Bölüm 7
Yağız, hafif bir yorgunlukla ağrıyan kaslarını umursamadan ayakta dikilirken, ellerini beline dayadı ve kendi ellerinden çıkan odayı mavi bakışlarıyla süzmeye başladı. İnceleyen gözleri, odanın bir ucundan diğer ucuna doğru ilerlerken her şeyin en uygun olabileceği şekilde olduğunu düşündü. Bakışları odanın sonuna ulaştığında, kendisi gibi odanın son hâlini inceleyen genç kadına takıldı. Kadın bir an için izlendiğini fark edince yüzünü adama doğru çevirmiş ve genç adamla göz göze gelmişti. Yağız, gözlerini kadının hareli yeşillerinden ayırmadan, omuzlarını taşıdığı hafif yorgunlukla esneterek kollarını göğsünde birleştirdi. Mavilikleri hafifçe kısılırken dudaklarında aldırmayan, eğri bir gülümseme vardı.
“Bence, bu hâliyle gayet güzel ve kullanışlı oldu. Sen ne düşünüyorsun?” diye sorarken, başını gerçekten onun düşüncelerini merak edercesine eğmişti. Aslında kadının vereceği cevabı, adının Yağız olduğu kadar iyi biliyordu. Kesinlikle ve kesinlikle, kendi düşüncelerine itiraz edecek ve beğenmediğini söyleyecekti. Böyle düşünmesinin sebebi, kararsızlıkla büzülmüş kırmızı dudakları ya da fark etmeksizin biçimli çenesinin kenarında tempo tutan manikürlü tırnaklara sahip parmakları değildi. Bunun sebebi, hareli yeşillerindeki pırıltılardı. Çünkü ne zaman intikam alırcasına bir harekete kalkışacak olsa, takındığı o tavırlara inat, gözleri aldığı zevki belli edercesine ışıldıyordu.
“Aslında şu koltukların yeri… Bilemiyorum… Hâlâ içime sinmiyor. Belki de onları tekrar kalorifer peteklerinin olduğu yere çekmelisin.”
Naz, yüzünde peyda olmak için fırsat kollayan gülümsemesini dişleriyle zapt etmeye uğraşırken, gözlerinde barındırdığı ışıltıların farkında olmadan adama baktı. Adamsa onu baştan aşağı süzerken kalçasıyla koltuğa yaslanmıştı. Şimdiki pozisyonunda daha rahatmışçasına, utanmazca kendisini süzmeye devam ediyordu. Bulundukları durumda Naz’ı rahatsız eden bir şeyler vardı. Adamın mavi bakışlarının değdiği yerlerde sanki ona dokunuyormuşçasına ürperti hissederken içinde bulunduğu anlaşılmaz hislerden silkinerek o da rahatça yanındaki koltuğa yaslandı.
“Sen ciddi misin?” diye soran adamın kaşları önce şaşırmışçasına hafifçe kalkarken sonrasında bu ifade eğri bir gülümsemeye dönüşmüştü tekrar. “Gerçi neden şaşırıyorsam? Son bir saattir karar verme yetinin pek de yerinde olmadığından zaten emin olmuştum.”
Adamın yaptığı tespit sonrasında, genç kadının tek kaşı inatla kalkmış, adamın yaptığı gibi kollarını göğsünde birleştirmişti. Ağzında bir dolu zehirli sözcük varken adamın son söylediklerine kulak tıkayarak konuşmaya başladı. Demek kararsızdı! Konuşurken o zehirli kelimelerin saklı olduğu dolgun dudakları kendinden emin bir duruşla kıvrılmıştı. Aslında kararsız değil, istediği şey söz konusu olduğunda oldukça kararlıydı. Bunu son bir saattir kendisine bir kez daha kanıtlamışken adamın ne düşündüğü, aldığı zevkin yanında önem dahi teşkil etmiyordu. “Ciddi olmamam için hiçbir sebep yok. Yani… Evet, ciddiyim.”
Yağız bir an için dudaklarında oluşan gerçek gülümsemeye engel olamazken elini bir günlük olan sakallarına götürerek keyif alırcasına sıvazladı. Çünkü belli ki kadın da bu oyunu sürdürmekte istekliydi. Kendisi de ona bu konuda destek olabilirdi, tabii şu an hafifçe sızlayarak isyan eden kasları olmasaydı.
“Hadi ama öğretmen hanım. Şu an bulunduğumuz evi farklı şekilde yerleştirmeyi denedik… Pardon… Senin direktiflerinle yerleştirmeyi denedim, demeliydim ve sen de biliyorsun ki bu boyutta bir salon için düzene uyan en iyi stratejik yerleşim planı; bu. Ayrıca, bu odayı üç defa değiştirdik, bilmem farkında mısın?”
Adamın söylediği her bir kelimeyle gözleri kısılan Naz, destek aldığı koltuktan doğruldu ve adamın ne dediğini anlamaya çalışırcasına adama bakmayı sürdürdü. Yanlış duymadığını anlamasıyla beraber, alayla devirdiği gözlerine eşlik eden alaycı gülümsemesi, sözcükleriyle birleşmişti.
“Stratejik yerleşim planı mı?” diye mırıldandı önce inanmazlıkla karışan ufak kahkahasının arasında. Göğsünde birleştirdiği kollarını çözerken bir elini beline atarak meydan okurcasına başını kaldırdı. Adamın kendisini ilgiyle inceleyen yüzünü gördüğünde başını hafifçe sağa sola sallayarak bir kez daha güldü. Ama bu gülüş durumun komik olmasından kaynaklanmıyordu. “Asker bir adamdan ne bekliyordum ki?” dedi bu kez daha yüksek bir sesle. Adamın biçimli, kalın kaşlarından biri havaya kalkınca kadının yüzündeki gülümseme yavaşça solarak yerini ciddi bir tavra bıraktı.
“Burada atladığın bir şey var. Ben evimi dekore etmeye çalışıyorum Yüzbaşım. Herhangi bir taarruz durumunda, düşman askerine karşı konuşlanacağım bir mevzi değil… Yani… Bir asker beni mutlu edecek dekorasyon konusunda, bana kas gücü dışında ne kadar yardımcı olabilir, bu pek tartışmaya açık bir konu değil gibi.”
O an içerisinde, yüzündeki tüm ciddiyete rağmen içten içe oldukça eğleniyordu genç kadın. Adamın dediği gibi bu düzenleme uygundu uygun olmasına; ama adam için uygun olması Naz için, durumu oldukça uygunsuz bir hâle getiriyordu. Bir an için adam, üzerindeki bakışlarını çekerek salonun diğer odalara açılan kapısına baktı. Sonrasındaysa salonu gelişigüzel, hızla taramıştı. Naz ise adamın ne yaptığını anlamaya çalışırken çatılmış kaşlarla onu izliyordu. Adamın ağzından çıkanlarla çatılmış kaşları hafifçe havalanırken aslında adamın da kendisiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynadığını fark etti. Normal bir durumda, adamın şikâyet etmesi gerekirdi.
“Şöyle bir baktım da… Aslında… Burada, herhangi bir üçüncü dünya savaşı çıkması hâlinde, gerçekten de kendini savunmanı sağlayacak en iyi stratejik savunma düzeni sağlamışım sana.”
Karşısındaki kadının şaşkınlığından sıyrılmasından sonra devirdiği o hareli yeşilleri, duyduklarından silkinir silkinmez meydan okurcasına adama yönelmişti tekrar. Bacaklarını ikinci bir deri gibi saran siyah taytının üzerideki tozpembe, uzun ve salaş kazağı ile aslında ev hâlini yansıtsa da o görünümden oldukça uzaktı. Uzun koyu kahve saçları alelade bir topuzun altında esir edilmişken birkaç tutam özgürlüklerini ilân etmiş, açıkta kalan öpülesi boynuna eşlik etmişlerdi. Yüzündeki ifade ise hem memnuniyetsiz, hem kararsız, hem kibirli, hem de doğrusu seyredilmeye değerdi. Bunların harmanlandığı bu kadınsa, genç adamda yaramazlık yapma isteği uyandırıyordu. Kadının duruşuna dayanamayarak sözlerine devam etti.
“Kararsızlığının seni bu derece etkilemesine izin verdiğin sürece sen fikirlerini değiştirmeye, ben de senin o şahane fikirlerine karşı çıkmaya devam edeceğim. Umuyorum ki bu kararsızlığın mesleğine, evine yansıdığı kadar yansımıyordur. Sen ne kadar bir askerin kas gücünden ibaret olduğunu düşünüyor olsan da öğretmenlik de askerlikte olduğu gibi kararlılık gerektirir. Nasıl ki askerlerimden ben sorumluysam, öğrencilerinin tüm mesuliyeti de senin üzerinde. Bir bakıma sen de küçük askerlerin komutanısın. Kararlı olmak zorundasın. Yoksa nasıl bir nesil yetiştirirsin ki?”
Oyununu oynuyorken hiçbir şey sinirini bozmamalıydı; ama adamın bu söyledikleri çok fazlaydı! Göz yumulamazdı ve mutlaka haddi bildirilmeliydi! Bu düşüncelerle ağzını açmak üzereyken adamın ondan önce davranmasıyla, dikkatini adama verdi.
“Bulunduğu konumda göz zevkini bozan bir sehpa ya da sen oturduğunda, şu anki yerinden kaynaklı, sana rahat vermeyecek bir koltuk olursa değiştiririz ve olur da bir askerin sadece kas gücüne ihtiyaç duyarsan ben karşı dairedeyim. Ama lütfen daha sonra… Çünkü yorgunluğuma rağmen benim de yerleştirmem gereken bir evim var ve maalesef ki ne bu durumda bana yardım etmek için hevesli erkek öğrenciler ne de benim dışımda, bana yardım edebilecek bir asker var.”
Naz, adamın tüm söyledikleriyle ona diyeceklerini yutarken gerçekten de adamın kas gücünü, tahmininden daha fazla kullandığını düşündü. Bu da başından beri tam olarak planladığı şeydi. Söyleyecek sözleri kesinlikle adamda bu derece kalıcı bir etki bırakamayacaktı. Gece yatağında adam yorgunluktan kıvranırken, Naz da bunun verdiği zevkle mışıl mışıl uyuyabilirdi. Yüzünde oluşan gülümsemeden habersiz düşüncelerine dalmışken adamı azat edebileceğine karar verdi. Ama gözünün ucuna takılan bir şeyle adamı serbest bırakmak düşüncesinden hemen vazgeçti ve yüzündeki gülümseme bir önceki sinsi duruşundan sıyrılarak tatlı bir hâle dönüşürken konuşmaya başladı. “Biliyorum çok yorgunsun; ama… Son bir iyilik daha isteyebilir miyim?”
Kadının bu kadar tatlı bir yüz ifadesi takınmasının sebebi, kesinlikle bu işi yapacak olmasından duyduğu nefret olmalıydı. Zira Yağız, kadının şu an ona tatlı bir gülüş bahşetmektense kendisini parçalamak istediğine emindi. Ama o tatlı gülüşüne eşlik eden, masumca açılmış hareli yeşilleri bunun tam aksini söylüyordu. Biraz önce bu kadının sinsi olduğunu mu düşünmüştü? Ya da kendisinden intikam almak istediğini? Su yeşilinin en güzel tonuna derin bir dalış yaparken, kadının dudaklarını nemlendirmek için yaptığı ufak bir hareket Yağız’ın dikkatinin yönünü değiştirmiş olsa da genç adam tekrar kadının gözlerini bulmuştu.
“Nasıl bir yardım?” diye sorarken dağılan dikkatinin diğer parçalarını toplamak istercesine devam etti. “Koltukları değiştirmemi isteme lütfen. Belki inanmayabilirsin; ama biz askerler de insanız ve benim de bir canım, bir dayanma sınırım var.”
Bunları söylerken hafifçe kalınlaşan sesi gerçekten bir şeylerin sınırında olduğuna işaret ediyor olabilirdi. Bu kadar kolay etkilenen biri olmamasına rağmen bu kadında farklı bir şey olduğu belliydi.
“Ne o Yüzbaşım, hemen su koyuverdiniz. Benim bildiğim, asker adam ne olursa olsun sızlanmaz derler. Ama korkma, koltuklar kalabilir. Başka bir ricam olacak,” derken başıyla koltuklardan birinin üzerindeki bir yeri işaret etti genç kadın. Adam, kadının bakışlarını takip ettiğinde, henüz kabul etmese bile kalkışması hâlinde yarını da katlamalı ağrılarla geçireceğini garantileyen bir yığın kumaşla karşılaştı. Bu kadarı kendisi için de fazlaydı ve kadının neden bu kadar tatlı gülümsediği şimdi anlaşılıyordu.
Ama ne kadar karşısındaki kadın güzel olsa da ne kadar tatlı ve akıl çelen bir gülümsemeyle masumca kendisine baksa da ve ne kadar ondan etkilenmiş olduğunu kabul etse de bunlardan hiçbirisi, şu an için bu yorgunlukla, söylenen işi ona yaptıracak kadar etkili seçenekler değildi.
Naz, adamın değişen yüz ifadesini fark ettiğinde önce oldukça şaşırmış olsa da beraber geçirdikleri o kadar saat içerisinde en çok şu dakikalardan zevk aldığını fark etti. Bunun nedeni adamın değişen yüz ifadesiydi. Şu zamana kadar o kadar eşyayı odanın bir ucundan diğer ucuna taşırken kendisine takılmak dışında zerre şikâyet etmeyen adam, birkaç tül perde takma durumu söz konusu olunca resmen dehşete kapılmıştı. Dudaklarının ucuna kadar gelen kahkahayı zapt ederken takılmadan edemedi.
“Ne o? Yoksa Yüzbaşımızı birkaç tül perde mi korkuttu? Eminim ki perde takmak, stratejik düzenleme yapmaktan daha kolaydır.”
“Ben ikinci seçeneğin daha kolay olduğu düşüncesindeyim. En azından benim açımdan. Ve sana bir dayanma sınırımın olduğundan bahsederken oldukça ciddiydim.”
Adamın dudakları bunları söylerken ne kadar hoş bir tebessüm taşırsa taşısın, ciddi anlamda Naz ilk defa adamı bu kadar yorduğunu fark etti. Yüzü yorgunluğun belirgin izlerini taşırken, bakışları hâlinden oldukça rahatsız olduğunu belli ediyordu ve adamın mavi bakışları… Etkilenmiş olmayı reddediyordu! Derin bir nefes alarak kendini gelmeye çalıştı.
“Korkma hemen…” diyerek adama masumca tebessüm etti. Bu tebessüm hiçbir art niyet barındırmıyordu. Zira amacına ulaşmışken daha fazlasını istemiyordu. “Perdeleri takacak kişi sen değilsin. Senin yapman gereken tek şey; ben perdeleri takarken merdiveni tutmak.”
Naz bunları söylerken gözünün ucuyla girişteki, Gülbahar teyzeden aldığı merdiveni işaret etmişti. Yağız’ın bu hareket dikkatinden kaçmamış ve başını çevirerek merdivene şöyle bir baktıktan sonra onaylamış, hiçbir şey söylemeden merdiveni almak için bulunduğu yere doğru yönelmişti. Naz ise adamın tek laf dahi etmeden verdiği onaya şaşırmıştı. Şaşkın bakışlarla adama bakarken adam yakınına gelmiş ve eski olan merdiveni pencerenin önüne kurmuştu. Bir yandan da merdivenin sağlamlığını kontrol ederken kadının bakışlarından habersiz, merdivenin kadın için ne kadar tehlikeli olabileceğini düşünüyordu. Çünkü her fırsatta merdiven çığlık atarmışçasına gıcırdıyordu. Adam nefesini sıkıntıyla bırakırken Naz’a doğru döndü. “Bu merdivene çıkmak istediğinden emin misin?”
“Başka bir önerin var mı?”
“Belki de bir gün daha sabredebilirsin. Yarın bunun için daha emniyetli bir yol düşünebiliriz.”
Adamın yardımcı olmak istercesine takındığı tavır, Naz’ın üzerinde garip bir etki bırakmıştı. Adama için için sinir olurken içinde bulundukları bu durumda adamın yaklaşımı hoşuna gitmiş olamazdı. Kendi düşüncelerini anlayamazken konuşmaya başladı.
“Bir geceyi daha perdesiz geçirmek istemiyorum. Evde olduğumu hissetmem lazım artık. Ev perdesizken sanki kendimi izleniyormuşum gibi hissediyorum, ” derken kendi kendine konuşuyor gibi bir hâli vardı. Bir derin nefes daha alarak adamın, üzerinde bıraktığı etkiden sıyrıldı. “Bunun dışında bir önerin var mı? Yani… Eğer perdeleri sen takmak istersen bu öneriyi seve seve kabul ederim.”
O an bir kez daha şaşırdı Naz. Çünkü adam gerçekten perdeleri takmaya niyetlenmiş gibi başını kaldırarak kornişlere bakmıştı ve yüzündeki ifade gerçekten de kendisini önemsiyor, onun için endişeleniyormuş hissi veriyordu. Aksi gibi herkesin ilgisinden yoksun kaldığı, unutulduğunu düşündüğü bu yerde her hareketinin kendisinde iğne batırılıyormuş hissi bırakan bu adamın ilgisinden hoşlanır olmuştu. Belli ki sinirlerinin sebebi yön değiştiriyordu! Kendi yaptığına inanamazken adamın bir şey demesine fırsat vermeden merdivenin önüne gelerek durdu ve ayağını ilk basamağa attı. Çıkan sesi göz ardı ederken elleriyle sımsıkı merdivenin kenarlarından tutmuştu.
“Bu merdiven seni pek taşıyabilecek gibi değil. Hem neyse… Bunları da ben yapmış olayım da sonra kırdığım birkaç bardağın lafını ettiğin gibi, perdelerimi de taktırdığım için şikâyet etme fırsatını vermeyeyim sana. Sonra her işimi sana yaptırdığımı falan söylersin arkamdan.”
İkinci basamağa bastığında hafifçe sallanan merdivenden korkarak önce dursa da üçüncü basamakta merdivende herhangi bir sarsılma olmamıştı. Adamın, kendi elinin altında duran elinin verdiği güvenceyle bir basamak daha çıkacakken ayağı havada kalmıştı.
“ Sen hangi işini bugüne kadar bana yaptırdın ki ben sana böyle söyleyeyim?”
Normal şekilde söylense muhakkak problem yaratmayacak olan sözler, adamın alaycı sesinin tınısıyla kaplanmışken kelimelerinin kulağa gelişi başlı başına problem yaratıyordu. Başını ani bir hareketle çevirerek adama baktı. O anda adamla aynı hizaya gelmişlerdi. Bu sayede adamın maviliklerine doğrudan bakabiliyordu. Maviliklerdeki o ton, içinde dalgalanma oluşturmuşken, sözleri bu dalgalanmaları fırtınalara dönüştürmüştü.
“Aslında düşündüm de bu işi her şeye rağmen sana yaptırmalıydım. Merdivenlere ihtiyacın olmadan da gayet rahat bu işin hakkından gelebilecek gibi duruyorsun. Bana atalarımızın söylediği birkaç atasözünü hatırlattın bir anda. Sahi… Boyun kaç?”
O mavilikler, söylenen şeylerden zevk alırcasına kısılmış ve adamın dudaklarına alaycı bir gülümseme yapışmıştı. Nasıl olmuştu da biraz önce bu adamın kendisini önemsediğini düşünmüştü, aklı almıyordu Naz’ın.
“Bir metre doksan iki santim. Atalarımızın meşhur develerinin sahip olduğu standart boy ortalamasına uygun mu sence?”
Normal bir insanın yapması gereken şeyler bunlar olmasa gerekti, değil mi? Böyle pişkinliğe vurmaması gerekiyordu! Böyle bir sohbetten zevk almamalıydı ya da en azından zevk alıyormuş gibi çekici bir gülümseme taşımamalıydı dudaklarında. Bunları yapmaması gereken kişi normal bir erkek statüsü içerisindeydi. Bu da karşısındaki adamın normal olmadığının ispatıydı. Ama adam, bunları yapmakta hiçbir çekince görmüyorsa kendisi de buna ayak uydurabilirdi.
“Bayağı da uzunmuşsun. Ama benim bahsettiğim atasözü bu değildi. Ben tam olarak ‘Allah boy vermiş gerisini koyuvermiş,’ olandan bahsediyordum,” diyerek hızla başını önüne doğru çevirmiş ve saçları o fark etmeden adamın yüzüne savrulup geçmişti. Saçlarının hoş kokusu adamın ciğerlerine dolarken bunun etkisiyle adam sesini çıkarmadı ve kadına karşılık vermek yerine, onun perdeyle olan mücadelesini izlemeye daldı.
Naz, kornişlere ulaşmak için sarf ettiği efordan oldukça yorulmuş, boynu ağrımaya başlamıştı. Bir eliyle merdivene yapışmışken eli karıncalanmaya başlamış bir yandan da merdivenin en tepesinde, gözlerinin önünde baloncuklar uçuşuyordu. Son klipsi de yerine taktığında büyük bir rahatlama yaşayacakken adamın sesiyle aşağı doğru baktı.
“Britin nerede?”
Adama doğru anlamayan bakışlarla bakarken gözünün önüne gelen saçlarını hızla arkaya doğru attı. Brit de neydi? Her ne olursa olsun, ne kadar anlamını bilmese de kendisinde olmadığına emindi.
“Perde durdurucu,” diyen adam, Naz’ın yüz ifadesinden söylediği şey hakkında hiçbir fikri olmadığını anlamıştı.
Kelime ne kadar Türkçeleşirse Türkçeleşsin, Naz adamın bahsettiği şeyin neye benzediğini bilmese de kendisinde olmadığından kesinlikle emin olmuştu. Gözlerinin etrafındaki baloncuklar sürekli irtifa alırken gözlerini sımsıkı kapattı. “Boş ver, onlarsız olsunlar.”
Gözlerini araladığında adamın maviliklerindeki yakamozlarla karşılaştı. Yüzündeki eğri gülümsemesi de yerli yerindeydi. Onun burada başı dönerken ki bu baş dönmesinin sebebi kesinlikle adam değildi, bu adam nasıl oluyor da hiçbir sebep yokken böyle gülüyordu?
“Eğer onları bu şekilde bırakırsak çektiğin gibi her fırsatta…” diyen adam bir eliyle merdiveni tutmaya devam ederken diğer eliyle Naz’ın yeni takmış olduğu perdeye uzanmış ve pencerenin aksi yönünde çekerek perdenin yarısından çoğunu kornişten salıvermişti. “… Aşağı iner. Senin de tüm emeklerin boşa gider,” diyerek sözlerini tamamlamıştı.
Özgürlüklerine kavuşan perde düğmelerinin ardından dehşetle gözleri irileşen Naz, şaşkınlıkla harmanlanan bakışlarını Yağız’a çevirmişti. Zaten uzun süre yukarıya doğru hamle yapmış olmanın verdiği baş dönmesiyle merdivenin üzerinde zor dururken, adamın yapmış olduğu bu hareket onda adamın üzerine atlayabilecek tüm enerjiyi aşılamıştı adeta. “İnanamıyorum sana! Ben onları takana kadar boynum tutuldu, haberin var mı senin?!”
“Ben sadece sana perde durdurucunu takmadığımızda nasıl bir durumla karşılaşacağını gösterdim. Hem ben öğretmenleri çok daha dirayetli bilirdim. Bir perde takmaktan hemen boynun mu tutuldu, Nazlı Öğretmenim?”
Perde takmaya alışık olmamak, kendi suçu değildi. Şimdiye kadar şükür ki hiç perde takmak zorunda kalmamıştı ve umuyordu ki uzun bir süre de böyle dehşet bir durumla karşı karşıya kalmazdı.
“Biz öğretmenler de insanız ve bizim de bir dayanma sınırımız var. Yani askerlik için geçerli olan bu kriterler bizim için de geçerli! Ayrıca… Benim adım Naz. Nazlı değil,” dedi dişlerinin arasından ve dudaklarını buruşturarak adamın kornişten söktüğü perde düğmelerine baktı.
Sıkıntıyla gözlerini kapatırken aklına Gülbahar teyzenin de Yağız gibi kendisine kaç defa Nazlı diye hitap ettiği geldi ve onu kaç kez düzelttiği… Zor bir söylenişe sahip değildi ismi. Açık, sade ve üç harften oluşuyordu. Gülbahar teyzenin neden inatla ona Nazlı dediğini anlayamamış bile olsa o söylediğinde, o kadar rahatsız edici değilken Yağız’ın söyleyişi, sinir demetlerinin her birine ayrı ayrı dokunuyordu. Derin bir nefes alarak serbest kalmış düğmelere uzandı.
“Şu perde durdurucusunun, bende olduğundan emin değilim. Perdeleri durdurmanın başka bir yolu yok mu?” Bunları söylerken işine oldukça odaklanmış gibi gözlerini perdelerden ayırmasa da asıl nedeni adamın çok bildiğini ayan beyan belli eden yüz ifadesine maruz kalmamaktı.
“Kullanmadığın düğme ya da gazete kâğıdı da sıkıştırabiliriz. Dikiş kutun nerede?”
Naz’ın klipsi tutan eli havada asılı kalmıştı bir an. Dikiş kutusu mu demişti adam?! Bu adam asker miydi yoksa ev ekonomisi öğretmeni mi, bu iki seçenek arasında kararsız kalmıştı genç kadın. Başını ani bir hareketle adama doğru çevirmişken gözlerinin etrafında beliren siyah noktalarla merdivenin başında eğilmiş, bir eliyle gazete yığınlarıyla uğraşan diğer eliyle merdiveni destekleyen adamı zorlukla seçebildi. Bir an için kaybolan dengesini bulduğunda gözleri kararırken havada kalan eliyle merdiveni tutmak için yaptığı sert hamle sonucunda bu kez merdivenin dengesi bozulmuş, adamın merdiveni tutuşuysa bunu fark etmeden hafifçe gevşemişti. Naz’ın merdiveni tutmak için yaptığı hamle başarısız olurken, gözleri hepten kararmış ve korku dolu bir çığlıkla kendisini bilinmezliğin sert olduğunu tahmin ettiği kucağına bırakmıştı.
Genç kadın bedeninin serbest kalış dakikasından sert zemine çakılma anı boyunca, hissettiği panikle gözlerini kapatmışken birden sıcacık, bir o kadar da güven veren yumuşaklığın kucağında buluvermişti kendini. Sımsıkı kapattığı gözlerini az biraz aralarken, can havliyle yakaladığı yünlü kumaşın sıcaklığının ne olduğunu ayırt etti önce. Elleri Yağız’ın kazağını öyle sıkıca kavramıştı ki ellerinin eklem yerleri bembeyaz olmuştu. Kendisi sadece bir dakika önce yaşadığı aksilikle derin nefesler alırken adamın da aldığı nefeslerle göğsü körük gibi inip kalkıyordu ve adamın sıcak nefesini hissetmişti kulaklarında. Panik dolu titreyişin arasından bedeni ürpermişti. Adamın sesi endişeli geliyordu. “Naz, iyi misin?”
Gözlerini sıkıca yumarak başını yasladığı adamın göğsüne iyice gömerken burnuna dolan ferah kokuyla başı iyiden iyiye dönmüştü. Başını ürkekçe adamın sıcaklığından ayırırken adamın endişeyle çalkanan mavilikleriyle karşılaşmasıyla içini tuhaf belki de anlamsız bir his kapladı. Adamın mavileri daha önce bu kadar koyu olmasa gerekti. Zihnini bulandıran bakışlardansa soruya yöneldi. Adam hâlâ olası bir tehlikeyi önlemek için onu göğsüne bastırıyordu. Peki, Naz iyi miydi? Kesinlikle değildi! İçinde, kendisini bu kadar iyi hissetmesini sağlayan tuhaf hisle iyi hissetmesi mümkün olamazdı! Olmamalıydı!
“Sa… Sanırım, iyiyim. Te… Teşekkür ederim…”
Ama sesi bunun aksini ispat eder gibi titreyerek çıkmıştı. Ya da hâlâ yaslı olduğu bedenin sıcaklığıyla karışmış, temiz erkek kokusu nedeniyle… Başı karlı dağlardan yeşil vadilere esen, tertemiz ve kekik kokulu deli rüzgârlar gibi kokuyordu. Mis gibi…
“Pekâlâ,” derken genç adam derin bir nefes vermişti. Onun çığlığı kulaklarını doldurduğunda nasıl atılıp kucakladığını dahi hatırlamıyordu. Tek hatırladığı tehlikeyi hissettiği ve harekete geçtiğiydi. Kucağında titreyen ve ufacık kalmış kadının gözlerine bakarak iyi olup olmadığını anlamaya çalışırken onu bırakmak için hiçbir hamle yapmadı. Kadının gözleri birkaç dakika öncesinin etkisiyle hareli kısımlardan dışa doğru koyulaşmış ulaşılması zor birer mücevheri andırıyorlardı. Saçları alelade yaptığı topuzdan firar etmiş, kendi göğsünün dört bir yanına dağılmıştı. Her bir saç telinin kokusu sanki özellikle burnuna doluyordu. Yaşadığı şokun etkisiyle yüzü solmuş olsa da yanakları hafifçe renkleniyor gibiydi. Bakışlarını tekrar kadının gözlerine çevirdi ki zaten harelerinden koyulaşarak devam eden dalgalanmaların etkisinden kurtulmanın şu an için pek imkânı yok gibi görünüyordu.
“Tamam,” diyerek mırıldanan Naz da Yağız’ın kucağından inmek için hiçbir harekette bulunmamış doğrudan adamın gözlerine bakıyordu. Yağız’ın gözlerinin renginin koyu diplerine bakarken nefessiz kaldığını hissetti. Neden böyle sıkışıyormuş, korkmuş gibi düzensiz bir ritimle atıyordu kalbi? Muhakkak hâlâ paniği üzerinden atamamıştı.
Bir anda evin içinde, nereden geldiği belli olmayan bir müzik sesinin varlığı ikisi arasındaki tüm sessiz iletişimi bozmuştu. Naz, adamın derin gözlerinden sıyrılarak gözlerini birkaç kez kırpıştırmışken kendini tam anlamıyla ilk toplayansa Yağız olmuştu. Naz’ı kucağından yere bırakırken, kadında hâlâ adamın kazağına sıkı sıkıya yapışmış olan ellerini çözmüş ve istemsizce kırışan kısımları elleriyle düzeltmeye başlamıştı. Ama elinin altındaki sıcak bedenin kasılmasını hisseder hissetmez yaptığı hareketin farkına vararak elini ateşe tutmuşçasına hızla çekerek bedeninin iki yanında yumruk yaptı. Bu esnada telefondan geldiğini tahmin ettikleri müzik sesi olan ‘Sexy and I Know It’ salonu bir parti havasına sürüklemişken hem adam hem de kadın yaşadıkları zamana geri dönmüşlerdi ve Yağız şarkının ne olduğunun ayırdına vardığı anda kaşının biri muzipçe havaya kalkmıştı. Naz’ın bakışları da şarkının sürdüğü her bir saniye bilmiş hâle bürünüp adamın gözlerine kilitlenmişti. Dudaklarında eğri bir gülümseme peyda olurken hâlinden oldukça memnundu. Laf söyleme sırası kendisine gelmişti.
“Telefona bakmayı düşünmüyor musun?” diye sordu. Ama anlayamadığı bir şey vardı. Bir insan nasıl oluyordu da telefonunun her türlü topluluk içerisinde bu müzikle çalmasını hoş görecek kadar özgüven sahibi olabilirdi?
“Bakıyorum da iyi alışmışsınız, öğretmen hanım. Bir defa telefonunuza baktım diye sekreterliğinizi yapacağımı mı düşündünüz?” diyen Yağız’sa istifini bozmadan kadına ukalaca gülümsemeye devam etmişti. Naz’ın kaşları çatılıp, bakışları kısılmış göz kapaklarının ardına gizlenirken “Neden?” diye sordu. “Neden kendi telefonuna bakarken, benim sekreterliğimi yapıyor olasın ki?”
“Benim telefonum mu?” diyen Yağız da en az Naz kadar şaşkındı. Ama sonrasında bu şaşkınlığı bir çırpıda üzerinden atmış ve sanki Naz çok komik bir şey söylemişçesine sessizlikte artarak çoğalan bir kahkaha atmıştı. Kadınsa bu duruma hepten şaşırırken önce yanlış görüyormuşçasına birkaç kez gözlerini kırpıştırmış sonraysa biçimli kaşları hepten çatılmıştı. Bakışları adamın dalga geçtiği sinir katsayılarının hiddetiyle dolmuşken sertçe homurdandı.
“Benim anlayamadığım ama senin anlayıp üzerine bir de bu derece komik bulduğun şey nedir acaba?!”
Yağız kahkahasını durdurmuş başını hafifçe sağa sola sallayarak “Sen beni, yeni ergen falan mı zannettin?” derken yüzündeki eğri gülümsemeyi silme gereği duymamıştı.
Bu adamın kendisi başlı başına sinir bozucuyken yüzüne yapışmış olan gülümsemesi daha da sınırlarını zorluyordu genç kadının. “Ne alakası var?” diyerek homurdanırken hırsla burnundan soludu. “Hem… Aslında… Zaman zaman bir erkekle bir ergen arasında pek de bir fark olmayabiliyor. Sonuçta ergen de olsanız erkek de hepinizin aklı tek şeye çalışıyor.” Duyduğu sözlerle adamın tek kaşı havaya kalksa da yüzündeki eğri gülümseme, yürekleri hoplatan etkileyici bir hâl almıştı.
“Evet, seksiyim ve bunu biliyorum; fakat çevremde bu durumu sürekli bana yansıtan hemcinslerin ve bakışları varken bunu telefonumla ilân etmem çok yersiz değil mi Nazlı Öğretmenim?”
Yağız sözlerinin sonunda bastırarak söylediği ‘Nazlı Öğretmenim’ lafıyla kadının yüz ifadesinin değişimini zevkle izledi ki bu tepkisini de bekliyordu. Zaten bunu kışkırtmak için söylemişti. Kadının yeşillerinin kısılmasından ve ellerini beline atmasından hedefine ulaştığı da belliydi. Kendisine Nazlı denmesinden hoşlanmadığını dakikalar önce yaptıkları konuşmadan anlamıştı. Muhakkak Gülbahar teyze de ona bu şekilde hitap etmiş olmalıydı ki bu konuda bu nazlı kadın son derece atik olarak tepki gösteriyordu. Buna şaşırmaması gerekiyordu; çünkü Gülbahar teyze sürekli kendisine de Yiğit diyerek sesleniyordu. İster Yağız, ister Yiğit isterse Abdülhamit diyebilirdi. Kendisi için hiçbir sakıncası yoktu. Önemli olan davranışlardı ki Gülbahar teyze öyle doğal, içten davranıyordu ki onun için, onun istediği herhangi bir ismin içine uyabilirdi. Bazılarıysa sırf Yağız Tekinoğlu olduğu için ne kalıplar içine sokmaya çalışmışlar ve yaptığı her davranıştan nasıl da beklenti içine girmişlerdi?
“Bana Nazlı deme!.. Adım Nazlı değil!”
Ya bu adamın söylediği her şey kendi ruh ve sinir sağlığına dokunuyordu ya da kendisi fazla abartıyordu. Ama kendisine bir türlü engel olamıyordu! Hâlbuki bu kadar dirayetsiz bir insan olduğunu da düşünmezdi. Bu adam yüzünden birkaç gündür kendisine bile sinirlenir olmuştu. Sıkıntıyla nefesini verirken “Artık şu sinir bozucu telefona baksan iyi olacak. Yoksa senin yaşadığın gibi telefon da çalmak zorunda olduğu müzik yüzünden ego patlaması yaşayacak,” diyerek dudak büzmüş telefonun sesinin geldiği koltuğa doğru yürümeye başlamıştı. Koltuğun minderleri arasına saklanmış olan telefonu eline alarak koltuğun arkasında duran Yağız’a doğru uzattı.
Yağız ellerini koltuğun sırt kısmına yaslamış ve öne doğru hafifçe eğilmişken Naz’la arasına koltuk girmişti. Telefona kuşkulu gözlerle bakarken geri çekildi. “Telefon senin evinde çalıyorken neden ben açıyorum?”
Naz bir dizini mindere dayayarak adama koltuğun el verdiği ölçüde yaklaştı ve ona tekrar telefonu uzattı. Şimdi adam üstten ona bakarken bakışları savaş yeri misali çarpışıyordu. Bu ortam yeterince rahatsız edici değilmiş gibi adam da koltuğa doğru daha çok eğildi. Duruşları garip bir his veriyordu; ama daha garibi Naz çekilemiyordu ki adam da çekilmiyordu. Adamın maviliklerinin bin bir rengine maruz kalmışken telefonu bir kez daha, bu kez sertçe uzattı.
“Çünkü sen başkalarına ait telefonlara cevap vermeyi oldukça iyi beceriyorsun.”
Telefona uzanan adam, karşısındaki kadının çakmak çakmak parlayan yeşillerinden ayırmamıştı gözlerini. “İşte, Allah bir boy vermiş diye hor görmeyeceksin. Bizim de iyi becerdiğimiz şeyler olabiliyor,” diyerek bakışlarını telefonun ekranına çevirmişken telefon susmuştu.
“Kimmiş?” diye sormuştu Naz. Telefon, ego patlamasını kendi ellerinde yaşarken bakmak aklına dahi gelmemişti.
“Ben de göremedim. Ama şimdi cevapsız aramalarından öğreniriz.”
Adam, Naz’ın da telefonun ekranını görebilmesi için telefonu onun görebileceği mesafede eğmiş Naz koltukta dengesini bulmak için sırt kısmına yaslanmak yerine adamın kolunu tutmuştu. Ama bu durum ikisine de o kadar doğal gelmişti ki ne Naz adamın kolunu tuttuğunun farkına varmıştı ne de adam bu tutuşu yadırgamıştı.
“Ohh ne güzel! Ne kadar rahat bir şekilde tanımadığın birinin telefonunu karıştırabiliyorsun Yüzbaşım? Aldığınız istihbarat eğitimlerinden kalma bir eğilim mi bu?”
Yağız duyduklarıyla birlikte bakışlarını telefondan ayırarak Naz’a baktı. “Bakmamı istiyor musun, istemiyor musun? Kimin olduğu belli olmayan, bir de üstüne üstlük ego patlaması yaşayan bu telefon senin evinde bulunuyor, benim evimde değil,” derken telefon tekrar çalmaya başladı.
Telefonun ekranında yazılı olan ismi Naz’ın okumasına fırsat vermeden Yağız tüm yetkiyi eline alarak telefonu açmış ve kulağına götürmüştü. “Alo, buyurun.”
Konuşurkenki sesi tok ve az biraz sert olsa da tınısının altında etkileyicilik gizliydi. Naz ister istemez şaşırdı; çünkü sesinden buram buram güç yayıyordu sanki. Sinir bozucu görüntüsüne ek asap bozucu tavırlarına şahit olmayan çoğu kadını sesiyle çok rahat ağına düşürebilir gibi görünüyordu. Acaba Orkun’la da bu otoriter ve etkileyici ses tonuyla mı konuştuğunun merakına kapılmışken kendini toparladı. Adam da bir süre karşı taraftan gelen sesi dinlemiş ve otoriter ses tonunu bir kenara bırakarak gülümsemesinin yansıdığı, ama hâlâ oldukça etkileyiciydi, ses tonuyla karşı tarafa cevap vermişti.
“Evet. Benim Yağız. Tabii Erkan… Dikkat etsin telefonunu nerede bıraktığına… Evet evet… Geliyor mu? Peki, gelsin bakalım bizim bay seksi.”
Telefon kapandıktan sonra Naz cevap beklermiş gibi meraklı bakışlarını adama çevirdi. “Ee, kimmiş bizim bay seksi?”
Bunları söylerken bay kelimesine özellikle vurgu yapmıştı ki söylediklerinde başından beri haklıydı. Bu müziği ancak egosu tavan sınırlarında gezinen bir adam telefonuna koyabilirdi. O sırada kapının çalmasıyla sorusu yanıtsız kalmış, ikisi beraber dış kapıya yönelmişlerdi. Naz kapıyı açmasıyla kendisine mahcup ama bir o kadar da tatlı bir şekilde sırıtan Sarp’ı görmesi bir oldu. Ona tatlı bir gülümseme hediye ederken karşısındaki genç delikanlıda kesinlikle şeytan tüyü olduğunu düşündü. Aksi imkânsızdı.
“Demek şu müthiş melodiyle etrafı inleten telefonun sahibi sensin,” diyen Yağız, telefonu Sarp’a uzatmıştı. “Al bakalım telefonunu. Yalnız bir şeyi merak ettim. O şarkı kız tavlamada işe yarıyor mu?”
Sarp iyice mahcup olmuşçasına yüzünü buruşturmuş sonra tekrar gülümsemişti. Kendisi de durumdan rahatsız gibiydi.
“Ali’yle iddiaya girmiştik de o yüzden şarkıyı zil sesi yaptım komutanım. İddiayı kazanıp da Ali Beye bir şeyleri ispat edene kadar maalesef ki böyle. Kızları tavlamakla pek alakası yok yani. Aslında tam anlamıyla yok denemez; ama… Neyse uzun hikâye,” demiş sonrasında Naz’a kaçamak bir bakış atmıştı. “Hem kızların ilgisini çekmek için, şarkıya türküye ihtiyacım mı var benim komutanım? Bakışlarım yeter,” diyerek kaşlarını onaylarcasına hareket ettirmişti.
Naz’ın dudakları gülümsese de gözlerini devirmeden edemedi. “Ah, hangi yaşta olursanız olun siz erkeklerin kendinize ait, dağlar kadar büyük ve yıkılmaz, muhteşem egolarınız yok mu? Asıl bir de bakışlarınla ağına düşürdüğün kızlarla konuşmak lazım, bakalım gerçekten de senin hakkında ne diyecekler?”
Sarp’ın cevabı gecikmemişti. “İsterseniz sorun hocam. Benden etkilenmeyecek bir tane kız çıkarsa, kendimi şuradaki Çamurlu Dağı’nın zirvesinden snowboardumla atarım.”
Bu sevimli komşuları bir harikaydı. Hepsi de kendisini henüz tanımamışken sıcakkanlı, yardımsever ve oldukça samimiydiler. Buraya gelmeden önce her şeyin en kötüsünü düşünmüş zihninde türlü türlü entrikalar kurmuşken gerçekten de böylesi tahminlerinin çok ötesindeydi. Evet, şu an belki peşin hüküm veriyor olabilirdi ki taşınalı iki gün dahi olmamıştı; ama böyle hissediyordu işte. Uzun zamandır yaşadığı duygu iniş çıkışları sonrasında bu yakınlığı hissetmek istiyordu da.
İkilinin konuşmasını dinlemekle yetinen Yağız’sa bir süre için içeri geçmiş olsa da kulağı konuşulanlardaydı.
“O niyeymiş? Snowboardsuz atla da asıl o zaman görelim seni… Snowboard ile herkes dağın tepesinden atlar.”
“Boardsuz atlamam, sonrasında kızların hayran olduğu yüzüme bir şey olması ihtimalini göze alamam. İnsan kendisine kat be kat getirisi olan şeyleri hoyrat kullanmamalı, öyle değil mi? Hem board yaparken kız tavlama olasılığım çok yüksek. Biliyorsunuz ki kızlar spor yapan erkekleri daha çekici buluyor diye bir genelleme var. Güzel bir bayan olarak siz ne düşünüyorsunuz hocam bu konuda; havalı sporlarla ilgilenen erkekler daha çekici değil midir? Bu arada… Bir şey dikkatimi çekti. Snowboardı herkes yapar dediğinize göre siz de kış sporlarıyla ilgileniyorsunuz sanıyorum. Belki bir gün board yapmaya gideriz, tabii sizin için de uygun olursa…”
Genç delikanlının Naz’a karşı olan hızlı flört girişimini yakalamış ve ikilinin yanına gelmişti Yağız. Bu atağa gülmeden edemese de Naz’ın vereceği tepkiyi merak ediyordu. Bunu beklerken ayakkabılarını giymeye koyuldu.
“Matematik hesabın bu kadar kötü olup da tıp fakültesine girmeyi nasıl başardın sen, Sarpçığım? Senin aşağı kata inip tekrar yukarı çıkmandan sonra matematik kaidelerinin hiçbirinde bir değişiklik olmadı. Yani hâlâ aradan ne kadar zaman geçerse geçsin ki bu kimi zaman yıllar kimi zaman saliseler dahi olsa, aradaki fark değişmiyor. Ama snowboard teklifin oldukça cazip göründü bana. Bunu gerçekten de yapmak isterim. Farklar unutulmadığı takdirde…”
Naz’ın söylediklerinden sonra, ikisi de gülmeye başlamıştı; fakat Yağız bu gülüşmelere pek anlam verememişti ve aksi gibi bu durum nedenini anlayamadığı bir sebeple onu rahatsız etmişti. Düşüncelerini dağıtıp ayakkabılarını giymeye odaklanmışken Sarp’ın “Bizim yerleştirdiğimiz salondan memnun kalmamış mıydınız hocam? Sil baştan düzeni değiştirtmişsiniz komutanıma,” dediğini işitti. Sonrasında da Naz’ın “Hayır Sarpçığım. Sizin düzenlemenizden de oldukça memnundum; ama sayın strateji uzmanı Yüzbaşı Yağız, düzenleme konusunda daha parlak fikirleri olduğuna beni ikna etti ve işte sonuç bu,” dediğini. Eğildiği yerden doğrularak karşısındaki yeşillere baktı. O yeşiller çıkartılan işin sonucundan oldukça memnun bir şekilde gülümsüyor ve aldığı zevk kıvılcımlarını etrafa saçıyordu.
Yağız biliyordu! Başından beri böyle olabileceğini tahmin etmişti ve gözlerindeki gülümseme kadının tüm çehresine yayılmışken daha da emin oldu. Düştüğü duruma gülmeden edemedi. Yüzbaşı Yağız ki o yalçın dağların geçit vermeyen yarlarındaki düşman inlerine girip tuzakları bertaraf etmişken gelip burada kendini fazlasıyla beğenen ve bir o kadar şımarık bir öğretmen hanımın sözlerine kanıp elinde oyuncak olmuştu. Kendisini ve barındırdığı kalıbı şu durumda tebrik etmeliydi. Gerçi evet, biliyordu; ama bilerek görmezden gelmesi de ayrıca garipken yatağına uzandığı an, görmezden geldiği tüm kasları da küfür edermiş gibi ağrılara boğacaktı bedenini. Bakışlarını karşısındaki ne kadar meleğe yakın bir görüntü barındırsa da içinden şeytani düşünceler geçiren kadına yöneltmişti ve kadın da bunu hissederek Yağız’a bakmıştı.
Sarp’a göre ikisinin bakışlarında tüm Sarıkamış’a yetecek elektrik yüklü gibiydi ve imalı bir şekilde gülümseyerek Yağız’a baktı. “Eline sağlık komutanım,” diyerek Naz’a döndü. “Hocam sözünü unutma. Bir gün ayarlayalım da hep birlikte boarda gidelim. Tabii ki komutanım siz de davetlisiniz.”
Yağız, Sarp’ın teklifini bir şey demeden sadece ufak bir baş hareketiyle onaylarken Naz hevesle gülümsemişti. “Bu teklifi düşüneceğime emin olabilirsin.”
Beklediği onayı alınca Yağız’a asker selamı vererek merdivenlere yönelen Sarp’ın yanlarından ayrılmasıyla Yağız, yanındaki kadına doğru döndü ve kadının çehresine yayılmış olan eğri gülümsemeyi inceledi. İntikamını laflarıyla açık etmesi yüzündeki gülümseme kadar etkisi olmamıştı Yağız’ın üzerinde. Genç adam, Naz’a doğru hafifçe eğildiğinde Naz’ın nefesleri nedenini anlamadığı şekilde sıklaştı. Birbirlerine çok yakındılar ve özel alanı işgal altındaydı hem de son derece tecrübeli, tüm açıkları tarafından yakalanabilecek, savaşma ihtimalinde varını yoğunu ortaya koyacak bir asker tarafından. Önünde tüm heybetiyle dikilirken kapana kısılmış gibi hissediyor aralarındaki tüm hava, oksijenden mahrum kalmışçasına daha fazla nefes alma ihtiyacı duyuyordu. Adam sanki tüm havayı kendisine saklıyordu. Yağız’ın safirlere eş parlayan gözleri kadının içine daha da korku salarken adam elini Naz’ın üzerinden kapıya yasladı ve başını hafifçe eğerken fısıldadı. Naz ne kadar şaşırmış ve rahatsız olmuş görünüyorsa Yağız’ın o kadar eğlenen bir hâli vardı.
“Eğer olur da parlak fikirlerime ihtiyaç duyarsan haber vermen yeterli.”
Kadının üzerine daha çok eğilmişken kapıya yasladığı elini arkaya doğru uzatarak ceketini almış ve ani bir hareketle kadının üzerindeki tüm ambargosunu kaldırmıştı. Adamın sıcaklığı kendisini sarmışken uzaklaşmasıyla sanki buz kesmiş gibiydi kadın. Daha tanımadığı bir insanın nasıl oluyordu da üzerinde böyle bir etkisi olabiliyordu?! Asıl soru; nasıl olmuştu da adamın kedinin fareyle oynadığı gibi kendisiyle oynamasına izin vermişti?! Adama karşı kendisinden beklemediği tepkiler boyut atlamış kendisine sıçramıştı. Şu an karşı dairesini açıp içeri girmek üzere olan adama ne kadar sinir oluyorsa kendisine de bir o kadar sinirlenmişti. Kendi dairesine girip adamın bir şey demesine fırsat vermeden kapıyı sertçe kapattığında derin nefesler aldı. Tamam, çok çabuk sinirlenen bir insandı; fakat uzun süredir bu kadar üst üste sinirlerinin sınandığını da hatırlamıyordu. Salonun açık kapısından görünen, perdeleri takılmış olsa da bir tarafa toplanmış olan çıplak camlara baktı. Aniden hareketlenerek pencerenin önüne gelmiş, perdeyi ve tülü çekerek camların çıplaklığını örterken tıkamamış olduğu kornişin uç kısmı aklına gelerek ümitsizce perdenin kornişten serbest kalacağı anı beklemişti; ama düşündüğü gibi olmadı. Perde kornişin ucuna gelmiş ve oradaki bir engele takılarak durmuştu. Kornişin tam ucunun bulunduğu yerin altına gelerek başını kaldırdı ve engelin ne olduğuna bakarken sıkıştırılmış gazete parçasını fark etti. Ayrıca bir şeyi daha fark etti. Perdeleri kendi takmış olsa da tülleri o takmamıştı.
Bir süre için gözlerini kapattı. Bu adam hakkında ne düşünmeliydi şimdi?! Onun yaptıklarından etkilenmiş olma düşüncesini hiddetle ve şiddetle reddediyordu! İşte bir kez daha yapmıştı adam. Onun yüzünden kendisiyle savaş hâlindeydi ve maalesef ki savaş söz konusu olduğunda kendisi bu işte, adam kadar uzman değildi.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder