduğu koltukta hafifçe adama doğru döndü. Adamın yüzünde bu kez bir gülümseyiş yoktu neyse ki; ama genç kadına istediğini vermeyeceği de belliydi.

 “Ben de üzgünüm; ama maalesef ki bu mümkün değil ve uzaktan gelen sadece siz değilsiniz. Benim de mesai bitmeden gitmem gereken yere ulaşmam lazım. Zaten tahmin ettiğim saatin fazlaca gerisindeyim.”

 Naz, bir şeyler söylemek için hazırlanırken ağzından çıkmak için hazır olda duran tüm kelimeler adamın sonrasında söylediği sözlerle kalakaldı.

 “Eğer bu size uygun değilse… Başka bir taksiyle yolculuğunuza devam edebilirsiniz.”

 Bu sözler kafasındaki tüm düşüncelerini alt üst edebilirdi. Başını olumsuz anlamda sallayarak adamın söylediklerini onaylamak zorunda kaldı. Sonrasında adam tarafından kendisine bahşedilen gülümsemeyse kâbus gibiydi!

 Genç adam gitmek istediği adresi bir tugay olarak belirtirken, Naz da adresinin yazılı olduğu kâğıdı taksiciye uzattı ve böylece yol arkadaşı olarak geçirecekleri yaklaşık yarım saat sürecek olan yolculukları başlamış oldu.

 Yolculuğun bir kısmı geride kalmışken ortama sessizlik hâkimdi. Yol boyunca hangi frekansta duracağını karar veremeyen radyonun sesi dışında hiç ses yoktu. Bu durum oldukça rahatsız edici görünüyordu. Gözlerinin önünde, sürekli kaymakta olan yolu izlerken kendini çok çaresiz ve yalnız hissetmişti. Bir takside kendisine karşı tehlike arz edip etmediğini bilmediği bir adamla yolculuk ediyordu, üstüne üstlük kendisine bir şey olması hâlinde sığınabileceği hiçbir tanıdığı yoktu. Yalnızlık hissine eklenen ağlama isteğiyle savaşarak kendini toplamaya çalıştı. Belki de biraz kafasını dağıtmak için insan sesi duyması iyi olabilirdi.

 “Askerlik için mi geldiniz?”diye sordu sırf ortamda ses olsun diye. Söylediği sözler üzerine adam dışarıyı seyretmekte olan gözlerini Naz’a doğru çevirmişti. “Evet, askerlik için.”

 Aldığı cevapla ne gariptir ki Naz, kendisini adama karşı yakın hissetmişti. Belli ki o da istemediği bir yere sürgün edilmiş, sırf bu yüzden sevdiklerinden ayrılmıştı.

 “Yeni bir yere alışmak zaten zorken özellikle de sizin için daha zor olmalı,”dedi Naz sohbeti sürdürmeye çabalarken. Kendi durumu için pek tabii katlanılabilir olabilirdi; ama şartlar askerlik yapmak için buralara gelen bir erkek için daha çetin olmalıydı. Kesin bir fikri olmasa da tahmin edebiliyordu.

 “Hayır, benim için pek de zor değil. Alışkınım,”diyen adamın biçimli dudakları hafifçe kıvrılmıştı. Sorularına aldığı kısa cevaplarla Naz, kendisinin adamın ağzından lafları cımbızla aldığı hissine kapılmıştı.

 ”Sanırım pek konuşkan değilsiniz,”demekten alıkoyamadı kendisini. Bakışları hissetmekte olduğu duygulardan oluşan hoşnutsuzlukla kısılmıştı. Adamsa, genç kadının yüz ifadesinin aksine gülümsemeye devam ediyordu.

 “Sadece… Diğer sorduğum sorulara da tarafınızdan olumsuz tepkiler alınca, şimdiden sonra sohbet açılması hâlinde olumlu karşılıklar alacağımdan şüphe duydum,”

 Laflarını kendinden emin bir şekilde söylerken gülümsemesi daha çok genişlemişti. Kelimelerse tane tane dökülüyordu dudaklarından. Telaffuzu aşırı derece düzgündü ve ses tınısında dudaklarındaki çekici gülümsemenin izlerini taşıyordu. Ancak Naz’ın aklı, hâlâ nasıl oluyor da kendi yüz ifadesi bir şeyleri sorgularken adamın böylesine rahat gülümseyebildiğindeydi. Bu gülümseme yok olmuyor muydu hiç?!

 Naz, yüz ifadesinin nasıl bir hâl aldığının farkında olmasa da adam bu yüz ifadesini dikkate alarak konuşmaya başladı tekrar.

 “Madem sohbet etmek istiyorsunuz… Açıklayayım. Mesleğim sebebiyle yeni yerlere yerleşmeye alışkınım. Peki, sizi buralara sürükleyen nedir?”

 Naz, adamın mesleğini tahmin etmeye çalıştı. Adamı bir gökdelen binasında emirler yağdıran herhangi bir departmanın müdürü olarak düşündü. Sürekli seyahat etmesi gerekiyor olmalıydı.

 “Ben de mesleğim sebebiyle buradayım; ama benim sürekli mekân değiştirmeye pek alışık olduğum söylenemez.”

 “Öğretmen misiniz?”demişti adam bir çırpıda.

 Adamdan aldığı cevabın bu kadar çabuk olması Naz’ı şaşırtmış, tespitinin doğruluğuysa ilgisini çekmişti.

 “Çok mu anlaşılıyor?”diye karşılık verdi. Adam bir an için gözlerini kapatarak başını olumsuz anlamda sağa sola salladı. “Bir bayan doğuda bulunuyorsa geneli ya hemşiredir ya da öğretmen; ama aslında bakarsanız hayır, bir öğretmene hiç benzemiyorsunuz.”

 Aldığı karşılıkla biçimli kaşları çatılan Naz, kendisini sormaktan alıkoyamadı. “Böyle düşünmenizi sağlayan nedir?”

 Adamın yüzündeki tebessüm büyümüş ve tek kaşı haylaz bir ifadeyle havalanmıştı. “Benim bildiğim bir öğretmen sizin eşyalarınızı koymak için kullandığınız valizinizin fiyatıyla bir ay boyunca geçinebilir.”

 Onunla sohbet etmeye çalışmakla hata etmişti! Ayrıca adamın bu sözleri babasının sözlerine yapılan bir vurgu gibiydi. Gevşeyen sinirleri tekrar gerilmeye başlarken başını çevirerek camdan dışarıya doğru baktı. Kendisini hiç tanımayan bir yabancı, nasıl oluyordu da söylediği bir cümleyle farkında olmadan şu çektiği sıkıntılı günlerin sebebine vurgu yapabilirdi?

 Adamın “Adınız nedir?” sorusunu göz ardı ederek düşüncelerinde boğulmaya devam etti. Anlaşılan o ki bu yalnız hissetme olgusu ona müstahaktı. Çünkü bu duyguyu ufak bir sohbetle gidermeye çalışmış ve sonu hüsranla sonuçlanmıştı.

 “Sohbet etme hevesinize ne oldu? Anlaşılan bana fazla dayanamadınız.”

 Naz, hızla başını adama doğru çevirdi. Bu hareketi yaparken saçları hafifçe savrulmuştu. Doğrudan adamın gözlerinin içine kızgın yeşilleriyle bakarken adamın nasıl oluyor da hâlâ tebessüm ediyor olduğunu sorguladı önce. Sonrasındaysa laflarını ondan sakınmadı. “Annelerimiz her zaman yabancılarla konuşmamamız gerektiğini öğütlerler, bilirsiniz. Şimdi görüyorum ki gerçekten de haklılar.”

 Duyduklarından zevk almış bir yüz ifadesine bürünen adam, dudaklarındaki gülümseme eğri bir hâl alırken cevap vermekten geri kalmamıştı. “Ama şu an tamamen farklı bir yerdesiniz ve konuşmak zorunda kalacağınız herkes birer yabancı. Hayatınızın bu döneminde, bu öğüdü uygulayamayacağınız aşikâr.”

 Adamdan bakışlarını ayırarak tekrar camdan dışarıya bakmaya başladı. Taksinin havasına bir süre sessizlik hâkim olsa da Naz, bu duruma pişman olmuştu. Hatalı olan kendisiydi. Sohbet etmek isteyen de öyle… Ama böyle olacağını bilemezdi ki. Adamın gülümsemesi sürekli damarına basıyormuş hissine sebep olmasaydı belki de böyle olmayacaktı. Bakışlarını adama çevirdiğinde, dışarıyı izlediğini fark etti. Bakışları düşüncelere dalmış gibi değil de sanki gördüğü yeni yerleşimi tarar gibiydi.

 “Naz,”dedi yumuşak bir sesle. Adam başını kendisine çevirdiğinde “Adım… Naz,”diyerek tekrar etti.

 Adam ona çekici gülümsemesiyle karşılık vermişti. Yine! Ve sonrasında bir erkek için fazla güzel olan dudaklarıyla ismini söylemişti. “Yağız.”

 Ve taksi durmuştu. Adamla münakaşa içerisine girmişken geldiklerini hiç fark etmemişti genç kadın. Adamın eli bulunduğu taraftaki kapının koluna uzanmışken kapıyı açmadan önce kadına döndü.

 “Umarım buradaki yeni hayatınıza çabuk alışırsınız Naz Hanım ve umarım bir gün tekrar karşılaşırız,” diyerek arabadan inmiş ve bagajdan eşyalarını almıştı. O esnada Naz, askeri bir birliğin önünde olduklarını fark etti. Adam onun camının tarafına geldiğinde adamı son kez görmenin verdiği garip hisle konuşmaya başladı Naz.

 “Buradaki hayatıma alışmak konusunda hiç şüpheniz olmasın. Çabuk uyum sağlayacağıma eminim. Ama sizinle tekrar karşılaşmak istediğimden pek emin değilim,”dedi bilmiş bir ifadeyle. Sözlerine aldığı karşılıksa sinir bozucu bir kahkahadan ibaretti.

 Adam birliğin girişine doğru ilerlerken arkasından bakmaktan alıkoyamadı kendini genç kadın. Adamın boyuyla orantılı geniş omuzları yapılı olduğunun sinyallerini veriyordu. Adam nizamiyeye ulaştığında cebinden nizamiyedeki askere bir şey göstermesiyle askerin takındığı tavır bir anda değişmişti ve Naz’ın şaşkınlıkla açılmıştı gözleri. Nizamiyedeki asker, o sinir bozucu adama asker selamı vermişti. Bu adam bir askerdi demek. Hem de rütbeli bir asker!

 Taksi çok kısa bir yolculuğun sonrasında tekrar durmuştu. Belli ki evine gelmiş olmalıydı. Adamla ücret işini hiç konuşmadığı aklına geldi birden. Zaten adam sinirlerini yazın gevşemiş telefon tellerinde kışın bıraktığı etkiyi yansıtırcasına germişken bu aklına dahi gelmemişti ve şimdi eli mahkûm ödeyecekti. Cüzdanını bulmak için dünyaları sığdırdığı çantasına yönelmişken taksicinin sesiyle durdu.

 “Abi tüm ücreti fazlasıyla ödedi,” demişti taksici ve başını kaldırdığında adamın bu durumdan oldukça memnun olduğu anlaşılıyordu.

 Naz, önce şaşırsa da aslında durumdan oldukça memnundu. Çok uzun bir süre taksi yolculuğu yapmışlardı ve Allah biliyordu taksimetrenin delirmiş tutarını. Kendisi bir an olsun dönüp de bakmamıştı çünkü. Adama müstahak olduğunu düşünse de içinden ufak bir teşekkür de göndermeyi ihmal etmedi. Taksiden indiğinde yüzüne vuran soğuk havayla tepeden tırnağa ürpermişti. Taksicinin indirdiği valizlerine baktıktan sonra çantasından adresin yazılı olduğu kâğıdı çıkardı ve ufak bir bakış attıktan sonra başını kaldırarak önündeki üç katlı binaya baktı. Çok yeni bir yapı değildi. Eşyalarını büyük bir çabayla yüklenirken yeni hayatına başlamak için derin bir nefes alarak apartmandan içeriye girdi.


Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 2

 


Bölüm 2 

Elindeki dosyayı ilgiyle inceliyordu genç adam. Her şey olması gerekenden daha iyi gibi görünüyordu. Bu demek oluyordu ki gelirler birkaç yıl öncesine göre katbekat artmıştı. Bu durum onu memnun etmişti ve bunu belli edercesine dudaklarında bir tebessüm belirdi.

 “Bu sayılara bakılırsa… Her şey çok ama çok güzel,”dedi babasına doğru.

 Ahmet Bey, gururla konuşmaya başladı.

 “Gerçekten de öyle. Kurulduğumuzdan beri ilk defa böyle bir gelir tablosu var elimizde ve bunların tümü… Size ait.”

 Genç adamın gözleri bir an için dalmış ve gözünün önünde çok güzel bir kadın belirmişti. O kadının yanına gitmek istedi. Gitmek ve onun yanında kalmak... O, kalmak istedi; çünkü kadın kalamamıştı. Genç adamın hiç düşünmeden kelimeler dudaklarından döküldü.

 “Keşke annem de bu günleri görebilmiş olsaydı.”

 Sözlerinin ardından, durgunlaşan babasının derin iç çekişiyle bakışlarını ona yöneltti. Babasının alnı kırışmış, sıkıntıyla ovarcasına elini alnına götürmüştü.

 “Keşke…”demekle yetindi Ahmet Bey. Ama o keşke, yaşlı adamın görüntüsüyle öyle çok şey sığdırmıştı ki içine.

 Ahmet Beyin çalışma odasına bu sözlerden sonra derin bir sessizlik çökmüşken, kapalı kapının ardından kardeşi Pelin’in konuşması ve ardından gelen kıkırtıları bu sessizliği bozdu. Sonrasında kısıklaşarak kayboldu. Belli ki kardeşi telefonla konuşurken kapının önünden geçmişti.

 “Her geçen gün, öyle çok annene benziyor ki… Kardeşine baktıkça hem ona sahip olmanın gururunu hem de anneni ne kadar çok özlediğimi fark ediyorum her seferinde.”

 Yağız, bakışlarını babasına odakladığında babasının doğrudan karşı duvarda asılı olan annesinin portresine bakıyor olduğunu fark etti. Bakışlarında öyle bariz bir özlem ve acı vardı ki bu mahremiyeti bozmamak için bakışlarını çevirdi.

 “Onu ben de çok özlüyorum,”diyerek babasının sözlerine katılabildi ancak.

 Babasının birden ciddileşen sesiyle bakışlarını tekrar ona çevirdi. Adamın bir şeylerden sıkıntı duyduğu belliydi.

 “Pelin ne kadar görsel olarak annene benzese de huylarını kimden aldı hiç bilmiyorum. Onunla baş etmekte çok zorlanıyorum artık. Büyüyüp serpilmişken… Ele avuca sığmıyor. Aramızda bir nesil farkı var bunun farkındayım; ama onu korumak için onu istemeden de olsa çok kısıtlıyorum. Bir de… Annenizi kaybettikten sonra sanırım… Pelin’in daha çok üstüne düşer oldum. Ama zaman zaman yanlışlar yapıyorum. Bu yüzden…”

 Genç adam babasının söyleyeceklerinin devamını bekledi. Annesinin ölümünden sonra herkes kendi mahremiyetine çekilmişken ilk defa babası çoğu şeyi açık açık ifade ediyordu.

 “Burada kalamaz mısın? Hem… Şirketin de başına geçersin. Ali amcan, Cem’i yönetim pozisyonuna aldı bile. Onunla beraber güzel işler çıkaracağınıza da eminim.”

 Babasının her cümlesinin sonu Yağız’ın istemediği ibarelerle bitiyordu. Burada kalmak, şirketin başına geçmek, yönetimde söz sahibi olmak… Bunlar yakın zamanda gerçekleştirmeyi düşündüğü eylemler dâhilinde değillerdi.

 “Bunu daha önce de konuşmuştuk,”dedi babasına sıkıntıyla. Ama bir şeyleri ayrıntılı olarak açıklama gereği duydu bu kez. Çünkü belli ki babası da bir şeyleri ilk kez böylesine açıyordu. Eski günleri hatırlarken derin bir nefes çekti içine. Buna oldukça ihtiyacı vardı.

 "Asker olmak başta benim hayalimdi. En başında… Küçükken kim bana ‘Büyüyünce ne olacaksın?’ diye sorduysa hiç düşünmeden ‘Asker olacağım,’ derdim. Sonra… Sonra annem başımı okşar  ‘Asker oğlum benim,’diye severdi beni.”

 Gözünün önüne gelen görüntülerle dudakları sımsıkı kapanmıştı. Annesinin başını okşarkenki sıcacık dokunuşunu hissetmeye çalıştı. Yavaşça saçlarını dağıtışını... Bunları söylerkenki gururla ışıldayan gözlerini ve cesaret vermek istercesine gülümseyen dudaklarını… Çok silik hatırlıyordu bunları.

 “Annemin böyle yapışını o kadar çok severdim ki belki de sırf annem böyle yaptığı için asker olmaya daha da heveslendim küçükken. Sonra vatanın, toprağın, değerlerin ne olduğunu öğrendim sizden. Bu hayalden çok, büyük bir tutkuya dönüştü benim için. Annem öldükten sonra… En çok üzüldüğüm şeylerden biri, beni üniformam içinde görememesiydi.”

 Ahmet Bey gözlerinin dolmasına engel olamadı. O günleri dün gibi hatırlıyordu. Eşi, Ayşe Hanım kanserin pençesine düştüğünde Yağız daha on dört, Pelin ise altı yaşındaydı. Onlar karşısında hep dik durur sanmıştı; ama oğlu ondan daha dik durmuştu. Adam oğlunun hazırlandığı lise sınavından başarılı bir sonuç elde etmesine ihtimal vermiyordu. Oğlu ne kadar zeki ve çalışkan olursa olsun, çok buhranlı bir dönemden geçiyordu. On dört yıllık yaşamının verdiği toylukla böylesine kuvvetle ayakta durması bile babasını şaşırtırken askeri liseyi kazanmasıyla, Ahmet Beyin şaşkınlığı daha da artmıştı. Sanki annesinin ölümü onu askerliğe daha çok bağlamıştı. Ama bazı şeylerde bir o kadar umursamaz olmuştu. O zamandan sonra Yağız, evden uçup gitmiş bir daha da uzun süreli kalmak için dönmemişti. Geldiğindeyse ev neşelenirdi. Pelin’in asık suratı gülümser, aile bir parça eksik de olsa, o an için olabildiğince tamamlanırdı. Ahmet Beyin oğluyla ilgili düşüncelerini yine oğlu böldü.

 “Bu yüzden… Benden kalmamı isteme baba,”dedi Yağız üzüntüyle. İfadesi üzgün olduğunu yansıtsa da bakışları kararlıydı. Bunu yapmayacaktı. Kalmayacaktı.

 “Peki, kalma; ama… Sık sık gel. Sadece hafta sonu için dahi olsa bile,”diyen Ahmet Bey, kendisini geçmiş, kızı için bunu istiyordu. Yağız onaylarcasına başını salladı. Bu kadarını yapabilirdi. Ağır bir sessizlik ortama hızla çökerken ikisi de bir süre konuşmadı.

 “Şimdi… Yarın gidiyorsun, öyle mi?”diye yine sohbeti Ahmet Bey açmıştı.

 “Ee vatan beklemez,”derken Yağız içtenlikle gülümsedi. Sanki biraz önceki duygu dolu konuşmalar hiç yapılmamış gibi… Ahmet Bey, Yağız’ın bu duygu geçişlerine hâlâ oldukça şaşırıyordu. Ya gerçekten umursamıyordu artık ya o kadar çok umursuyordu ki üstünü örtmek için bunları yapmaya alışmıştı ya da asker olmak bunu gerektiriyordu.

 “Pelin biliyor mu peki?”

 Yağız, önce durakladı ne söyleyeceğini kafasında tartarken.

 “Henüz değil. Tatilimi onun ısrarlarıyla geçirmemek için söylemedim. Ama… Bugün söylerim.”

 Nasıl söyleyeceğini şu an için kestiremese de kolay olmayacağını biliyordu.

 “Artık Kars’ta rahat rahat tatil yaparsın.”

 Kars’ta tatil yapma fikri kulağına nasıl gelmeliydi? Dağlarda, sırtında kilolarca ağırlıkla yapacağı yürüyüşler, açlığını bastırsa da tam doyurmayan konserve yemekler ve tüm gece tetikte geçirilen dakikalar… Gerçekten de rahat rahat tatil yapacağa benziyordu.

 ***

Şimdi babasıyla yaptığı konuşmalardan çok uzakta, denizin kıyısında, eylül ayının hafif meltemi eşliğinde geceyi dinliyordu. Üsküdar’ın kıyısında Cem’in arabasının kaputuna yaslanmış güya sohbet edeceklerken tüm kelimeleri sessizliğe teslim etmişlerdi. Mavi gözleri denizin maviliklerindeyken, aklı yeni yaşamına başlarken ardında bıraktıklarındaydı. Babasıyla uzun süredir annelerinin ardında bıraktığı o koca özlemden, böylesine birbirlerinden sakladıkları gizlerden uzak konuşmamışlardı. Hâliyle bu konuşma aklında dönüp duruyordu.

 Elinde tepsiyle çay servisi yapan adamın şen sesiyle daldığı düşüncelerden sıyrıldı. Tepsiden bir çay alırken tepsiye karşı hiçbir harekette bulunmayan Cem’e kaydı gözleri. Cem ise başka bir yere dalmış gibiydi. Gözleriyle yanındaki arkadaşının bakışlarını takip ettiğinde adamın bir grup kıza baktığını fark etti. Bu kız topluluğu neşeyle gülüşüyor, değişik pozlar verip denize karşı fotoğraf çekiniyorlardı.

 “Ben içini açmadım anlaşılan,”derken haylazca tek kaşını kaldırmıştı genç adam.

 Yağız’ın sesiyle kendine gelen Cem, bir anda irkilerek başını ona doğru çevirdi.

 “Yok be oğlum, içim yanıyor canım sıkkın,”diyen Cem’in yüz ifadesi kızları izlerkenki hâline nazaran oldukça üzgündü.

 Genç adam ondaki bu ifade değişikliğine gülmeden edemedi.

 “Şuradakiler dururken benim yüzümden için yanıyor olamaz herhâlde,”diyerek neşeyle kendi hâllerinde eğlenen kızları işaret etti başıyla. Cem’se sadece bir bakış atmış ve önemsemiyor görünmüştü.

 ”Güzele bakmak sevaptır diyen atalarımıza kulak tıkamış olamazsın kardeşim. Canım sıkkın diye gözlerimizi güzelliklere yumalım mı?”

 Cem’in sitemkâr sözlerine “Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca,”diye karşılık verdi Yağız. Ama iğneleyici sözlerinden de geri kalmadı. “Gerçi içinin yanması da normal. Ne zamandır burada oturuyoruz, kızlar hâlâ seni fark etmediler. Belli ki yaşlandıkça cazibeni yitiriyorsun.”

 “Ben ve cazibemi yitirmek!.. Daha yirmi sekiz yaşındayım oğlum ben. Bu lafları kafandaki buhranlara veriyorum. Biliyorsun ki ben fark etmelerini isteseydim fark ederlerdi. Şimdi kardeşimle vakit geçirmek varken ilgiyi üstüme toplamanın âlemi yok.”

 Cem kendisini öyle hararetle savunmuştu ki Yağız gülmeden edemedi.

 “Ben sana hiç engel olmak istemem. Sen hazır dikkat çekebiliyorken çek dikkatleri üstüne zira çok vaktin kalmadı,”derken takındığı ciddi tavrı koruyabilmek için elindeki ince belli çay bardağını dudaklarına götürüp bir yudum almıştı.

 “Vay demek kardeşinin yetenekleri hakkında şüphen var…”

 “Abicim çay alıyor musun, almıyor musun? Kök saldım burada, meyve vereceğim birazdan. Hem abim madem bu kadar şüphelendi, sana da ispat etmek düşer,”diyen çaycının sesiyle ikisi de durakladı önce. Sohbetlerinin üçüncü bir ortağının olduğunun farkında değillerdi. Ardından bu üçüncü sesin sahibine dönmüşlerdi. Çaycı, elindeki bardaklarla dolu çay tepsisiyle önlerinde dikilmiş, davet edilmediği bir sohbeti dinlemek olağan bir durummuş gibi ilgiyle onları dinliyordu.

 “Ben bunu ispat etmesine ispatlarım; ama sen kan kardeşine inanmadın ya ben ona yanarım işte,”diyen Cem “Ver abicim sen şu tepsiyi bana da bir tane dolu bardak, taş üstünde taş bırakıyor muyum?”diye ekledi sözlerine.

 Çaycı, elinden tepsisi alınırken öylece bakakalmış, Yağız ise Cem’in usta bir çaycı misali tepsiyi sallayarak gidişini izlerken ufak bir kahkaha atmıştı. Bir yandan da keyifle çayını yudumluyordu. Şu an gördüğü manzara her zaman karşılaşabileceği bir manzara olmadığından bu görüntüyü zihnine iyice kazımak için dikkatle izliyordu. Kızların kaçamak bakışlar attığı genç bir adam, üzerindeki son moda spor kıyafetleriyle tezat oluşturan çay tepsisiyle kırk yıllık çaycı gibi servis yapıyordu.

 “Vişne suyu değil tavşankanı bu çaylar!”diyen Cem’in sesi kulağına geldiğinde bir kez daha kahkaha attı Yağız.

 Cem, çay servisi yaparken adım adım ilerliyor, sırasıyla tüm müşterilere servis yapıyor, hedefine yavaşça yaklaşıyordu. Son adımında söz konusu olan kızlar grubunun yanında almıştı soluğu. Yağız, adamın dudaklarını okuyarak ne dediğini kestirmeye çalışsa da bu durumda pek başarılı olamıyordu. Cem bunu anlamış olacaktı ki sesini yükseltmişti.

 “Kızlar, sohbet ederken sizlere şöyle sizler gibi tatlı mı tatlı birer bardak çay ikram etsem de yudumlarken herkesi kıskandırarak içseniz, fena mı olur? Şuradaki gariban çaycının da karnına üç beş lokma bir şeyler gitse, ne dersiniz?”

 Cem’in laflarından sonra kızlar dönüp Yağız’ın olduğu tarafa doğru bakmışlar sonra kıkırdayarak tepsiden birer bardak çay almışlardı. Şeker servisi yapmak için tepsiyi kızların önünden yavaşça geçirirken birinin önünde bilhassa durmuştu Cem.

 “Kaç şeker istersiniz diyeceğim; ama… Sizin o narin dudaklarınızdan geçen her bir yudum beş şeker sayılır. Ben yine de standart üç şeker atıyorum.”

 Yağız, Cem’in kimseyi umursamadan söylediği sözleri duydukça ağzını dolduran kahkahasını dudaklarında tuttu. Cem kesinlikle işinin ehli, ona ettiği bunca lafsa cidden hakaretti!

 Lafların muhatabı olan kız kıkırdayarak bardağı aldı. Bir sonraki kıza geçtiğinde de bir süre durdu Cem. Yağız, onun edeceği lafların bırakacağı etkiyi tahmin ediyordu. Başını sağa sola salladı gülümserken.

 “Siz… Belki arkadaşlarım arasında Adriana Lima ile fotoğrafım var diyerek hava atmama izin verirsiniz. Gerçi bu doğal hâlinizle ondan daha güzel olduğunuz su götürmez bir gerçek.”

 Bir kıkırdama daha!

 Cem, Yağız’a bir baş hareketiyle selam verirken Yağız da selamı kabul edercesine başını salladı. Sonrasında Cem’in kızlara ne diller döktüğünden habersiz olsa da kızların yüz ifadelerinden hoşlarına giden laflar işittikleri anlaşılıyordu. Devamında da sohbetleri koyulaşmış olacak ki Cem bir anda grubun gözdesi olmuş, kızlar onun ağzından her çıkan şeye güler ve sohbetine eşlik eder olmuşlardı.

 Sohbetlerine Cem’in servis yaptığı çaylar da eşlik ediyordu. Servis edilen çaylar bitince, genç adam tüm bardakları topladı. Kızların yanından kalkarak elinde sadece boş bardakların olduğu tepsiyle Yağız’ın yanına doğru ilerlemeye başlamıştı. Yüzünde söylediklerini ispat etmiş olmanın verdiği gurur ve bilmişlik vardı.

 Yağız, şahit olduğu bu ifadeyle başını sağa sola salladı. Bu adam iflah olmazdı!

 Yanına ulaşan Cem, boş tepsiyi çaycının gözünün önünde salladı.

 “Tepsini doldur istersen abicim, bu da benim sana kıyağım olsun.”

 Çaycı hâlinden memnun olmuş bir surat ifadesiyle boş tepsiyi alarak bir baş selamı verdi ve yanlarından uzaklaştı. Nasıl memnun olmayacaktı ki, bu iki arkadaş sayesinde tüm bardakları bir anda boşalmıştı!

 “Sende hâlâ iş var, kabul,”dedi Yağız, Cem’e doğru. Ama gözleri, karşısındaki denizdeydi.

 Cem önce ufak bir kahkaha atmıştı. Sonra da Yağız’ın omzuna doğru omuz attı.

 “Sen kardeşini ne zannettin oğlum.”

 İki genç adam, hâllerine çocuklar gibi gülerken önlerinde birilerinin varlığı ile başlarını kaldırdılar.

 “Daha geniş bir zamanda daha uzun sohbetler etmek isteriz seninle Cem,”diyen kız Cem’e doğru bir kâğıt uzattı. Bu kız, eğlencelerine konu olan kızlardan biriydi. Arkadaşları da kıkırdayarak biraz daha geri de bekliyorlardı.

 Yağız, dudaklarındaki muzip gülümsemeyi gizlemek istercesine başını olayın yaşandığı yerin tersi yönünde çevirdi; ama kendisine yönelen yabancı bir sesin varlığı ile başını tekrar çevirmek zorunda kaldı. Başını çevirdiğinde, bir başka kız önünde dururken tüm grubun ilgi dolu bakışları da üzerindeydi.

 “Sen de aramak istersin belki. Senin de çayını içmek isteriz.”

 Genç adamın yüzündeki çekici gülümseme karşısında, kızların hepsi bir anda iç geçirmişlerdi. Kalın ama biçimli olan kaşlarının altında yer edinmiş parlak mavilikleriyle geride duran kızlara çevirdi bakışlarını. Kızın uzattığı ufak kâğıda uzandı ve şöyle bir baktı.

 “Mutlaka arayacağım.”

 Kızlar kıkırdayarak ve hâllerinden memnun yanlarından uzaklaşırken Cem’in iç çekiş sesini duydu.

 “O kadar dili ben döktüm hiç efor sarf etmeden yine kadayıfın kaymağını sen yedin ama! Helal olsun kardeşim.”

 Yağız elindeki kâğıt parçasına bir kere dahi bakmadan Cem’e doğru uzattı. Cem, soru dolu bakışlarla ona bakarken Yağız daha fazla kendini tutamadı.

 “En başından beri o kızdaydı bakışların. Sanki fark etmedim. Al hadi. Benim yerime sen aramak istersin belki,”derken haylazca tek kaşı kalkmıştı. “Benim daha önemli işlerim var bu ara.”

 Cem, Yağız’ın elindeki kâğıt parçasına önemsiz bir şeymiş gibi bakış attıktan sonra vakit kaybetmeden uzanarak kâğıdı aldığı gibi cebine sıkıştırdı.

 “Kız inatçıydı abicim. Biraz daha muhabbet etsek ben almıştım onun numarasını,”diye konuşmaya başlamış olan Cem, arabanın sürücü koltuğuna doğru yöneldi.

 “Evet, evet alırdın da o kadar saat vaktimiz yoktu,”diyen Yağız da Cem’in damarına basarak ön koltuğa oturdu. Cem, anahtarı yerine yerleştirip kontağı çevirdiğinde dahi hâlâ bu konu üzerine tartışıyorlardı.

 Harcanan sadece kısa dakikalar sonrasında Yağız’ın evinin önünde durmuşlardı. Arabanın içinde derin bir sessizlik hâkimdi ve bu durum aşırı derecede can sıkıcıydı. Vedaları sevmiyordu Yağız. Hiçbir zaman sevmemişti ki seveceğe de benzemiyordu. Bu durumu kısa kesmek en iyi sonuç olacaktı.

“Ben yokken onlara iyi bak, olur mu? Sana emanetler.”

 Cem sanki onun sessizliği yırtacak kelimelerini bekliyormuş gibi birden cevap verdi.

 “Olmaz olur muyum hiç? Onlar benim de ailem, kardeşim,”diyen Cem, güvence verir gibi adamın omzuna dokunmuştu. Sonrasında iki dost içtenlikle birbirlerine sarılmış, ayrıldıklarında Yağız hiç vakit kaybetmeden arabadan inmişti. Cem de bir o kadar seri davranıp arabayı çalıştırmış ve vitese takmıştı.

 Gecenin sessizliğinde evin bahçe kapısına doğru yürüdü genç adam. Evin havasına geceye eşlik eden derin bir sessizlik hâkim gibiydi. Bahçede ilerlerken loş ışıkta kamelyada bir hareketlilik hissetti. Loş ışığın dağıttığı geceye gözleri alıştığında sırtı kendisine dönük olan kızı seçebildi. Adım adım ona ilerlerken dudağında hoş bir tebessüm vardı. Askerliğin verdiği beceriyle hedefine doğru yürüdü. Kıza yaklaştığında konuşmaya başladı.

 “Gecenin bir vaktinde kaçırmasınlar seni bahçeden!”derken sesi adım adım yükselmiş her bir sözle kızın boynuna daha çok yaklaşmıştı.

 Kız ise bir anda ufak bir çığlıkla oturduğu yerden ayağa fırlamış, dehşetle sesin geldiği yöne bakmıştı. Bir eliyle tuttuğu kupayı kavramışken diğer eliyse korkudan yerinden çıkmak için çırpınan kalbinin üzerineydi. Gördüğü kişinin tanıdıklığı ile önce şaşkınlıkla açılan mavi gözleri kapanmış, tuttuğu nefesini vermişti. Gözlerini tekrar açtığında kalktığı yere çöktü.

 “Kimse beni kaçırmaz; ama keçilerim biraz önce sayende kaçtılar,”diyen kızın eli hâlâ kalbinin olduğu yerdeydi. “Kafana elimdeki kupayı geçirmek üzereydim.”

 Genç adam, kızın bir şey demesine fırsat vermeden tuttuğu kupayı aldı. “Atardın da isabet ettirebilir miydin acaba?”derken kupadan bir yudum aldı. Aldı almasına ama ağzına dolan koca yudumu yutmak için aşırı derecede efor sarf etmek zorunda kaldı. “Kupa değil ama içinde her ne varsa hedefini buldu! Ne var bunun içinde be kızım?!”

 Genç adamın yüzü hoşnutsuzlukla öyle bir buruşmuştu ki Pelin gülmeden edemedi.

 “Beşi bir yerde abito. Her şeye iyi geliyor sancıya, sinire, strese. İç, bol bol iç.”

 Yağız ne kadar aldığı yudumu yutmuş olsa da içtiği şeyin tadı damağından silinmeyecek gibiydi. Kardeşinin yanına oturarak başını koltuğun arkasına yasladı ve gözlerini kapattı.

 “Belli belli. Tam beşi bir yerde, ne bir eksik ne bir fazla!”

 “Sen alışkınsındır böyle şeylere, daha kötülerini de içmişsindir,”diyen Pelin’in sesi biraz önceki korkmuş sesinin aksine oldukça neşeliydi. Abisi yanındayken aksi pek de söz konusu değildi. Gecenin sohbeti başlamışken sökülen bir kazak gibi lafların ardı arkası kesilmiyor, Pelin hiç durmadan genç adama bir şeyler anlatıyordu. Yağız’ın ise söyleyecek tek bir şeyi vardı; ama durdurmadı kardeşini. Ama en sonunda dayanamadı.

 “… Sonra ne yaparız bilmi…”diyen Pelin’in sözlerini genç adamın “Ben yarın gidiyorum Pelin,”cümlesi böldü.

 Duyduğu cümleyle sesi kesilirken kaşları çatılmış, bakışları duyduğu sözleri idrak etmek istercesine kısılmıştı genç kızın. Boğazına yerleşen yumruyu göndermek istercesine yutkunmaya çalıştı. Pelin abisinin gitmelerine alışıktı; ama… Yine de üzülüyordu işte. Gidişinin bu kadar yakın bir tarihte olması ve bunu şimdi öğreniyor olması… Bir anda içine oturmuştu sanki. Neşeyle şakıyan dudakları birden sus pus olmuş, büzülmüştü.

 “Nereye?”diyebildi sadece.

 “Kars. Kars, Sarıkamış.”

 Pelin, usulca abisine uzandı. Onun geniş göğsünü sımsıkı sardı kolları. Yalnız, korkmuş, mutluluktan içi içine sığmazken, iyi ya da kötü ne hissederse hissetsin, her zaman yaptığı gibi başını abisinin göğsüne koydu ve kalp atışlarını dinledi. Abisinin onu her şeyden koruyacağını biliyordu çünkü. Ne yaşarsa yaşasın, abisinin göğsüne sığındığında kimsenin ona zarar veremeyeceğini biliyordu. Kahramanıydı çünkü abisi… Her zaman öyle kalacaktı. Ne kadar büyürse büyüsün bu değişmeyecekti. Annelerinin ölümünden sonra her kâbuslu geceden abisi çekip almıştı onu. Onun kollarında sabahlamıştı öyle gecelerde. Sonrasındaysa alışkanlık olmuştu bu. Şimdi kendini terk edilmiş hissediyordu. Bu da ona sığınması için yeterli bir sebepti!

 “Benim odam da hazır, değil mi?”diyen kızın dudakları her an ağlayacak gibi bükülüydü.

 Genç adam, onun saçlarını okşayarak yüzünü kapatanları itinayla kenara çekti. Bu hüzünlü havanın hemen dağılması gerekiyordu yoksa kollarındaki bedenin ağlayarak dağılması an meselesiydi.

 “Tabii ki de. İki üç ayda bir gelip abinin temizliğini yapman için her şeyin tam teşkilatlı hazır.”

 Duyduklarına inanamayan Pelin, başını abisinin göğsünden kaldırmış hayretle abisine bakmıştı.

 “Temizlik mi? Aşk olsun abito o kadar yolu gelip, üstüne bir de temizlik mi yapmamı istiyorsun benden? Gerçi hoş, senden beklenir, sen yaptırırsın!”derken hafifçe abisinin göğsüne vurmuştu.

 “Asıl sana aşk olsun cadı. Abinin evini şöyle bir süpürsen eline mi yapışır? Hem sen süpürgelere alışıksın ne de olsa onsuz cadı olunmuyor,”diyen Yağız, sanki kızın vurduğu yer acımış gibi göğsünü ovuşturdu.

 “Kendin de söyledin abito. Süpürge bizde kutsaldır bir yerde. Ben süpürgeme atlayıp başka şeyler yapıyorum canısı.”

 Yağız’ın bir anda gözleri kısıldı ve aklına bir şey gelmiş gibi doğruldu.

 “Senin bu cadılığın bir bize, değil mi? Allah bilir erkek arkadaşına böyle yapmıyorsundur da sen? Gerçi… Sevgilin yoktu senin, değil mi?”

 Pelin, duydukları karşısında yutkunmak zorunda kalmıştı. Buna ilaveten mavi gözleri de şaşkınlıkla açılmıştı. Ah bu abiler yok muydu? Her şeyi olduğu gibi, çatır çatır sormakta üstlerine yoktu.

 “Yok! Sayende olmaz da!” derken Pelin abisinin göğsüne bir kez daha vurmuştu.

 “Ne o, bu durumdan rahatsız mısın yoksa? Hem neden benim yüzümdenmiş?”diye sordu genç adam merakla. İlgiyle alacağı cevabı bekliyordu.

 Kız ise son olanları hatırlayarak önce kıkırdamış, abisinin ciddi bakışlarını fark ettiğinde kendisini zor da olsa durdurmuştu.

 “Şimdi şöyle ki beni okula bıraktığın günden beri herkes senin benim sevgilim olduğunu düşünüyor. Abim olduğunu duyan da seninle tanışmak için günlerce peşimi bırakmıyor. Bir de yüzbaşı olduğunu öğrendiklerinde hepsinin gözünü üniforma sevdası bürüyor. Ben de artık sevgilim olmadığın gerçeğini ispat etmek gibi bir davranışta bulunmuyorum. İnan bu durum seninle tanışmak istemelerinden daha iyi. Böylece kızları da senden korumuş oluyorum. Ne istediklerinin farkında değiller çünkü.”

 Son söylediklerinin ardından çok önemli bir koruma görevi üstlenmiş gibi gururlu bir yüz ifadesi takınmıştı suratına.

 “Yüzbaşı sevgilim var diye herkese hava atıyorum demiyorsun da güya herkesi benden koruyormuşsun. Buna inandığımı zannetme hanımefendi. Ayrıca eğer bu durum, okulun erkeklerinin de senden uzak durması için yeterli değilse gelip kendimi bir ara tekrar gösterebilirim.”

 Hayır! Hayır! Hayır! Pelin bir kez daha kızların ablukasına alınıp da bin bir farklı soruyla karşı karşıya kalmak istemiyordu. Buna bir kez daha katlanamazdı.

 “Hayır! Hayır! Hayır!”dedi düşüncelerinin peşi sıra. “Gerçekten bu kadarı kâfi canısı.”

 Kızın korku dolu ifadesine dayanamayan Yağız, onu kendine doğru çekti. Kız da buna itiraz etmemişti. Abisinin göğsüne yerleşerek kollarını abisinin beline doladı.

 “Senin eşin olacak kadına çok üzülüyorum. Seninle nasıl baş edilir ki? Gerçi senin eşin olabildiyse muhakkak seni alt etmiş olacaktır. Ayyy… Hayali bile güzel. Onun emrine amade olmuşsun, bir dediğini iki etmiyorsun. Canısı, bu durumu hayallerime bile sığdıramadım.”

 Bu kız ne kadar da hayalperestti böyle. Nelerin hayalini kuruyordu? Demek abisinin aşktan deli divane hâlleri bu derece hoşuna gitmişti. Üzücü olan asıl konu atlatıldığına göre Yağız için kardeşinin kurduğu hiçbir hayalin şimdilik sakıncası yoktu. O hayalin ilerleyen zamanlarda gerçek olabilecek olma ihtimali olsa bile…

 ***

Gün ağarırken yılların verdiği alışkanlıkla erkenden gözlerini açan genç adam, göğsünde hissettiği ağırlıkla uyku mahmuru gözlerini ağırlığın sebebine odakladı. Kardeşinin uzun siyah saçları göğsüne dağılmış, hafif bir tebessümle uyuyordu. Bu hâliyle genç bir kızdan ziyade ufak bir kız çocuğunu hatırlatıyordu Yağız’a. Her kâbusunda koşarak kollarına sığınan o küçük, korkmuş kızı…

 Onu uyandırmadan üzerinden çekti ve hızla duşa yöneldi. Duşun sonrasındaysa kardeşini çoktan uyanmış vaziyette buldu. Kahvaltıya tüm aile derin bir sessizlik içinde başlamış, sonunu da o şekilde getirmişlerdi. Gitme vakti geldiğinde genç adam oyalanmadan her şeyini sığdırdığı tek bir çantasını alarak soluğu havaalanında almıştı. Check in işlemlerini hallettikten sonra uçağın saatini beklemek için bekleme salonundaki boş koltuklardan birine oturdu. Oldukça kalabalık gibi görünüyordu. Geçmek bilmeyen vakti doldurmak için aldığı günlük gazeteyi açarak okumaya başladı. Gözleri hiç hoşlanmadığı haberlere takıldıkça istemsizce dişlerini sıkıyordu. Her rastladığı şehit haberi inanılmaz bir öfke doğuruyordu içinde. Tarifi imkânsız bir üzüntü de beliriyordu sonrasında… Yan yana silah tuttuğu devrelerinin haberlerini okumak daha da can yakıcı oluyordu. Farkında olmadan aldığı nefesi sıkıntıyla geri verdi.

 Bir başka haber başlığının ilk kelimelerini okumaya başlamışken duyduğu bir sesle istemsizce bakışlarını gazetenin üzerinden kaldırdı. Salona giren bir kadın, telefonla konuşarak onun olduğu yere doğru ilerliyordu. Telefonu kapattığında aynı anda kadının telefonu tekrar çalmaya başlamış kadın hiç bekletmeden yanıtlamıştı aramayı ve çaprazına oturmuştu. Genç adam da tekrar gazetesine odaklanarak haberi okumaya başlamıştı. Ama aynı cümleyi tekrar tekrar okumaktan alamıyordu kendini. Odaklanmakta güçlük çekiyor gibiydi. Bakışlarını tekrar kaldırdı bu durumun sebebine doğru. Kadınsa yarattığı rahatsızlıktan bir haber, konuşmaya devam ediyor, kelimelerinin arasına ufak kahkahalarını eklemeyi de ihmal etmiyordu. ‘Ah kadınlar!’ diye geçirmeden edemedi içinden ki sonrasında ne kadının konuşması son buldu ne de Yağız’ın kelimeleri tekrar tekrar okuması. Odaklanmakta zorluk çektiği böyle bir zamana nadiren rast gelirdi; ama umursamadı. Uçağın anonsuyla gazeteyi kapattığı gibi yerinden kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Kadınınsa telefonu kapatmaya hâlâ niyeti yok gibiydi.

 Beklediğinden daha uzun süren bir uçuşun ardından, uçak Kars Havaalanı’na iniş yapmış, genç adam da seri hareketlerle kalabalığa yakalanmadan binadan çıkmıştı. İlk adımını attığı anda Kars’ın serin havası kendisini belli etmişti. İşte şimdi hayatı bir kez daha sil baştan, başka bir yerde başlıyordu.

 Havaalanı önünde dizili olan ulaşım araçlarından bir taksi çarptı gözüne ve ona doğru yöneldi. Bir an önce yeni görev yerine ulaşmalıydı. Zaten tahmin ettiği saatte göre oldukça gecikmişti. Taksinin önüne bu düşüncelerle geldiğinde, taksiye binmesini sağlayacak o adımı atmadan duyduğu sesle yerinde durmak zorunda kaldı. Neden durduğunu kendisi de bilmese de kendine engel olamıyormuşçasına başını geriye doğru çevirdi. Yüzüne çekici bir gülümseme yayılmıştı. Karşılaştığı manzaradaysa birkaç adım ötesinde duran kadın, bin bir zorluklarla çekiştirmeye uğraştığı valizleri ve her şeye rağmen azimle konuşmaya çalıştığı telefonu vardı.


Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 18

Fotoğraf @nilmelteem Bölüm 18    Okundukça birbirine karışan kelime ve harfler… Tekrar tekrar okunan kaçıncı satırdı bu?! Kaçıncı girişimdi ...