Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 11

 



Bölüm 11

 Açık bir kapı. Kapının önünde kat kat giyinmiş genç ve güzel bir kadın. Kapının diğer tarafında ise Yunan Tanrılarının kanlı canlısı bir adam. Ve… Çıplak! Tabii altındaki bol eşofman altıyla çıplak kelimesinin tam karşılığı değildi; ama öyleydi işte! En azından Naz’ın vücudunun verdiği şok tepkisi bu kelimeyi doğruluyordu. Gözlerini adamın vücudundan çekerek yüzüne odaklandı; ama dilini tutamadı.

 “Ne o? Sıcak bastı galiba.”

 Gözlerinin duru mavi gözlerden, hafif karamel rengindeki göğse ve bol cevizli baklavayı andıran kaslara kaymasına engel olamıyordu. Galiba… Kan şekeri fena halde düşüyordu! Eve gider gitmez dün markette alırken çok olduğunu düşündüğü şekerlemelerle ufak bir parti yapmalıydı. Adamın sözleriyle bakışları tekrar gözlerini buldu. “Sıcakkanlı bir adam olduğumu söylemiştim diye hatırlıyorum.”

 “Aa unutmak ne mümkün. Her fırsatta hatırlattığın için.”

 ‘Ho…p gözlerine bak gözlerine! Daha aşağılarda bir şey yok. Hiç mi six pack erkek görmedin. Ama… Ama... Dur bir dakika…O gördüğüm adonis kası mı?!’ diye düşünürken ayaklarına bakıyormuş gibi yaparak sonrasında adamın gözlerine baktı. Kendine gelebilmek için dağınık topuzundan özgürlüğünü ilân etmiş saçlarını geriye doğru attı.

 “En azından sen şanslısın. Böyle sıcakkanlı ve yardımsever bir komşun var. Ama bir de bana bak. Benden duymuş olma ama karşı komşum aşırı kaprisli ve tam bir soğuk nevale. En azından bana karşı.”

 Yağız bunları söylerken sanki sır veriyormuş gibi Naz’a doğru eğilmiş ve sesini alçaltmıştı. Adamın sözleri Naz’ın kulağına geldiğindeyse Naz’ın dudaklarında sinirini saklayan çekici bir gülümseme belirdi. Bakışları kısılmış, manikürlü tırnaklarını hafifçe avuç içlerine bastırmıştı. Aslında şu an tırnaklarını, bu adamın etrafa elektrik sobası gibi buram buram sıcaklık yayan göğsüne batırmak istiyordu; ama kendini tuttu. Madem oyun istiyordu. İstediğini alacaktı; ama oyuna gelmeyecekti.

 “Bak sen. Sanırım bu komşun senin içine çok işlemiş ki sadece sana karşı olan farklı tavırlarını fark etmişsin.”

 Oyununa karşılık alan genç adam gülümseyerek kollarını birleştirdi. Bu hâlde kasları kendilerini daha çok belli etmişlerdi. Naz’ın kendisini süzüşü hoşuna gitmiş, bakışlarındaki beğeni ise hiç tahmin edemediği kadar gururunu okşamıştı. Üstüne tiner dökülmüş olmasa bu şekilde kapıya çıkmazdı; ama tişört bulmaya da fırsatı olmamıştı. Zaten Naz’ın kendisini bu şekilde ilk görüşü değildi. Daha açık hâlde de görmüştü. Şu an bu durumdan şikâyetçi de değildi. Hazır bu kadar beğenilmişken ve Naz’ı oyuna hevesli görmüşken ikna yöntemlerine hız verebilirdi. Önceki gün Naz’ı alıştırmak bahanesiyle başkalarının yanında çift gibi davranmalarını sağlamıştı; ama bir türlü bu durumdan neden bu kadar hoşlandığı kısmına bir açıklama getirememişti.

 “Hem de nasıl işledi sorma. Ben onun valizlerini taşıdım, alışveriş poşetlerini taşıdım, gerektiğinde evini bile yerleştirdim; ama aynı zamanda taşınmış olmamıza rağmen o gelip hâlimi hatırımı sormadı.”

Karşındaki kadın başlangıçta umursamaz bir gülümsemeyle gözlerini etrafta çevirip en son kendisine çevirdiğinde, gözlerindeki hafif mahcup olmuş  ifadeyle karşılaştı genç adam. Bu hâliyle o kadar hoş görünüyordu ki. Hem de kendi kapısının önünde…

“Gerçekten ayıp etmiş.”

Bu sözlerle bir an için gülse de, onun hırkasının yakalarını çekiştirmesiyle kadının üşüdüğünün farkında vardı. Bir de onu hâlâ bu soğukta kapıda bekletiyordu. Kendisi soğuğu severdi; ama bu güzeli kendi sıcak ortamına alsa fena olmazdı şu an ve daha fazla onu soğukta kapıda bekletirse eşeklik sıfatına nail olacaktı. Kapıyı ardına kadar açarak başıyla içeriyi işaret etti.

“Dışarısı oldukça soğuk. İçeri gelmek ister misin?” Kapının açılmasıyla içerdeki manzarayı gören Naz, adamın neden kısmen çıplak olduğunu anladı. “Ben de seni işinden alıkoyuyorum galiba. Boya mı yapıyordun?”

“Evet, ama fazla işim kalmadı. Bitirdim sayılır.”

Adamın yardımla ilgili sözleri aklına gelince utanmadan edemedi. Gerçekten de adama hiç yardımcı olmamıştı; ama adam baya baya onu yeni hayatına hazırlamıştı. Çalışacağı yere kadar göstermişti. Hâlbuki yerini ona sormamıştı bile. İş işten geçmeden belki yardımcı olabilirdi.

“Yardım etmemi ister misin?” Adamın şaşıran bakışlarına eşlik eden alaycı gülümsemeye aldırmamaya çalıştı.

“Sen? Hem de bana?”

“İstersen şansını fazla zorlama. Teklifi geri almadan cevap versen fena olmaz.”

“Bir an inanması çok zormuş gibi geldi. Hayır, desem daha mutlu olacaksın sanki; ama bu teklifi geri çeviremem. Ne demişler, yuvayı dişi kuş yaparmış. Evime zarif bir bayanın eli değse hem evim hem de ben çok mutlu oluruz,” diyen adam kızın geçebilmesi için yana çekildi.

Naz  içeri girince adam kapıyı kapatmıştı. Yağız’ın evi bu hâldeyken bile sahibinin ne kadar tertipli olduğunu belli ediyordu. Duvarların yerle bütünleşmiş kısımlarına özenle gazete serilmişti ve parkelerin açıkta kalan kısımlarında hiçbir şekilde boya izi yoktu. Eşyalar ve koliler bile itinayla üst üste konmuş boş zamanlarda yapılan puzzleları hatırlatmıştı Naz’a. Boya kovaları da gazete kâğıtlarının üzerindeydi. Eve hafif bir tiner kokusu hâkimdi; ama bazı pencereler açık olduğu için çok rahatsız etmiyordu. Dışarıdaki havanın da serin olmasına rağmen içerisi oldukça ılıktı.

“Konuşmaya dalınca sormayı unuttum. Bir sorun mu var?”

Etrafı incelemeyi bırakarak adamın sesinin geldiği tarafa doğru baktı. Adam arka tarafta bir odaya gitmiş ve gözden kaybolmuştu. O kadar lafın üzerine adamın kapısını çalması belli ki adamı da şaşırtmıştı. Kendisi bile şu anda bulunduğu yerden dolayı şaşkındı hâlbuki evden çıkmadan neler düşünüyordu. Elindeki poşete ilk defa görüyormuş gibi baktıktan sonra neden geldiğini hatırladı.

“Bardakların yüzünden biraz olsun vicdan azabı çekmiş olabilirim. Hedeflerini şaşırmış olmaları hoşuma gitmemiş olsa da bardakların için üzgünüm.”

Adam üzerinde eski, bol bir tişört ile yanına geldiğinde inanamıyormuş gibi Naz’a baktı. “Şu an özür mü diliyorsun? Ben mi yanlış işitiyorum?”

Naz gözlerini devirdi. Neden iyi davranmaya uğraştığı bu girişimler ciddiye alınmıyordu ki? İşte böyle olunca ‘Naz sinirlisin! Naz kaprislisin!’ oluyordu. Bezgin bir nefes verdi. “Hayır. Evet.”

Adamın bakışları cevabı anlamamış gibi bakınca tane tane açıkladı. “Yani HAYIR özür dilemiyorum, EVET yanlış işitiyorsun,” diyerek adama poşeti uzattı ve üzerindeki kalın hırkayı çıkardı.

Bu kadının ev hâli bile güzeldi. Üzerindeki kamuflaj misali hırka çıkınca Yağız elinde olmadan onun vücudunu incelemeye başladı. Üzerinde kapüşonlu, bordo polar kazağı, altında da tüm bacaklarını ikinci bir deri gibi saran siyah bir tayt vardı. Taytlarının üzerinde de polar kazağının üzerindeki yazıların renginde krem rengi tozluklar. Saçlarını tekrar toplamak için açtığında, saçlarını bir taraftan bir tarafa savuruşu… Bir kadını bu şekilde hayatının içinde hiç düşünmemiş ve buna da fırsatı olmamıştı. Hâliyle bunun ne kadar güzel bir duygu olduğundan bir haberdi. Gerçi dünden beri pek de normal şeyler olmuyordu zihninde. Kızın sözleriyle kendine geldi. “Nerden başlıyoruz bakalım?”

***

 Yağız mutfağın kapısının açıldığı koridoru boyarken, Naz da tezgâha yaslanmış tezgâhın üzerindeki mutfak kolilerini açıyordu. İşleriyle meşgul olurken aynı zamanda bazen kahkaha atarak bazen de hafif atışarak sohbet ediyorlardı. Bu sayede Naz Yağız’ın Fransızcasının nasıl bu kadar geliştiğini öğrenmiş, Yağız da Naz’ın yaptığı gezilerde başına gelen serüvenleri ve babasının verdiği tepkileri kadının gözlerindeki hüzne rağmen dudaklarındaki gülümsemeyle dinlemişti. Talihsiz geçen iş deneyimlerinden de haberdar olmuştu tabii. Ama mesleğini tam anlamıyla yapmamış olsa da öğrencilerini hararetle anlatışı Yağız’ın gözünden kaçmamıştı. Gerçi Naz, genç adamın kendisine her fırsatta baktığını fark etmemişti. Apartman sakinleri hakkında da konuşmayı ihmal etmemişlerdi. Hele beraber alışverişe çıktıkları ve eşya yerleştirdikleri için Naz, apartmanı yeni kurulan bir aileye benzetmişti.

 “Bu kolinin hepsini boşalttım.”

 “Teşekkürler. Ben de boyayı bitirdim sayılır.”

 Naz mutfakta koridoru görebilecek şekilde bir sandalyeye oturdu ve küçük bir koliyi ayaklarının dibine çekti. Diğer kolileri ise taşımasını bırakın sürüklemesine bile Yağız izin vermiyordu.

 “Öğrencilere karşı da böyle yardımsever misin?”

 Koliyi açma işine girişse de adama laf yetiştirmeyi ihmal etmiyordu. “Öğrencilere karşı daha yardımseverim aslında.” Yağız’ın güldüğünü belli eden kıkırdamalarını duyunca “Şüphen mi var?” diye sordu. Genç adam boya fırçasını boya kovasına bir kez daldırıp çıkarmış ve mutfak kapısının üzerini koridor tarafından boyamaya başlamıştı. “Benim bildiğim öğretmenler… Genelde ne bileyim böyle kaprisli olmazlardı. Kır saçlı, gözlüklü, şeker teyzeler olarak kalmış benim aklımda.”

 “Sen dünden sonra benim her türlü kaprisimi hak ediyorsun. Ama madem bu kadar merak ettin öğrencilerimin yanında böyle değilimdir. Öğrencilere yardımcı olmak benim mesleğimin bir parçası. Ben o kadar zor bir öğrencilik geçirmedim; ama çevremde zor durumlarına rağmen okumaya çalışan başarılı arkadaşlarım vardı. Ne kadar zor olduğunun farkındayım hele bir de ailenden uzakta okuyorsan.”

 Eğer bu kız bunları içinden gelerek söylüyorsa, kesinlikle onu ikna ederken zorlanmayacaktı. Kaprislere gelince… Şu an her kaprisini çekmeye razıydı, şikâyeti de yoktu.

 “Tüm öğrencilere mi?”

 “Tabii ki! Ne zamandır öğrenci ayrımı yapılıyor? Öğrenciliğin her türlüsü zordur.”

 “Yani üniversite olsun, ilkokul olsun. Her öğrenciye yardım edersin?”

 ‘Acaba başka bir dilde mi konuşuyorum ben?’ diye düşündü Naz. Zaten onun için öğrencilerin fark etmediğini söylememiş miydi? Acaba bu adam anlama problemi mi yaşıyordu. Ama bakınca hiç de zekâ sorunu olan bir adama benzemiyordu. Geriye tek bir seçenek kalıyordu. Normal keyifli bir sohbetin sonrasında bu durum kaçınılmazdı zaten.

 “Ben biraz önce farklı bir şey mi söyledim? Hangi kısmı anlamadın? Söz mü vermem gerekiyor, yoksa yemin mi etmeliyim?” Sonra aklına gelenlerin dehşetiyle, gözlerini kocaman açarak Yağız’a baktı. “Yoksa sen açık öğretim mi okuyorsun? Sınavlarda yardımcı ol falan diyeceksen seni ihbar etmekten başka hiçbir şey yapmam!”

 Bu sözlerin üzerine adam da durdu ve kızın gözlerine şaşkınlıkla baktı. “Böyle bir şey aklıma bile gelmedi. Bir üniversite bir de akademi bana tamamıyla yetti de arttı zaten. Birkaç gün de olsa hakkımda fikir sahibi olduğunu ummuştum. Öyle bir adam değilim. Sadece söylediklerinden emin olmak istedim. Çünkü bazen yaptıklarınla fazlasıyla kafamı karıştırıyorsun.”

 Aynen dün yaptıkları gibi… Dün çift gibi davranmaya çalışırlarken kendisi kapılıp gitmiş, sonra tüm gece aralarında sadece bir kapı bulunan kadını düşüncelerinden çıkaramamıştı. Bazen bebek gibiydi, bazen küçük inatçı bir kız, çoğunlukla da bir kadın gibi… İlk başlarda onun açık kitap olduğunu düşünmüştü; ama artık bundan pek de emin değildi. Kadının şaşkınlığının meraka dönüşmesiyle, işine geri döndü.

 “Neden? Hâlbuki sana istediğim şeyleri çok net söylüyorum.”

 “Çizdiğin profille söylediklerini kafamda bütünleştiremiyor olabilirim. Yani senin gibi birisi sırf öğretmenliği sevdiği için burada ve sırf eğitimci aşkıyla yanıp tutuştuğu için öğrencilerine yardım edecek.”

 Ne yani bu adam söylediklerine inanmıyor muydu? Kimi kime karşı koruyordu ki? Anlaşılan yeni eğitim öğretim hayatına atılmış bir öğretmene güvenmiyordu. “Neden inanmak istemediğini anlamış değilim; ama seni temin ederim benden yardım isteklerinde hatta ben yardıma ihtiyaç duyduklarını anladığımda onlara elimden geldiğince yardımcı olurum. Doktorlarda olduğu gibi Hipokrat yeminimiz olmasa da sırf için rahat etsin diye söylüyorum; her öğrencinin yardımına koşacağıma ant içerim. Beni zor durumda bırakacak olsalar da verdiğim sözden dönmem. Rahatladın mı?”

 Sesini yükseltmiş ve gerçekten yemin eder gibi sağ elini hafifçe havaya kaldırmıştı. Delici bakışları Yağız’ı öldürecek gibi bakıyordu. Yağız ise bu sözlere ve sözleri tamamlayan hareketlere ağız dolusu kahkaha attı. Naz’ın ifadesini görünce biraz olsun durmayı akıl edebildi ve gülmemek için dudaklarını sıkarken “Şu an oldukça rahatladım,” diye mırıldandı ve şimdi tam zamanıydı işte. “O zaman bizim öğrencilere de elinden geldiği kadar yardım edersin herhalde. Gerçi elinden gelmeyecek bir şey değil.”

 “Bizim öğrenciler mi?” dedi Naz gözlerini kısarak. Yağız bir kez daha fırçayı kovaya daldırdı ve duvara son kat boyayı atmaya başladı. Ama bakışlarını her fırsatta Naz’a yönlendiriyordu.“Sarp, Erkan ve özellikle Ali’den bahsediyorum. Ufak bile denmeyecek bir sorunları var.”

 Genç kadın ‘O üçlünün ne gibi bir sorunları olabilir ki?’ diye düşünse de aklına bir şey gelmiyordu. Ekonomik açıdan sıkıntıdalar mıydı acaba ve neden kendileri gelip sormamışlardı da elçi göndermişlerdi? Yine de onlara tabii ki yardım edecekti. “Ne kadar ufak?” diye sordu.

 “Oldukça ufak. Dert edilecek kadar bile değil.”

 Naz’ın içine kemirmeye başlayan kurtlar, daha da çok atağa geçiyorlardı. Merakı kabarıyordu. Gerçekten Yağız’ın dediği gibi kaprisli miydi de çocuklar ona değil de Yağız’a anlatmışlardı sıkıntılarını? Bu duruma içi sıkıldı.

 “Hem biraz önce tüm apartmanın aile gibi hissettirdiğini söylememiş miydin?”

 Bu adam bunları, duygu sömürüsü için mi yapıyordu? “Evet, öyle hissediyorum; ama çocuklar neden önce bana gelmediler?” dedi dudaklarını büzerek.

 Kadının o güzel öpülesi dudaklarını büzmesi Yağız’ın hiç hoşuna gitmemişti. Fırçayı duvara yaslayarak mutfağa gitti ve tam Naz’ın önünde durdu. Naz ise üzgün bir kız çocuğu gibi tam karşısındaydı. Bu hâli bile nefes kesmeye yeterdi. “Bu durumun erkekler arasındaki özel bir mesele olduğunu düşün.”

 “Peki, madem erkekler arasındaki özel bir durum. Elimden geleni yaparım.”

 “Söz mü?”

 Uzun ve simsiyah kirpikler arasından gördüğü mavi gözlere bakakaldı genç kadın. Dudaklarından kelimeler istem dışı dökülmüştü. “Söz.”

 Yağız’ın gülümsemesi yüzünde iyice yayılınca aralarında bu kadar özel olan meselenin ne olduğunu merak etti. Ne de olsa artık kendisi de olaya dâhil olmuştu. Acaba çocukların ondan yüz yüze isteyemediği şey neydi? “Çıkar ağzından baklayı bakalım,” dedi hafif tebessümle.

 “Gerçekten ufak, sadece bugünkü hâlimizi bazı zamanlarda devam ettireceğiz. Sen Ali’nin ablası olacaksın ben de çok sevgili eniştesi.”

 Özel olan şey bu muydu yani? Naz’ın resmen aklı durmuştu. Bu adam lafları dönüp dolaştırıp buraya mı getirmişti? O söz bunun için miydi? Allah’ım!! Resmen oyuna gelmişti. İşin aslını bilseydi hiç kabul eder miydi?!

 Kadının dehşete düşmüş hâlini gören Yağız, attığı ufak kahkahanın ardından “Bunda oldukça başarılıyız, kabul et. Sadece küçük bir oyun oynayacağız. Hatta bugün prova etmek için yeterince vaktimiz vardı ve seyircilerin gözlerini kamaştırdık,” dedi.

 Naz mavi gözlerin verdiği uyuşukluktan ve durumun şokundan kurtulur kurtulmaz bağırmaya başladı. “Bunu yaptığına inanamıyorum – ellerini başına dayayarak adamın çekim alanından biraz olsun uzaklaştı – Beni resmen oyuna getirdin!” Yağız Naz’ın takındığı tavra gülmeden edemedi. “Ama söz verdin bir kere.”

 Genç kadın ne yapacağını bilemeden sağa sola baktı. Yağız sinirini çıkaracak bir şeyler aradığını düşünürken Naz büyük boya fırçasının yanındaki küçük fırçayı olarak önce boya kovasına daldırdı sonra da Yağız’ın üzerinde hünerlerini gösterdi. Yağız’ın kıyafetleri ve yüzünün bir kısmı boyadan nasibini almıştı. Yağız gözlerini kapatmış olsa da sıktığı dudaklarından gülmek üzere olduğunu anlamamak imkânsızdı. Naz adamın tişörtünü komple boyadıktan sonra elindeki fırçayı hırsla yere attı. Adamın gülen yüzünü gördüğündeyse bu kez kendini sandalyeye bıraktı. Adamın üzeri başı boya içinde kalmıştı; ama o hâlâ sinirini alamamıştı. Yağız da bir sandalye çekerek onun yanına getirdi.

 “Hem boya hem de tiner kokusu kafamı bulandırdınız!” Sinirli baksa da sesi biraz olsun yatışmış gibiydi. Ardından patlattığı kahkaha ise Yağız’ın duyduğu en güzel ve melodik sesti. Yağız da tuttuğu kahkahasını bıraktı. Gülüşmeler Naz’ın sesiyle kesildi. “Benim karnım acıktı. Sen de aç mısın?”

 “Hem de nasıl? Sabahtan beri pek bir şey yediğim söylenemez.”

 Naz bir süre etrafını inceledikten sonra tam olarak yanında oturan Yağız’a baktı. “Ev bu hâldeyken burada bir şey yiyemezsin. Kokudan da kafayı bulursun. Benim dolabım dolu olduğuna göre… Bende bir şeyler yiyebiliriz.” Yağız bakışlarını kısarak direk gözlerine baktı. “Bugün bana yaptığın ikinci yardım teklifi bu,” dedi şaşırmış gibi yaparak.

 “Sanırım öyle. İyi değerlendir. Ama bir konuda anlaşalım. Sana yemek yapacak kadar yardımsever değilim.” Aslında yapmayı bilse sorun olmazdı; ama o kısma hiç değinmedi.

 “Bir gün içerisinde daha fazlasını beklemek haksızlık olur zaten. Hem seni de yeterince yordum. Madem yemeği ben yapıyorum, ne yemek istersin?”

 “Valla bir menemenini yerim.”

 “Menemen mi? Ben köri soslu tavuk tarzında, uğraştırıcı bir şeyler istersin diye düşünmüştüm.”

 “Şu an yorgun olduğunu bilmesem inan yaptırırdım. Hatta sen yaparken oldukça da eğlenebilirdim; ama şu anda midem sabırlı değil. Hem canım menemen çekti. Ama madem çok istiyorsun sözün olsun. Bir gün yaparsın.”

 “Seve seve. Bu arada… Bana tişört borçlandın.”

 Naz “Farkındayım,” derken yüzünü buruşturdu. Ellerini bacaklarının üzerine koyarak hafifçe eğildi ve Yağız’ın yüzüne baktı. “Yüzün boya olmuş.” Yağız eliyle yüzündeki boyayı silmeye uğraşırken daha çok bulaştırıyordu.

 “Dur. Yapma, daha çok bulaştırdın.”

 Tezgâhtaki temiz ama eski olan havluyu aldı ve adamın yanağındaki boyayı silmeye başladı. Onun gözleri boyadayken, Yağız’ın bakışları dolgun dudakları ve koyulaşmış hareli yeşil gözlerinde gidip geliyordu. Naz bir an yanından kalktığında dalmış olduğunu fark etti. Tekrar yerini aldığındaysa, adamın yüzünü silmeye devam etti. Naz işini bitirdikten sonra yüzündeki hafif bir tebessümle adamın gözlerinin tam içine baktı. Adam hayatında hiç bu kadar etkileyiciliğe sahip yeşil bir ton görmediğini fark etti o an. İlk ağzını açan Naz olmuştu.

 “Şu hâlimize bir bak. Biz seninle ne zaman gerçekten komşu olacağız?” Yağız ise kızın gözlerinde takılı kalmıştı. “Sanırım… Hiçbir zaman.”

 Naz’ın gülümsemesi büyüdü. Havluyu Yağız’ın eline tutuşturdu ve ayağa kalktı. Yağız’ın yakınlığından sonra içini bir titreme aldı. Elini kolunu nereye koyacağını şaşırmış vaziyette girişte bıraktığı hırkasını almaya koşar adımlarla gitti.

 “Yüzünü sabunla yıka. Boya çıksın diye havluya biraz tiner damlatmıştım,” diye seslendi arkasına doğru. Yağız’dan aldığı cevabı, yanındayken titreyişlerinin aksine bu kez içini ısıtmıştı.

 “Peki karıcığım.”

 Duyduğu sözlerle aniden arkasını dönünce arkasında gülmekte olan Yağız’a çarptı. Adam nazikçe onun elinden hırkasını alarak giymesi için tuttu. Naz ise söylenenlere hiç ses çıkarmadı. “Ben de gidip malzemeleri hazırlayayım da kocama kolaylık olsun,” derken kocam kelimesini üstüne basa basa söylemişti. Yüzünde beklenen sinirli ifade yerine beliren gülümseme ise oldukça şaşırtıcıydı. Söylediklerine kafa yormadan dış kapıdan çıktı.

 Yağız onun arkasından kapıyı kapattıktan sonra nefesini bırakarak kapıya yaslandı. Muhakkak bu kadın, adama karşı yenildiğini düşünüyordu; ama penaltı, köşe vuruşu, orta saha derken Yağız’ın kalesine attığı gollerin farkında değildi. Ne kadar da güzel kocam demişti. Düşüncelerinin sivri iğneleri beynine batmaya başlayınca banyoya yönelerek yüzünü soğuk suyla birden fazla kez yıkadı. Aynadaki aksinde gördüğü boyanmış tişörtünü görünce yüzündeki aptal gülümseme iyice genişledi. Bir şeylerse zihninde kesindi.

 Bu kadınla arkadaş olmayı başından beri istememişti ve hâlâ da istemiyordu!

Fotoğraf: @nilmeltem

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 10


Bölüm 10

 Naz bir yandan oflarken diğer yandan daracık olan alan el verdiği ölçüde bacak bacak üstüne atmış, ayağını sallamaya devam ediyordu. Hem de tam otuz yedi dakikadır! Burada unutulduğunu hissettiği bu otuz yedi dakikada makyajını tazelemiş, kafasında alışveriş merkezinden alacaklarının listesini yapmış, özlediği ailesini düşünmüş, arada bu otuz yedi dakika için Yağız’a sayıp sövmeyi ihmal etmemiş, üstüne de adını bile hatırlamadığı zilyon tane radyo kanalı gezmişti. Hatta  gezdiği radyo kanallarında içini döken sözde âşık erkeklerle alay bile etmişti; ama Yağız hâlâ aşağı inmemişti. Altı üstü Gülbahar teyzenin eşyalarını yukarı çıkarıp hemen aşağı inecekti. Onlar da Kars’ın merkezinde bir alışveriş merkezinin yolunu arşınlayacaklardı; ama hâlâ ortada yoktu Yüzbaşı. Anlaşılan rütbesini konuşturmaya fazla alışmıştı. Ama bu kez rütbesi işe yaramayacaktı!

 Gözleri sabah uğruna  birazCIK beklettiği frechlerine takıldı. Yüzünde beliren gülümsemeye engel olamadı. Çok sevgili Genel Kurmay Başkanı görünümlü Yüzbaşı bir an olsun nasıl da sinirlenmiş sonra  hemen lafını esirgememişti. Yüzünde o kısacık anda beliren ifade dahi Naz’ın tatmin olması için yeterliydi. Nasıl da haz almıştı onu kızdırırken?

 Hissettiği bu duyguyla, radyoda kulağına gelen müziğe eşlik ederken hafifçe tempo tutuyordu. Şarkının sözlerine dikkat ettiğinde içinde bulunduğu duruma gülmeden edemedi.

 ‘Yok ki senin bir yedeğin

Kötü kedi Şerafettin!
Söyle nasıl kıydın bana?
Hem canındım, hem ciğerin.

Kendimi bulamıyorum.
Geri alamıyorum.
Ben her gece rüyalarda,
Hep sana hak veriyorum*’

 Bu kedi mevzunu daha fazla uzatmamaya karar verdi. Çünkü ucu kendisine de dokunuyordu ve dün gece gördüğü rüyayla tekrar tekrar karşılaşmak istemiyordu. Dün gece adam haksızlık ettiğini, en azından bu konuda, çok fazla ileri gittiğini düşünmüş ve kafasını bu, o kadar meşgul etmişti ki koca bir mevzu olmuş, adama yakıştırdığı kedi kelimesi rüyalarında kocaman bir panter, bir pars olarak can bulmuştu. Yoksa adamı o şekilde rüyasında görmenin nasıl bir açıklaması olabilirdi ki?  Yoksa olabilir miydi? Rüya tabirlerine inanan bir insan olmasa da baksa bir şey fark etmezdi. Adamı beklemekten canı oldukça sıkılmıştı. Vakit geçirmek için telefonundan arama motoruna girdi ve ‘panter’ kelimesini arattı. İlk dikkatini çeken rüyasındakinin aynısı olan bir panter fotoğrafıydı. Gecenin karanlığından bir parça gibi simsiyah… Rüyasıyla ilgili yazdığı şeyler sonrasında, yoruma ulaştı.

 Rüyada panter görmek, rüya sahibinin meslek hayatında başarısız, aşk hayatında ise başarılı olacağı bir döneme gireceğine işaret eder.’

 Bu yoruma kesinlikle inanacak değildi! Burada birine âşık olma ihtimali, bir gün olur da Gülbahar teyzenin, adını doğru telaffuz etmesi kadar imkânsızdı. Kesinlikle rüyasındaki panter olamazdı. Belki de başka büyük bir kediydi gördüğü. Diğer yorumlara bakarken, aradığını bulmuştu.

 ‘Rüyada parsla mücadele ettiğini gören kimse, öyle bir insanla mücadele eder.’

 Bu belki olabilirdi. Ama çeşitli kaynaklarda, panter ve parsın aynı anlama geldiği yazılıydı. Yani en başından beri bu yorumlara bakmamalıydı. Ama merakına yenilmişti ve bir kez daha yeniliyordu. En genel tabirle arayarak son kez bakıp bu kedi mevzuna son verebilirdi.

 ‘Rüyada kedi görmek, iyiliğe iyilik, kötülüğe de kötülük ile karşılık veren esaslı bir kimseye alamet eder. Rüya sahibinin hayatını kolaylaştıran ama kendine haksızlık yapıldığında da sessiz kalmayan birinin varlığına yorulur.’

 İşte aradığı buydu!

 Arabanın içine giren soğuk havanın ardından kapının kapanma sesiyle bakışlarını sürücü koltuğuna çevirdiğinde kendisine bakan Yağız’la göz göze geldi. “Oo assolistimiz de teşrif etmişler,” derken dudaklarına yapışmış alaycı gülümsemenin aksine gözleri hâlâ bekletilmenin kızgınlığıyla parlıyordu.

 “Ee ne demişler, assolistler en son çıkarmış.”

 “Yani yeteneklerinin arasına bunu da ekledik öyle mi? Kim bilir daha ne gibi özelliklerin var senin? Bu yeteneklerle burada harcanıyorsun.”

 Yağız, Gülbahar teyzenin poşetlerini eve taşımak için yukarı çıktığında kafasında bu güzel kadını bekletmek yoktu. Hatta sabahki yaptıkları yüzünden bu şekilde bir intikam planlamamıştı. Hatta ve hatta bu yaptığı intikam da değildi. Gülbahar teyzenin anlattıklarının bu kadar uzun süreceğini hiç hesaplamamıştı. Ama şu anki durumda bu durumun sonuçlarından oldukça memnun kalmıştı. Bu nazlı öğretmen o yokken makyajını tazelemiş ve pazar havasından çıkmış, asıl alışverişe hazır ve nazırdı. Hem kendisi hem de lafları…

 “Doğru söze ne denir ki? Böyle çok fonksiyonlu bir adamın kıymetini bil,” derken kontağa uzanarak arabayı çalıştırdı. Ardından hiç vakit kaybetmeden arabayı vitese takarak hareket ettirdi.

 “Mutfak robotları da çok fonksiyonlu mesela. Mikrodalga fırınlar, cep telefonları, elektrikli süpürgeler...”

 Yağız duyduklarıyla bakışlarını bir an için yoldan ayırarak yanındaki kadına baktı. O ise hiç kendisine bakmıyor, sürekli değiştirdiği radyo kanallarıyla muhatap olmayı daha zevkli buluyordu anlaşılan ve bu kadın laf arasında ona ev aletleri sıfatını da yakıştırmıştı.

 “Sokak kedisi, assolist şimdi de elektronik eşya. Bu kadar özelliği bünyemde barındırdığıma şu an ben bile hayret ettim.”

 Gözlerini radyodan ayıran Naz, Yağız’ın gözlerine bakarak alay edermiş gibi gülümserken yüzünü buruşturdu. Adama o kadar yakıştırma yapmıştı; ama bu adam hiçbirini de ciddiye alıp ‘Sen kimsin de benimle bu şekilde konuşuyorsun?!’ tepkisi vermemişti. Ardından vakit kaybetmeden çok önemli bir iş yapar gibi radyo kanallarını gezmeye devam etti.

 “Assolistlik işini çok abartmayalım. Bir Müzeyyen Senar da değilsin. Hani şu görünüşü için saatlerini harcayan ama sıra sese gelince fiziğini kullanmaya çalışan sözde sanatçılar vardır ya… Kulağını değil gözünü doyurmaya çalışan, görüntü olup ses olmayanlardan… Belki onlardan olabilirsin. Hatta onlardan da kötü.”

 Yağız duyduğu kelimelerden sonra yanındaki kadına bakmadan edemedi. “Şimdi de yeteneksiz mi oldum?” derken yüzüne sözde alınmış bir ifade takınmıştı.

 Radyoyu bir kenara bırakan Naz, tüm vücuduyla Yağız’dan tarafa döndü. Yağız ise gülümseyerek bir an yüzüne baktıysa da vakit kaybetmeden yola çevirdi bakışlarını. Naz adamın bakışlarının üzerinden ayrılmasıyla kendini bir an üzgün hissetse de, aldırmadı. O bu kadar sinirliyken neden bu adamın bir yanağında kızların en harika aşk filmlerinden birini izlermiş gibi tavır takınacakları hatta oraya gömülmek isteyecekleri bir çukurluk ve ona eşlik eden ışıltılı bir tebessüm vardı? Neden? Neden?! Neden?!!

 Bu soruyu es geçerek asıl soruya odaklandı. Bu adam neden bu kadar geç kalmıştı?! İntikam diye düşünmekten alıkoyamıyordu kendini.

 “Ben sana yeteneksizsin diye bir şey dedim mi? Çok kalabalık bir cümle kurdum ki içinde Müzeyyen Senar adı bile geçti, sense sadece yeteneksiz anlamını çıkardın.”

 Karşısındaki adam hiç istifini bozmadan aynı gülümsemeyle onu yanıtlamakta gecikmedi. “Ne gibi bir anlam çıkarmalıydım?”

 Bu adam bunları gerçekten soruyor muydu yoksa öylesine geçiştirmeye mi uğraşıyordu? Arada kendisine kayan bakışlarında ilgi vardı; ama o dudakları yok mu ah… Yani… O dudaklar biraz alaycı mıydı acaba? Bunu yapmasına izin veremezdi. Hadi ama otuz yedi dakikadır bekletilmişti ve ağaçlar, kök salma, meyve verme durumuna çok yaklaşmıştı. Bu kadar süre bu adam ne yapmıştı yukarıda? Kahretsin bu merak yok mu bu merak? Ne demişler ‘insanın başına ne gelirse ya meraktan ya meraktan,’diye düşünmeden edemedi. Ama madem bu kadar bekletildi bu adam kendisine hesap verecekti.

 “En azından onlar bir kısmın eksikliğini, daha iyi oldukları bir başka kısımlarıyla telafi etmeye çalışırken benim Yüzbaşım otuz yedi dakikadır ne ses ne görüntü olarak piyasa da yok. Söylemek istediğimi şimdi yeterince açık ifade edebildim mi acaba?”

 “Demek SENİN Yüzbaşın senin gibi bir bayanı yalnız bıraktı. Hem de otuz yedi dakika. Senin Yüzbaşının kulaklarını biri çekmeli,” derken Yağız’ın dudaklarından süzülen o kahkaha Naz’ın üzerinde ufak bir Osmanlı tokadı etkisi bırakmıştı. O ne söylemişti bu adam yine anlatılmak isteneni es geçmiş, ufacık aitlik bildiren bir kelimeciğe takılmıştı. Bu adamla konuşurken isim tamlamalarına, hatta yapım-çekim demeden tüm eklere dikkat etmek zorunda mı kalacaktı? Ama onun yaptığı gibi şimdilik umursamamayı da deneyebilirdi.

 “Benim Yüzbaşımı inan bir kulak çekiş paklamaz. Ona toptan dayak lazım. Ayrıca birisinin ona erkeklerin değil kadınların beklettiğini, erkeklerin bekletilmeye mahkûm olduğunu öğretmesi gerek. Doğanın kanunu böyle,” diyerek yüzüne alaycı bir gülümseme oturttu. Gözleri ise bu alaycılıktan çok uzaktı.

 “Demek birilerinin öğretmesi gerek. Neyse ki senin bu Yüzbaşın öğrenmek konusunda  çok istekli.” Bunları söylerken eş zamanlı olarak Naz’a dönüp göz kırpması, Naz’da beklenmedik bir etki bırakmıştı. O mavi gözlerdeki ışıltıya eşlik eden o gülümseme bir an için hoşuna gitmişti. Sanki vücudu karıncalanmaya başlamıştı.

 İstifini bozmamaya çalışsa da sinirinin yerini şaşkınlık almaya başlamıştı. Bu adamla ani heyecanlar yaşarken duygudan duyguya sürüklenmesi kaçınılmazdı. Kafasındaki düşünce kaosundan ve vücudunun bu adama verdiği anlık tepkilerden kurtulmak için konuşmaya başladı. Anlaşılan bu durum çenesine vurmuştu.

 “Bir eğitimci olarak sana zevkle öğretirim. Ne de olsa öğrenmenin yaşı yoktur,” diyerek normal oturma pozisyonuna geri dönmüş, ilgisini radyoya yöneltmişti. Bir süre sonra, iki üç dakika içerisinde yapılan konuşmaların üstesinden gelmişti bile. Yağız’ın sesiyle radyoya olan ilgisini kaybetti.

 “Sağ taraftaki okul, çalışacağın okul. Gülbahar teyze söylemişti. Yürüyerek yaklaşık on dakika sürer. Şanslısın. Bu civarda serserilik olayları da çok olmaz. Yürüyerek rahat rahat gidip gelebilirsin. Birlikten bir arkadaşımın da eşinin burada çalıştığını duymuştum. Eğer sıkıntı yaşadığın bir durum olursa, elimden geldiği kadar yardımcı olurum.”

 Karşısındaki adam bunları söylerken Naz bir saniye bile gözlerini adamdan ayırmamış, ayıramamıştı. Çünkü yüzünde görmeye yavaş yavaş alıştığı ya da alışmaya başladığını düşündüğü tüm anlam içerikli ifadeler değişmişti. Mavi gözlerindeki kurnazlık belirten ışıltı yerini bariz belli bir ilgi almıştı. Dudaklarına yapışmış olduğunu düşündüğü o alaycı gülümsemeyi de güzel, ilgili bir tebessüm istila etmişti. Sesinin tonundaki ‘Başın sıkışırsa elimden geleni bırak daha fazlasını yapmaya bile uğraşırım,’ tınısı bile seçiliyordu. Yani ne zamandır onu yerden yere vuran bu surat, şimdi bariz ona yardım teklifinde bulunuyordu. Baya baya bu adamın içinde henüz doğaya savrulmayıp, kuşların, karıncaların alıp götürmediği insanlık kırıntısı mevcuttu ve bu kırıntılar arada sırada Yağız’ın ilgili bir insan gibi davranmasını sağlıyordu. Gerçi pazarda adamın yaptıkları için de aynı yorumu yapabilirdi.  Sadece “Teşekkür ederim,” diyebilmişti. Oturduğu koltuğa iyice gömülürken bakışlarını bu kez dışarıya yöneltti.

 Gözleri hızla geçtikleri binaları tararken aslında onun hakkında düşünmeden peşin hükümler verdiğini düşünmeye başlamıştı. Gerçi o da aksi için fırsat vermemişti. Başta bu şekilde davransaydı ne olurdu sanki? Şu an hissettiği gibi karışık hissetmezdi belki. Şu inanılamayacak şekilde ona haksızlık ettiğini düşünüp vicdanının o cılız sesiyle boğuşuyordu. Düşündüklerinden habersiz, yanında rahat tavırlarla araba kullanan adama baktı. Vitesi büyütürken kendisine bakıldığını anlayan adam da ona bakarak gülümsedi.

 “Sarıkamış oldukça küçük bir yer. Hâliyle senin gibi birinin ihtiyaçları için büyük bir alışveriş merkezi yok. O yüzden Kars’a gidiyoruz. Yani sakın seni kaçırdığımı falan düşünme.”

 Adamın söylediklerini dinlerken aslında yüz ifadesini inceliyordu. Biraz önceki bekletilmenin etkisiyle öfke ve kapris tanrıçası hâlinde olsaydı onun bu basit laflarına  sinirlenir, üstüne laf söylerdi. Tabii bunun üzerine Yağız da söylerdi. Durur mu?! O durmazsa Naz niye duracaktı. O da söylerdi. Sonra Yağız, Naz, belki tekrar Naz…

 Hâlbuki ne kadar basit kelimeleri bir araya getirip cümle kurmuştu. Şöyle bir düşününce, adam onu o kadar çok sinirlendirip kafasını bozuyordu ki en basit, normalde kızmayıp gülüp geçeceği şeylere bile olmayacak laflar söylerken buluyordu kendini. Ayrıca bu adamın, kendisinin sinirinde boğulmaya başladığı anlardan fazlasıyla zevk aldığını da anlamıştı. Bunları düşünmeden bir kez onun laflarına takılarak gülüp geçebilir miydi?

 “Sorun değil. Öyle bir şey gelmedi aklıma. Biliyorum ki beni kaçırıp başına bela almayacak kadar akıllı bir adamsın,” derken gerçekten de kendisini sakin hissediyordu. Belki ona alışıyor olmasından, belki de fark ettiklerinden… Bunu an içinde çözemese de sebebi ne olursa olsun bu iyi bir şey olmalıydı.

 Bu fark ettikleri insanlık için küçük olsa da Naz için baya büyük bir adımdı. Şimdi sakin kafayla da düşününce adamın eline çok fazla koz vermişti. Neden bu adam onun sinirli hâliyle eğlenirken o da kendini tutup sinirlenmek yerine biraz akışına bırakmıyordu? Yani adam ona aksi bir laf ettiğinde, adamın dediği kişiliğe bürünmüş ya da onları yapmış mı oluyordu?

 Yanlış bir başlangıç yapmışlardı. Gerçi henüz başlangıç yapmış sayılmazlardı. Ne de olsa bir ileri üç geri gidiyorlardı. Hiçbir şey için hiçbir zaman geç değil düşüncesiyle yerine gelen keyfini biraz daha şımartmak için parmaklarının ne zamandır ezberlediği radyoya yöneldi. Artık güzel bir müzik ve şımarttığı keyfiyle, yol boyunca yapacağı alışverişi düşünebilirdi. Kıyafet alışverişinden çok farklı olacaktı şüphesiz. Pazar alışverişinden de öyle… Ama alışveriş, alışverişti sonuçta. Her türlüsü zevkliydi.

 Gözleri yoldayken arada ona bakmaktan alıkoyamıyordu kendini  genç adam. Bu kadınlar böyle kaza yaptırırlardı adama. İster istemez arada gözleri ona kayıyordu. Sürekli radyo kanallarını değiştirirken o  güzel dudaklarından bıkkın nefesler veriyor, sonra azimle hazine bulacağına inanan bir defineci gibi değiştirmeye devam ediyordu.

 “Bıkmadın mı artık? Kaç tane radyo kanalı gezdin hâlâ kendi müzik zevkine göre bir yer bulamadın,” diye sormadan edemedi.

 Önce o kadın bakışlarını kendisine çevirdi, sonra da oyun arkadaşı bulamamış ve canı çok sıkılmış bir çocuk gibi öpülesi dudaklarını büzdü. “Hayır bulamadım. Çekim gücünün sınırlı olduğu bu yolda fazla bir şey beklememeliydim zaten,” diyerek gerçekten çok sıkılmış bir tavırla radyoyu kapatıp arkasına yaslandı.

 Onun bu hâline Yağız bir an gülse de, birlikte yaptıkları bu yolculukta sıkılmasını istemiyordu. Beraberlerken hiçbir zaman sıkılmasını istemiyordu aslında… “Asma suratını. Yolumuz daha uzun. Madem çok fonksiyonlu bir adamım senin için hem radyo kanalı hem de o kanalın assolisti olabilirim. Yani sanırım…”

 Sanırım mı? Aslında bunları söylemeyi hiç düşünmemişti. O iri, yeşil hareli gözler ona bakarken ağzından çıkanlar cidden kulaklarına sonradan ulaşmıştı. Ama söylediklerinden sonra kadının o tatlı dudaklarındaki gülümseyişiyle, söylediklerinin üzerinde çok durmadı. Altı üstü şarkı söyleyecekti. Birden aklına gelen bir şeyle ufak bir kahkaha attı.

 “Bu kadar komik olan ne?”

 Yol ile Naz arasında gidip gelen bakışları bir kez daha Naz’ı buldu. Naz merakla kendisinden gelecek cevabı bekliyordu. “Pazarda söylediklerin geldi aklıma. Pazarcıya da yalan söylememiş olursun. Baya baya serenat yaptıracaksın bana. Bir tek balkonumuz eksik.”

 Bunun üzerine Naz da gülmeden edemedi. Bu kadın kendisine gülümsediğinde nedense kendisini bir süre için neşeli ve dünya sıkıntısından soyutlanmış hissediyordu. Her hak edenin yanına böyle bir kadın şarttı!

 “Sen şarkı söylemek konusunda ciddisin,” dedi bu kez Naz inanamayarak. Ama yüzündeki gülümseme yerli yerindeydi.

 “Gayet ciddiyim. Madem sohbet değil de müzik istiyorsun, bir süre de radyo olalım. Çok mu yani? Ne söylememi istersin senin için,  yoksa benim repertuarımdan mı olsun? Hatta dur… İstek parçanızı ve mesajınızı yazın; Yağız’a yollayın sesinizi Naz’a duyurun.”

 Bu adamın yaptıklarına inanamıyordu. Gerçekten bu uzun yolda kendisi için şarkı mı söyleyecekti? Söyledikleri o kadar hoşuna gitmişti ki ona ayak uydurmadan edemedi.

 “Bugün mırıldandığın o Fransızca şarkıyı söyle o zaman da bu söylediğim yalandan tamamen kurtar beni. Dur bir dakika… Bu şarkı, benden İstanbul’daki aileme, dadıma, tüm dostlarıma, âşık olduğum tüm o sokaklara, boğaza, İstiklal Caddesi’ne, Sultan Ahmet Meydanı’na, Galata Köprüsü’ne, Kız Kulesi’ne… Ah tamam tüm İstanbul’a gelsin. Öğretmen maaşlarına isyan eden tüm öğretmen ve öğretmen adaylarına da.”

 Öğretmenliği kesinleştiğinde Naz’ın kuşkusuz ilk baktığı şey maaşı olmuştu ve dudağı uçuklamıştı. Ama dehşetten! Bir elbisesine bile anca yeterdi  o para tabii ucuzlukta bulursa…

 “Vay be liste baya uzun. Unuttuğun var mı?”

 Kendisine ne kadar güzel uyum sağlamıştı bu kadın. Onunla sadece didişmek değil, bir arabada yanındaki koltuğu paylaşırken önemsiz bir sohbet içerisinde saçmalamak bile güzeldi. Şu an gözlerini devirmiş, sağ elinin işaret parmağını pembeleşmiş alt dudağına hafifçe değdirirken ciddi bir iş yapıyormuş gibi dursa da Yağız için bir elma şekeri kadar tatlıydı. Dışı sert olsa da içi tazecik… Aradığı şeyi beyin kıvrımlarından başarıyla çıkarmış gibi parmağını şıklattı.

 “Bir de yeni hayatlarında, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışanlara.” Yağız da onayladı. “Yani bize,” diye şarkıyı mırıldanmaya başladı.

 Yanında oturup, direksiyona parmaklarıyla vurarak ritim tutan, arada çekinmeden kendisine bakışlar atan bu adamı izlerken kendisini garip bir şekilde neşeli ve onun sesine kapılmış hissetti. Ne zaman olduğunu anlamadığı öyle bir an olmuştu ki dudaklarına mutlu bir tebessüm yapışmış, parmakları ise onun izninin dışında hareket ederek ritim tutuyordu. Bu da yetmezmiş gibi dudakları da ona eşlik etmeye başlamıştı. Yağız Fransızca bildiğini belli eden vurgularla şarkıyı usta bir şekilde söylerken Naz onun akışına kapılmıştı.

 Bu adamla yaşadığı birkaç günlük geçmişi bir kenara bırakırsa, hayatının içinde kendini yabancı hissettiği şu iki üç haftada hissetmediği kadar neşeli ve umursamaz hissediyordu şimdi. Bir o kadar da rahat… Yağız’ın sesi ondan beklemediği kadar hoş bir tınıya sahipti. Evet, kesinlikle şu anda vücudundaki tüm sinirleri ayaklandıracak kadar hoş bir tınısı, bu da yetmezmiş gibi kadın erkek fark etmeden delirtecek ve baştan çıkaracak derecede mükemmel bir Fransız aksanı vardı. Bu aksana sahip olmak için baya uğraşmış olması gerekiyordu. Acaba sabah söylediği gibi diğer Fransız işlerinde de bu kadar iyi miydi?

 Düşündüğü şeyi bir kenara atmaya uğraşırken yine kendisine sinirlenmeye başlamıştı. Her şey iyi giderken, yani şu beş on dakikadır, hemen berbat olması şart mıydı? Bu adam yüzünden, olaylara verdiği tepkilere ve hâliyle kendisine de sinir oluyordu! Kendisine bu derece sinirlenmesine neden olduğu için ona da sinir oluyordu! Hâlbuki şu anda bu adam şarkı söylemekten başka hiçbir şey yapmıyordu. Ama şimdi yapmak istediği tek şey onun neşesine eşlik etmekti.

 Şarkının bitmesiyle genç adam bakışlarını yoldan ayırarak Naz’ın gözlerinin içine baktı. O hareli gözlerdeki tüm farklı tonları ayrı ayrı keşfetmek istese de anın verdiği imkânsızlıkla bakışlarını tekrar yola çevirdi.

 “Beni şaşırttın. Gerçekten Fransızca biliyorsun. Bu şarkıyı son zamanlarda herkes ezbere bilse de, Fransızcaya hâkim olduğun aksanından belli. Ayrıca asker bir adamdan böyle hoş bir ses tonu beklemezdim. Beni gerçekten şaşırttın,” diyerek genç kadın hayranlığını belli etti.

 “Teşekkür ederim. Hakkımda iyi düşünüp şaşırman ne kadar hoş. Hiçbir askerden böyle bir ses tonu bekleyemezsin zaten. Askerlere emir verirken böyle bir ses tonunu kimse kullanmaz. Sonuçta emir veriyoruz. Sohbet etmiyoruz. Düşünsene o hâlimi.”

 Naz birden kahkahayı koyuverdi. “Kesinlikle o hâlini düşünemiyorum. Bir yığın asker ve sen… Bu şekilde emir verirken… Yine de, benim kişisel kanaatim tabii bu, hepsini muma çevirirdin.”

 Naz’ın söylediklerine istemeden o da gülmüştü. Birlikte öyle bir şey yapsa kesinlikle dillere düşerdi.

 “Enteresan.”

 “Askerlere o şekilde emir verdiğimi düşünmen mi? Fransızca bilmem mi? Yoksa şarkı söyleyebilmem mi?” Genç adam bakışlarını bir an tekrar yanındaki kadına çevirdiğinde onun yüzündeki ciddi ifadeye rağmen yerini koruyan tebessümünde takılı kaldı.

 “Hayır. Hayat,” diye cevap verdi genç kadın. Yağız devam etmesi için bekledi ve Naz devam etmekte gecikmedi. “İyi derecede Fransızca biliyorsun, belki de anadilin gibi. Bazen… Hayır, çoğu zaman sinir bozucu olsan da kabul, yakışıklısın. Kim bilir kimlerin canını yaktın? O kadar eğitim almış ve yüzbaşı olmuşsun. Ama şu an buradasın.”

 Söyledikleri o kadar doğruydu ki. İşte hayat. İnsanın ne zaman, nerede ve ne yapacağı, karşısına kimleri çıkaracağı hiç belli olmuyordu. “Çoğu erkeğin aklını başından alacak derecede aşırı bir güzelliğe sahipsin. Bir o kadar da kaprisli bir kadınsın. Aynı zamanda zenginsin de. Dün pek çok yurt dışı gezisi yaptın belki. Ama kendine fazla güvenen bir kadın olarak, yeni bir hayata tek başına başlamak için oldukça zor bir yerdesin. Buradasın,” diyen adamın yüzünde anlayışlın bir tebessüm vardı.

 Naz iç geçirmeden edemedi. “Hayat, gerçekten çok ilginç.”

 “Haklısın,” derken Yağız’ın tebessümü kadını rahatlatmak için yerli yerindeydi.

 ***

Zevkli geçen yolculuk sonrasında, ulaşmak istedikleri yere ulaşmışlardı. İkisi de oldukça neşeliydi. Naz, Yağız’ın yol boyunca gösterdiği çaba sonucu gerçekten de neşeli kahkahalar atıp kendisini Yağız’a bırakmıştı. Her erkeği böyle bir durum mutlu ederdi ve öyle de olmuştu. Yağız’ın da o anki neşesine diyecek yoktu. Şimdi o eğlenceli yolculuk yerini başka bir eğlenceye bırakacaktı.

 Yağız, Naz’ın daha önce market alışverişine çıkmadığını tahmin edebiliyordu ve oldukça eğleneceğini umuyordu. Tabii ki eline geçen hiçbir fırsatı kaçırmayacaktı. Bunları düşünürken gülümseyerek, kontağı kapattı. Naz da montunu giymeye uğraşıyordu.

 Arabadan indiklerinde soğuk Kars havası yüzlerine vurdu. Naz hemen ellerini cebine sokarken, Yağız ise rahat bir tavırla onun yanına geldi ve beraber giriş kapısına doğru ilerlemeye başladılar. Naz’ın birden durmasıyla Yağız ona doğru döndü.

 Genç kadın bir yandan havanın soğuğuna dayanmaya uğraşırken bir yandan da söylemek istediklerini zihninde toparlamaya çalışıyordu. Yolculuk boyunca bu konuyu çok düşünmüştü. Yanlış bir başlangıç yapmışlardı. Adamla sürekli didiştiklerinden, onunla sohbet ederken başlangıçta nasıl hissettirdiğini anlayamamıştı. Onunla normal bir şekilde sohbet etmek bir anda soğuk bir havadan kendini can havliyle sıcacık bir odaya atmak gibiydi.

 “İkimiz de şunun farkındayız ki, ya da sadece ben farkındayım, seninle yanlış şekilde başladık. Gerçi senin de durumu kolaylaştırdığın söylenemez. Sence yol hâlâ yakınken, komşuluk kelimesinin hakkını verebilir miyiz seninle?”

 Karşısında üşüdüğünü belli ederek pembeleşmiş yanaklarıyla kendisine bakan bu kadın şu an o kadar çekici görünüyordu ki. Topuzundan firar eden saç tutamları soğuk rüzgârla her bir saniye oynaşırken, gözleri merakla ondan gelecek cevabı bekliyordu.

 “Komşuluk? Benim bildiğim birbirlerini tanımayan komşular, birbirlerinin evinde kalmazlar,” dedi Yağız inatla.

 “Haklısın. Dediğim gibi yanlış başladık ve komşuluk kavramını biraz aşmış olabiliriz. Ama dairelerimizin karşılıklı olması hâlâ kapı komşusu olduğumuzu gösterir.”

 Naz, montunun içine biraz daha gömülebilmek için çaba sarf ediyordu. Ne olursa olsun bu adamla anlaşmaya varmadan içeriye girmeyecekti. Bu kez o kadar çabuk sinirlenip pes etmeyecek, o ilgili adamı, arkasına saklandığı maskesini düşürecekti.

 “Biraz değil baya aştık,” dedi adam inadını kırmadan.

 Pes etmek yok Naz!

 “O zaman belki arkadaş olabiliriz. Ne dersin? Seninle arkadaş olmak çok da zor olmasa gerek,” derken azimliydi.

 “Galiba komşu olmak sana oldukça zor geldi.”

 Naz ne kadar uğraşırsa uğraşsın, tüm çabalarının bu adam tarafından hiç umursanmadan hiçe sayılmasıyla sinirleri gerilmiş yaylar gibi gerilmeye başladıklarının sinyallerini vermeye başlamıştı. Kendi kendine tekrar etti. ‘O adamı gördün Naz o ilgili adamı gördün! Görüntüye aldırma, seni yıldırmasına izin verme.’ Derin bir nefes alırken ciğerlerini yakan soğuk havaya aldırmadan, sakin görüntüsünü korumaya çalışarak devam etti.

 “Kedi köpek gibi didişmeyi biraz olsun bırakabilir miyiz?” dedi bakışlarını bir an devirerek; ama karşısındaki adamın söyledikleriyle bakışlarını onun gözlerine sabitledi.

 “Burada sanırım köpek sen oluyorsun. Benim kedi olduğum konusunda hemfikirdik hatırladığım kadarıyla.”

 Bir derin nefes daha alırken, kendini sakinleştirmek için iç sesi konuşmaya devam ediyordu. ‘Bu adama taviz verme Naz! Ha gayret, ikna edene kadar biraz daha dayan.’

 Başını olumsuz anlamda sağa sola sallayarak konuşmaya başladı. Yanakları soğuktan kızarmışken ne kadar hoş göründüğünün o an içerisinde tek farkında olan kuşkusuz Yağız’dı. Bu kadın bir şeyler anlatmaya çalışsa da onun söylediklerinden çok çabasını izlemek zevkliydi.

 “Söylediğim kelimelere değil de kelimelerin altında yatan anlama odaklanırsan sevinirim.”

 “Peki,” diyerek onayladı genç adam.

 “Ne diyordum?”

 “Kedi köpek,” diye yanıtlamakta gecikmedi genç adam. “Tamam. Edi ve Büdü diyelim o zaman,” derken Naz sinirlerinin kopma noktasına geldiğini seziyordu. Buz gibi olmuş ellerini cepleri içinde yumruk yapmıştı. ‘Naz tırnaklarını çıkarmanın âlemi yok. Biraz daha sabır.’

 “Bu da bizi bir çift yapar - genç kadının yüzündeki bıkkın ifadeyle adam sözlerini toparladı - Tamam, tamam. Özür dilerim. Devam et.”

 ‘Önce gözlerini oymakla başlayacağım ki bir daha bana bu şekilde bakamasın. Sonra sıra o kendini beğenmiş sırıtışına gelecek. Onu da oradan sökersem… Naz dur! Yoksa adamı kafanda öldüreceksin ve kuşkusuz gerisi gelecek.’ İç sesini susturmanın zorluğuna bir an kendisi de inanamadı. Ama başarmıştı yoksa ya kendisi içten içe sinirden cinnet geçirecekti ya da bu adamın katili olarak gençliğini birkaç metrekarelik hücresini oradan oraya arşınlayarak geçirecekti. Demek ki cinnet geçirenler boşuna geçirmiyordu. Ama bu kesinlikle son çabası olacaktı. Bu da bir şeylerin değişmesi için yeterli olmazsa kesinlikle bir kez daha uğraşmayacaktı ve bu adam onun dişli hâlinden hiç hoşlanmayacaktı. ‘Son bir çaba!’ diyerek telkin etti kendini  ‘Son! Yoksa atla üstüne!!’

Dişlerinin arasından zorla çıkan kelimelerle konuşmaya başladı.

 “Bak Yağız. Anlayacağın dilde konuşayım. Sen kendi mevziinde kal. Ben de kendiminkinde. Durup dururken üçüncü bir dünya savaşı çıkarmanın âlemi yok. Sence iki aklı başında insan gibi arkadaş, komşu ya da… En azından bir şeyler olmayı başarabilir miyiz? Kanlı bıçaklı olmak dışında bir şeyler.”

 “Çıkmadık candan umut kesilmez arkadaşım. Madem böyle düşünüyorsun bir yerden başlamak lazım. Neden o zaman şimdi olmasın ki.”

 Allah biliyor ya bu kadınla zerre kadar arkadaş olmak istemiyordu. Olmak istememekten ziyade onunla arkadaşlık olabileceği düşüncesi atomun parçalanması gibi imkânsızdı. Gerçi o bile parçalanmıştı; ama şu kadın çabasından bir türlü vazgeçmemişti. Demek arkadaş olmak istiyordu. En azından deneyebilirlerdi de bakalım bu günün sonunda onunla bir daha arkadaş olmak isteyecek miydi? Beraber alışveriş merkezinin otomatik kapısından girerken Naz’ın durmasıyla o da bir kez daha durdu.

 “Madem şu an yeni bir şeylere başlıyoruz. Mesela bir alışveriş arabası alarak başlayabiliriz,” diyen Naz’ın kendisine göz kırpmasıyla düşüncelerinden uyandı ve dediklerine itaat ederek alışveriş arabalarının olduğu tarafa yöneldi ta ki kadının bir sonraki sözlerine kadar. “Peki, alışverişe nereden başlayalım?”

 Yarı yolda durup Naz’a döndüğünde, etrafı araştıran gözlerle tarayan bir Naz’la karşılaştı. “Bana bunun ilk olduğunu söyleme.” Kadının yüzüne buruşturan ifadesiyse düşüncelerinin gerçekliğinin ispatıydı. “Kıyafet alışverişinden başka alışverişe çıkmadığını bilmeliydim. Neyse arkadaşım, donmuş gıdaları en son alalım gerisinin sırasının pek bir önemi yok.”

 ***

 Yüzündeki gülümseyişi bir türlü silemiyordu. Alışverişe başladıklarından beri adımlarını attıkları her reyonda Naz ellerini bir şeylere atmaktan geri kalmıyordu. Evet, evine yeni yerleşen birinin bu marketteki her türlü şeye ihtiyacı olurdu; ama Naz reyonu kıyafet alacakmış gibi süzüyor, ardından gözlerini kısıp sanki avıymış gibi inceliyor, hiç vakit kaybetmeden iki eline de farklı iki ürün alarak arka yazılarını okuyordu. Yağız her reyonda aynı şey olursa kesin yatıya burada kalacaklarını düşünüyordu. Uzaktan onları inceleyen evli bir çift olduklarından şüphe etmezdi.

Naz, bir ürünü bile almak için saatlerce vakit harcayan evin hanımı, Yağız ise o an eşine sonsuz sabır gösterip şu ayağı sürekli sağa çeken alışveriş arabasını itekleyen evin erkeğiydi.  Ne kadar bu hâllerine gülse de böyle giderse bu arkadaşlık işinden sıkılıp sözleriyle sataşmaya başlayacaktı. Aslında şu an kendisini tutmakta oldukça zorlanıyordu. Ama söz verdiği gibi biraz olsun deneyeceklerdi. Ama kadının bunu bozması hâlinde o devam ettirmek için kesinlikle uğraşmayacaktı. Gerçi şu anki hâlleri içten içe hoşuna gitmiyor da değildi. Böyle giderse bu nazlı öğretmen evli çift olayına da çabuk alışırdı. Ama asıl durum biraz dehşet vericiydi; çünkü genç adam gerçekten de içinde bulundukları durumdan feci hâlde zevk almaya ve onu alıştırmayı planlarken bu duruma kendi kapılmaya başlamıştı. Madem kendisi bu kadar kapılıyorsa, onu da kendi akışında sürükleyebilirdi.

 Naz elindeki temizlik malzemesine bakıp, arabaya doğru döndüğünde ilk fark ettiği şey iki kızın Yağız’ı süzüyor olduğuydu. Yağız’a bakıp, kendi aralarında konuşuyor hatta üstüne üstlük kaçamak bakışlarındaki beğeniyle alenen Yağız’ı kesmek suretiyle ufak parçalara ayırıyorlardı. Bir an için gözleri kısılan Naz, kızları bakışlarıyla ablukaya aldı. Kızların gözlerindeki flörtöz parıltı Naz’ın gözlerini kamaştırmıştı. Sanki gerçekten gözleri kamaşmış gibi bakışlarını biraz daha kıstı. Bunların reyondaki ürünlerle falan ilgilendikleri yoktu. Ayrıca bu kızlar… Evet evet bu kızlar peçeteleri aldıkları reyonda da oradalardı. Şampuan alırlarken de öyle. Kızları uyumsuz kıyafet zevklerinden tanımıştı. Hadi ama! Bu kızlar gerçekten de yanındaki bu adamı ke-si-yor-lar-dı!! Onun yanındaki adamı hem de! Bu yüzden  Yağız’ın, aklındaki düşüncelerin sebep olduğu hülyalı bakışlarla kendisini izlediğini bile fark etmedi.

 Kızların bakışları, onu hiç ummayacağı kadar rahatsız etmişti. Bakışlarını, masum bir şekilde alışveriş arabasının yanında, gülümser bir yüzle kendisini seyreden adama çevirdi. Adam kızları fark etmemiş olacak ki hâlâ kendisine bakıyordu. O  kızların bakışlarından son derece rahatsız olmuş ve neden olduğunu anlamadığı bir şekilde kıvranırken, bu adam her şeyden habersiz yüzündeki çapkın ama bir o kadar da masum bir tebessümle kendisini seyretmeye devam ediyordu. Hem bu kadar tehlikeli derecede yakışıklı hem de bu kadar masum görünebilmeyi nasıl beceriyordu acaba?

 Aslında sorulması gereken asıl soru bu değildi? Neden bu bakışlardan o kadar rahatsız olmuştu? Gerçi cevabı da gayet açıktı. Bu adamla ilgili her şey, kıl, tüy, yün ama her şey onu rahatsız ediyordu. Kızlara ufak bir bakış attığında kızların ellerinde bir takım ürünler olmasına rağmen ürünleri değil de reyondaki başka bir ürün gibi YANINDAKİ adamı inceliyor olmaları pek de hoş değildi. Dünyanın en garip ki yanındaki adam için daha uygun bir tarif bulamamıştı, adamı dahi olsa kimse onun yanındaki adamla flörtleşmek için fırsat kollayamazdı. Eğer flört etmek gibi bir ihtimal varsa bunu sadece Naz yapabilirdi. Ve flört etmeyi bile bilmeyen bu kızlara tam olarak karşısında duran bu adamla flört etmek ne demekmiş gösterecekti. Tabii durup bu adamla flört etmeyecekti. Ama bu kızlar koşar adım burayı terk edeceklerdi.

 Yağız onun bakışlarını takip ederek başını çevirdi. Ürünler değil de kendisi daha dikkat çekiciymiş gibi iki reyondur peşlerinde olan bu kızları tekrar görmezden gelerek Naz’a döndü. Bu kez o da kendisine bakıyordu. Elindeki ürünle beraber Yağız’a yaklaşarak tam yanına gelince durdu. Gözleri kısık, dudakları hafif büzülü ama ufak da olsa tebessüme sahip ve başı hafif eğik… Henüz anlamlandıramadığı bir şekilde bu manzaraya kapılan Yağız, onun koluna girdiğini çok sonra fark etti. Kollarını hafif yukarı kaldırdığı kazağının açıkta bıraktığı tenine değen, kendi sıcaklığından daha düşük sıcaklığa sahip o eller sanki tüm vücudunu ayaklandırmak için uğraşıyordu. O sıcaklığı hissettiği yerden tüm vücuduna yüksek voltajda elektrik yükleniyormuş gibi tüm kasları gerilse de bunu fark ettirmemeye çalıştı. Çünkü görünürde bu kadının yarattığı yüksek gerilimden haberi yoktu.

 “Sence… Bunu da almalı mıyım, karar veremedim. Sen bu konuda daha tecrübelisin.”

 Naz yeşil gözlerindeki kıvılcımla gözlerinin içine bakıp, kolunu daha çok kavrarken kafasında kurduğu tüm dengeler hatta şu arkadaş zırvalığı, her şey tuzla buz oluyordu. Genç kadın cevap bekler gibi gözlerinin içine bakarken soruyu tamamen unutmuştu.

 “Hangi konuda?”

 Kadının büzdüğü dudaklarındaki o tatlı ifade yerini kışkırtıcı bir gülümsemeye dönüşürken, bakışlarını o dudaklardan ayıramıyordu. Aklında dönen tüm düşünceleri şimdi, şu anda, acilen toparlaması gerekiyordu.

 “Her konuda…”

 Evet. Bu kadının bilemediği konularda bile Yağız’ın çok fazla tecrübesi vardı ve böyle bakmaya devam ederse hiç şüphesiz birkaç tecrübesini öğretmek için büyük bir özveride bulunacaktı. Birinin bu kadına ulu orta, erkeklere bu şekilde davranırsa sonuçlarının ne olacağını öğretmesi gerekiyordu ve bu işin sonu kesinlikle yatakta biterdi.

 Naz’ın elindeki paketin yere düşmesini fırsat bilerek, hemen toparlandı ve eğilerek paketi yerden aldı. Tekrar doğrularak, paketi Naz’a uzattığında Naz’ın yüz ifadesi, biraz önce kapılıp gittiği, hayallere daldığı ifadeden çok uzaktı.

 “Bu reyondan artık gidelim. Bunu almaktan vazgeçtim,” diyerek elindeki paketi rafa koyan bu kadın biraz önce onunla alenen flört mü etmişti? Arabayı çevirip, biraz önce kızların olduğu tarafa doğru yöneldiğindeyse fark ettiği şey orada durup kısmen kendisine bakan iki kızın koşar adım reyonu terk ettiğiydi.

 ***

 ‘Yağız kıyafet reyonuna da bir göz atalım mı?’ derken, Yağız Naz’ın bu soruya cevap beklemediğinin farkına varmamıştı ve Naz bir anda gözden kaybolmuştu. Yağız’a da özellikle beyler için bu reyona koyulduğunu tahmin ettiği puflara oturup beklemek düşmüştü. O kadar ülke gezip, alışveriş merkezi talan etmiş bir kadının burada bulduğu şeyleri beğeneceğini düşünmese de Naz onu yanıltmıştı. Kıyafetlerin hepsine kabataslak göz gezdirip yorum yapmayı ihmal etmiyordu. ‘Çok salaş, mm hayır hayır fazla demode, çok düz, çok abartılı, boğazı çok kapalı…’ Bunun bir ortası yok muydu acaba?

 Durup onu bu şekilde seyrederken, onun bu kendinden geçmiş hâline gülmeden edemedi. Gözlerini ondan alamıyordu. Son derece doğal hareket ediyordu. Naz kendini o denli kaptırmıştı ki, bir şeyler deneyip kabinlerden çıktıktan sonra soluğu aynanın karşısında aldığında aynadaki aksiyle konuşuyordu. Hatta durup farkında olmadan Yağız’a bile fikrini sormuştu. Yağız’da hiç bozuntuya vermeden fikrini söylemişti. “İçinde kaybolmuş gibisin,” dediğinde Naz aynada kalçalarına tekrar bakıp “Haklısın gerçekten de hatlarım içinde kaybolmuş,” diyerek üzerini çıkarmıştı. Sonuç olarak o kadar vakti o reyonda geçirmelerine rağmen hiçbir şey almadan reyondan çıkmışlardı.

 ***

 Naz’ın “Aa hayır bu reyona girmeyelim,” demesiyle Yağız reyonu şöyle bir süzdü. Ona göre hava hoştu; ama kadının yüzündeki ifade o kadar komikti ki üstüne gitmeden edemedi. “Emin misin?”

 “Evet eminim.”

 Yağız reyonun girişinde durdu. “Siz kadınların sık sık tatlı krizlerinizin olduğunu sanırdım. Gerçekten emin misin?”

 Sıkıntıyla nefes veren Naz, ne kadar dursa da o çikolata ve şekerlemeler parlak ambalajları içinde kendisini acımasızca gülümseyerek günaha davet ederken, onlara uzanan nefsine engel olamayarak kendini reyona attı. “Ne vardı sanki geçip gitseydik buradan.”

 Bir yandan söyleniyor bir yandan da söylediklerinin aksi bir tavırla gözleri bir sağda bir solda oynuyordu. Yağız da arabayı reyondan içeri yönlendirerek durup Naz’ın bir şeyler almasını bekledi. Sonra “Benim bile canım çekti. Kendime bir şeyler alıyorum, sana da almamı ister misin? Ben ısmarlıyorum,” diye seslendi.

 Naz ise iki elini gerçekten dehşete kapılarak, yanaklarının iki yanına dayamış ve gözlerini kapatmıştı. Ondan ses gelmeyince Yağız, yöneldiği raftan ona doğru döndü ve birden bebeklik hâline dönmüş bir kadınla karşılaştı. Şu an bu raflardaki şekerleme ve çikolatalardan daha tatlı görünüyordu. Kırmızı dudakları bebeklere özgü bir tatlılıkla büzülmüş, elleriyle sıkıştırdığı o beyaz yanakları al al olmuştu. Gençliğin güzelliğiyle parıldayan gözlerini göz kapakları ne kadar saklasa da onların yeşilliğini Yağız çok net olarak biliyordu. Genç kadın gözlerini açıp Yağız tarafından incelendiğini fark etmeden gözlerini rafların tamamında bir çırpıda gezdirerek konuşmaya başladı.

 “Dadımın neden benimle alışverişe çıkmak istemediğini bir kez daha anlıyorum. Her zaman, her çikolataya atladığımı söylerdi. Yıllar geçerken bu huyum hiç mi değişmedi benim?!”

 Dudaklarından dökülen oflamalarla, gözünü kestirdiği çikolataları alıp arabaya koydu ve hemen Yağız’ın koluna yapıştı. Yağız ise her reyonda karşısına çıkan farklı bir Naz’la yüzleşmenin karışıklığını yaşıyordu. Bu kez koluna giren bu küçük kadının yüzünde, ebeveynini çekiştiren bir çocuk ifadesi vardı. “Yağız, bu reyondan bir an önce çıkmazsak ben hepsini almaya kalkışacağım ve düşünmem gereken faturalarım var. Benim yeni öğretmen maaşım hepsinin hakkından gelemez.”

 Büyük bir ihtimalle bu küçük kadın şu an onun koluna girdiğinin bile farkında değildi. Yağız, koluna dolanmış yumuşak elin kendisini sürüklemesine izin verdi. Donmuş gıdaların olduğu bölüme geçerek son alınacakları da hızla tamamlamaya başladılar. Naz, değişik çeşitlerde birçok köfte ve hazır gıdaları arabaya koyarken Yağız onu durdurma ihtiyacı hissetti. Bunların hepsini almaya kalkarsa obez olması kaçınılmazdı. “Bu kadar hazır yiyeceği almak yerine, yemek yapmak hiç geldi mi aklına?”

 Naz ona bir hışım döndüğünde yüzünde bilmiş bir gülümseme vardı. “Yemek yapmayı bilseydim bu kadar yiyecek şu an arabada olmazdı. Öğrenene kadar bunlarla idare etmek niyetindeyim. Gerçi bugün pazardan meyve sebze aldık; ama olsun. Bunları buzluğa atarım. En azından yemek yapmaya kalkışmadığım sürece elimin altında olurlar.”

 “Hazır çorbaları da çok aldın zaten. Hâline üzülmedim değil. Arada yemeğe bana gel bari.” Gülerek söylediği bu sözler Naz tarafından da bir gülümsemeyle karşılandı. “İnan her dediğine hayır derim; ama bu teklifin çok cazip. Yaparsan hayır demem.”

 Naz yüzündeki gülümsemeyle alışveriş arabasına bakarken arkadaşlık işinde iyi ilerlediklerini düşündü. Gerçi ufak tefek aksilikler olsa da hiç de fena değillerdi.

 “Bakliyat reyonuna uğramayı unuttuk. Oraya da uğrarsak tüm ihtiyaçların bitmiş olacak diye umuyorum. Hadi biraz acele edelim de donmuş olanlar tam çözünmeden eve gidelim.”

 ***

 Bir elinde ince bulgur diğer elinde kalın bulgur paketi tutarken,  genç kadın bu iki bulgur çeşidinin arasındaki farkı düşünüyordu. Yani biri diğerinden boyut olarak farklı olunca ne değişiyordu ki? İnce bulgur ile yapılan bir yemek kalın bulgurla yapılsa ne değişirdi? Gerçi henüz hangi yemekte hangisinin kullanıldığından da bir haberdi; ama öğrenecekti. İnternet bugünler için vardı. Çok uzun süre o durumda kalmış olacak ki çok sonra tam yanında, omzuna doğru eğilmiş olan adamın nefes verdiğini fark etti. Omzunda hissettiği ılık nefesle ürpererek düşüncelerinden sıyrıldı.

 “Bu ne sınıf ayrımı yapar gibi? Bulgur sonuçta kalın olsa ne olur, ince olsa ne olur? Bu ayrımcılık mutfağımıza kadar geldiyse, zencilerin başkaldırışını yadırgamamak lazım.”

 Bıkkın bir nefes verirken gözlerini kapattı. Ev için şu mu olsun, bu mu olsun, şununla ne yemek yapılır?.. Sorularını o kadar çok düşünmüştü ki başına ağrılar girmişti. Aynı zamanda da çok sıkılmıştı.

 “İnce kalın derken konuyu nasıl sınıf ayrımına getirdin hayret. Bir kere zencilerin başkaldırışlarını bir beyaz olarak destekliyorum. Ayrıca… Beyaz siyah ayrımı diye bir şey olmamalı. Hepimiz insanız ve her şey bizim için. Ayrım yapacaksan iyi insan ve kötü insan olarak ayrım yapabilirsin. Diğer kategoriler teferruattan ibaret.” Bunları söylerken adamın yüzünde ne kınayan ne de kızgın bir ifade vardı. Yüzündeki hafif tebessümle inandığı şeyleri söyler gibiydi. 

 “Peki, insanlar neden bu kadar çok sosyal sınıf ayrımı yapıyorlar dersin?”

 Sıkkın bakışlarla bulgurlara baktıktan sonra cevap bekler gibi başını adama doğru çevirdi. Adamın kendisine ne kadar çok yaklaşmış olduğunu fark etmedi; ama dışarıdan durum oldukça samimi gözüküyordu. Naz’ın sırtı adama dönük… Yağız ise onun omzuna doğru hafifçe başını eğmiş… Genç kadın başını hafifçe arkaya bıraksa adamın göğsüne yaslanabilirdi.

 “Bu sınıf ayrımlarıyla insanlar sadece kendi hayatlarını zorlaştırıyorlar; ama bunun önüne geçmek mümkün değil gibi gözüküyor. Eğer daha derinlere dalmadan elindeki paketlere dönsek daha iyi olur. Çünkü gerçekten derinlere iniyoruz,” diyen Yağız, Naz’ın önüne geçerek elindeki paketleri aldı.

 İnce bulgur paketini havaya kaldırdı. “İnce bulgurla köfte yapılır. Üzerinde de köftelik bulgur diye de yazıyor. Hatta hanımlar günlerinde bu bulgurla kısır yaparlar. Bazı yörelerde etli yaprak sarması ve biber dolması yapılır. Onun içerisine de ince bulgur konur. Kalın bulgurla da bulgur pilavı yapılır. Hatta bu bulgurlardaki sınıf ayrımının bir benzeri pirinçlerde de var. Eğer pilavının güzel olmasını istiyorsan baldo pirinç kullanmalısın. Pirincin yanında yapan da önemli tabii. Hatta pirinç pilavını tane tane yapamayan kız, evde kalır der büyüklerimiz.”

 Karşısındaki kadın, söylediklerini can kulağıyla dinlerken, hafif şaşırmış hâli oldukça hoşuna gitmişti. Anlattıklarından sonra kadın ince ve kalın bulgur paketlerini alışveriş arabasına koymak için yönelmişti. Onun arabaya doğru gidişini izlerken hafif bir kıkırdama sesiyle başını sesin geldiği tarafa çevirdi. Naz da sesi duymuş olacak ki o da başını çevirmişti.

 “Ah oğlum, alan almış güzel kızımı. Pilavı yapsa ne olur yapmasa ne olur artık. Ama doğru; pilavı tane tane olmayan kız evde kalır derler,” diyen yaşlı kadın tekrar gülmüştü.

 Söylenenlere şaşırmış olsa da gülmeden edememişti genç adam. Bugün onları birbirlerine yakıştırıp evli zanneden ne çok kişi olmuştu. Demek ki gençlere yardımcı olurken, evli çift imajına bürünmekte hiç zorlanmayacaklardı.

 İkisinin hafif şaşkın ifadesini gören yaşlı kadın, karşısındaki yakışıklı gencin yüzünde beliren çapkın gülümsemesinden cesaret alırken konuşmaya devam etti. Gerçi kocası konuşmaması için, ağzıyla söylemediklerini bakışlarıyla anlatıyordu; ama dayanamamıştı yaşlı kadın. Karşısında tatlı sert atışan, çok tatlı bir çift vardı. Genç adam karısına sabır gösteriyor, genç kadınsa kararsızlıkla paketleri alıp alıp geri bırakıyordu.

 “Alyanslarınızı göremeyince evli olmadığınızı düşünmüştüm; ama birbirinize bakışlarınız alyansa ihtiyacınız olmadığını gösteriyor. Yeni taşınıyorsunuz galiba? Baya alışveriş yapmışsınız,” dedi yaşlı kadın arabayı göstererek.

 Naz, kadına hâlâ şaşkınca bakıyordu. Neden bu adamla kendisini yan yana gören herkesin zihninde evli oldukları gibi bir düşünce peydahlanıyordu. Kendisi tek olduğunda kimsenin aklına evli olabileceği düşüncesi gelmezken, bu adamla bulgur muhabbeti yaparken bile insanlar evli olduklarını düşünüyordu. Kendisi eğlenilecek kızdı da, bu adam evlenilecek bir adam mıydı? Hem sokaktaki insanlar neden onun ağzına kadar dolu olan alışveriş arabasıyla ilgileniyordu ki. Kendisi bile dönüp bakmaya cesaret edemezken! Çünkü gerçek anlamda doluydu. Tam ağzını açacakken adam buna fırsat vermedi.

 “Çok mu belli ediyoruz? Malum yeni ev olunca her şey lazım oluyor.”

 Ne yani bu adam, verdiği sözü bozuyor muydu şimdi? Hani didişmek yoktu. Hani arkadaş olmayı deneyeceklerdi. Hani! Hani! Hani!

 “Siz gençleri de anlamıyorum. Bizim zamanımızda alyans takmak için tüm çiftler can atardı; ama sizler…”

 Kocasından uyarı dolu bir öksürük sesi işitse bile yaşlı kadın omuz silkip devam etti. “Neden takmıyorsunuz, anlamadım.” Yaşlı kadın öylesine sorduğu bu soruya gerçekten cevap bekler gibi bir tavır takınmıştı. Ne kadar yaşlı olursa olsun bu soruları sormak haddine miydi şimdi? Naz son zamanlarda hayatına ne kadar çok insanın karıştığını düşündü. İkinci kez ağzını açma girişimi de bertaraf edilirken sinirle gözlerini kapattı ve adamın söylediklerini dinledi.

 “Normalde alyans kullanıyoruz teyzeciğim; ama benim altına alerjim var. O yüzden takamıyorum.”

 Demek altına alerjisi vardı. Nasıl da tek ayak üzerinde yalan söylüyordu? İçindeki sesi çığlık çığlığa bağırıp köpürürken, bu kez o sesi dizginlemeye çalıştı. Yaşlı kadının bakışları kendisine çevrildiğinde bir cevap daha istediğini anladı Naz. Teyze ne kadar tatlı gözükse de bu merakı tüm tatlılığının üzerine kocaman çizik atmıştı. Ağzına gelen kelimeleri tutarak derin bir nefes aldı.

 Karşısındaki bu adam nasıl böyle rahat bir şekilde dinleyip sanki çok hoş bir aktivite yapar gibi bir tavır takınıyorsa kendisi de aynı şeyi yapabilirdi belki. Sadece fazla umursamayacaktı. Ne kadar zor olabilirdi ki? “Benim de kocama alerjim var,” diye mırıldandı.

 Yağız bu söylenenlere gülmeye başlayınca yaşlı kadın Naz’ın ne söylediğini tam anlayamamıştı. Bakışları da anlamadığını belli edince Yağız açıklama ihtiyacı hissetti. “Eşim hamileliğinden dolayı takamadığından bahsediyor. Hamilelikten dolayı parmakları şişti de.”

 Yaşlı kadının şaşkın bakışlarına Naz’ınkiler de eklenmişti. Evli olmadıkları yetmemiş gibi bir de sözde bu adamdan hamile mi kalmıştı?

 “Hayırlı uğurlu olsun çocuklar. Hay Allah… Hiç de anlaşılmıyor.”

 Meraklı bakışlar, kendi karnına kayınca istem dışı olarak elleri karnına gitti ve söylediklerine kendisi bile inanamadı. “Henüz çok yeni. Aşerme dönemimde olmasam da eşim ne istersem alıyor. Onu bir türlü dizginleyemiyorum.”

 Bu sayede alışveriş arabasının doluluğunu da Yağız’ın üstüne atmış oldu. Çocuk meselesini de düşünmemeye çalışıyordu. Eğer bu adamdan bir çocuğu olsaydı Naz’daki bu şansla kesinlikle bebeği babasına benzerdi ve Naz’ın hayatına bir tane Yağız fazlasıyla yeterliydi. Bir dakika! Şu an durup Yağız’dan olabilecek çocuk ihtimalinde kime benzeyeceğini düşünüyor olamazdı.

 Düşüncelerinin karmaşıklığı arasında bir de kendisi kaybolmuşken, Yağız ne zaman yanına gelip de elini karnının üzerindeki eline koydu anlayamamıştı. İçinin titremesine aldırmamaya çalışarak tuttuğunu yeni fark ettiği nefesini bıraktı. Bu adama olan siniri içine kadar işlemiş, içi bile titrer olmuştu. 

 “Teşekkür ederiz teyzeciğim. İnşallah anne babasının mutluluğuyla büyüyen bir çocuk olacak.”

 “Allah analı babalı büyütsün gençler.”

 İyi temennilerde bulunan teyze ve amcanın arkasından bakakalan Naz, onlar gözden kaybolur kaybolmaz Yağız’a doğru döndü. Bir an ne kadar yakın olduklarını fark edince geri çekilmek zorunda kaldı; ama bakışlarını onu dudaklarına değdirmeden edememişti. Bakışları adamın gözlerini bulduğunda toparlanarak ağzında gevelediği kelimeleri serbest bıraktı.

 “Çocuğumuz mutluluğumuzda boğulmasın da!”

 Adam ne yapıyordu şimdi?! Karşısında alenen kahkaha atıyordu. Söylediklerini ciddiye almamış bu adam yüzünden bozulmuş olsa da hissettirmemeye kararlıydı. O, onu ciddiye aldığı için, hareketlerine sinir olsa da anlaşılan o ki şu an bu adam tarafından zerre kadar ciddiye alınmıyordu. Bakışlarını hafif kısarak kulaklarında yankılanan gülüşüne eşlik eden görüntüsünü izledikten sonra topukları üzerinde dönerek yürümeye başladı.

 “Daha fazla burada zaman harcamayalım. Nedense artık  bu olaydan senin kadar zevk almadığımı fark ettim. Acele etsen iyi olur. Gitmek istiyorum.”

 Kadının gidişini izlerken kahkahalarına ara vererek başını kaldırdı. Attığı kahkahalar durumun komikliğinden ya da Naz’ın o sevimli yüzünün yaşadığı şokla sürekli şekil değiştirmesinden değildi. Tamamen alışveriş boyunca yaşadığı karmaşık duygular sonunda içinde birikenlerin dışa vurumuydu. Güldüğü kişi Naz değil tamamen kendisiydi. Onu şaşkına çeviren Naz’ın çikolata reyonunda dudaklarını büzüştürerek tatlılara âşık, babasının gözdesi bir kız gibi renkli ambalajlara göz atışı mıydı, kıyafet reyonunda o saçma sapan, uzun kısa beğendiği her türlü şeyi denerken kendi fikrini de alıp aynadaki aksiyle konuşup kendi sorduğu sorulara kendisinin cevap verişi miydi yoksa alışverişin büyük bir kısmında aynı evde yaşayacaklarmış gibi ona akıl danışarak cevaplarını gerçekten de dinlemesi miydi, bilemiyordu; ama… Ama kendisini bir gün içerisinde hem kızına ÂŞIK bir baba, hem sevgilisine ÂŞIK bir genç, hem de yeni evli ve karısına ÂŞIK bir eş gibi hissetmişti.

 ***

 Dönüş yolu geliş yolundan oldukça farklıydı. Naz’ın neşeli kahkahalarından eser kalmamış, ağzını bıçak açmıyordu. Arabanın içini sadece Naz’ın sürekli değiştirdiği fazla çekmeyen radyo kanallarının cızırtısı dolduruyordu. En sonunda birinde karar kıldığında arkasına yaslandı; ama Yağız’a göre Naz o kanalı zerre kadar dinlemiyordu.

 Gerçekten de öyleydi. Kadın sadece içeride ses olsun diye en belirgin kanalı açmıştı; ama bu kanalda da bir türlü şarkı çalmıyordu. Anlaşılan o ki program sunucusu kendi sesini dinletmekte kararlıydı.

 Ne söylerse söylesin, söylediklerine bir türlü cevap alamayan Yağız sormadan edemedi. “Ne o, küs müyüz?”

 “Hayır; ama inanır mısın, şu an bu radyo kanalındaki sunucunun sunumunu bile senin sohbetinden daha katlanılabilir buluyorum. Sanırım durumu yeterince özetledim. Kendi açımdan!”

 “Durumumuz o kadar mı kötü?” Genç adam alınmış gibi yaparken, sinyal vererek arabayı evlerinin olduğu sokağa doğru yönlendirmişti.

 “Komşu olamıyoruz. Arkadaş olamıyoruz. Bunları geçtim seninle birbirlerini tanımayan sıradan iki insan bile olamıyoruz.”

 “Söylediklerine alınıyorum ama. Şimdiye kadar oldukça sıcakkanlı bir komşu olduğumu düşünmüştüm. Valizlerini taşıdım. Pazar poşetlerini taşıdım. Eşyalarını yerleştirdim. Ellerini ısıttım. Seni soğukta da bekledim. Gözümden kaçmadı değil. Kasada hamilelik bahanesiyle tüm poşetleri de bana taşıttın. Unutmadan seninle bir gün süreyle evimi paylaştım. Hatta yatağımı paylaştım. Daha ne yapayım?”

 Yatak kısmı  bu şekilde söylenince kulağa oldukça edepsiz bir aktivite içerisine girmişler hissi yaratsa da durum oldukça masumaneydi. Naz o yatakta tek başına yatmıştı. O yatarken yanında bu adam falan yoktu. Hatta o adam o yatakta hiç yatmamıştı bile! Yine iç sesi fazla mesai yapıyordu.

 “Aslında düşününce… Baba bile oldum. Bakalım gün geçtikte bana daha neler yaptıracaksın?”

 İşte bu son noktaydı. “Demek çok sıcakkanlı bir komşusun. Sözde eşim de oldun. Aa bir de çocuğumun babası. Malum ben hamileyim, yani sen öyle olduğumu söyledin, poşetleri de taşırsın artık,” diyerek arabadan indi.

 Bagaja doğru yöneldiğinde Yağız da arabadan inmiş yanına gelmişti. Yüzünde hiç eksik olmayan o iflah olmaz gülümseme vardı. O an havanın soğukluğundan olacak ki içi titremeye başladı. Aceleyle açılan bagajdan poşetlerin hafiflerini aldı. “Ben hafifleri alırım. Ortada bir çocuk var. Riske atmayalım,” diyerek Yağız’a arkasını döndüğünde ona bakmakta olan Sarp ile karşılaştı.

 “İyi akşamlar hocam. Hayırdır ne çocuğu?”

 Yağız’ın güldüğünü belli eden sesinin tınısı kulağına geldiğinde inanmak istemeyerek başını çevirdi. Yağız  ‘Hadi bunu da açıkla!’ der gibi yüzüne bakıyordu. Mavi gözlerindeki ışıltı ve gülüşü de yerli yerindeydi. Hiç umursamadan apartmanın kapısına geldiğinde “Yağız abinin içindeki çocuk!” diye seslendi arkaya doğru ve diğer paketleri de bırakarak yukarı çıktı.

 ***

 Gözlerini yeni evinde açmasıyla hissettiği karmaşanın bilmem kaçıncı gününü yaşıyordu Naz. Bir önceki gün yaptıkları alışveriş onu o kadar yormuştu ki Yağız’ın tüm eşyaları yukarı taşımasına ses çıkarmamış, kendisi sadece hafif poşetleri taşımıştı. Sarp’ın da birkaç poşetle evine geldiğini görünce utanç hissetse de ağrıyan uzuvlarının bunu umursamaya hiç niyeti yoktu. Küçük sayılmayacak mutfağında o kadar poşeti görünce alışveriş fişindeki tutarın, gerçekten de hakkını verdiğini anladı. Bozulabilecek gıdaları buzdolabına yerleştirir yerleştirmez hiç direnmeden kendisini uykuya bıraktı. Yağız konusuna da zihninde değinmeden tüm yorgunluğunu uykuda hafifletmeye çalıştı. Ama uyandığında kaslarındaki ağrı, mutfaktaki poşetler ve karşı komşusu Yağız gerçekleri oldukları yerde duruyorlardı. Ağız tadıyla yaptığı karbonhidrat deposu bir kahvaltısından sonra her şeyi halledebilirdi nasılsa, gerçi onunki bulunduğu saatte öğle yemeği olmuştu.

 Gözlerini karartıp poşetleri yerleştirme işine girişeli bir saat olmuştu; ama oraya buraya koşturmaktan başı dönmeye başlamıştı. Banyoya konacaklar, mutfağa konacaklar derken nevri dönmüştü. Neyse ki hepsinin hakkından gelmişti. Bir poşet dışında… Tüm işlerini bitirmenin rahatlığıyla poşeti açtı. Poşetin içinde altılı bir takım çay bardağı, bir başka altılı su bardağı takımı vardı ve şimdi bunları hafif özür diler bir tavırla karşı komşusuna vermesi gerekiyordu. Ne de olsa onun bardaklarını tek tek onun kafasına fırlatmıştı. Dün yaşananlardan sonra ‘Keşke isabet ettirebilseymişim!’ diye geçirdi içinden. Şimdi dün yaşananlar da içinde kalmıştı; çünkü dün ağzını açıp doğru düzgün ona kızamamıştı. Muhakkak şimdi gittiğinde birbirlerine laf dokundurmadan edemezlerdi.

 Üzerindeki kıyafetlere baktı. Sırf o adamın karşısına çıkmak için üzerini değiştirmeye de üşeniyordu. Zaten ayakları da geri geri gidiyordu ya. Poşeti alarak mutfaktan çıktı ve oturma odasına geçti. Dizlerine kadar uzanan kalın hırkasını da üzerine geçirerek önünü iyice kapattı. Ayaklarını sürüyerek evden çıktı ve kendi kapısının tam karşısında duran o kapıyı çaldı. Kapı arkasından gelen sesle biraz bekledi. “Kim o?”

 “Karşı komşun.”

 Maksadı bardakları verip evinin sıcaklığına sığınmaktı. Bu adamla hiç münakaşaya girmeyeceği hakkında kendisini telkin ederken, kapının açılmasının sonrasında karşılaştığı manzarayla bir an şaşkına döndü. Çünkü kendisi ne kadar giyinikse karşısındaki adam da bir o kadar çıplaktı!


 *Nil Karaibrahimgil – Seviyorum Sevmiyorum

Fotoğraf: @bsrakstl

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 18

Fotoğraf @nilmelteem Bölüm 18    Okundukça birbirine karışan kelime ve harfler… Tekrar tekrar okunan kaçıncı satırdı bu?! Kaçıncı girişimdi ...