Naz bir
yandan oflarken diğer yandan daracık olan alan el verdiği ölçüde bacak bacak
üstüne atmış, ayağını sallamaya devam ediyordu. Hem de tam otuz yedi dakikadır!
Burada unutulduğunu hissettiği bu otuz yedi dakikada makyajını tazelemiş,
kafasında alışveriş merkezinden alacaklarının listesini yapmış, özlediği
ailesini düşünmüş, arada bu otuz yedi dakika için Yağız’a sayıp sövmeyi ihmal
etmemiş, üstüne de adını bile hatırlamadığı zilyon tane radyo kanalı gezmişti.
Hatta gezdiği radyo kanallarında içini döken sözde âşık erkeklerle alay
bile etmişti; ama Yağız hâlâ aşağı inmemişti. Altı üstü Gülbahar teyzenin
eşyalarını yukarı çıkarıp hemen aşağı inecekti. Onlar da Kars’ın merkezinde bir
alışveriş merkezinin yolunu arşınlayacaklardı; ama hâlâ ortada yoktu Yüzbaşı.
Anlaşılan rütbesini konuşturmaya fazla alışmıştı. Ama bu kez rütbesi işe
yaramayacaktı!
Gözleri
sabah uğruna birazCIK beklettiği frechlerine takıldı. Yüzünde beliren
gülümsemeye engel olamadı. Çok sevgili Genel Kurmay Başkanı görünümlü Yüzbaşı
bir an olsun nasıl da sinirlenmiş sonra hemen lafını esirgememişti.
Yüzünde o kısacık anda beliren ifade dahi Naz’ın tatmin olması için yeterliydi.
Nasıl da haz almıştı onu kızdırırken?
Hissettiği
bu duyguyla, radyoda kulağına gelen müziğe eşlik ederken hafifçe tempo
tutuyordu. Şarkının sözlerine dikkat ettiğinde içinde bulunduğu duruma gülmeden
edemedi.
‘Yok ki senin
bir yedeğin
Kötü kedi Şerafettin!
Söyle nasıl kıydın bana?
Hem canındım, hem ciğerin.
Kendimi
bulamıyorum.
Geri alamıyorum.
Ben her gece rüyalarda,
Hep sana hak veriyorum*’
Bu kedi
mevzunu daha fazla uzatmamaya karar verdi. Çünkü ucu kendisine de dokunuyordu
ve dün gece gördüğü rüyayla tekrar tekrar karşılaşmak istemiyordu. Dün gece
adam haksızlık ettiğini, en azından bu konuda, çok fazla ileri gittiğini
düşünmüş ve kafasını bu, o kadar meşgul etmişti ki koca bir mevzu olmuş, adama
yakıştırdığı kedi kelimesi rüyalarında kocaman bir panter, bir pars olarak can
bulmuştu. Yoksa adamı o şekilde rüyasında görmenin nasıl bir açıklaması
olabilirdi ki? Yoksa olabilir miydi?
Rüya tabirlerine inanan bir insan olmasa da baksa bir şey fark etmezdi. Adamı
beklemekten canı oldukça sıkılmıştı. Vakit geçirmek için telefonundan arama
motoruna girdi ve ‘panter’ kelimesini arattı. İlk dikkatini çeken
rüyasındakinin aynısı olan bir panter fotoğrafıydı. Gecenin karanlığından bir
parça gibi simsiyah… Rüyasıyla ilgili yazdığı şeyler sonrasında, yoruma ulaştı.
‘Rüyada panter
görmek, rüya sahibinin meslek hayatında başarısız, aşk hayatında
ise başarılı olacağı bir döneme gireceğine işaret eder.’
Bu yoruma kesinlikle inanacak değildi!
Burada birine âşık olma ihtimali, bir gün olur da Gülbahar teyzenin, adını
doğru telaffuz etmesi kadar imkânsızdı. Kesinlikle rüyasındaki panter olamazdı.
Belki de başka büyük bir kediydi gördüğü. Diğer yorumlara bakarken, aradığını
bulmuştu.
‘Rüyada parsla mücadele ettiğini gören kimse, öyle bir
insanla mücadele eder.’
Bu belki olabilirdi. Ama çeşitli
kaynaklarda, panter ve parsın aynı anlama geldiği yazılıydı. Yani en başından
beri bu yorumlara bakmamalıydı. Ama merakına yenilmişti ve bir kez daha
yeniliyordu. En genel tabirle arayarak son kez bakıp bu kedi mevzuna son
verebilirdi.
‘Rüyada kedi görmek, iyiliğe iyilik, kötülüğe de kötülük ile
karşılık veren esaslı bir kimseye alamet eder. Rüya sahibinin hayatını
kolaylaştıran ama kendine haksızlık yapıldığında da sessiz kalmayan birinin
varlığına yorulur.’
İşte
aradığı buydu!
Arabanın
içine giren soğuk havanın ardından kapının kapanma sesiyle bakışlarını sürücü
koltuğuna çevirdiğinde kendisine bakan Yağız’la göz göze geldi. “Oo
assolistimiz de teşrif etmişler,” derken dudaklarına yapışmış alaycı
gülümsemenin aksine gözleri hâlâ bekletilmenin kızgınlığıyla parlıyordu.
“Ee ne
demişler, assolistler en son çıkarmış.”
“Yani
yeteneklerinin arasına bunu da ekledik öyle mi? Kim bilir daha ne gibi
özelliklerin var senin? Bu yeteneklerle burada harcanıyorsun.”
Yağız,
Gülbahar teyzenin poşetlerini eve taşımak için yukarı çıktığında kafasında bu
güzel kadını bekletmek yoktu. Hatta sabahki yaptıkları yüzünden bu şekilde bir
intikam planlamamıştı. Hatta ve hatta bu yaptığı intikam da değildi. Gülbahar
teyzenin anlattıklarının bu kadar uzun süreceğini hiç hesaplamamıştı. Ama şu
anki durumda bu durumun sonuçlarından oldukça memnun kalmıştı. Bu nazlı
öğretmen o yokken makyajını tazelemiş ve pazar havasından çıkmış, asıl alışverişe
hazır ve nazırdı. Hem kendisi hem de lafları…
“Doğru
söze ne denir ki? Böyle çok fonksiyonlu bir adamın kıymetini bil,” derken
kontağa uzanarak arabayı çalıştırdı. Ardından hiç vakit kaybetmeden arabayı
vitese takarak hareket ettirdi.
“Mutfak
robotları da çok fonksiyonlu mesela. Mikrodalga fırınlar, cep telefonları,
elektrikli süpürgeler...”
Yağız
duyduklarıyla bakışlarını bir an için yoldan ayırarak yanındaki kadına baktı. O
ise hiç kendisine bakmıyor, sürekli değiştirdiği radyo kanallarıyla muhatap
olmayı daha zevkli buluyordu anlaşılan ve bu kadın laf arasında ona ev aletleri
sıfatını da yakıştırmıştı.
“Sokak
kedisi, assolist şimdi de elektronik eşya. Bu kadar özelliği bünyemde
barındırdığıma şu an ben bile hayret ettim.”
Gözlerini
radyodan ayıran Naz, Yağız’ın gözlerine bakarak alay edermiş gibi gülümserken
yüzünü buruşturdu. Adama o kadar yakıştırma yapmıştı; ama bu adam hiçbirini de
ciddiye alıp ‘Sen kimsin de benimle bu şekilde konuşuyorsun?!’ tepkisi
vermemişti. Ardından vakit kaybetmeden çok önemli bir iş yapar gibi radyo
kanallarını gezmeye devam etti.
“Assolistlik
işini çok abartmayalım. Bir Müzeyyen Senar da değilsin. Hani şu görünüşü için
saatlerini harcayan ama sıra sese gelince fiziğini kullanmaya çalışan sözde sanatçılar
vardır ya… Kulağını değil gözünü doyurmaya çalışan, görüntü olup ses
olmayanlardan… Belki onlardan olabilirsin. Hatta onlardan da kötü.”
Yağız
duyduğu kelimelerden sonra yanındaki kadına bakmadan edemedi. “Şimdi de
yeteneksiz mi oldum?” derken yüzüne sözde alınmış bir ifade takınmıştı.
Radyoyu
bir kenara bırakan Naz, tüm vücuduyla Yağız’dan tarafa döndü. Yağız ise
gülümseyerek bir an yüzüne baktıysa da vakit kaybetmeden yola çevirdi
bakışlarını. Naz adamın bakışlarının üzerinden ayrılmasıyla kendini bir an
üzgün hissetse de, aldırmadı. O bu kadar sinirliyken neden bu adamın bir
yanağında kızların en harika aşk filmlerinden birini izlermiş gibi tavır
takınacakları hatta oraya gömülmek isteyecekleri bir çukurluk ve ona eşlik eden
ışıltılı bir tebessüm vardı? Neden? Neden?! Neden?!!
Bu soruyu
es geçerek asıl soruya odaklandı. Bu adam neden bu kadar geç kalmıştı?! İntikam
diye düşünmekten alıkoyamıyordu kendini.
“Ben sana
yeteneksizsin diye bir şey dedim mi? Çok kalabalık bir cümle kurdum ki içinde
Müzeyyen Senar adı bile geçti, sense sadece yeteneksiz anlamını çıkardın.”
Karşısındaki
adam hiç istifini bozmadan aynı gülümsemeyle onu yanıtlamakta gecikmedi. “Ne
gibi bir anlam çıkarmalıydım?”
Bu adam
bunları gerçekten soruyor muydu yoksa öylesine geçiştirmeye mi uğraşıyordu?
Arada kendisine kayan bakışlarında ilgi vardı; ama o dudakları yok mu ah… Yani…
O dudaklar biraz alaycı mıydı acaba? Bunu yapmasına izin veremezdi. Hadi ama
otuz yedi dakikadır bekletilmişti ve ağaçlar, kök salma, meyve verme durumuna
çok yaklaşmıştı. Bu kadar süre bu adam ne yapmıştı yukarıda? Kahretsin bu merak
yok mu bu merak? Ne demişler ‘insanın başına ne gelirse ya meraktan ya
meraktan,’diye düşünmeden edemedi. Ama madem bu kadar bekletildi bu adam
kendisine hesap verecekti.
“En
azından onlar bir kısmın eksikliğini, daha iyi oldukları bir başka kısımlarıyla
telafi etmeye çalışırken benim Yüzbaşım otuz yedi dakikadır ne ses ne görüntü
olarak piyasa da yok. Söylemek istediğimi şimdi yeterince açık ifade edebildim
mi acaba?”
“Demek
SENİN Yüzbaşın senin gibi bir bayanı yalnız bıraktı. Hem de otuz yedi dakika.
Senin Yüzbaşının kulaklarını biri çekmeli,” derken Yağız’ın dudaklarından
süzülen o kahkaha Naz’ın üzerinde ufak bir Osmanlı tokadı etkisi bırakmıştı. O
ne söylemişti bu adam yine anlatılmak isteneni es geçmiş, ufacık aitlik
bildiren bir kelimeciğe takılmıştı. Bu adamla konuşurken isim tamlamalarına,
hatta yapım-çekim demeden tüm eklere dikkat etmek zorunda mı kalacaktı? Ama
onun yaptığı gibi şimdilik umursamamayı da deneyebilirdi.
“Benim
Yüzbaşımı inan bir kulak çekiş paklamaz. Ona toptan dayak lazım. Ayrıca
birisinin ona erkeklerin değil kadınların beklettiğini, erkeklerin bekletilmeye
mahkûm olduğunu öğretmesi gerek. Doğanın kanunu böyle,” diyerek yüzüne alaycı
bir gülümseme oturttu. Gözleri ise bu alaycılıktan çok uzaktı.
“Demek
birilerinin öğretmesi gerek. Neyse ki senin bu Yüzbaşın öğrenmek
konusunda çok istekli.” Bunları söylerken eş zamanlı olarak Naz’a dönüp
göz kırpması, Naz’da beklenmedik bir etki bırakmıştı. O mavi gözlerdeki
ışıltıya eşlik eden o gülümseme bir an için hoşuna gitmişti. Sanki vücudu
karıncalanmaya başlamıştı.
İstifini
bozmamaya çalışsa da sinirinin yerini şaşkınlık almaya başlamıştı. Bu adamla
ani heyecanlar yaşarken duygudan duyguya sürüklenmesi kaçınılmazdı. Kafasındaki
düşünce kaosundan ve vücudunun bu adama verdiği anlık tepkilerden kurtulmak
için konuşmaya başladı. Anlaşılan bu durum çenesine vurmuştu.
“Bir
eğitimci olarak sana zevkle öğretirim. Ne de olsa öğrenmenin yaşı yoktur,” diyerek
normal oturma pozisyonuna geri dönmüş, ilgisini radyoya yöneltmişti. Bir süre
sonra, iki üç dakika içerisinde yapılan konuşmaların üstesinden gelmişti bile.
Yağız’ın sesiyle radyoya olan ilgisini kaybetti.
“Sağ
taraftaki okul, çalışacağın okul. Gülbahar teyze söylemişti. Yürüyerek yaklaşık
on dakika sürer. Şanslısın. Bu civarda serserilik olayları da çok olmaz.
Yürüyerek rahat rahat gidip gelebilirsin. Birlikten bir arkadaşımın da eşinin
burada çalıştığını duymuştum. Eğer sıkıntı yaşadığın bir durum olursa, elimden
geldiği kadar yardımcı olurum.”
Karşısındaki
adam bunları söylerken Naz bir saniye bile gözlerini adamdan ayırmamış,
ayıramamıştı. Çünkü yüzünde görmeye yavaş yavaş alıştığı ya da alışmaya
başladığını düşündüğü tüm anlam içerikli ifadeler değişmişti. Mavi gözlerindeki
kurnazlık belirten ışıltı yerini bariz belli bir ilgi almıştı. Dudaklarına
yapışmış olduğunu düşündüğü o alaycı gülümsemeyi de güzel, ilgili bir tebessüm
istila etmişti. Sesinin tonundaki ‘Başın sıkışırsa elimden geleni bırak daha
fazlasını yapmaya bile uğraşırım,’ tınısı bile seçiliyordu. Yani ne zamandır
onu yerden yere vuran bu surat, şimdi bariz ona yardım teklifinde bulunuyordu.
Baya baya bu adamın içinde henüz doğaya savrulmayıp, kuşların, karıncaların alıp
götürmediği insanlık kırıntısı mevcuttu ve bu kırıntılar arada sırada Yağız’ın
ilgili bir insan gibi davranmasını sağlıyordu. Gerçi pazarda adamın yaptıkları
için de aynı yorumu yapabilirdi. Sadece
“Teşekkür ederim,” diyebilmişti. Oturduğu koltuğa iyice gömülürken bakışlarını
bu kez dışarıya yöneltti.
Gözleri
hızla geçtikleri binaları tararken aslında onun hakkında düşünmeden peşin
hükümler verdiğini düşünmeye başlamıştı. Gerçi o da aksi için fırsat
vermemişti. Başta bu şekilde davransaydı ne olurdu sanki? Şu an hissettiği gibi
karışık hissetmezdi belki. Şu inanılamayacak şekilde ona haksızlık ettiğini
düşünüp vicdanının o cılız sesiyle boğuşuyordu. Düşündüklerinden habersiz,
yanında rahat tavırlarla araba kullanan adama baktı. Vitesi büyütürken kendisine
bakıldığını anlayan adam da ona bakarak gülümsedi.
“Sarıkamış
oldukça küçük bir yer. Hâliyle senin gibi birinin ihtiyaçları için büyük bir
alışveriş merkezi yok. O yüzden Kars’a gidiyoruz. Yani sakın seni kaçırdığımı
falan düşünme.”
Adamın
söylediklerini dinlerken aslında yüz ifadesini inceliyordu. Biraz önceki
bekletilmenin etkisiyle öfke ve kapris tanrıçası hâlinde olsaydı onun bu basit
laflarına sinirlenir, üstüne laf söylerdi. Tabii bunun üzerine Yağız da
söylerdi. Durur mu?! O durmazsa Naz niye duracaktı. O da söylerdi. Sonra Yağız,
Naz, belki tekrar Naz…
Hâlbuki ne
kadar basit kelimeleri bir araya getirip cümle kurmuştu. Şöyle bir düşününce,
adam onu o kadar çok sinirlendirip kafasını bozuyordu ki en basit, normalde
kızmayıp gülüp geçeceği şeylere bile olmayacak laflar söylerken buluyordu
kendini. Ayrıca bu adamın, kendisinin sinirinde boğulmaya başladığı anlardan
fazlasıyla zevk aldığını da anlamıştı. Bunları düşünmeden bir kez onun
laflarına takılarak gülüp geçebilir miydi?
“Sorun
değil. Öyle bir şey gelmedi aklıma. Biliyorum ki beni kaçırıp başına bela
almayacak kadar akıllı bir adamsın,” derken gerçekten de kendisini sakin
hissediyordu. Belki ona alışıyor olmasından, belki de fark ettiklerinden… Bunu
an içinde çözemese de sebebi ne olursa olsun bu iyi bir şey olmalıydı.
Bu fark
ettikleri insanlık için küçük olsa da Naz için baya büyük bir adımdı. Şimdi
sakin kafayla da düşününce adamın eline çok fazla koz vermişti. Neden bu adam
onun sinirli hâliyle eğlenirken o da kendini tutup sinirlenmek yerine biraz
akışına bırakmıyordu? Yani adam ona aksi bir laf ettiğinde, adamın dediği
kişiliğe bürünmüş ya da onları yapmış mı oluyordu?
Yanlış bir
başlangıç yapmışlardı. Gerçi henüz başlangıç yapmış sayılmazlardı. Ne de olsa
bir ileri üç geri gidiyorlardı. Hiçbir şey için hiçbir zaman geç değil
düşüncesiyle yerine gelen keyfini biraz daha şımartmak için parmaklarının ne
zamandır ezberlediği radyoya yöneldi. Artık güzel bir müzik ve şımarttığı
keyfiyle, yol boyunca yapacağı alışverişi düşünebilirdi. Kıyafet alışverişinden
çok farklı olacaktı şüphesiz. Pazar alışverişinden de öyle… Ama alışveriş,
alışverişti sonuçta. Her türlüsü zevkliydi.
Gözleri
yoldayken arada ona bakmaktan alıkoyamıyordu kendini genç adam. Bu
kadınlar böyle kaza yaptırırlardı adama. İster istemez arada gözleri ona
kayıyordu. Sürekli radyo kanallarını değiştirirken o güzel dudaklarından
bıkkın nefesler veriyor, sonra azimle hazine bulacağına inanan bir defineci
gibi değiştirmeye devam ediyordu.
“Bıkmadın
mı artık? Kaç tane radyo kanalı gezdin hâlâ kendi müzik zevkine göre bir yer
bulamadın,” diye sormadan edemedi.
Önce o
kadın bakışlarını kendisine çevirdi, sonra da oyun arkadaşı bulamamış ve canı
çok sıkılmış bir çocuk gibi öpülesi dudaklarını büzdü. “Hayır bulamadım. Çekim
gücünün sınırlı olduğu bu yolda fazla bir şey beklememeliydim zaten,” diyerek
gerçekten çok sıkılmış bir tavırla radyoyu kapatıp arkasına yaslandı.
Onun bu
hâline Yağız bir an gülse de, birlikte yaptıkları bu yolculukta sıkılmasını
istemiyordu. Beraberlerken hiçbir zaman sıkılmasını istemiyordu aslında… “Asma
suratını. Yolumuz daha uzun. Madem çok fonksiyonlu bir adamım senin için hem
radyo kanalı hem de o kanalın assolisti olabilirim. Yani sanırım…”
Sanırım
mı? Aslında bunları söylemeyi hiç düşünmemişti. O iri, yeşil hareli gözler ona
bakarken ağzından çıkanlar cidden kulaklarına sonradan ulaşmıştı. Ama
söylediklerinden sonra kadının o tatlı dudaklarındaki gülümseyişiyle,
söylediklerinin üzerinde çok durmadı. Altı üstü şarkı söyleyecekti. Birden
aklına gelen bir şeyle ufak bir kahkaha attı.
“Bu kadar
komik olan ne?”
Yol ile
Naz arasında gidip gelen bakışları bir kez daha Naz’ı buldu. Naz merakla
kendisinden gelecek cevabı bekliyordu. “Pazarda söylediklerin geldi aklıma.
Pazarcıya da yalan söylememiş olursun. Baya baya serenat yaptıracaksın bana.
Bir tek balkonumuz eksik.”
Bunun
üzerine Naz da gülmeden edemedi. Bu kadın kendisine gülümsediğinde nedense
kendisini bir süre için neşeli ve dünya sıkıntısından soyutlanmış hissediyordu.
Her hak edenin yanına böyle bir kadın şarttı!
“Sen şarkı
söylemek konusunda ciddisin,” dedi bu kez Naz inanamayarak. Ama yüzündeki
gülümseme yerli yerindeydi.
“Gayet
ciddiyim. Madem sohbet değil de müzik istiyorsun, bir süre de radyo olalım. Çok
mu yani? Ne söylememi istersin senin için,
yoksa benim repertuarımdan mı olsun? Hatta dur… İstek parçanızı ve
mesajınızı yazın; Yağız’a yollayın sesinizi Naz’a duyurun.”
Bu adamın
yaptıklarına inanamıyordu. Gerçekten bu uzun yolda kendisi için şarkı mı
söyleyecekti? Söyledikleri o kadar hoşuna gitmişti ki ona ayak uydurmadan
edemedi.
“Bugün
mırıldandığın o Fransızca şarkıyı söyle o zaman da bu söylediğim yalandan
tamamen kurtar beni. Dur bir dakika… Bu şarkı, benden İstanbul’daki aileme,
dadıma, tüm dostlarıma, âşık olduğum tüm o sokaklara, boğaza, İstiklal
Caddesi’ne, Sultan Ahmet Meydanı’na, Galata Köprüsü’ne, Kız Kulesi’ne… Ah tamam
tüm İstanbul’a gelsin. Öğretmen maaşlarına isyan eden tüm öğretmen ve öğretmen
adaylarına da.”
Öğretmenliği
kesinleştiğinde Naz’ın kuşkusuz ilk baktığı şey maaşı olmuştu ve dudağı
uçuklamıştı. Ama dehşetten! Bir elbisesine bile anca yeterdi o para tabii
ucuzlukta bulursa…
“Vay be
liste baya uzun. Unuttuğun var mı?”
Kendisine
ne kadar güzel uyum sağlamıştı bu kadın. Onunla sadece didişmek değil, bir
arabada yanındaki koltuğu paylaşırken önemsiz bir sohbet içerisinde saçmalamak
bile güzeldi. Şu an gözlerini devirmiş, sağ elinin işaret parmağını pembeleşmiş
alt dudağına hafifçe değdirirken ciddi bir iş yapıyormuş gibi dursa da Yağız için
bir elma şekeri kadar tatlıydı. Dışı sert olsa da içi tazecik… Aradığı şeyi
beyin kıvrımlarından başarıyla çıkarmış gibi parmağını şıklattı.
“Bir de
yeni hayatlarında, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışanlara.” Yağız da
onayladı. “Yani bize,” diye şarkıyı mırıldanmaya başladı.
Yanında
oturup, direksiyona parmaklarıyla vurarak ritim tutan, arada çekinmeden
kendisine bakışlar atan bu adamı izlerken kendisini garip bir şekilde neşeli ve
onun sesine kapılmış hissetti. Ne zaman olduğunu anlamadığı öyle bir an olmuştu
ki dudaklarına mutlu bir tebessüm yapışmış, parmakları ise onun izninin dışında
hareket ederek ritim tutuyordu. Bu da yetmezmiş gibi dudakları da ona eşlik
etmeye başlamıştı. Yağız Fransızca bildiğini belli eden vurgularla şarkıyı usta
bir şekilde söylerken Naz onun akışına kapılmıştı.
Bu adamla
yaşadığı birkaç günlük geçmişi bir kenara bırakırsa, hayatının içinde kendini
yabancı hissettiği şu iki üç haftada hissetmediği kadar neşeli ve umursamaz
hissediyordu şimdi. Bir o kadar da rahat… Yağız’ın sesi ondan beklemediği kadar
hoş bir tınıya sahipti. Evet, kesinlikle şu anda vücudundaki tüm sinirleri
ayaklandıracak kadar hoş bir tınısı, bu da yetmezmiş gibi kadın erkek fark
etmeden delirtecek ve baştan çıkaracak derecede mükemmel bir Fransız aksanı
vardı. Bu aksana sahip olmak için baya uğraşmış olması gerekiyordu. Acaba sabah
söylediği gibi diğer Fransız işlerinde de bu kadar iyi miydi?
Düşündüğü
şeyi bir kenara atmaya uğraşırken yine kendisine sinirlenmeye başlamıştı. Her
şey iyi giderken, yani şu beş on dakikadır, hemen berbat olması şart mıydı? Bu
adam yüzünden, olaylara verdiği tepkilere ve hâliyle kendisine de sinir
oluyordu! Kendisine bu derece sinirlenmesine neden olduğu için ona da sinir
oluyordu! Hâlbuki şu anda bu adam şarkı söylemekten başka hiçbir şey
yapmıyordu. Ama şimdi yapmak istediği tek şey onun neşesine eşlik etmekti.
Şarkının
bitmesiyle genç adam bakışlarını yoldan ayırarak Naz’ın gözlerinin içine baktı.
O hareli gözlerdeki tüm farklı tonları ayrı ayrı keşfetmek istese de anın
verdiği imkânsızlıkla bakışlarını tekrar yola çevirdi.
“Beni
şaşırttın. Gerçekten Fransızca biliyorsun. Bu şarkıyı son zamanlarda herkes
ezbere bilse de, Fransızcaya hâkim olduğun aksanından belli. Ayrıca asker bir
adamdan böyle hoş bir ses tonu beklemezdim. Beni gerçekten şaşırttın,” diyerek
genç kadın hayranlığını belli etti.
“Teşekkür
ederim. Hakkımda iyi düşünüp şaşırman ne kadar hoş. Hiçbir askerden böyle bir
ses tonu bekleyemezsin zaten. Askerlere emir verirken böyle bir ses tonunu
kimse kullanmaz. Sonuçta emir veriyoruz. Sohbet etmiyoruz. Düşünsene o hâlimi.”
Naz birden
kahkahayı koyuverdi. “Kesinlikle o hâlini düşünemiyorum. Bir yığın asker ve
sen… Bu şekilde emir verirken… Yine de, benim kişisel kanaatim tabii bu,
hepsini muma çevirirdin.”
Naz’ın
söylediklerine istemeden o da gülmüştü. Birlikte öyle bir şey yapsa kesinlikle
dillere düşerdi.
“Enteresan.”
“Askerlere
o şekilde emir verdiğimi düşünmen mi? Fransızca bilmem mi? Yoksa şarkı
söyleyebilmem mi?” Genç adam bakışlarını bir an tekrar yanındaki kadına
çevirdiğinde onun yüzündeki ciddi ifadeye rağmen yerini koruyan tebessümünde
takılı kaldı.
“Hayır.
Hayat,” diye cevap verdi genç kadın. Yağız devam etmesi için bekledi ve Naz
devam etmekte gecikmedi. “İyi derecede Fransızca biliyorsun, belki de anadilin
gibi. Bazen… Hayır, çoğu zaman sinir bozucu olsan da kabul, yakışıklısın. Kim
bilir kimlerin canını yaktın? O kadar eğitim almış ve yüzbaşı olmuşsun. Ama şu
an buradasın.”
Söyledikleri
o kadar doğruydu ki. İşte hayat. İnsanın ne zaman, nerede ve ne yapacağı,
karşısına kimleri çıkaracağı hiç belli olmuyordu. “Çoğu erkeğin aklını başından
alacak derecede aşırı bir güzelliğe sahipsin. Bir o kadar da kaprisli bir
kadınsın. Aynı zamanda zenginsin de. Dün pek çok yurt dışı gezisi yaptın belki.
Ama kendine fazla güvenen bir kadın olarak, yeni bir hayata tek başına başlamak
için oldukça zor bir yerdesin. Buradasın,” diyen adamın yüzünde anlayışlın bir
tebessüm vardı.
Naz iç
geçirmeden edemedi. “Hayat, gerçekten çok ilginç.”
“Haklısın,”
derken Yağız’ın tebessümü kadını rahatlatmak için yerli yerindeydi.
***
Zevkli
geçen yolculuk sonrasında, ulaşmak istedikleri yere ulaşmışlardı. İkisi de
oldukça neşeliydi. Naz, Yağız’ın yol boyunca gösterdiği çaba sonucu gerçekten
de neşeli kahkahalar atıp kendisini Yağız’a bırakmıştı. Her erkeği böyle bir
durum mutlu ederdi ve öyle de olmuştu. Yağız’ın da o anki neşesine diyecek
yoktu. Şimdi o eğlenceli yolculuk yerini başka bir eğlenceye bırakacaktı.
Yağız,
Naz’ın daha önce market alışverişine çıkmadığını tahmin edebiliyordu ve oldukça
eğleneceğini umuyordu. Tabii ki eline geçen hiçbir fırsatı kaçırmayacaktı.
Bunları düşünürken gülümseyerek, kontağı kapattı. Naz da montunu giymeye
uğraşıyordu.
Arabadan
indiklerinde soğuk Kars havası yüzlerine vurdu. Naz hemen ellerini cebine
sokarken, Yağız ise rahat bir tavırla onun yanına geldi ve beraber giriş
kapısına doğru ilerlemeye başladılar. Naz’ın birden durmasıyla Yağız ona doğru
döndü.
Genç kadın
bir yandan havanın soğuğuna dayanmaya uğraşırken bir yandan da söylemek
istediklerini zihninde toparlamaya çalışıyordu. Yolculuk boyunca bu konuyu çok
düşünmüştü. Yanlış bir başlangıç yapmışlardı. Adamla sürekli didiştiklerinden,
onunla sohbet ederken başlangıçta nasıl hissettirdiğini anlayamamıştı. Onunla
normal bir şekilde sohbet etmek bir anda soğuk bir havadan kendini can havliyle
sıcacık bir odaya atmak gibiydi.
“İkimiz de
şunun farkındayız ki, ya da sadece ben farkındayım, seninle yanlış şekilde
başladık. Gerçi senin de durumu kolaylaştırdığın söylenemez. Sence yol hâlâ
yakınken, komşuluk kelimesinin hakkını verebilir miyiz seninle?”
Karşısında
üşüdüğünü belli ederek pembeleşmiş yanaklarıyla kendisine bakan bu kadın şu an
o kadar çekici görünüyordu ki. Topuzundan firar eden saç tutamları soğuk
rüzgârla her bir saniye oynaşırken, gözleri merakla ondan gelecek cevabı
bekliyordu.
“Komşuluk?
Benim bildiğim birbirlerini tanımayan komşular, birbirlerinin evinde
kalmazlar,” dedi Yağız inatla.
“Haklısın.
Dediğim gibi yanlış başladık ve komşuluk kavramını biraz aşmış olabiliriz. Ama dairelerimizin karşılıklı olması hâlâ kapı komşusu olduğumuzu gösterir.”
Naz,
montunun içine biraz daha gömülebilmek için çaba sarf ediyordu. Ne olursa olsun
bu adamla anlaşmaya varmadan içeriye girmeyecekti. Bu kez o kadar çabuk
sinirlenip pes etmeyecek, o ilgili adamı, arkasına saklandığı maskesini
düşürecekti.
“Biraz
değil baya aştık,” dedi adam inadını kırmadan.
Pes etmek
yok Naz!
“O zaman
belki arkadaş olabiliriz. Ne dersin? Seninle arkadaş olmak çok da zor olmasa
gerek,” derken azimliydi.
“Galiba
komşu olmak sana oldukça zor geldi.”
Naz ne
kadar uğraşırsa uğraşsın, tüm çabalarının bu adam tarafından hiç umursanmadan
hiçe sayılmasıyla sinirleri gerilmiş yaylar gibi gerilmeye başladıklarının
sinyallerini vermeye başlamıştı. Kendi kendine tekrar etti. ‘O adamı gördün Naz
o ilgili adamı gördün! Görüntüye aldırma, seni yıldırmasına izin verme.’ Derin
bir nefes alırken ciğerlerini yakan soğuk havaya aldırmadan, sakin görüntüsünü
korumaya çalışarak devam etti.
“Kedi
köpek gibi didişmeyi biraz olsun bırakabilir miyiz?” dedi bakışlarını bir an
devirerek; ama karşısındaki adamın söyledikleriyle bakışlarını onun gözlerine
sabitledi.
“Burada
sanırım köpek sen oluyorsun. Benim kedi olduğum konusunda hemfikirdik hatırladığım
kadarıyla.”
Bir derin
nefes daha alırken, kendini sakinleştirmek için iç sesi konuşmaya devam
ediyordu. ‘Bu adama taviz verme Naz! Ha gayret, ikna edene kadar biraz daha
dayan.’
Başını
olumsuz anlamda sağa sola sallayarak konuşmaya başladı. Yanakları soğuktan
kızarmışken ne kadar hoş göründüğünün o an içerisinde tek farkında olan
kuşkusuz Yağız’dı. Bu kadın bir şeyler anlatmaya çalışsa da onun
söylediklerinden çok çabasını izlemek zevkliydi.
“Söylediğim
kelimelere değil de kelimelerin altında yatan anlama odaklanırsan sevinirim.”
“Peki,” diyerek
onayladı genç adam.
“Ne
diyordum?”
“Kedi
köpek,” diye yanıtlamakta gecikmedi genç adam. “Tamam. Edi ve Büdü diyelim o
zaman,” derken Naz sinirlerinin kopma noktasına geldiğini seziyordu. Buz gibi
olmuş ellerini cepleri içinde yumruk yapmıştı. ‘Naz tırnaklarını çıkarmanın
âlemi yok. Biraz daha sabır.’
“Bu da
bizi bir çift yapar - genç kadının yüzündeki bıkkın ifadeyle adam sözlerini
toparladı - Tamam, tamam. Özür dilerim. Devam et.”
‘Önce
gözlerini oymakla başlayacağım ki bir daha bana bu şekilde bakamasın. Sonra
sıra o kendini beğenmiş sırıtışına gelecek. Onu da oradan sökersem… Naz dur!
Yoksa adamı kafanda öldüreceksin ve kuşkusuz gerisi gelecek.’ İç sesini
susturmanın zorluğuna bir an kendisi de inanamadı. Ama başarmıştı yoksa ya
kendisi içten içe sinirden cinnet geçirecekti ya da bu adamın katili olarak
gençliğini birkaç metrekarelik hücresini oradan oraya arşınlayarak geçirecekti.
Demek ki cinnet geçirenler boşuna geçirmiyordu. Ama bu kesinlikle son çabası
olacaktı. Bu da bir şeylerin değişmesi için yeterli olmazsa kesinlikle bir kez
daha uğraşmayacaktı ve bu adam onun dişli hâlinden hiç hoşlanmayacaktı. ‘Son
bir çaba!’ diyerek telkin etti kendini
‘Son! Yoksa atla üstüne!!’
Dişlerinin
arasından zorla çıkan kelimelerle konuşmaya başladı.
“Bak
Yağız. Anlayacağın dilde konuşayım. Sen kendi mevziinde kal. Ben de
kendiminkinde. Durup dururken üçüncü bir dünya savaşı çıkarmanın âlemi yok.
Sence iki aklı başında insan gibi arkadaş, komşu ya da… En azından bir şeyler
olmayı başarabilir miyiz? Kanlı bıçaklı olmak dışında bir şeyler.”
“Çıkmadık
candan umut kesilmez arkadaşım. Madem böyle düşünüyorsun bir yerden başlamak
lazım. Neden o zaman şimdi olmasın ki.”
Allah
biliyor ya bu kadınla zerre kadar arkadaş olmak istemiyordu. Olmak istememekten
ziyade onunla arkadaşlık olabileceği düşüncesi atomun parçalanması gibi
imkânsızdı. Gerçi o bile parçalanmıştı; ama şu kadın çabasından bir türlü
vazgeçmemişti. Demek arkadaş olmak istiyordu. En azından deneyebilirlerdi de
bakalım bu günün sonunda onunla bir daha arkadaş olmak isteyecek miydi? Beraber
alışveriş merkezinin otomatik kapısından girerken Naz’ın durmasıyla o da bir
kez daha durdu.
“Madem şu
an yeni bir şeylere başlıyoruz. Mesela bir alışveriş arabası alarak
başlayabiliriz,” diyen Naz’ın kendisine göz kırpmasıyla düşüncelerinden uyandı
ve dediklerine itaat ederek alışveriş arabalarının olduğu tarafa yöneldi ta ki
kadının bir sonraki sözlerine kadar. “Peki, alışverişe nereden başlayalım?”
Yarı yolda
durup Naz’a döndüğünde, etrafı araştıran gözlerle tarayan bir Naz’la
karşılaştı. “Bana bunun ilk olduğunu söyleme.” Kadının yüzüne buruşturan
ifadesiyse düşüncelerinin gerçekliğinin ispatıydı. “Kıyafet alışverişinden
başka alışverişe çıkmadığını bilmeliydim. Neyse arkadaşım, donmuş gıdaları en
son alalım gerisinin sırasının pek bir önemi yok.”
***
Yüzündeki
gülümseyişi bir türlü silemiyordu. Alışverişe başladıklarından beri adımlarını
attıkları her reyonda Naz ellerini bir şeylere atmaktan geri kalmıyordu. Evet,
evine yeni yerleşen birinin bu marketteki her türlü şeye ihtiyacı olurdu; ama
Naz reyonu kıyafet alacakmış gibi süzüyor, ardından gözlerini kısıp sanki
avıymış gibi inceliyor, hiç vakit kaybetmeden iki eline de farklı iki ürün
alarak arka yazılarını okuyordu. Yağız her reyonda aynı şey olursa kesin yatıya
burada kalacaklarını düşünüyordu. Uzaktan onları inceleyen evli bir çift
olduklarından şüphe etmezdi.
Naz, bir
ürünü bile almak için saatlerce vakit harcayan evin hanımı, Yağız ise o an
eşine sonsuz sabır gösterip şu ayağı sürekli sağa çeken alışveriş arabasını
itekleyen evin erkeğiydi. Ne kadar bu
hâllerine gülse de böyle giderse bu arkadaşlık işinden sıkılıp sözleriyle
sataşmaya başlayacaktı. Aslında şu an kendisini tutmakta oldukça zorlanıyordu.
Ama söz verdiği gibi biraz olsun deneyeceklerdi. Ama kadının bunu bozması
hâlinde o devam ettirmek için kesinlikle uğraşmayacaktı. Gerçi şu anki hâlleri
içten içe hoşuna gitmiyor da değildi. Böyle giderse bu nazlı öğretmen evli çift
olayına da çabuk alışırdı. Ama asıl durum biraz dehşet vericiydi; çünkü genç
adam gerçekten de içinde bulundukları durumdan feci hâlde zevk almaya ve onu
alıştırmayı planlarken bu duruma kendi kapılmaya başlamıştı. Madem kendisi bu
kadar kapılıyorsa, onu da kendi akışında sürükleyebilirdi.
Naz
elindeki temizlik malzemesine bakıp, arabaya doğru döndüğünde ilk fark ettiği
şey iki kızın Yağız’ı süzüyor olduğuydu. Yağız’a bakıp, kendi aralarında
konuşuyor hatta üstüne üstlük kaçamak bakışlarındaki beğeniyle alenen Yağız’ı
kesmek suretiyle ufak parçalara ayırıyorlardı. Bir an için gözleri kısılan Naz,
kızları bakışlarıyla ablukaya aldı. Kızların gözlerindeki flörtöz parıltı
Naz’ın gözlerini kamaştırmıştı. Sanki gerçekten gözleri kamaşmış gibi bakışlarını
biraz daha kıstı. Bunların reyondaki ürünlerle falan ilgilendikleri yoktu.
Ayrıca bu kızlar… Evet evet bu kızlar peçeteleri aldıkları reyonda da
oradalardı. Şampuan alırlarken de öyle. Kızları uyumsuz kıyafet zevklerinden
tanımıştı. Hadi ama! Bu kızlar gerçekten de yanındaki bu adamı
ke-si-yor-lar-dı!! Onun yanındaki adamı hem de! Bu yüzden Yağız’ın,
aklındaki düşüncelerin sebep olduğu hülyalı bakışlarla kendisini izlediğini
bile fark etmedi.
Kızların
bakışları, onu hiç ummayacağı kadar rahatsız etmişti. Bakışlarını, masum bir
şekilde alışveriş arabasının yanında, gülümser bir yüzle kendisini seyreden
adama çevirdi. Adam kızları fark etmemiş olacak ki hâlâ kendisine bakıyordu.
O kızların bakışlarından son derece rahatsız olmuş ve neden olduğunu
anlamadığı bir şekilde kıvranırken, bu adam her şeyden habersiz yüzündeki
çapkın ama bir o kadar da masum bir tebessümle kendisini seyretmeye devam
ediyordu. Hem bu kadar tehlikeli derecede yakışıklı hem de bu kadar masum
görünebilmeyi nasıl beceriyordu acaba?
Aslında
sorulması gereken asıl soru bu değildi? Neden bu bakışlardan o kadar rahatsız
olmuştu? Gerçi cevabı da gayet açıktı. Bu adamla ilgili her şey, kıl, tüy, yün
ama her şey onu rahatsız ediyordu. Kızlara ufak bir bakış attığında kızların
ellerinde bir takım ürünler olmasına rağmen ürünleri değil de reyondaki başka
bir ürün gibi YANINDAKİ adamı inceliyor olmaları pek de hoş değildi. Dünyanın
en garip ki yanındaki adam için daha uygun bir tarif bulamamıştı, adamı dahi
olsa kimse onun yanındaki adamla flörtleşmek için fırsat kollayamazdı. Eğer
flört etmek gibi bir ihtimal varsa bunu sadece Naz yapabilirdi. Ve flört etmeyi
bile bilmeyen bu kızlara tam olarak karşısında duran bu adamla flört etmek ne
demekmiş gösterecekti. Tabii durup bu adamla flört etmeyecekti. Ama bu kızlar
koşar adım burayı terk edeceklerdi.
Yağız onun
bakışlarını takip ederek başını çevirdi. Ürünler değil de kendisi daha dikkat
çekiciymiş gibi iki reyondur peşlerinde olan bu kızları tekrar görmezden
gelerek Naz’a döndü. Bu kez o da kendisine bakıyordu. Elindeki ürünle beraber
Yağız’a yaklaşarak tam yanına gelince durdu. Gözleri kısık, dudakları hafif
büzülü ama ufak da olsa tebessüme sahip ve başı hafif eğik… Henüz
anlamlandıramadığı bir şekilde bu manzaraya kapılan Yağız, onun koluna girdiğini
çok sonra fark etti. Kollarını hafif yukarı kaldırdığı kazağının açıkta
bıraktığı tenine değen, kendi sıcaklığından daha düşük sıcaklığa sahip o eller
sanki tüm vücudunu ayaklandırmak için uğraşıyordu. O sıcaklığı hissettiği
yerden tüm vücuduna yüksek voltajda elektrik yükleniyormuş gibi tüm kasları
gerilse de bunu fark ettirmemeye çalıştı. Çünkü görünürde bu kadının yarattığı
yüksek gerilimden haberi yoktu.
“Sence…
Bunu da almalı mıyım, karar veremedim. Sen bu konuda daha tecrübelisin.”
Naz yeşil
gözlerindeki kıvılcımla gözlerinin içine bakıp, kolunu daha çok kavrarken
kafasında kurduğu tüm dengeler hatta şu arkadaş zırvalığı, her şey tuzla buz
oluyordu. Genç kadın cevap bekler gibi gözlerinin içine bakarken soruyu tamamen
unutmuştu.
“Hangi konuda?”
Kadının
büzdüğü dudaklarındaki o tatlı ifade yerini kışkırtıcı bir gülümsemeye
dönüşürken, bakışlarını o dudaklardan ayıramıyordu. Aklında dönen tüm
düşünceleri şimdi, şu anda, acilen toparlaması gerekiyordu.
“Her
konuda…”
Evet. Bu
kadının bilemediği konularda bile Yağız’ın çok fazla tecrübesi vardı ve böyle
bakmaya devam ederse hiç şüphesiz birkaç tecrübesini öğretmek için büyük bir
özveride bulunacaktı. Birinin bu kadına ulu orta, erkeklere bu şekilde
davranırsa sonuçlarının ne olacağını öğretmesi gerekiyordu ve bu işin sonu
kesinlikle yatakta biterdi.
Naz’ın
elindeki paketin yere düşmesini fırsat bilerek, hemen toparlandı ve eğilerek
paketi yerden aldı. Tekrar doğrularak, paketi Naz’a uzattığında Naz’ın yüz
ifadesi, biraz önce kapılıp gittiği, hayallere daldığı ifadeden çok uzaktı.
“Bu
reyondan artık gidelim. Bunu almaktan vazgeçtim,” diyerek elindeki paketi rafa
koyan bu kadın biraz önce onunla alenen flört mü etmişti? Arabayı çevirip,
biraz önce kızların olduğu tarafa doğru yöneldiğindeyse fark ettiği şey orada
durup kısmen kendisine bakan iki kızın koşar adım reyonu terk ettiğiydi.
***
‘Yağız
kıyafet reyonuna da bir göz atalım mı?’ derken, Yağız Naz’ın bu soruya cevap
beklemediğinin farkına varmamıştı ve Naz bir anda gözden kaybolmuştu. Yağız’a
da özellikle beyler için bu reyona koyulduğunu tahmin ettiği puflara oturup
beklemek düşmüştü. O kadar ülke gezip, alışveriş merkezi talan etmiş bir
kadının burada bulduğu şeyleri beğeneceğini düşünmese de Naz onu yanıltmıştı.
Kıyafetlerin hepsine kabataslak göz gezdirip yorum yapmayı ihmal etmiyordu.
‘Çok salaş, mm hayır hayır fazla demode, çok düz, çok abartılı, boğazı çok
kapalı…’ Bunun bir ortası yok muydu acaba?
Durup onu
bu şekilde seyrederken, onun bu kendinden geçmiş hâline gülmeden edemedi.
Gözlerini ondan alamıyordu. Son derece doğal hareket ediyordu. Naz kendini o
denli kaptırmıştı ki, bir şeyler deneyip kabinlerden çıktıktan sonra soluğu
aynanın karşısında aldığında aynadaki aksiyle konuşuyordu. Hatta durup farkında
olmadan Yağız’a bile fikrini sormuştu. Yağız’da hiç bozuntuya vermeden fikrini
söylemişti. “İçinde kaybolmuş gibisin,” dediğinde Naz aynada kalçalarına tekrar
bakıp “Haklısın gerçekten de hatlarım içinde kaybolmuş,” diyerek üzerini
çıkarmıştı. Sonuç olarak o kadar vakti o reyonda geçirmelerine rağmen hiçbir
şey almadan reyondan çıkmışlardı.
***
Naz’ın “Aa
hayır bu reyona girmeyelim,” demesiyle Yağız reyonu şöyle bir süzdü. Ona göre
hava hoştu; ama kadının yüzündeki ifade o kadar komikti ki üstüne gitmeden edemedi.
“Emin misin?”
“Evet
eminim.”
Yağız
reyonun girişinde durdu. “Siz kadınların sık sık tatlı krizlerinizin olduğunu
sanırdım. Gerçekten emin misin?”
Sıkıntıyla
nefes veren Naz, ne kadar dursa da o çikolata ve şekerlemeler parlak
ambalajları içinde kendisini acımasızca gülümseyerek günaha davet ederken,
onlara uzanan nefsine engel olamayarak kendini reyona attı. “Ne vardı sanki
geçip gitseydik buradan.”
Bir yandan
söyleniyor bir yandan da söylediklerinin aksi bir tavırla gözleri bir sağda bir
solda oynuyordu. Yağız da arabayı reyondan içeri yönlendirerek durup Naz’ın bir
şeyler almasını bekledi. Sonra “Benim bile canım çekti. Kendime bir şeyler
alıyorum, sana da almamı ister misin? Ben ısmarlıyorum,” diye seslendi.
Naz ise
iki elini gerçekten dehşete kapılarak, yanaklarının iki yanına dayamış ve
gözlerini kapatmıştı. Ondan ses gelmeyince Yağız, yöneldiği raftan ona doğru
döndü ve birden bebeklik hâline dönmüş bir kadınla karşılaştı. Şu an bu
raflardaki şekerleme ve çikolatalardan daha tatlı görünüyordu. Kırmızı
dudakları bebeklere özgü bir tatlılıkla büzülmüş, elleriyle sıkıştırdığı o
beyaz yanakları al al olmuştu. Gençliğin güzelliğiyle parıldayan gözlerini göz
kapakları ne kadar saklasa da onların yeşilliğini Yağız çok net olarak
biliyordu. Genç kadın gözlerini açıp Yağız tarafından incelendiğini fark
etmeden gözlerini rafların tamamında bir çırpıda gezdirerek konuşmaya başladı.
“Dadımın
neden benimle alışverişe çıkmak istemediğini bir kez daha anlıyorum. Her zaman,
her çikolataya atladığımı söylerdi. Yıllar geçerken bu huyum hiç mi değişmedi
benim?!”
Dudaklarından
dökülen oflamalarla, gözünü kestirdiği çikolataları alıp arabaya koydu ve hemen
Yağız’ın koluna yapıştı. Yağız ise her reyonda karşısına çıkan farklı bir
Naz’la yüzleşmenin karışıklığını yaşıyordu. Bu kez koluna giren bu küçük
kadının yüzünde, ebeveynini çekiştiren bir çocuk ifadesi vardı. “Yağız, bu
reyondan bir an önce çıkmazsak ben hepsini almaya kalkışacağım ve düşünmem
gereken faturalarım var. Benim yeni öğretmen maaşım hepsinin hakkından
gelemez.”
Büyük bir
ihtimalle bu küçük kadın şu an onun koluna girdiğinin bile farkında değildi.
Yağız, koluna dolanmış yumuşak elin kendisini sürüklemesine izin verdi. Donmuş
gıdaların olduğu bölüme geçerek son alınacakları da hızla tamamlamaya
başladılar. Naz, değişik çeşitlerde birçok köfte ve hazır gıdaları arabaya
koyarken Yağız onu durdurma ihtiyacı hissetti. Bunların hepsini almaya kalkarsa
obez olması kaçınılmazdı. “Bu kadar hazır yiyeceği almak yerine, yemek yapmak
hiç geldi mi aklına?”
Naz ona
bir hışım döndüğünde yüzünde bilmiş bir gülümseme vardı. “Yemek yapmayı
bilseydim bu kadar yiyecek şu an arabada olmazdı. Öğrenene kadar bunlarla idare
etmek niyetindeyim. Gerçi bugün pazardan meyve sebze aldık; ama olsun. Bunları
buzluğa atarım. En azından yemek yapmaya kalkışmadığım sürece elimin altında
olurlar.”
“Hazır
çorbaları da çok aldın zaten. Hâline üzülmedim değil. Arada yemeğe bana gel
bari.” Gülerek söylediği bu sözler Naz tarafından da bir gülümsemeyle
karşılandı. “İnan her dediğine hayır derim; ama bu teklifin çok cazip. Yaparsan
hayır demem.”
Naz
yüzündeki gülümsemeyle alışveriş arabasına bakarken arkadaşlık işinde iyi
ilerlediklerini düşündü. Gerçi ufak tefek aksilikler olsa da hiç de fena
değillerdi.
“Bakliyat
reyonuna uğramayı unuttuk. Oraya da uğrarsak tüm ihtiyaçların bitmiş olacak
diye umuyorum. Hadi biraz acele edelim de donmuş olanlar tam çözünmeden eve
gidelim.”
***
Bir elinde
ince bulgur diğer elinde kalın bulgur paketi tutarken, genç kadın bu iki bulgur çeşidinin arasındaki
farkı düşünüyordu. Yani biri diğerinden boyut olarak farklı olunca ne
değişiyordu ki? İnce bulgur ile yapılan bir yemek kalın bulgurla yapılsa ne
değişirdi? Gerçi henüz hangi yemekte hangisinin kullanıldığından da bir
haberdi; ama öğrenecekti. İnternet bugünler için vardı. Çok uzun süre o durumda
kalmış olacak ki çok sonra tam yanında, omzuna doğru eğilmiş olan adamın nefes
verdiğini fark etti. Omzunda hissettiği ılık nefesle ürpererek düşüncelerinden
sıyrıldı.
“Bu ne
sınıf ayrımı yapar gibi? Bulgur sonuçta kalın olsa ne olur, ince olsa ne olur?
Bu ayrımcılık mutfağımıza kadar geldiyse, zencilerin başkaldırışını
yadırgamamak lazım.”
Bıkkın bir
nefes verirken gözlerini kapattı. Ev için şu mu olsun, bu mu olsun, şununla ne
yemek yapılır?.. Sorularını o kadar çok düşünmüştü ki başına ağrılar girmişti.
Aynı zamanda da çok sıkılmıştı.
“İnce
kalın derken konuyu nasıl sınıf ayrımına getirdin hayret. Bir kere zencilerin
başkaldırışlarını bir beyaz olarak destekliyorum. Ayrıca… Beyaz siyah ayrımı
diye bir şey olmamalı. Hepimiz insanız ve her şey bizim için. Ayrım yapacaksan
iyi insan ve kötü insan olarak ayrım yapabilirsin. Diğer kategoriler
teferruattan ibaret.” Bunları söylerken adamın yüzünde ne kınayan ne de kızgın
bir ifade vardı. Yüzündeki hafif tebessümle inandığı şeyleri söyler
gibiydi.
“Peki,
insanlar neden bu kadar çok sosyal sınıf ayrımı yapıyorlar dersin?”
Sıkkın
bakışlarla bulgurlara baktıktan sonra cevap bekler gibi başını adama doğru
çevirdi. Adamın kendisine ne kadar çok yaklaşmış olduğunu fark etmedi; ama
dışarıdan durum oldukça samimi gözüküyordu. Naz’ın sırtı adama dönük… Yağız ise
onun omzuna doğru hafifçe başını eğmiş… Genç kadın başını hafifçe arkaya
bıraksa adamın göğsüne yaslanabilirdi.
“Bu sınıf
ayrımlarıyla insanlar sadece kendi hayatlarını zorlaştırıyorlar; ama bunun
önüne geçmek mümkün değil gibi gözüküyor. Eğer daha derinlere dalmadan elindeki
paketlere dönsek daha iyi olur. Çünkü gerçekten derinlere iniyoruz,” diyen
Yağız, Naz’ın önüne geçerek elindeki paketleri aldı.
İnce
bulgur paketini havaya kaldırdı. “İnce bulgurla köfte yapılır. Üzerinde de
köftelik bulgur diye de yazıyor. Hatta hanımlar günlerinde bu bulgurla kısır
yaparlar. Bazı yörelerde etli yaprak sarması ve biber dolması yapılır. Onun
içerisine de ince bulgur konur. Kalın bulgurla da bulgur pilavı yapılır. Hatta
bu bulgurlardaki sınıf ayrımının bir benzeri pirinçlerde de var. Eğer pilavının
güzel olmasını istiyorsan baldo pirinç kullanmalısın. Pirincin yanında yapan da
önemli tabii. Hatta pirinç pilavını tane tane yapamayan kız, evde kalır der
büyüklerimiz.”
Karşısındaki
kadın, söylediklerini can kulağıyla dinlerken, hafif şaşırmış hâli oldukça
hoşuna gitmişti. Anlattıklarından sonra kadın ince ve kalın bulgur paketlerini
alışveriş arabasına koymak için yönelmişti. Onun arabaya doğru gidişini
izlerken hafif bir kıkırdama sesiyle başını sesin geldiği tarafa çevirdi. Naz
da sesi duymuş olacak ki o da başını çevirmişti.
“Ah oğlum,
alan almış güzel kızımı. Pilavı yapsa ne olur yapmasa ne olur artık. Ama doğru;
pilavı tane tane olmayan kız evde kalır derler,” diyen yaşlı kadın tekrar
gülmüştü.
Söylenenlere
şaşırmış olsa da gülmeden edememişti genç adam. Bugün onları birbirlerine
yakıştırıp evli zanneden ne çok kişi olmuştu. Demek ki gençlere yardımcı
olurken, evli çift imajına bürünmekte hiç zorlanmayacaklardı.
İkisinin
hafif şaşkın ifadesini gören yaşlı kadın, karşısındaki yakışıklı gencin yüzünde
beliren çapkın gülümsemesinden cesaret alırken konuşmaya devam etti. Gerçi
kocası konuşmaması için, ağzıyla söylemediklerini bakışlarıyla anlatıyordu; ama
dayanamamıştı yaşlı kadın. Karşısında tatlı sert atışan, çok tatlı bir çift
vardı. Genç adam karısına sabır gösteriyor, genç kadınsa kararsızlıkla
paketleri alıp alıp geri bırakıyordu.
“Alyanslarınızı
göremeyince evli olmadığınızı düşünmüştüm; ama birbirinize bakışlarınız alyansa
ihtiyacınız olmadığını gösteriyor. Yeni taşınıyorsunuz galiba? Baya alışveriş
yapmışsınız,” dedi yaşlı kadın arabayı göstererek.
Naz,
kadına hâlâ şaşkınca bakıyordu. Neden bu adamla kendisini yan yana gören
herkesin zihninde evli oldukları gibi bir düşünce peydahlanıyordu. Kendisi tek
olduğunda kimsenin aklına evli olabileceği düşüncesi gelmezken, bu adamla
bulgur muhabbeti yaparken bile insanlar evli olduklarını düşünüyordu. Kendisi
eğlenilecek kızdı da, bu adam evlenilecek bir adam mıydı? Hem sokaktaki
insanlar neden onun ağzına kadar dolu olan alışveriş arabasıyla ilgileniyordu
ki. Kendisi bile dönüp bakmaya cesaret edemezken! Çünkü gerçek anlamda doluydu.
Tam ağzını açacakken adam buna fırsat vermedi.
“Çok mu
belli ediyoruz? Malum yeni ev olunca her şey lazım oluyor.”
Ne yani bu
adam, verdiği sözü bozuyor muydu şimdi? Hani didişmek yoktu. Hani arkadaş
olmayı deneyeceklerdi. Hani! Hani! Hani!
“Siz
gençleri de anlamıyorum. Bizim zamanımızda alyans takmak için tüm çiftler can
atardı; ama sizler…”
Kocasından
uyarı dolu bir öksürük sesi işitse bile yaşlı kadın omuz silkip devam etti.
“Neden takmıyorsunuz, anlamadım.” Yaşlı kadın öylesine sorduğu bu soruya
gerçekten cevap bekler gibi bir tavır takınmıştı. Ne kadar yaşlı olursa olsun
bu soruları sormak haddine miydi şimdi? Naz son zamanlarda hayatına ne kadar
çok insanın karıştığını düşündü. İkinci kez ağzını açma girişimi de bertaraf
edilirken sinirle gözlerini kapattı ve adamın söylediklerini dinledi.
“Normalde
alyans kullanıyoruz teyzeciğim; ama benim altına alerjim var. O yüzden
takamıyorum.”
Demek
altına alerjisi vardı. Nasıl da tek ayak üzerinde yalan söylüyordu? İçindeki
sesi çığlık çığlığa bağırıp köpürürken, bu kez o sesi dizginlemeye çalıştı.
Yaşlı kadının bakışları kendisine çevrildiğinde bir cevap daha istediğini
anladı Naz. Teyze ne kadar tatlı gözükse de bu merakı tüm tatlılığının üzerine
kocaman çizik atmıştı. Ağzına gelen kelimeleri tutarak derin bir nefes aldı.
Karşısındaki
bu adam nasıl böyle rahat bir şekilde dinleyip sanki çok hoş bir aktivite yapar
gibi bir tavır takınıyorsa kendisi de aynı şeyi yapabilirdi belki. Sadece fazla
umursamayacaktı. Ne kadar zor olabilirdi ki? “Benim de kocama alerjim var,” diye
mırıldandı.
Yağız bu
söylenenlere gülmeye başlayınca yaşlı kadın Naz’ın ne söylediğini tam anlayamamıştı.
Bakışları da anlamadığını belli edince Yağız açıklama ihtiyacı hissetti. “Eşim
hamileliğinden dolayı takamadığından bahsediyor. Hamilelikten dolayı parmakları
şişti de.”
Yaşlı
kadının şaşkın bakışlarına Naz’ınkiler de eklenmişti. Evli olmadıkları yetmemiş
gibi bir de sözde bu adamdan hamile mi kalmıştı?
“Hayırlı
uğurlu olsun çocuklar. Hay Allah… Hiç de anlaşılmıyor.”
Meraklı
bakışlar, kendi karnına kayınca istem dışı olarak elleri karnına gitti ve
söylediklerine kendisi bile inanamadı. “Henüz çok yeni. Aşerme dönemimde
olmasam da eşim ne istersem alıyor. Onu bir türlü dizginleyemiyorum.”
Bu sayede
alışveriş arabasının doluluğunu da Yağız’ın üstüne atmış oldu. Çocuk meselesini
de düşünmemeye çalışıyordu. Eğer bu adamdan bir çocuğu olsaydı Naz’daki bu
şansla kesinlikle bebeği babasına benzerdi ve Naz’ın hayatına bir tane Yağız
fazlasıyla yeterliydi. Bir dakika! Şu an durup Yağız’dan olabilecek çocuk
ihtimalinde kime benzeyeceğini düşünüyor olamazdı.
Düşüncelerinin
karmaşıklığı arasında bir de kendisi kaybolmuşken, Yağız ne zaman yanına gelip
de elini karnının üzerindeki eline koydu anlayamamıştı. İçinin titremesine
aldırmamaya çalışarak tuttuğunu yeni fark ettiği nefesini bıraktı. Bu adama
olan siniri içine kadar işlemiş, içi bile titrer olmuştu.
“Teşekkür
ederiz teyzeciğim. İnşallah anne babasının mutluluğuyla büyüyen bir çocuk
olacak.”
“Allah
analı babalı büyütsün gençler.”
İyi
temennilerde bulunan teyze ve amcanın arkasından bakakalan Naz, onlar gözden
kaybolur kaybolmaz Yağız’a doğru döndü. Bir an ne kadar yakın olduklarını fark
edince geri çekilmek zorunda kaldı; ama bakışlarını onu dudaklarına değdirmeden
edememişti. Bakışları adamın gözlerini bulduğunda toparlanarak ağzında
gevelediği kelimeleri serbest bıraktı.
“Çocuğumuz
mutluluğumuzda boğulmasın da!”
Adam ne
yapıyordu şimdi?! Karşısında alenen kahkaha atıyordu. Söylediklerini ciddiye
almamış bu adam yüzünden bozulmuş olsa da hissettirmemeye kararlıydı. O, onu
ciddiye aldığı için, hareketlerine sinir olsa da anlaşılan o ki şu an bu adam
tarafından zerre kadar ciddiye alınmıyordu. Bakışlarını hafif kısarak
kulaklarında yankılanan gülüşüne eşlik eden görüntüsünü izledikten sonra
topukları üzerinde dönerek yürümeye başladı.
“Daha
fazla burada zaman harcamayalım. Nedense artık bu olaydan senin kadar
zevk almadığımı fark ettim. Acele etsen iyi olur. Gitmek istiyorum.”
Kadının
gidişini izlerken kahkahalarına ara vererek başını kaldırdı. Attığı kahkahalar
durumun komikliğinden ya da Naz’ın o sevimli yüzünün yaşadığı şokla sürekli
şekil değiştirmesinden değildi. Tamamen alışveriş boyunca yaşadığı karmaşık
duygular sonunda içinde birikenlerin dışa vurumuydu. Güldüğü kişi Naz değil
tamamen kendisiydi. Onu şaşkına çeviren Naz’ın çikolata reyonunda dudaklarını
büzüştürerek tatlılara âşık, babasının gözdesi bir kız gibi renkli ambalajlara
göz atışı mıydı, kıyafet reyonunda o saçma sapan, uzun kısa beğendiği her türlü
şeyi denerken kendi fikrini de alıp aynadaki aksiyle konuşup kendi sorduğu
sorulara kendisinin cevap verişi miydi yoksa alışverişin büyük bir kısmında
aynı evde yaşayacaklarmış gibi ona akıl danışarak cevaplarını gerçekten de
dinlemesi miydi, bilemiyordu; ama… Ama kendisini bir gün içerisinde hem kızına
ÂŞIK bir baba, hem sevgilisine ÂŞIK bir genç, hem de yeni evli ve karısına ÂŞIK
bir eş gibi hissetmişti.
***
Dönüş yolu
geliş yolundan oldukça farklıydı. Naz’ın neşeli kahkahalarından eser kalmamış,
ağzını bıçak açmıyordu. Arabanın içini sadece Naz’ın sürekli değiştirdiği fazla
çekmeyen radyo kanallarının cızırtısı dolduruyordu. En sonunda birinde karar
kıldığında arkasına yaslandı; ama Yağız’a göre Naz o kanalı zerre kadar
dinlemiyordu.
Gerçekten
de öyleydi. Kadın sadece içeride ses olsun diye en belirgin kanalı açmıştı; ama
bu kanalda da bir türlü şarkı çalmıyordu. Anlaşılan o ki program sunucusu kendi
sesini dinletmekte kararlıydı.
Ne
söylerse söylesin, söylediklerine bir türlü cevap alamayan Yağız sormadan
edemedi. “Ne o, küs müyüz?”
“Hayır;
ama inanır mısın, şu an bu radyo kanalındaki sunucunun sunumunu bile senin
sohbetinden daha katlanılabilir buluyorum. Sanırım durumu yeterince özetledim.
Kendi açımdan!”
“Durumumuz
o kadar mı kötü?” Genç adam alınmış gibi yaparken, sinyal vererek arabayı
evlerinin olduğu sokağa doğru yönlendirmişti.
“Komşu olamıyoruz.
Arkadaş olamıyoruz. Bunları geçtim seninle birbirlerini tanımayan sıradan iki
insan bile olamıyoruz.”
“Söylediklerine
alınıyorum ama. Şimdiye kadar oldukça sıcakkanlı bir komşu olduğumu
düşünmüştüm. Valizlerini taşıdım. Pazar poşetlerini taşıdım. Eşyalarını
yerleştirdim. Ellerini ısıttım. Seni soğukta da bekledim. Gözümden kaçmadı
değil. Kasada hamilelik bahanesiyle tüm poşetleri de bana taşıttın. Unutmadan
seninle bir gün süreyle evimi paylaştım. Hatta yatağımı paylaştım. Daha ne
yapayım?”
Yatak
kısmı bu şekilde söylenince kulağa oldukça edepsiz bir aktivite içerisine
girmişler hissi yaratsa da durum oldukça masumaneydi. Naz o yatakta tek başına
yatmıştı. O yatarken yanında bu adam falan yoktu. Hatta o adam o yatakta hiç
yatmamıştı bile! Yine iç sesi fazla mesai yapıyordu.
“Aslında
düşününce… Baba bile oldum. Bakalım gün geçtikte bana daha neler
yaptıracaksın?”
İşte bu
son noktaydı. “Demek çok sıcakkanlı bir komşusun. Sözde eşim de oldun. Aa bir
de çocuğumun babası. Malum ben hamileyim, yani sen öyle olduğumu söyledin,
poşetleri de taşırsın artık,” diyerek arabadan indi.
Bagaja
doğru yöneldiğinde Yağız da arabadan inmiş yanına gelmişti. Yüzünde hiç eksik
olmayan o iflah olmaz gülümseme vardı. O an havanın soğukluğundan olacak ki içi
titremeye başladı. Aceleyle açılan bagajdan poşetlerin hafiflerini aldı. “Ben
hafifleri alırım. Ortada bir çocuk var. Riske atmayalım,” diyerek Yağız’a
arkasını döndüğünde ona bakmakta olan Sarp ile karşılaştı.
“İyi
akşamlar hocam. Hayırdır ne çocuğu?”
Yağız’ın
güldüğünü belli eden sesinin tınısı kulağına geldiğinde inanmak istemeyerek
başını çevirdi. Yağız ‘Hadi bunu da
açıkla!’ der gibi yüzüne bakıyordu. Mavi gözlerindeki ışıltı ve gülüşü de yerli
yerindeydi. Hiç umursamadan apartmanın kapısına geldiğinde “Yağız abinin
içindeki çocuk!” diye seslendi arkaya doğru ve diğer paketleri de bırakarak
yukarı çıktı.
***
Gözlerini
yeni evinde açmasıyla hissettiği karmaşanın bilmem kaçıncı gününü yaşıyordu
Naz. Bir önceki gün yaptıkları alışveriş onu o kadar yormuştu ki Yağız’ın tüm
eşyaları yukarı taşımasına ses çıkarmamış, kendisi sadece hafif poşetleri
taşımıştı. Sarp’ın da birkaç poşetle evine geldiğini görünce utanç hissetse de
ağrıyan uzuvlarının bunu umursamaya hiç niyeti yoktu. Küçük sayılmayacak mutfağında
o kadar poşeti görünce alışveriş fişindeki tutarın, gerçekten de hakkını
verdiğini anladı. Bozulabilecek gıdaları buzdolabına yerleştirir yerleştirmez
hiç direnmeden kendisini uykuya bıraktı. Yağız konusuna da zihninde değinmeden
tüm yorgunluğunu uykuda hafifletmeye çalıştı. Ama uyandığında kaslarındaki
ağrı, mutfaktaki poşetler ve karşı komşusu Yağız gerçekleri oldukları yerde
duruyorlardı. Ağız tadıyla yaptığı karbonhidrat deposu bir kahvaltısından sonra
her şeyi halledebilirdi nasılsa, gerçi onunki bulunduğu saatte öğle yemeği
olmuştu.
Gözlerini
karartıp poşetleri yerleştirme işine girişeli bir saat olmuştu; ama oraya
buraya koşturmaktan başı dönmeye başlamıştı. Banyoya konacaklar, mutfağa
konacaklar derken nevri dönmüştü. Neyse ki hepsinin hakkından gelmişti. Bir
poşet dışında… Tüm işlerini bitirmenin rahatlığıyla poşeti açtı. Poşetin içinde
altılı bir takım çay bardağı, bir başka altılı su bardağı takımı vardı ve şimdi
bunları hafif özür diler bir tavırla karşı komşusuna vermesi gerekiyordu. Ne de
olsa onun bardaklarını tek tek onun kafasına fırlatmıştı. Dün yaşananlardan
sonra ‘Keşke isabet ettirebilseymişim!’ diye geçirdi içinden. Şimdi dün
yaşananlar da içinde kalmıştı; çünkü dün ağzını açıp doğru düzgün ona
kızamamıştı. Muhakkak şimdi gittiğinde birbirlerine laf dokundurmadan
edemezlerdi.
Üzerindeki
kıyafetlere baktı. Sırf o adamın karşısına çıkmak için üzerini değiştirmeye de
üşeniyordu. Zaten ayakları da geri geri gidiyordu ya. Poşeti alarak mutfaktan
çıktı ve oturma odasına geçti. Dizlerine kadar uzanan kalın hırkasını da
üzerine geçirerek önünü iyice kapattı. Ayaklarını sürüyerek evden çıktı ve
kendi kapısının tam karşısında duran o kapıyı çaldı. Kapı arkasından gelen
sesle biraz bekledi. “Kim o?”
“Karşı
komşun.”
Maksadı bardakları
verip evinin sıcaklığına sığınmaktı. Bu adamla hiç münakaşaya girmeyeceği
hakkında kendisini telkin ederken, kapının açılmasının sonrasında karşılaştığı
manzarayla bir an şaşkına döndü. Çünkü kendisi ne kadar giyinikse karşısındaki
adam da bir o kadar çıplaktı!
*Nil Karaibrahimgil – Seviyorum
Sevmiyorum
Fotoğraf: @bsrakstl