Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 18

Fotoğraf @nilmelteem

Bölüm 18 
 
Okundukça birbirine karışan kelime ve harfler… Tekrar tekrar okunan kaçıncı satırdı bu?! Kaçıncı girişimdi aklının iplerini eline almaya çalıştığı? Noktalardan başladığı ama virgülde aklının sahillerine dalıp gittiği kaçıncı zamandı? Cümlenin ortasına geldiğinde başını unuttuğunu fark edip kaçıncı iç çekişiydi?
 
Gecenin alacakaranlığında satır aralarında kaybolduğu kitabı derin bir nefes eşliğinde bir kenara bıraktı genç kadın. Aklını dağıtmaya çalıştığı her girişim sonuçsuz kalıyor, o derin mavi gözler aklında değil kalbinde beliriyordu. Gece lambasının loş ışığında aydınlanan odasını boş gözlerle seyretti. Gözleri saate takıldığında bir başka uykusuz gecenin, günü güneşe bırakışına birkaç saat kaldığını fark etti. Kalın yorganının içinde iyice kıvrılırken bir titreme aldı vücudunu. Üşüyordu bedeni. Üşüyordu kalbi. Ve buna tek çare biliyordu; ama o çarenin şimdi nerede olduğunu bilmiyordu. Çareleri bile çaresizdi o yokken.
 
Yatakta kıvrılan bedeni bir kez daha ürperdi. Sıcacık odasında kalın yorganının altında dahi böylesine titrerken o ne yapıyordu? Neredeydi şimdi? Üşüyor muydu onun gibi?
 
Onun ne durumda olduğunu zihni kurmaya başlayınca istemsiz gözyaşları doldu gözlerine. Görüşü bulanıklaşırken gözlerini yumdu. Tekrar açtığında komodinin üzerinden kaldırmaya kıyamadığı, çevresinde dökülen yapraklarla beraber Naz’a eşlik eden çiçeklerle karşılaştı. Hareli yeşillerinden bir damla yaş akıp yolunu bulurken, genç adamın kokusunun sindiği yastığa daha çok gömdü burnunu. Ama o koku eskisi gibi orada değildi. Aynı bir haftadır genç adamın yanında olmadığı gibi… Sanki kokusunu da alıp gitmişti.
 
Kapısının tıklanmasıyla gözyaşlarını silerek yatağında doğruldu ve bağdaş kurarak oturma pozisyonu aldı. “Gel,” dedi merakla. Bu saatte herkesin yatmış olması gerekiyordu çünkü.
 
Kapısının yavaşça aralanmasıyla karşılaştığı manzara aniden yatağından çıkmasına neden oldu. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözler ve şişmiş dudaklarıyla Pelin öyle bir iç çekiyordu ki düşünmeden genç kıza sarıldı. Naz’ın sarılışıyla Pelin’in iç çekişleri hıçkırıklara dönüştü.
 
“Naz…abla…be..n çok..kor..ku..yo..rum,” dedi Pelin kesik kesik solurken.
 
Genç kadın, Pelin’in yüzünü görebilmek için hafifçe geri çekildi. Kızın gözleri o kadar kızarmıştı ki uzun süredir ağladığını tahmin etmemek imkânsızdı. Naz tekrar kızı bağrına basarken, gözlerine dolan yaşları geri yollamak için derin bir nefes aldı.
 
“Korkma güzelim. Korkulacak bir şey yok ki!” derken kendisi bile söylediklerine inanmıyordu. Yalandan nefret ederken nasıl olup da yalan söyleyebilmişti? Kendisi de deli gibi korkarken…
 
“Se..nin..le…u..yu..ya.. Seninle uyuyabilir miyim?”
 
Naz, tek çırpıda kurduğu cümle sonrasında tekrar hıçkırıklara boğulan Pelin’i yatağında doğru çekerek oturttu. Kız o kadar bitkin görünüyordu ki kendisi için yeterince üzülürken şimdi Pelin’in acısı da eklenmişti. Bir haftadır doğru düzgün bir şey yememiş, yediklerini de Naz’ın zoruyla yemişti. Ama Naz’ın bile içinden bir şeyler yemek gelmezken, ağlamaktan omuzları çökmüş bu kızdan nasıl bekleyebilirdi ki? Ama emanetti o. Yağız gittikten sonra Pelin, onlarla kalmaya başlamıştı. Kız abisinin gidişiyle öyle üzülmüştü ki itiraz bile etmemiş, aksine Naz’ın bu isteğinden memnun olmuştu.
 
Pelin’in uzanmasına yardımcı olan Naz, kendisi de hafif oturur vaziyette yatağa uzanarak Pelin’den tarafa döndü. Kızın hıçkırıkları yerini iç çekişlere bırakırken gözlerinden usulca yaşlar süzülüyordu.
 
“Gece gece seni de rahatsız ettim; ama… Dayanamadım tek başıma kalmaya. Işığını da görünce…” Pelin sözünün ortasında dalıp gidince Naz sesini çıkarmadı. Bir şey söylemek içinden gelmiyordu çünkü. Kız devam etti. “Böyle zamanlarda… Eğer abim evdeyse… Ki çoğu zaman yoktur… Onun yanına kıvrılırım… O beni… Hemen fark eder tabii... Sonra beni… Kendine çeker. Göğsüne yatırır… Ve… Usul usul saçlarımı… Okşar,” diyen kızın hıçkırıkları sessiz odada yankılandı.
 
Naz’ın göz pınarları dolarken, kendisini saran sıcacık ve güven veren kelepçe gibi olan kolların aksine zayıf ama muhtaç kollar sardı bedenini. Genç kadın da kollarını, kızın bedenine sararken göğsüne yaslanmış başı usulca okşamaya başladı. Kızın bedeni kâğıt gibi titrerken Naz boşta kalan eliyle kalın yorganı üzerlerine örterek kızın kömür karası saçlarını okşamaya devam etti. Onu rahatlatacak bir şeyler söylemeyi öyle çok isterdi ki. Onu rahatlatabilmeyi… Ama bunun için önce kendi içindeki dalgaları sakinleştirmesi, soluksuz atan kalbini dizginlemesi gerekiyordu. Hayatında ilkleri yaşadığı şu zamanda bir ilki daha yaşamıştı şimdi. Kelimeleri tükenmişti! Hâlbuki onun her şeye bir cevabı vardı. Bir tek onda tükenirdi kelimeleri bir de… Bir de şimdi…
 
“Annemi kaybettikten sonra… Her şey çok değişti. Sanki bizi bir arada tutan annemmiş gibi… Hepimiz bir yana... Savrulduk... Sonra tartışmalar… Başladı. Abime hep beni yalnız bıraktığı için kızdım… Çünkü kendine göre… Doğru olan buydu… Her şeyi… Her seferinde ardında bırakırken… Beni terk edip gitti… Bu yüzden… Onu suçladım… Ama sebebin hiçbir zaman işi olduğunu… Aklıma getirmedim… Mezun olduğundan beri… Bana göreve… Çıktığını hiç söylemezdi.”
 
Kızın saçlarını okşarken sadece sesini çıkarmadan dinliyordu. Genç adamın hayatı hakkında bir şeyler öğrenmek garip olsa da heyecanlanmasına neden olmuştu. Garipti; çünkü âşık olduğu, öptüğü, yanında olmasını istediği adamın hayatı hakkında hiçbir şeyi bilmiyordu. Öğrendiği yeni bilgileri aklının bir köşesine kazıyordu. Bunları, bu hayatın sahibinden öğrenmeyi daha çok isterdi; ama şimdi o yoktu ve onun bıraktığı koca boşluğu öğrendikleriyle doldurmak için çabalıyordu genç kadın.
 
“Abim… Eskiden böyle değildi… Annemi kaybettikten sonra hiçbir şeyi… Umursamaz oldu. Sanki hayatta önem verdiği… Kayda değer kimse kalmamış gibi… Hiçbir şey canını daha fazla… Yakamayacakmış gibi… Benim üzerime titrese de annemin yokluğu… Belli etmese de en çok abimi etkiledi… Ben deliler gibi ağlarken beni, ailemizi abim teselli etti… Ama o tesellisini kimsede, hiçbir şeyde… Bulamadı… Ve… Her şeyden uzaklaşmak için yalnız kalmayı seçti… Belki de… Annemin hatıralarından kaçtı… Belki de kendini oyalamaktı niyeti… Babam da… Bu duruma… Hiç yardımcı olmadı… Sonra da… Sonra da tartışmasız bir konuşmaları geçmez oldu… Kendimi abim olmadığı zamanlarda… Hep çok yalnız hissettim.”
 
Pelin’in gözyaşlarını teninde hissederken dudaklarını kızın başına dayayarak bir öpücük bıraktı. Pelin çok güçlü bir kızdı. Çok küçük yaşta annesini kaybetmiş ve geride kalmış çekirdek ailesine rağmen kendini yalnız hissetmiş bir kız…
 
“Ama abim… Yalnızlığın boyutu varsa eğer… Benden daha yalnızdı. Şimdiye kadar evlilik düşüncesini… Geçtim… Bizi ya da beni demeliyim… Bir bayan arkadaşıyla tanıştırdığını bile hatırlamıyorum… Ya da bulmak gibi bir çaba içerisine girdiğini… Onun yaşındaki çoğu erkek… Çapkınlık yaparken… O buna vakit bile ayırmazdı… Gerçi yapıyorsa bana söylemez; ama… Hiç öyle bir havası olmadı şimdiye kadar…”
 
Duyduğu üzücü şeylerden sonra kızın son sözlerine sevinemedi bile Naz. Adamın umursamaz havasının nedenini hep merak ederdi. Nasıl böylesine kayıtsız olabildiğini ya da gülüp geçebildiğini? Sanki tek zor durumda kalanın kendisi olduğu gibi bencilce bir düşünceye kapılarak onun da yaşanmışlıklarının olduğu gerçeğini hep es geçmişti. O Yağız’dı çünkü. O dağ gibi adamın bir darbede yıkılacağı gerçeği ona imkânsız gelmişti belki de… Buz dağının ardındakileri görmemişti belki de… Belki de adam belli etmemişti.
 
“Belki de… Onun için hâlâ umut vardır,” diyen kızın bakışları kendi gözleriyle birleşince, başka mavilikleri hatırlatan gözlerle midesine yumruk yemiş gibi hissetti.
 
“Nefes aldığımız sürece umut var demektir,” dedi Naz, kızı bekletmeden ve dayanamayarak devam etti. “Abine ne kadar çok benziyorsun.”
 
Kızın ağlamaklı yüzünde bir gülümseme belirip kayboldu. “Bunu söyleyen ilk kişi değilsin ve… Bizi gören herkes hemen kardeş olduğumuzu anlar.”
 
Pelin’in sözleri, bazı hatıraların zihninde belirmesine neden olmuştu. Onun da yüzünde istemsiz bir gülümseme belirirdi. “Haklısın. Sizin kardeş olduğunuzu anlamamak için kör olmak gerekir,”dedi dalgınca. Pelin’in imalı bakışlarını fark edince konunun başka yöne çekilmesinden faydalanarak kızı bu hüzünlü havadan biraz olsun uzaklaştırmak istedi. Hem kızın bakışları ve sözleri bu konuyla ilgili bir şeyler bildiğini belli ediyordu. Genç kadın şu o anki düşeceği durumu, haddini aşıp aşmadığını umursamadan kızın imalı bakışlarına, imalı sözlerle karşılık verdi. Şimdilik sadece bu hüzünlü ortamdan biraz olsun uzaklaşmak istiyordu. Bakışları kızın dudaklarına kaydı oradan da gözleriyle birleşti.
 
“Dudakların oldukça şişmiş, sanki biraz önce birisiyle öpüşmüşsün gibi görünüyor,” dedi gülümsemesini korurken. Bu sözler sonrasında Pelin’in gülümsemesi daha da genişledi. “Bir şeyden korktuğumda, tedirgin olduğumda ya da ağlarken genelde dudaklarımı ısırıyorum. İstemsiz oluyor. Küçüklüğümden beri böyleyim.”
 
Kızın hıçkırıkları geçmiş, nefesleri düzene girmişti. Bu duruma memnun olan Naz, bu konuşmayı sürdürmeye karar verdi. “Mm... Bak işte bu durum bir bayanı olduğundan daha seksi gösterir. İstemsiz yapıyor olmansa bu görünümünü daha da arttırır ve karşındakini deli eder,” derken Naz da gülümsüyordu.
 
“Aynısını ben de abime söyledim. O anki bakışlarını görmen lazımdı. Fotoğraf çekineceğinden habersiz son anda flaşı fark edip şaşıran insanlar gibiydi.”
 
Naz zihninde Yağız’ın o hâlini canlandırmaya çalışırken oluşan görüntüyle zoraki gülümsemesi dudaklarında genişledi. “Düşüncesi bile komik.”
 
Pelin bakışlarını genç kadının bakışlarından ayırarak başını göğsüne yasladı. Naz, kızın başını tekrar okşamaya başladığında kulağına gelen sesin tınısından kızın ne kadar yorgun olduğunu anladı.
 
“Abim mutlu olmayı hak ediyor. Onu uzun süredir böyle görmemiştim. Yüzünde umursamazlık maskesinin yerini duyguları almış gibi… Ve bunu yapan kişiye minnettarım. Ona ömür boyu borçlu kalacağım. Ama biliyorum ki… O insan da mutlu olmayı hak ediyor. Bana böyle bir durumda katlanabildiğine hatta ve hatta abime dayanabildiğine göre kesinlikle mutlu olmayı hak etmiş demektir,” dedi Pelin iç çeken sesiyle.
 
 “Dayanabildiğimi kim söyledi?” diyen Naz’ın hafif sesi Pelin’in uykuya dalmadan önce duyduğu son ses olmuştu.
Naz ise yeni günü aklındaki mavi gözler, kulaklarında adamın sesi ve kalbine emanet bırakılmış başka bir kalple karşıladı.
 
* * *
 
Ali içindeki sıkıntıyla elindeki kitabı bir kenara bırakarak derin bir nefes aldı. Bugün of nidalarının ardı arkası kesilmiyordu.
 
“Ne oldu be oğlum?! Oflaya oflaya içimi şişirdin bugün!” dedi Erkan da elindeki kitabı masaya bırakırken. Üç ev arkadaşı salona kurulmuş, Erkan ve Ali masada Sarp ise koltuğa yayılmış bir şekilde, gelecek vize sınavlarına çalışıyorlardı.
 
“Kaç gündür Naz ablaya takıldı aklım. Hiç iyi görünmüyor.”
 
“Hastadır belki,” diyerek fikir yürüttü Sarp. “Öyle hastalık mı olur? Sürekli dalıp gidiy…”
 
“Mutsuz işte,” dedi Erkan tek çırpıda.
 
“Siz Naz ablanın ruh hâlini mi takip ediyorsunuz? Belki kadın regl döneminde ve duygusal çalkantılar yaşıyor.”
 
“Dedi bizim doktor,” diye dalga geçti Erkan.
 
Erkan ve Sarp’ın arasında bir süredir soğuk rüzgârlar esiyordu. Erkan, Sarp’ı uyarmalarına rağmen birkaç gün önce Naz’ı almayı unutmasına bir hayli sinirlenmiş ve onlara verilen emanete saygı göstermedikleri gerekçesiyle Sarp’ı oldukça sert bir dille paylamıştı. Ama Sarp sesini çıkarmamıştı; çünkü Erkan haklıydı. O günden beri Erkan iğnelemelerinden çekinmiyordu, Sarp da yaptığı hatanın farkına vardığından üzerine bir şey söylemiyordu.
 
“Yağız abi gelse bir an önce. İkisinin didişmelerini özledim be. Görmeniz lazım bir aradayken öyle bir hâle geliyorlar ki onları izlemeye doyamıyorsun. İkisi de birbirinin altında kalmıyor,” diyerek ortamı dağıtmaya çalıştı Ali.
 
“Konunun Yağız abiyle ne ilgisi var?”
 
Okulun ve kızların yoğunluğundan eve kendini zar zor atan Sarp, bunu gerçekten merak etmişti. Naz ve Yağız’ı çok fazla bir arada görme fırsatı olmamıştı.“İkisinin hâllerini hiç mi fark etmedin?” dedi Ali şaşkınca. Sarp’sa bu soruya başını olumsuz anlamda sallayarak cevap verdi.
 
“O nereden anlasın be Ali’m?”
 
“Oğlum kaç kere özür dileyeceğim sizden?”
 
“Dileyebildiğin kadar dile. Başla hatta şimdiden! Oğlum adam bize birini emanet etti. Biz de sana güvendik! Sen ne yaptın?! Heheyt doktor bey anatomi dersindeymiş, sanki biz arkadan gelen sesleri duymadık, anatomiden kadın hastalıklarına geçiş yapmıyordun, değil mi o arada? Tabii zevkin doruklarında uçarken aklına gelmemiştir!”
 
“Bırakın yine tartışmayı. Kapatalım bu konuyu, oldu bir kere!” diyen Ali ikisini de susturdu.
 
Merakına yenilen Sarp dayanamadı. “Bu arada… Ne varmış onların hâllerinde?”
 
“Senin anlamaman gayet normal. Herkes senin gibi züğürt değil!” dedi Erkan alayla gülerken.
 
Erkan’ın sözleriyle bakışlarını deviren Ali durumu açıklamaya koyuldu.“Oğlum, onlarla her bir araya gelişimde anlatıyorum ya olanları… Hem birbirlerine bakarkenki hâllerine dikkat etmediğini söyleme! Hem… Adam sadece komşusu olacak bir kadını neden bize emanet etsin ki bir düşünsene…”
 
“Ee… Peşinden koşulacak güzel bir kadın…”
 
“Dedi bizim züğürt!” diyen Erkan, Sarp’ı susturdu.
 
“Off be Sarp! Adam, kadına âşık!!” dedi Ali.
 
“Tabii sen kadınlar konusunda henüz yüzeysellikte takılı kaldığın için anlayamazsın. Hatta AŞK nedir bildiğinden bile şüpheliyim. Hele bir de Serdar Ortaç şarkılarında tanıdıysan aşkı işin zor. Fakir insan!”
 
Erkan, Sarp’ın üzerine çok fazla gittiğinin farkında olsa da böyle bir durumla tekrar karşılaşmak istemiyordu. Hem de Yağız onlara Naz’ı ve kardeşini emanet bırakmışken… Onları kollamaları için Yağız’ın sözlerine gerek olmasa da, o sözler söylendikten sonra bu konuya daha da özen gösteriyordu. Dönüşümlü olarak Naz’ı okula götürüyorlardı. Sema’nın ders saati uygun olursa o da onlara katılıyordu.
 
“Ne fakiri oğlum?!”
 
“Duygusal züğürt!”
 
Olası bir tartışmayı engellemek için Ali tetikte beklerken, Sarp usulca konuşmaya başladı. Sanki söylediklerinden memnun değilmiş gibi bir hâli vardı.“Ayaklarımı yerden kesecek bir kadın karşıma çıkmadıysa, Yağız abi kadar şanslı değilsem, benim suçum ne?”
 
Sarp’ın sözlerini söylerkenki hâli bir şeylerin hasretini çeken bir adamı andırıyordu. Sanki Sarp… Âşık olmayı çok istiyor gibiydi. Erkan onun bu hâline çok fazla rastlamazdı. Dayanamayarak ortamı dağıtmak için ona takıldı.“Bu adam şimdi böyle duygusuzları oynuyor ya… Âşık olduğunda çok deli bir adam olacak. Tanıyamayacağız adamı.”
 
Sevmek gibi geliyordu her şey, 
Sevmek gibi gidiyordu kadın 
Adının anlattığı, canın teni yakmasıydı,
 Bir bulut evet ama aslolan
 Bulutun suyu yağmasaydı.
Bir insanı sevmekle başlıyordu her şey…”
 
“Ve boşanmak için 
 En az iki şahit gerekiyordu,*” diyen Erkan tamamladı Sarp’ın cümlelerini.
 
“Aşk denince adam meslek değiştirdi,” diye güldü Ali.
 
“Ben de isterim biriyle Allah’ın bizi unuttuğu bu yerde güzel bir şeylere başlamayı. Kalbimi ona emanet bırakmayı…”
 
“O da gelsin senin emanetinin içine tükürsün! Yani… Eğer senin gibiyse yapar. Hazırlıklı ol,” diye gülerek takıldı Erkan. “Gerçi seni şimdiden hazırlamak lazım. Hatta sen plastik cerrahi yerine  kalp damar cerrahinde uzmanlık yapmayı düşünmelisin. Gerçi plastik cerrahi sana daha uygun; ama… En azından zamanı geldiğinde kalbinin işleyişi hakkında yabancılık çekme.”
 
“Düşünmüyor değilim gençler. Kalp damar cerrahinde iyi para var deniyor.” Son sözleriyle umursamaz hayta genç hâline dönen Sarp, koltuktan kalkarak vestiyere uzandı. “Ben dışarı çıkıyorum biraz hava alacağım gençler. İstediğiniz bir şey var mı?” derken montunu üzerine giyiyordu.
 
“Havanı al da gel bakalım doktor civanım,” diyen Erkan masaya bıraktığı kitabını alarak okumaya devam etti. Sarp dış kapıyı açarak ayakkabılarını giymek için eğildiğinde apartmanın kapısı da açıldı. “İyi akşamlar Sarp,” diyen Naz’ın sesiyle başını kaldırdı.
 
“İyi akşam…” derken gördüğü bir çift mavi gözle sözleri yarım kaldı. Derin bir nefes alırken ”…lar,” diyerek havada asılı kalan cümlesini tamamladı.
 
Mavi gözlerin sahibi dudaklarını usulca büzerek gülümsedi. O mavi gözlerdi ki güneşten kavrulmuş kumlar arasında kaybolan mavi renkteki bir çift elmastı sanki. Esmer teninde öyle göz alıcı ve ışıltılı görünüyordu ki Sarp gözlerini kırpmak zorunda kaldı. Dudaklarındaki tüm su çekilirken boğazı kurudu. Kalbi eşik değerini çoktan geçmişti bile. Kız maviliklerini bir an için gözlerinden ayırsa da kömür karası siyah saçlarını kulağının arkasına attıktan sonra tekrar ona baktı.
 
“Sarp?”
 
Naz’ın sesiyle kendine gelmeye çalışan Sarp, bakışlarını Naz’a yöneltti. O bakışlarda ve gülümsemede öyle bir  ima vardı ki bunun için Sarp’ın kıza uzun süre bakmış olması gerekiyordu.
 
“Üzgünüm bir an… Berrak denizlere daldım sanırım,” dedi kıza kaçamak bir bakış atarken.
 
Kaçamak mı?! Bir kıza ne zamandır kaçak bakışlar atar olmuştu? O istediğinde çekinmeden direk bakardı. Ve şimdi… Yaptığı bu küçük iltifattan utanıyor muydu?! Hâlbuki her güzele iltifat ederdi. Edilmeliydi de… Ne değişmişti şimdi?
 
“Dikkat et de o denizlerde açılıp boğulma ya da seni… Boğmasınlar,” diyen Naz’ın yüzünde keyifli bir gülümseme vardı. Naz’ın laflarına anlamayan bakışlarla karşılık verdi Sarp. Kim boğacaktı ki onu?
 
“Ben sizi tanıştırmayı unuttum. Pelinciğim alt komşularımdan biri Sarp. Sarpçığım, Pelin ,Yağız abinin kız kardeşi.” Sarp’ın Yağız ismini duymasıyla, derin bir nefes alarak ciğerlerini şişirmesi bir oldu. “Yağız abimin mi?” dedi inanamayarak.
 
“Evet, Yağız abinin,” diyen Naz, dudaklarını büzdü.
 
Ve Sarp kendisini boğma ihtimali olan kişinin adını böylece öğrenmiş oldu. Bir de adamın yanında çapkınlıklarını anlatmış, aklı sıra kızlarla aram iyi muhabbeti yapmıştı! Bir de Naz’ı almayı bir gün için unutmuştu. Başından buzlu sular dökülüyormuşçasına ürperdi.
 
“Neyse Sarpçığım biz seni tutmayalım gidiyordun sanırım. İyi akşamlar.”
 
“Tanıştığımıza memnun oldum. İyi akşamlar,” diyerek merdivenlerden yukarıya çıkan Naz’ı takip eden kızın sesi doldurdu kulaklarını.
 
O kadar kelimesi varken hiçbiri de çıkmamıştı ağzından. Hâlbuki övünmez miydi kızları ağına düşürmesiyle?... İki kızın yukarı çıkan adımlarının sesini duysa da görebilecekmiş gibi merdivenlerin ucuna yöneldi; ama adım atmasıyla sendelemesi bir oldu. Bakışlarını ayaklarına çevirdiğinde bağcıklarının bağlanmamış olduğunu fark etti. Hâline ufak bir küfür ederken bağcıklarını umursamayarak merdivenin başına geldi ve gitmiş olmalarına rağmen görebilecekmiş gibi başını yukarıya kaldırdı. Hâlâ sesleri geliyordu. Ve…
 
…Sevmek gibi geliyordu her şey, sevmek gibi gidiyordu kadın…
 
***
 
Yorucu geçen bir günün ardından Ali’yle beraber eve gelen Naz, aceleyle kendi dairesine çıktı. O kadar uykusuz ve yorgundu ki uyuyamayacağını bilse de biraz olsun uzanmak istiyordu. Zile uzandığı anda kapı kendiliğinden açıldı ve Naz, Sarp ile göz göze geldi. “Hoş geldin Naz abla,” dedi Sarp kadını görmenin şaşkınlığıyla. Belli ki o da evden çıkıyordu. Pelin de hemen arkasındaydı.
 
“Hoş bulduk Sarpçığım. Nereye böyle otursaydın?”
 
“Yok Naz abla sağ ol. Ben geleli baya oldu; ama zamanın nasıl geçtiğini anlamadım,” diyen Sarp vedalaşarak alt kata inerken Pelin de Naz’a hoş geldin dedikten sonra salona geçti. Naz montunu çıkartıp vestiyere asarken, Sema da duvara yaslanmış onu izliyordu.
 
“Anlaşılan o ki günlerdir eksik bir şeyimiz çıkmadı,” dedi Naz gülümsemesine engel olamayarak.
 
“Bizim değil de şimdilik bu yardımsever delikanlının bir şeyleri eksik gibi,” diyen Sema da güldü. “Ama bu sefer işimize yaradı. Okuldan gelirken ekmek almayı unutmuşum, sağ olsun Sarpçığım alıp geldi.”
 
“Beni arasaydın ya?” dedi Naz gülerek.
 
“Sarp çok istekliydi. Ne yapabilirim? Kaç gündür Pelin’i görebilmek için bizim eksiğimizi sorar oldu, bu sefer değerlendireyim dedim.”
 
“Bari bu sefer bahanesi bizim işimize yaradı desene.”
 
Sema’nın gülümsemesi ciddi bir ifade alırken, Naz’a yaklaşarak kızın kolunu sıvazladı. “Naz, tatlım çok solgun görünüyorsun. Ben kapatıcıların altındaki şişlikleri buradan görebiliyorum. Biraz uyu, olur mu? Ben yemeği hazır edince seni uyandırırım.”
 
“Uyuyabilsem keşke…”
 
“En azından dene,” diyen Sema’nın komutuyla odasına giren Naz, üzerindekileri hızla değiştirerek soğuk yorganının içine girdi.
 
Bakışlarını ayırmadığı, komodininin üzerindeki kurumuş çiçeklere dalmışken gözleri uykuya kapansa da bu uyku fazla uzun sürmedi. Uykusuzluğun verdiği sersemlik ve baş ağrısıyla yatağında doğrulurken, gözleri oldukça acıyordu. Banyoda yüzünü yıkadıktan sonra mutfağa yönelirken ev oldukça sessizdi. Mutfakta Sema’yı sofrayı hazırlarken buldu. Kendisini sandalyeye gelişi güzel bıraktığında Sema da aniden ona doğru döndü. “Sen neden uyandın? Daha yatalı çok olmadı ki.”
 
 
Naz’ın yüzünü inceleyince paniğe kapılan Sema, hızla kadının yanına gelerek sandalyeye oturdu.“Ben seni daha kötü olasın diye uyumaya yollamadım,” diyen azarlayıcı sesle, Naz ellerini başının iki tarafına koyarak hafifçe sıktı. Başı öylesine ağrıyordu ki Sema’nın sesi eko yaparak tekrar tekrar kulaklarında çınlıyordu ve sanki her ekoyla ses daha çok yükseliyordu. Sema, kadının şakaklarına koyduğu ellerinden birine uzanarak tuttu.
 
“Yemek ye de ağrı kesici bir şeyler iç. Ben de sana bir papatya çayı yapayım. Biraz olsun rahatlarsın.” Genç kadın, Sema’ya minnetle bakarken “Ben senin hakkını nasıl ödeyeceğim?” diye mırıldandı. “Ondan kolay ne var? Beni Yağız’ın arkadaşlarından biriyle tanıştır yeter tatlım.”
 
Ortamın havasını değiştirmekte Sema gerçekten de çok başarılıydı; ama tek bir kelime bile Naz’ın odağının değişmesine yetmişti. Yağız
 
“Pelin nerede?” diye sordu birden merakla. “En son salonda telefon ile konuşuyordu. Gerçi bir saati geçti sanırım…”
 
Pelin’e bakmak için yerinden kalkan Naz, salona yönelecekken odasından gelen cep telefonunun sesiyle adımlarını kendi odasına çevirdi. Komodini üzerindeki çalan cep telefonunu alıp ekrana baktı. Arayan numara yabancıydı. Kaşlarını çatarak merakla telefonu açtı. “Alo. İyi günler. Naz Hanımla mı görüşüyorum?” diyen bir erkek sesiyle merakı iyice arttı. Sesi tanımıyordu. “Evet, ben kiminle görüşüyorum?” dedi tedirginlikle. İçine bir huzursuzluk çöreklendi.
 
“Ben Yağız’ın arkadaşıyım…”
 
Kalbi maraton koşarken derin nefesler almaya çalıştı. Yağız’ın arkadaşı neden aramıştı ki onu? Yoksa… Ona… Bir şey mi olmuştu?! Nefesleri sıklaşırken telefonun ucundaki adamın söylediklerine odaklanamıyordu. “Orada mısınız?” dedi ses.
 
“Evet, kusura bakmayın. Kim demiştiniz?”
 
“Yağız’ın arkadaşı… Cem.”
 
“Size… Nasıl yardımcı olabilirim Cem Bey?” dedi kesik nefesleri arasında.
 
“Öncelikle bey ve hanımı bir kenara bırakalım. Sizden bir şey isteyeceğim. Aslında bu benden çok Yağız’ın isteği.”
 
Naz’ın ağrıyan başı odaklanmasını engellerken, en azından Yağız’a bir şey olmadığının idrakine varabilmişti. En azından öyle gibi görünüyordu. “Yapabileceğim bir şeyse neden olmasın?” diyerek sesin konuşmasını bekledi.
 
“Biz Yağız’la arkadaştan çok kardeş gibiyiz. Onun kardeşi benim de kardeşimdir; ama maalesef ben Pelin’e söz geçirmekte abisi kadar başarılı değilim. Ne de olsa Pelin abisinin inadının az birazını almış. Abisi kadar olmasa da inat konusunda oldukça başarılı bizim cadı. Bir hafta önce Yağız beni aradı…”
 
“Sizi mi aradı?!” dedi Naz adamın sözünü keserek. Hem de bir hafta önce! Ama kendisi onu deli gibi merak edip uykularından olurken, arayıp bir iyiyim demeyi çok görmüştü kendisine.
 
“Evet, bir hafta önce. Operasyona çıkacağından haberdardım, sanırım beni de karargâha kısa bir dönüş yaptıkları zaman aradı. Pelin’in İstanbul’a dönmesini istiyor ve bunun için ben, bizim cadıyı eve dönmesi için ikna etmeye çalıştım. Çalışmaya çalıştım daha doğru bir tabir; çünkü bana mısın demedi. Bir haftadır telefonda dil döküyorum. Yağız bu konuda size güvenebileceğimi söyledi. O da bir an önce eve dönmesini istiyor. Eğer siz de ikna edemezseniz oraya gelmeyi planlıyorum. Hem… Babasının da aklı onda kaldı. Ayrıca devam etmesi gereken bir okulu var.”
 
Dalgınca “Elimden geleni yaparım,” diyebildi genç kadın.
 
“Uçak biletini aldım ve bilgilerini Pelin’e mail attım; ama cadının bakmaya tenezzül etmediğine eminim. Eğer o uçağa binmezse oraya geleceğimi bir kez de ona sen söylersen çok sevinirim.”
 
“Söylerim,” derken bile aklı başka yerdeydi.
 
“İyi şanslar. Ayrıca böyle tanışmak istemezdim; ama… Yine de tanıştığımıza memnun oldum.”
 
“Ben de,” diyerek telefonu kapattığında ellerini kucağına indirerek bir süre telefonun boş ekranına baktı.
 
Demek o iyiydi. Bu bile yeterdi aslında; ama… Neden aramamıştı? Onun sesini duymak isteyeceğini hiç düşünmemiş miydi? Ya o hiç kendi sesini özlememiş miydi? Telefonun ekranına yansıyan görüntüsünde bakışları dolu dolu parlayan gözlerine takıldı. Gözyaşlarını geri yollamaya çalışırken telefonunu bırakarak kararlı adımlarla salona yöneldi. Pelin’i salonda üç kişilik koltuğun ortasında oturup, kapalı olan televizyon ekranına dalmış bir şekilde buldu. Yavaşça yanına otururken kızın ellerine uzandı. Kız dolu bakışlarını ona çevirdi. “Buradan gitmek istemiyorum!”
 
Naz’ın artık konuşacak takati kalmamıştı. Bedeni o kadar bitkindi ki. Baş ağrısı da sanki kelime haznesini zorluyordu. “Biliyorum,” dedi usulca.
 
“Gidersem… Aklım burada… Abimde kalır!”
 
“Biliyorum.”
 
“Cem abim bir haftadır beni ikna etmeye çalışıyor ve eğer eve dönmezsem beni almak için buraya geleceğini söylüyor!”
 
“Artık bunu da biliyorum,” dedi Naz anlayışla.
 
“Ve yapacağına da eminim. Abim ve Cem abi birbirlerine çok benzerler aslında. Sadece Cem abim, abimin biraz hovardası… Hatta baya baya…” diyen Pelin umutsuzca bir nefes verdi.
 
“Burada kalmak isteme nedenini çok iyi anlıyorum güzelim; ama… Bunu Cem abinden isteyen abin. Operasyonun ortasında ki telefon yasakken, en uygun anında neden onu arayıp seni eve çağırmasını istemiş olabilir?”
 
Pelin bilmediğini belli edercesine olumsuz anlamda başını salladı.
 
“Pelinciğim, abinin aklı sende kalmış çünkü. Hiç bilmediğin bir yerde bilmediğin insanlarla berabersin. Aklının sende kalması gayet normal. Hem aklı sendeyken yapması gerekenlere odaklanmasını nasıl beklersin? Onu da zor durumda bırakıyorsun.” Naz, avuçları arasındaki kızın ellerini dediklerini pekiştirirmiş gibi sıktı. “Başka şartlarda olsak… Benimle kalmanı çok isterim. Ama hem baban da çok merak etmiş seni. Bitirmen gereken bir okulun da var.”
 
“Ama abim…”
 
“Abine burada oturarak bir faydan dokunmaz ki. Bu sadece onun seni daha da çok merak etmesine sebep olur. Ayrıca… Cem abin gerçekten biraz olsun abine benziyorsa ne yapar eder seni eve götürür. Bunu kendin söyledin. Böyle tatsız ayrılmanı istemem. Hem… Başımın üstünde yerin var. Bir dahakine abin için değil, benim için gelirsin.”
 
Kız, Naz’ın ellerini bırakarak genç kadının boynuna sıkıca sarıldı. Kızın bedeni hıçkırıklarla sarsılırken, gözyaşı dökmek için fırsat kollayan gözleri dolmaya başlamıştı yine. Kızın sırtını bir süre sıvazladıktan sonra yüzüne bakabilmek için geri çekildi.  Yüzünü avuçları arasına alarak gözyaşlarını sildi. Yaşlarla parlayan mavi gözlere baktı kendi dolu gözleriyle. “Eğer seni rahatlatacaksa… Ben abinin yolunu senin için de gözlerim,” dedi kıza tekrar sarılırken.
 
Ardınsa her şey çok hızlı olmuştu. Pelin eşyalarını toparlamak için karşı daireye geçerken Naz, cesaret edip de onunla gidememişti. Ertesi günse Sarp’la beraber Pelin’i havaalanına götürmüşlerdi. Pelin usulca gözyaşı dökerken, Sarp gözyaşlarını silerek onu bağrına basmış ve yanağına ufak bir öpücük bırakmıştı. Tanışmaları üzerinden kısa bir zaman geçse de vedalaşmaları öylesine özel görünüyordu ki Naz başını çevirmek zorunda kalmıştı.
 
Eve dönerken ne Naz konuştu ne de Sarp. Sarp, Naz’ın ondan beklemeyeceği şekilde üzgün görünüyor ve bunu saklamıyordu. Delikanlı yol boyunca dalıp dalıp uzaklara gidiyordu. Naz’ın durumu da ondan farklı sayılmazdı.
 
Apartman merdivenlerinden ayaklarını sürüyerek çıktığında iki kapının ortasında durdu. Yağız’ın kapısından gözlerini ayırarak elinde sımsıkı tuttuğu, Pelin’in verdiği anahtarlara baktı. Adımlarını engelleyemeyerek adamın dairesinin önünde durdu ve anahtarı yuvasına sokarak çevirdi. Kapı sanki onun girmesini istermişçesine ardına kadar açıldı.
 
İçeriye ilk adımını attığında sanki bedenini kontrol eden kendisi değil gibiydi. Önce kendisi eşyaları yerleştirirken Yağız’ın boya yaptığı mutfağa girdi. Her şey tertemiz ve yerli yerindeydi. Adımları yolu biliyormuş gibi ilerlerken, Naz kendini Yağız’ın odasında buldu. Kaç gündür içinde büyüyen sıkıntı taşmak üzereydi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya hasret kalmıştı. Ama olmuyordu! Ağlayamıyordu. Öyle bir yumru oturuyordu ki boğazına…
 
Yavaşça adamın gardırobuna giderek kapağını açtı. Kapağı açmasıyla hasret kaldığı adamın ferah kokusu yüzünü yalayıp geçmişti. Bu hazla gözlerini yumdu bir süre. Tekrar açtığında özenle ütülenmiş ve renklere göre düzenlenmiş gömlekleri görünce, dudaklarında istemsiz bir tebessüm belirdi. Usulca elini her birinin üzerinde gezdirdi. Görüşü netliğini kaybederken gardırobun kapağını kapattı ve bir kısmının kırık olduğu aynaya takıldı gözleri. Aynanın kırılmış çizgilerinde parça parça kendini görürken ilk defa fark etti ne kadar solgun olduğunu. Ne kadar kapatmak istese de kapanmayan göz torbaları, cansız bir yüz… Uyumak istiyordu. Adamın kollarında olduğu huzurlu bir uykuya muhtaçtı.
 
Başını çevirdiğinde karşılaştığı çift kişilik yatak kendisine uykunun en huzurlusunu vaat eder gibiydi. Gözlerinden bir damla yaş firar edip yere düşerken yorganın içine girerek hıçkırıklarını serbest bıraktı. Derin nefesleri ve hıçkırıkları birbirine karışırken adamın yastığına sımsıkı sarıldı ve dizlerini karnına doğru çekti. İçinde öyle bir sıkıntı vardı ki geçmek bilmeyen… Gün geçtikçe büyüyen… Adamın kokusunu ciğerlerine çekerken sarhoş oluyormuş gibi hissetti kendini. Aklına gelen derin mavi gözlerde boğuluyordu sanki. Yüzeye çıkıp nefes almaya uğraştıkça ayağına bağlı bir ağırlık varmışçasına daha çok batıyordu. En sonunda hıçkırıklarla yorgun düşen bedeni huzursuz bir uykuya daldı.
 
Zifiri karanlık gecenin alacakaranlığında kuytu bir yere konuşlanmış olan bir grup asker, bir hedefe odaklanmış, uzun süredir o hedefi gözlemlemekteydiler. Yıldızlar parlaklıklarıyla tek yol göstericileriydi sanki. Hepsi de ellerindeki silahlara sımsıkı sarılmış, tetiğe basmak için Yağız’ın emrini bekliyor ve uykusuz geçen saatlere inat onlar dimdik ayakta duruyorlardı. Kim bilir neler düşünüyorlardı? Neler vardı akıllarında? Kimisi ailesini düşünürken, kimisinin de sevdiğiyle yanıyordu gönlü. Genç adam böyle operasyonlara alışık olmasına rağmen hiçbir seferinde böyle hissetmemişti. Sanki… Ardından birini bırakmış gibi… En büyük korkusu da bu olmuştu her zaman! Ardında kalanlar…
 
Aklına gelen yeşilleri zihninden bir süre de olsa uzaklaştırmak için çaba sarf ederek hedefe odaklandı. Bir süredir uykusuz gecelerine eşlik eden yegâne şeydi o bir çift yeşil göz… Topraklarına umut vaat eden, kalbinin yanında ikinci bir kalp, ikinci bir nefes...
 
Buradan ölmez de sağ kurtulursa yapacağı ilk şey Naz’a sımsıkı, hiç bırakmamacasına sarılmak olacaktı. Onu ne kadar çok sevdiğini söyleyecekti. Bunu söylemediği için çok pişman olmuştu. Sadece iki kelime söyleyecekti oysaki…
 
Aklındakileri bertaraf ederek tekrar hedefe odaklandı. Bir süre sonra hedefte fark ettiği hareketlenmeyle, hazırlanmaları için komut verdi. Hedef oldukça kalabalıktı; ama başarılamayacak gibi değildi. Hedef açık hâle gelince verdiği emirle ortalık savaş alanına dönmüştü. Zifiri karanlığı aydınlatan ateşlenmiş silahların ışığında, dolunay bile sönük kalmıştı. Hedefe ardı ardına ateş açılırken bir kısmı etkisiz hâle getirilmiş ama aynı zamanda karşı ateş başlamıştı. Genç adam, konuşlandığı yeri değiştirmek için hamle yaparken birçok mermi bulunduğu yerin yakınına isabet ediyor, bir türlü hareket edemiyordu.
 
Etkisiz hâle getirilen hedeflerin inlemeleri ateşlenen silahların gürültüsünde kaybolurken, Yağız her şeyi göze alarak yerini değiştirdi. Nasıl almayacaktı ki? Bu vatan uğruna nice tertibini, askerini, komutanını toprağa vermiş, onların vuruluşuna şahit olmuştu. Bulunduğu yerden biraz olsun açık hedef gibi görünürken başka çareler düşünüyordu. Silahını ateşlemek için tetiğe basarken nişan aldığı hedeflerin birer birer düştüğüne şahit oldu ve bir anda nefesi kesildi. Kendini geri çekmeden ateş etmeye devam ederken sıcak bir şeylerin içinden akıp gittiğini hissediyordu. Gözleri kararırken en kötü kâbusu gerçek olmuş gibiydi. Belli belirsiz teslim olduklarını söyleyen hedeflerin bağırışları kulaklarına gelirken yanına koşan bir çift postal sesinin ayırdına vardı.
 
“Komutanım!” diyen yüksek bir sesle, yarı kapanmış göz kapaklarını açmaya çalıştı. “Çetin Astsubayım, Yağız Yüzbaşım vuruldu!”
 
Zorlukla sağ elini kalbinin olduğu yere götürdü. Hissettiği ıslakla gözlerini yumarak yutkundu. Kalbinin olmadığı yerde şiddetli bir acı hissediyordu. Onun kalbi onda değildi ki… Boş olan yer nasıl acıyabilirdi? Ama öyle deli bir acıydı ki bu, her şeye göğüs gereceğini düşünürken canı yanıyordu. Dişlerini sıktı. Böyle bir acıyı dindirecek tek şey belki de o yeşil gözlerdir düşüncesiyle zihnindeki o yeşilliklere sımsıkı sarıldı. O gözler sanki ona kızgın gibi bakıyordu. Dolu dolu yaşlarla parlıyordu ve o gözlere ‘Ağlama!’ demeye bile takati yoktu. Sağ elini var gücüyle bastırdı yoklamak için. Orada kalbi yoktu; ama… Acı vardı!
 
Gözlerini derin bir karanlığa kapatırken gücü çekilen vücudundan, kalbinin üzerindeki eli kayıp gitti.
 
Can havliyle yattığı yerde haykırarak uyanan Naz, sağ elini kalbinin üzerine koydu. Kalbi sıkışıyor, canı yanıyordu. Sanki canını alıyorlarmış gibi nefes nefese kalmış, hıçkırıkları boğazını düğümlemişti. Nefes alacak hâli bile kalmamışken duvara çarpıp kulaklarına gelen hıçkırıklarının arasında, ağzından çıkan tek haykırış genç adamın adı olmuştu.
 
*Yılmaz Erdoğan şiiri.


 

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 17

Fotoğraf @guppybooks

Bölüm 17

Soğuk Arnavut kaldırımlarda ilerken her bir adımında ezdiği yapraklar, yüzü kadar solgundu. Bugün gibi, umutları gibi ve bu soğuk kasım akşamı gibi... Oysaki demezler miydi kasımda aşk başkadır diye? Ama onun aşkı da sanki kendisine itiraf eder etmez suyu verilmemiş çiçekler gibi solmuştu. Adama söylediği sözlerin ardından gerçekleri öğrenmesiyle yaşadığı pişmanlık yakasını bir türlü bırakmamıştı. Neler söylemişti peki? 'Biz birbirimiz için başından beri uygun değildik!'

Soğuk esen Kars havasında montunun yakalarını kaldırarak biraz daha montunun sıcaklığına gömüldü. Aklına getirmek istemese de sürekli söyledikleri aklına geliyor, kalbinin çığlıklarını kendi söylediği sözler susturuyordu. Geçen bir hafta sonrası Yağız'la sadece kapıda karşılaşır olmuşlardı. Aslında bunu kasten yapıyordu. Söylediği sözler sonrasında ne aptallıktır ki Yağız'ın yüzüne bakmaktan çekiniyordu. Hem de bedenlerini ateşleyen birkaç saniyede uyumlu oldukları kanıtlanmışken bunun aksini ne olduğu belli olmayan bir kıskançlık yüzünden inkâr etmişti ve kendini daha çok hasta hissetmesine neden oluyordu. Üstüne üstlük Yağız'ın bakışları ona böylesine farklı bakarken...

Genç adam sanki bakışlarıyla ona bir şeyler anlatmaya çalışır gibiydi. Ama Naz her seferinde söylediklerinin ağırlığıyla koşar adım uzaklaşıyor, adamın söyleyecekleri varsa dahi buna fırsat vermiyordu. Onun kendisini durdurmasını deli gibi istiyordu aslında. Bunun için yanıp tutuşuyordu! Ama iflah olmaz, burnu havada, kendisine çok fazla olduğunu düşündüğü o gururu söylediklerinden geri adım attırmıyordu. Ne diyebilirdi ki?! 'Aslında biz birbirimize uygun olabiliriz. Gerçi uygunuz bana kalırsa. Yani... Uygunuz işte!' Ama kalbi uygun olduklarını fısıldasa da gururu o sesi bastırıyordu. Yağız'ı her gördürdüğünde kendisini durdurması için yalvarıyordu içten içe; ama hiçbir zaman duaları yanıt bulmuyordu. Eskiden belki neşeli ve kafasına çoğu şeyi takmayan biri olabilirdi; ama şimdi o hâlinden eser kalmamıştı. Sürekli kendisini düşüncelere dalarken ve içi sıkılırken buluyordu. Kısacası mutsuzdu hem de çok...

Zihnindeki düşüncelerinde öylesine kaybolmuştu ki kolunun hafifçe dürtülmesiyle, yerinde ufak bir çığlık attı ve kolunun üzerinde duran elin sahibine baktı. "Seni korkutmak istememiştim Naz abla," diyen Ali bir yandan da ellerini dizlerine koyarak bükülmüş derin nefesler alıyordu. Korkmanın etkisiyle Naz da birkaç derin nefes alarak kendini toparladı. Belli ki Ali peşinden baya koşmuştu. "Sana bayadır sesleniyorum; ama duymadın sanırım. Gerçi nasıl duymadın onu da anlamadım; ama..."

"Dalmışım Aliciğim kusura bakma. Seslendiğini duymadım."

Ali dikkatlice Naz'ı inceledi. Genç kadının yüzünde ise solgun, zoraki bir gülümseme vardı."Bir sorun mu var Naz abla?"dedi kaşlarını çatarak. Naz'ın gülümsemesi dolgun dudaklarında biraz daha yayılırken cevap verdi. "Hayat telaşesi Aliciğim. Hepimizin hayatında zor zamanlarımız olur."

"İşte o dediğin zor zaman, benim için tam da bu zaman," dedi Ali beklentiyle Naz'a bakarken.

Durumun ne olduğunu tahmin etmekte zorlanmayan Naz'ın gülümsemesi biraz olsun ısındı. Ali doğrularak mahcubiyetle ona bakmaya başlayınca, Naz delikanlının bakışlarına dayanamayarak ona yaklaştı ve koluna girdi. "Senin hayatındaki bu zor durumu atlatmak için bir şeyler yapabileceğimize eminim."

Ali koluna giren güzel kadının varlığıyla biraz daha dikleşerek onun adımlarına ayak uydururken bir yandan etraftaki meraklı bakışların keyfini çıkarıyor bir yandan da sadece sözde abla ve eniştesinin çare olacağı derdini anlatıyordu.

***

Günlerdir daldığı derin düşünceleri kenara bırakarak tüm dikkatini toparlamış koridorda konuşulanlara yoğunlaşmaya çalışıyordu genç kadın. Kulağını dayayabildiği kadar kapıya dayamış hatta tabir yerindeyse resmen kapıyla bütünleşmişti. Ali, Öyküm'ün geleceğini söylediğinde müsait olduğunu söylemiş ama durumu Yağız'a kendisinin anlatmasını söylemişti. Ali'nin durumdan biraz olsun şüphelendiğini düşünse de üzerinde durmamıştı. Şimdi de Ali koridorda Yağız'a durumu açıklarken ne konuştuklarını duymaya çalışıyordu. Boş koridorda oluşan eko da oldukça yardımcı oluyordu!

"Bu şekilde konuşulanları duyabildiğine gerçekten emin misin?" diyerek fısıldayan Sema'nın kısık sesiyle pozisyonunu bozmadan bakışlarını ona çevirdi. Sema'nın yüzünde ise hafif eğlendiğini belli eden bir gülümseme vardı. Mutfak önlüğüne ıslak ellerini silerek, Naz'ın yaptığı gibi kulağını kapıya dayadı. "Sen gelene kadar iyi sayılırdı,"dedi Naz istifini bozmadan.

Bu işler bardakla olmuyor muydu? Benim kulağıma gelen ses sadece uğultu," diyen Sema kaşlarını hafif çatarak dinlemeye devam etti.

"Şiiiişt! Ne dediklerini anlayamıyorum."

Naz, Sema'ya çatık kaşlarına eşlik eden bir ciddiyetle sitem ederken Sema kapıdan başını kaldırdı. "Çok affedersin," dedi fazlaca kıstığı sesiyle. Ama dudaklarında pek de başarılı olamasa da gizlemeye çalıştığı bir gülümseme belirmişti. Naz, bu ifade üzerine ciddiyetini bozmadan istemeden de olsa başını kapıdan kaldırdı. Ellerini beline koyarken işinin ehli bir kişi gibi Sema'ya yaklaştı. "Burada ciddi bir şey yaptığımın farkında değil misin?!"

Sema bu laflar üzerine kendini toparlamaya çalışsa da çok da başarılı olamadı. Çünkü hâlinden Naz'ın yaptığı işi ciddiye aldığı belliydi. "Pardon; ama kapı dinlemek ne zamandan beri ciddi bir iş sayılır oldu?" Bunları söylerken ellerini Naz gibi elini belini koydu.

"Ben yapmaya başladığımdan beri!"

Naz'ın ifadesi yüzündeki sırıtışın daha da büyümesine neden oldu. "Gerçekten özür dilerim," derken kıkırdaması ağzına sığmıyordu."Ama... Bu pek iyi bir yöntem değil gibi ne dersin. Bence bizim kulaklarımız koridordaki frekansı çekecek düzeyde gelişmemiş."

"Başka ne yapmamı önerirsin canım benim. Kapıyı açıp sohbetlerinin tam ortasına dalarak 'Affedersiniz; ama biraz daha yüksek sesle konuşur musunuz?! Bizim evden sesiniz çok da iyi duyulmuyor,' mu demeliyim?!"

"Açıkçası... Fena fikir değil. Sana başından beri Yağız'ı karşına alıp konuşmanı söylüyorum. Aranızdaki şeyler kapı dinlemeyle ve bir şeyler umarak halledilecek şeyler değil tatlım. Eğer başka bir yolu olsaydı ilk olarak bu işe, Yağız'ın sesini televizyonlarda olduğu gibi kumandayla biraz olsun açarak başlayabilirdik," dedi Sema anlayışla.

"O kadar şeyin üzerine gidip adama ne diyeceğim peki?! Madem yöntemi biliyorsun ne söyleyeceğimi de söyle. 'Sen beni öyle öperken aslında ne kadar uyumlu olursak olalım ben bir kıskançlık uğruna sana uygun olmadığımızı söyledim,' ki eminim, ben bu lafı söyler söylemez Yağız'ın yüzünde alaycı bir gülümseme belirecek, bunu şimdiden görebiliyorum. Çünkü zihnimde baya net! Sonra gözlerimin içine bakarken 'Bay ben her şeyi bilirim!' gülümsemesi alacak o gülümsemenin yerini ve söylediğim hiçbir şeye aldırmadan, bana sadece tek bir şey söyleyecek!"

Genç kadın uzun uzun sıraladığı sözlerinin sonrasında derin bir nefes aldı. Sema'nın gözleri ise Naz'ın yaptığı tespitlerle kocaman olmuştu ve merakına yenilerek sordu. "Ne söyleyecek?"

Naz, yüzüne Yağız'ın, hiç unutamadığı alaycı gülümsemesini yansıtarak sesini hafifçe kalınlaştırdı.

"Demek beni kıskandın!!"

Sema'nın şaşkın bakışlarının yerini şimdi kapı ağzındaki kahkahalar almıştı. Onun kahkahalarına ise Naz sadece sade bir gülümsemeyle eşlik etmişti.

"Ne olursa olsun ben yine de konuşmandan yanayım. Hem söylese ne olur ki? Adam seni öptü, senin kıskanman bunun yanında hiç bile. Orkun'u gördükten sonra yaptıklarını hatırlasana, nasıl da deliye döndü." Naz'ın karmakarışık olan yüz ifadesini görünce devam etti. "Sen böyle kara kara düşünmeye devam et tatlım ve bir sonraki öpücüğe kadar bekle. Sen harekete geçene kadar Yağız atını alıp senin köprülerinden geçecek ve sana sadece tükürdüğünü yalamak kalacak," dedi bilmiş bir gülümsemeyle.

Sema Naz'a bakarken gerçekten de Naz'ın bu konuda hiçbir şey yapmayacağını hissediyordu. Çünkü bu deli kızda öyle bir gurur vardı ki söylediklerinden asla geri adım atmayacaktı ve her gün böyle üzülmeye devam edecek, ardından da kendisine kızmaya başlayacaktı. İşte o gün Sema da bir şeyler yapmadığı için kendine kızacaktı. Eğer Yağız bir şeyler yapmazsa Sema mutlaka bu duruma el atacaktı. "Yemekler ne âlemde?" diye soran Naz'ın sesiyle Sema düşüncelerinden ayrıldı.

"Her şey istediğiniz gibi hazır hanımım. Yemekler, sofra, ev... Bir tek beyimiz ve misafirlerimiz eksik," dedi Sema. Naz'ın çatık kaşlı, kafası karışık ifadesini gördükçe dudaklarında bekleyen kahkahayı tutmakta zorlanıyordu. Kahkahasını tutamayınca koşar adım mutfağa yöneldi.

Bunları söylerken Naz boş evde fısıltıyla bağırmaya çalışsa da Sema her kelimesini çok net duymuştu. 'Keşke...' dedi içinden. 'Keşke gelse de ben de aşktan deli divaneye dönsem.'

Aslında Naz'ın durumunu anlayabiliyordu; ama şu anki durumları gülünmeyecek gibi değildi. Hayatının büyük bir bölümünü eğitim almakla geçiren, şu an birçok genç fidana eğitim veren gençliğinin baharında, çoğu kadını kıskandıracak, çoğu adamın da ağzının suyunu akıtacak güzellikteki kadın şimdi kulağını kapıya dayamış koridor boşluğu dedikodusu dinliyordu. Aklındaki düşüncelerin garipliğiyle başını sağa sola sallayarak çöp kutusundaki çöp poşetine uzandı ve mutfaktan çıkarak Naz'ı bıraktığı yere yani dış kapıya yöneldi.

O an kapıyla kavga etmeye hazır bir Naz'la karşılaştı. Kadın kapıyı parçalayacakmış gibi dik bakışlarla kapıya bakıyor bir yandan da kırmızı görmüş boğalar gibi derin nefesler alıyordu.

"Sanki benim dinlediğimi anlamış gibi nasıl da kısık sesle konuşuyor!! Ama... Bu böyle olmayacak!!"

Hiç düşünmeden Sema'nın elindeki poşetleri alan Naz, kapıyı ardına kadar açtı. Ama kapıyı açar açmaz yüzüne vuran soğuk hava cehennem sıcağı gibi dilini damağını kurutmuştu. Alt tarafı çöpleri atmak için kapıyı açmıştı! Fakat araç değil amaçtı onun heyecanına sebep!

Onu gören iki genç adam sohbetlerini keserek bakışlarını ona çevirdiler. Bakışların odağı olmasıyla tüm kan yanaklarına pompalanıyormuş gibi hissetti. Aslında buna oldukça alışıktı. Yüzü alev alev yanarken ifadesine bunu yansıtmamaya çalışarak hafifçe tebessüm etti ve konuşabilmek için dudaklarını hafifçe yaladı. Bu bile çöle dönmüş dudakları için gürül gürül akan şelale gibiydi o an.

"İyi akşamlar beyler," diyerek elindeki poşetleri kapının dışına bıraktı.

Bilerek yavaş hareket ediyordu. Ama kapı önünde ne yapabilirdi ki şimdi? Kapının önü tozlu olsa temizleme işine girişebilirdi, hatta o an tüm apartmanı komple temizleyebilirdi. O istek içinde fazlasıyla vardı. Kapıyı kapatmak üzere hamle yaptığında bir yandan da Yağız'ın bir şeyler söylemesi için yalvarıyordu. Kapının arkasına geçerek yavaş bir hareketle kapıyı kapatırken duaları yanıt buldu ve Yağız'ın sesi, sesten yoksun olan koridorda yankılanarak kulaklarını doldurdu. Başını hızla Yağız'ın kapısına doğru çevirdiğinde, beline kadar uzanan iri dalgalı saçları omzunun her yerine dağıldı. Bu sesi duymayı o kadar çok özlemişti ki sanki kulakları ilk defa duyduğu bir sesi gerçekten anlamlandırıyordu.

Kadının ifadesi dışarıdan normal görünse de Yağız'ın bu duruma canı sıkıldı. O sadece onu gördüğünde bile tüm duyguları katlanılamayacak derecede uçlara taşınırken bu kadın nasıl böyle sessiz sakin kalabiliyordu. Kaç gündür kendisinden kaçıyor olması yeterince can sıkıcıyken bu... Kesinlikle daha da can sıkıcıydı!

"Eğer müsaitseniz akşam size uğrayayım. Malum durumdan haberdarsın sanırım."

Son kısım tamamen hayır diyememesi için bir bahaneydi. Nasılsa kendi evinde kaçacak yeri olmayacaktı ve bir şeylerin yanıt bulmasının zamanı gelmişti. Yağız, adının hakkını fazlasıyla veren bu kadını ya uygun olduklarına ikna edecekti ya da edecekti! Kadın bir açıklama yapmasına bile fırsat vermemişken, anlamadan ve dinlemeden söylediği sözlerin hepsini Nazlı öğretmenine geri aldıracaktı. Bunu nasıl yapacağı ise kesinlikle doğaçlamaya kalmıştı; çünkü onun her şeyini özlemişken bu konuda ne yapacağına kafa yoramıyordu.

Yağız'ın düşüncelerinden habersiz konuşmak için dudaklarını ıslatan Naz'ın bu hareketiyle, genç adam dişlerini sıktı. Doğal pembelikteki yanakları ve dört bir yanına dağılan iri dalgalı saçlarıyla zaten yeterince baş döndürücüyken, bu hareket çok fazlaydı. Hem de fazlasıyla çok.

"Evet haberdarım. Tabii ki buyur gel. Hatta... Kardeşin... Selin'le beraber yemeğe gelin."

"Pelin," diye düzeltti ve o an, Yağız'ın aklındaki en son şey yemekti. O yemeğe değil tamamen karşısındaki kadına açtı. Malum günün sonrasında 'Pelin eve gelmeseydi gidişatımız nasıl olurdu?' konulu senaryoyu zihni yazıp duruyor. Sonra rüyalarında kendi çizip kendi oynuyordu. Bedeninin açlığına inat duyguları ve zihninde dönen 'Birbirimize uygun değiliz!' repliği ise onu, aklına her gelişinde daha çok incitiyordu.

"Zahmet olmasın."

"Hayır, ne zahmeti. Buyurun gelin," diyen Naz içten bir gülümseme hediye etti.

Naz'ın gülümsemesine karşılık verirken bir kez daha onu bugün o sözlere pişman etmek için her şeyi yapacağına dair kendine söz verdi. Her şeyi ama her şeyi deneyecekti! Ne de olsa savaşta ve aşkta her şey mubahtı. Eğer savaş da söz konusuysa genç adam bu konuda yeterince tecrübeye sahipti.

Genç kadın kapıyı kapattığında, kapıya yaslanarak derin bir nefes aldı. Gözlerini kapatarak birkaç derin nefes daha alarak ciğerlerini doldurdu. Ardından da hareli gözlerini saklayan göz perdelerini kaldırarak kendisini izleyen ev arkadaşına baktı. "Nasılım?" dedi irileşmiş gözlerle.Yağız'ın yakışıklı yüzüyle karşılaştığında kapıyı açmadan önce aynaya bakıp hâline çeki düzen vermediğine pişman oldu.

"Bence şahaneydin. Yanaklarına hücum etmiş kan doğal allık etkisi vermişti. Dudaklarını yalayınca doğal bir parlatıcı elde ettin. Tabii ne demişler... Her şeyin doğalı güzeldir," diyerek Naz'a göz kırptı.

"Çok mu belli yanaklarım?! Ama... Elimde değil," derken ellerini dehşetle yanaklarına götürdü genç kadın. Olmaları gerekenden çok daha fazla sıcaklardı! "Peki, nasıldım?" diye devam etti.

"Merak etme biraz önce yanakların bu kadar belli değildi; ama şu an baharda kızarmaya yüz tutmuş domateslerden farksızsın tatlım. Gördüğüm kadarıyla Yağız, bir çiftçi gözüyle seni toplamaya kararlı gibi. Nasıl olduğuna gelince... Kardeşini de çağırdığında keşke Yağız'ın lafının üzerinden birkaç saniye bari geçmesini bekleseydin de lafı düşünmeden söylediğin anlaşılmasaydı. Gerçi saçlarını savurarak döndüğün an, bu iş bitmişti zaten tatlım," diyen Sema söylediklerini desteklemek için başını salladı. "Altıncı hissim diyor ki bugün senin burnu inmeyen gururun kırıp dizini köşesine çekilecek ve beyimiz mahsulünü toplayacak. Aa!.. Seninle lafa dalınca çorbayı unuttum."

Koşarak mutfağa giden Sema'nın arkasından bir süre bakan Naz, 'Umarım... Gerçekten bir şeyler yapar,' diye mırıldandı. Çünkü Yağız bir başlangıç yaptığı sürece o devamını getirebilirdi.

***

Akşamın ilerleyen saatlerinde ne olacağına kafa yormadan uzun bir süredir masanın düzeniyle ilgileniyordu. Hem de baya uzun bir süredir. Ne de olsa yemek yapamıyordu, bu yüzden yemek işini Sema'nın hamarat ellerine bırakmış kendisi de dikkatini masanın güzelliğine vermişti.

Bardaklar lekesiz, yemek kaşığının yanına bıçak, tatlı çatalı servis tabağının ön tarafında bu da oldu. Bir dakika yoksa o çatalda su lekesi mi var?!

"Sen ne yapıyorsun öyle? Mikroskobik bir şeyler mi var üzerinde, ben bir şey göremedim de?"

Masanın üzerinden aldığı o minicik tatlı çatalındaki görünmeyen su lekesini çıkartmaya o kadar yoğunlaşmıştı ki yanında duyduğu sesle olduğu yerde sıçradı ve kendisi gibi çatalın üzerine eğilmiş meraklı gözlerle bakan Sema ile karşılaştı.

Oldukça makroskobik tatlım."Elindeki bezle çatalı silerek geri yerine bıraktı. "İşte oldu," derken derin bir nefes alarak şaheserini izlemeye başladı.

İkinci kez yerinde sıçrarken bu kez nedeni şaşkınlık değil kalçasında hissettiği acıydı. O güzel şekilli poposunu ovuştururken ne olduğunu anlamak için Sema'ya döndü. Sema ise elini masaya vurdu.

"Maşallah nazar değmesin. Sofra da sen de kesinlikle yenmeğe hazırsınız. Böyle...-Ağzını hafifçe şapırdattı.-yenmeye hazır olgunlaşmış ala sulu yeşil bir erik gibisin. Yesen dişlerin bir garip olur. Yemesen de içinde kalır."

Bu sözlerle Naz'ın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Demek ki sofra kadar kendi üzerinde gösterdiği özende de başarılı olmuştu.

"Dua et cinsel tercihim farklı, yoksa bu evde çok zor zamanlar geçirebilirdik tatlım. Gerçi bugün biz olmasak da sen baya zor zamanlar geçirecek gibisin. Muhakkak seni yemek isteyen biri olacaktır bu akşam."

"Aman midesine oturmayayım da," derken ikisi de kıkırdıyorlardı.

İşte o an beklenen oldu ve bu iki güzel kadının kahkahalarını kapı sesi böldü. Naz derin bir nefes alarak dış kapının yanındaki boy aynasına yöneldi ve son kez kendini inceledi. Üzerindeki abartısız, göz rengiyle uyumlu koyu yeşil elbise, hareli gözlerini daha belirgin hâle getirmişti. Hacimli ve iri dalgalı uzun saçlarını omzunun bir tarafına atarak boynunun bir kısmını kısmen açıkta bırakmıştı. Etkileyici gözlerinin etrafını çevrelemiş uzun kirpiklerini bir ton para harcadığı maskarasıyla daha kıvrık hâle getirmiş ve gözlerine sürdüğü hafif kahve tonlardaki farını da hafif tutmuştu. Bu sayede hem belirgin gözlere hem de buğulu bakışlara sahip olmuştu. Tüm makyajında gözlerine yoğunlaşmıştı. Ne de olsa bugün bir çift hareli göze her zamankinden daha çok ihtiyacı olacaktı! Zaman zaman kızaracağını düşünerek allık kullanmamış dudaklarını da renksiz bir nemlendirici ruj ile hafif nemli görünmesini sağlamıştı. Üzerinde çok uğraşmasına rağmen şu anki hâline en uygun kelime kesinlikle doğaldı. Çok abartılı olarak üzerinde uğraşılmış izlenimi bırakmak da istemiyordu.

Açık olan omzundan başını hafifçe çevirerek Sema'ya baktı. Sema da kadının düşüncelerini anlayarak ona iki elinin de başparmaklarını kaldırarak onay vermişti. Naz bu işaretin üzerine göz kırparak o güzel dudaklarını büzdü ve Sema'ya öpücük attı. Sema ise bu harekete iki elini kalbine götürerek aşktan deli divane olan birinin imajına büründü.

Naz hâllerine gülerken hızlanan kalbinin kapılarını es geçerek dış kapıyı yavaşça açtı ve karşısında her zamanki uyumundan ödün vermeyen, biçimli vücuduyla her dakika dokunmak için yanıp tutuştuğu adam duruyordu. Açık kahve, boru paça kanvas kumaş bir pantolon üzerine lacivert boğazlı bir kazak giymişti. Bu kıyafetlerle açık mavi gözleri Naz'a daha belirgin görünmüştü.

"İyi akşamlar abitomun çok sevgili... Karşı komşusu."

Yağız'a bakan gözleri şaşkınlıkla biraz olsun büyüdü; çünkü gelen o yarı tanıdık sesin sahibinin de orada olduğuna hiç ama hiç dikkat etmemişti. Hemen kendisini toparladı. Bakışlarını Yağız'ın yanındaki kıza çevirdi. Koyu siyah saçları ve mavi renkteki gözlerinin tonuna kadar abisinin aynısıydı. Yüz hatları da oldukça benzerdi.

Pelin'in sesini duymasıyla Naz'ın gözlerinin hafifçe büyümesi Yağız'ın gözlerinden kaçmamıştı. Demek ki o da kendisine bakarken tüm dünyayı silmişti. Bu kesinlikle iyi bir şeydi. Zaten kendi gözlerinin Naz'ı tüm akşam takip edeceği açıktı. Kışlık yeşil elbisesi dizlerinin üzerinde biterken açık bıraktığı gür şelaleleri andıran saçları tek omzunda toplamış olsa da belinin biraz üzerine kadar geliyordu. O iri dalgaların arasına ellerini daldırarak biraz olsun ateşini gidermek istemesi çok mu garipti? Naz, kardeşiyle konuşurken o Naz'ı incelemeye devam ediyordu. Hafif yaptığı makyajı öylesine odaklıydı ki gözlerini gözlerinden alamıyordu. O gözler kesinlikle hedeflerini bulmuştu. Şu an kardeşine bakan o gözleri kardeşinden bile kıskanıyor olması garip miydi peki?

"İyi akşamlar. Hoş geldiniz buyurun içeri geçin," diyen Naz'ın sesiyle hayal dünyasından sıyrılan Yağız, kardeşinin içeri girmesinin ardından içeri girdi.

"Ben Naz, dediğin gibi abinin sevgili karşı komşusu," dedi Naz.

"Ben daha önce tanışmadığımız için... Yani kısmen tanışmadık. Benim münasebetsizliğim yüzünden birbirimizi yanlış zamanlarda... Neyse lafı fazla uzattım. Hiç hoş olmayan yerlere gitmeden... Öncelikle özür dilerim."

Pelin abisinin boğazını temizlemesiyle sözlerini yarıda bırakmak zorunda kalsa da özrünü dilemişti. Şimdi tanışmaktaydı sıra. "Ben Pelin. Yağız'ın küçük cadı kız kardeşi, bir süre için karşı komşun ve şimdilik senin de tatlı görümcenim Naz ablacığım. Tanıştığımıza çok memnum oldum."

Naz elini uzatıp uzatmamakta kararsızdı. Zaten kızın söylediklerinden utanmışken nasıl bir harekette bulunacağını şaşırmıştı. Gerçi kız söylediklerinde oldukça samimi görünüyordu. Elini uzatmak için hamle yaptığı sırada kız boynuna sarılınca şaşkınlığının yerini rahatlamaya bıraktı.

Pelin dayanamamış kollarını kadının boynuna sarmıştı. İçinden ona binlerce kez teşekkür ediyordu. Çünkü abisini hiç böyle görmemişti ve her şeyin sebebi bu seksi evet seksi, sevimli, sempatik, se... karşı komşuydu. Kaç gündür abisinin hareketlerini gözlemliyordu. İlk kez o malum gün dışında ikisini karşı karşıya görmüştü ve her şeyin farklı olduğunu anlaması uzun sürmemişti. Sarılışına kadından karşılık alınca daha da mutlu olmuştu. "Seninle gelin görümce çok iyi anlaşacağız."

"Bundan hiç şüphem yok Pelinciğim. Zamanlamanız mükemmel, siz içeri geçin ben de kapıyı açıp geliyorum."

Gerçekten de zamanlama ayarlanmış gibiydi. Yağız ve Pelin salona yönelirken Naz da çalan kapıyı açmak için dış kapının önünde durdu. Kapıyı açtığında Öyküm ve Ali tam karşısındaydı. Onları da içeri aldıktan sonra hep beraber salona geçtiler.

Salona geçtiklerinde anlamayan bakışlarla Sema'ya baktı. Sema ise kendinden emin bir şekilde Ali ve Öyküm'ü oturmaları gereken yerlere yerleştiriyordu. Naz'a şimdi Yağız'ın tam karşısındaki sandalye kalmıştı. Hâlbuki Naz'ın düşüncesi Yağız'ın yanına oturmaktı. Bu sayede adam her dakika ona bakmak için başını çeviremez, Naz'da zor durumda kaldığı zamanlarda Yağız'ın delici bakışlarından uzak kalmış ama bedenine yakın olmuş olurdu. Fakat şimdi her dakika adamın göz hapsinde olacaktı ve bugün elinden geldiğince uysal davranmaya çalışacaktı. Peki adamın her bakışında tüm sinir hücreleri büyük bir uyum içerisinde baş kaldırırken mavi fırtınalı bakışlara yelkenleri nasıl dayanacaktı?!

Sema ilk adımı atmıştı. Naz bugün geri çekilemeyecekti. Bu iş ya bugün olacak ya da bugün olacaktı. Zaten Yağız'ın bakışları kendisinin pek de bir şey yapmasına gerek olmadığını gösteriyordu. Hâlinden memnun bir şekilde Pelin'in yanındaki yerini alırken aslında Naz'ın, adamı her hâliyle etkilemek istese de bunu adamın gözünün önüne oturarak değil, ihtiyacı olduğunda kalkanlarını kaldırıp mevziisine çekileceği bir yerde yapmak istediğine adı gibi emindi. Ama bugün ne mevzii olacaktı ne de kalkan. Sema ikisinin kozlarını paylaştıkları anı şimdiden iple çekiyordu.

Yağız ise masa düzeninden oldukça memnun kalmıştı. Bir yanında kardeşi bir yanında kayınçosu otururken biricik eşi tam karşısındaydı. Genç kadın bugün oldukça uysal gibi görünse de fazla dayanamayacağını biliyordu genç adam. Madem onu her şeyiyle özlemişti, her şeye en başından başlayacaklardı. Bu da sevdiği kadının sınırlarını biraz olsun zorlayacağı anlamına geliyordu. Çünkü bir tek bu dilde anlaşabiliyordu. Tabii öpüşmeleri çok ayrı bir mevzuuydu.

Herkes yerine yerleşince Naz, ev sahibi görünümüyle çorba servislerini yapmaya başladı. Masada da güzel bir muhabbet başlamış Sema, Pelin ve Öyküm sohbet ediyorlardı. Yağız ise Naz'ın her bir hareketini avına yaklaşan bir panter gibi izliyordu. İzlendiğini hisseden Naz, tüylerinin diken diken olmasına engel olamıyordu.

Çorbalar içilirken Naz bakışlarını kaldırdığında Yağız'la göz göze geldi. Adamın keskin bakışlarıyla bir an kaşığı yarı yolda kalsa da o bakışlardan, bakışlarını ayırmayarak kaşığı dudaklarına götürdü. O an bir kez daha anlamıştı ki bu bakışlardan kaçmanın yolu yoktu. O zaman kesinlikle zevk almaya bakacaktı!

Naz'ın kaşığı dudaklarına götürüş tarzı bile bu kadar seksiyken bu harekete eşlik eden buğulu bakışları adamın dişlerini sıkmasına neden oldu. Kendisine engel olamayarak dudaklarında yaramaz bir gülümseme oluştu.

"Naz abla söylemeden geçemeyeceğim; ama maşallah çok güzelsin her zaman olduğu gibi ve elbisene bayıldım. Göz renginle çok uyumlu ve üzerine çok yakışmış." Bu sözlerle bakışlarını Öyküm'e çeviren Naz, kızın beğeni dolu bakışlarıyla karşılaştı. Bu kızı gerçekten seviyordu. Çok içten ve sıcakkanlıydı. "Teşekkür ederim güzelim."

"Gerçi ne demişler, güzele çuval giydirsen yakışırmış," dedi Öyküm beğeniyle.

"Kesinlikle. Ama Naz ablanızın çuvalları bile Fransa'dan alınır ve o çuvallar, Louis Vuittonlerle taşınır. Taşınırken de ev eşyasından çok Naz ablanızın şahsi eşyalarını taşıdık. Onlar bizim için daha önemliler. Onlarsız asla! Eve geç yerleşmiş olsak da Naz ablanız evimizi benden daha önce benimsedi ve sahiplendi."

İşte başlıyoruz, diye düşündü Yağız. Bunu karşısındaki güzel kadının bakışlarının kısılmasından anlamıştı. Şimdi gözleri, kısılmış bakışlarının etrafını çevreleyen kirpikleri arasında mücevher kutusunda parıldayan bir çift zümrüdü andırıyordu. Bir şeyler söylemek için dudaklarını aralayan genç kadının bir süre beklemesinden sonra verdiği yanıtsa Yağız'da ufak bir şaşkınlık yarattı.

"Haklısın hayatım; ama takdir edersin ki genç bir öğretmen olarak giyimime kuşamıma dikkat etmem gerek."

Bu neydi şimdi? Ama sakin ol Naz, güzel başladın. Sakinliğinden ödün verme. Şu an söylediklerin yüzünden sana belki kızgın ve kırgın olabilir. Şimdilik sakin ol, diye telkin etti genç kadın kendini içten içe.

"Hem görüyorum ki Naz abla kendisine gösterdiği özeni evine de gösteriyor. Evinizdeki renk ve şekil uyumundan açıkça belli ki zevkli biri tarafından döşenmiş," diyen Öyküm her şeyden habersiz Naz'a arka çıktı.

"Kesinlikle haklısın Öyküm. Bu konuda Naz ablanın eline kimse su dökemez. Evimizin hiçbir eksiğini gözden kaçırdığını hatırlamıyorum. Eve elimiz boş hayatta dönmeyiz. Evimizin dekore işini tamamen kendisi üstlendi zaten. Ben sadece o çek dedi, çektim. Oraya değil buraya dedi, yerleştirdim. Anlayacağın o dizayn edene kadar eşyaları indir kaldır yaptım. Benim için söylenenleri yapmak zor olmasa da Naz ablanız biraz uğraştı."

Bunları söylerken keyifle gülümseyen dudakları da Yağız'ın parlayan gözlerine eşlik ediyordu. Sema ve Pelin de bu konuşmayı keyifle takip edenler arasındaydı. Ali'yse ne olduğunu anlamaya çalışmaktansa akışına bırakmayı tercih etmişti.

Naz derin bir nefes al ve sakin olmaya odaklan! Sen yeterince laf söyledin zaten daha fazla söyleyip de her şeyi uçuruma sürükleme. Bırak içinde ne varsa biraz olsun döksün, diyen iç sesine ayak uydurdu Naz. Dirseklerini masanın üzerine dayayarak ellerini çenesinin altında birleştirdi ve gülümseyen bakışlarla adama baktı.

"Bunda da haklı olduğunu söylemem gerek bir tanem; ama sen daha çok yoruldun ve seni fazlasıyla uğraştığımın farkındayım. Ben elimi fazla bir şeye sürmedim," diyerek bir süre kendisini seyreden adama baktı.

"Sana hiçbir zaman kıyamadığımı biliyorsun. Seni herkesten, ne olduğu belli olmayan her türlü insandan hatta kendi gözümden bile sakındığımı da biliyorsun. Hem yorulmanı ya da maazallah tül takma gafletinde bulunup da merdivenden benim kollarım hazır olmadan düşmeni istemem."

Genç kadının kalp atışları gözlerinin içine bakarak konuşan adamın söyledikleriyle daha hızlı bir ritme girdi. Kızarmaya başladığını hissediyordu. Yemek servislerini yapmak için fırsattan istifade ayaklanarak mutfağa gitti ve biraz oyalanmaya başladı. Bir yandan da bu gecenin nasıl biteceğini düşünüyordu. Adam her fırsatta laf sokmayı ihmal etmiyor, sanki kasıtlı yapıyordu. Acaba Naz'ın sınırı nedir, diye düşünerek kendine göre ölçüm mü yapıyordu?! Zaten atağa kalkmaya hazır altta kalmaz kişiliği boğalar gibi soluyup duruyordu. Yemekleri servis ettiğinde kararını vermişti. Adamın bakışlarında ve duruşunda, duracak gibi bir ifade yoktu. Âşık olduğu adamı az biraz tanıyordu. Sakin kalmakla onun hakkından gelemeyecekti. Madem öyle 'Göze göz dişe diş!!' diye düşündü. Şimdiden sonra altta kalmayacaktı. Kendi yerine oturduğunda üzerinde konuşulan konuya kulak verdi.

"Bizim ev alışverişlerimiz genellikle iki kişilik çekirdek bir aile için değil geniş bir ailenin bir yıllık alışverişi gibi yapılır," diye gülerek kendisine bakan Yağız'ın sözleriyle konuyu kavradı.

Sınırımı fazla zorladın Yüzbaşım ve sınırı aştın. Artık mayınlı bölgedesin! Beni seyret şimdi!

Yağız inatla kendisini geçiştiren kadının sınırını aşmayı bekliyordu; ama tanıdığı Naz'a göre oldukça iyi gidiyordu. Onunla didişmeyi bile böylesine özlemişken bu kadın bu zevki elinden alıyordu. Onun her hayatım deyişinde içi gitse de her sözünü geçiştirmesi, itaatkâr bir eş olduğunu gösterip gururu okşaması gerekirken, şimdi istediği bu değildi. Bu kadın söylediklerini geri alacaktı! Karşısına geçmiş bu kadar rahat tavırlarla cevap verirken ellerinin üstüne yerleştirdiği çenesinde muntazam bir yer bulmuş öpülmeye hazır dudaklarından, buğulu bakışlarında parlayan hareli yeşilin bin bir tonundaki gözlerinden, tek omzuna atılmış saçlarıyla bir kısmının gözlerden saklandığı bir kısmınınsa dokunulmak için çağıran beyaz teninden tüm yaşadığı hasretin hesabını soracaktı! O söylediği sözler sonrasında bunun hesabını verecekti!

"En son beraber yaptığımız alışveriş senin eserindi; ama hayatım. Onu unutma. Yağız abiniz o zaman hamile olduğumu düşünüyordu. Hâlbuki sadece birkaç kilo almıştım. O yüzden ben söylemeden neyin başında normalden uzun süre kaldıysam aldı. Hâliyle bir yıllık erzak alışverişimizi o gün kısmen yaptık sayılır," diyen Naz'ın sözleri ve sözlerine eşlik eden keskin bakışlarıyla, Yağız sınırı kısmen geçtiğini anladı. Daha bir keyiflenmişti şimdi.

"Peki, bebek düşünmüyor musunuz?"

Bu soruyla su içmekte olan Ali'nin boğazında takılı kalan su, öksürmesine neden oldu. Sema'nın ise bir şey söylemeye hiç ama hiç niyeti yoktu. Şu an keyfi oldukça yerindeydi. Bakışları tenis maçı izlermiş gibi bir o yana bir bu yana gidip duruyordu. Pelin'se ilgiyle izlediği bu sohbete ilk kez katılma ihtiyacı hissetti. O kadar keyifliydi ki onların tatlı sert atışmasını izlemek... İçinden onlar için dua ederken lafa karıştı.

"Abito ne kadar güzel olmaz mıydı, gerçekten etrafta hala diye dolanan bir küçük?! Minik minik ayaklar koşturur dururdu! Yengeciğim sen de istemez miydin?! Hayali bile mükemmel," diyen Pelin sevinçle ellerini çırptı. Sanki onlar gerçekten evliydi de ailecek oturup çocuk planlamasını oylamaya sunmuşlardı. Bu oylama sonrasında da Yağız ve Naz soluğu yatak odasında alacaktı!

"Ben de çok isterim; ama bir de Naz ablanıza sormak lazım. Onun isteyip istememesine bağlı. Bu da demek oluyor ki işimiz leyleklere kaldı. Bir dahaki göç sezonları ne zamansa bebek de o zaman."

Yağız'ın bakışları, şaşkınlıkla kendisini izleyen Naz'dan ayrılmıyordu. Naz ise şaşkınlıktan ne diyeceğini şaşırmıştı. Kendisini tutmaya çalıştıkça herkes dört bir yandan üzerine geliyordu!

"Demek ki daha çok bekleyeceksin bebeğim. Benim önce seni büyütmem lazım. İki bebeğin hakkından aynı anda gelemem," dedi Naz, Yağız'a göz kırparken. Biraz olsun şaşkınlığından sıyrılmıştı.

"Sizi gerçekten çok seviyorum. Hayatımda gördüğüm birbirleriyle en uyumlu ve birbirine en çok yakışan çiftsiniz. Tatlı sert atışmanız bile insanı özendiriyor. Size gerçekten de çok özeniyorum. Bu yüzden böyle bir soru sordum," dedi Öyküm hafif bir mahcubiyetle.

Bu sözler Naz'ın oldukça hoşuna gitmişti. Demek dışarıdan çok uyumlu görünüyorlardı. Gerçi bir hafta önce sözlü olarak inkâr etmesine rağmen bunun aksinin olmasını çok istiyordu genç kadın. Yağız'sa hafif bir kahkahanın ardından konuşmaya başladı. "Biz Naz ablanla kedi ile köpek gibiyizdir. Burada kedi ben oluyorum. Özellikle de mart kedisi."

Naz bu laf sonrasında tekrar tekrar o duyguya kapılmasına rağmen alışamadığı bir şaşkınlıkla Yağız'a baktı. Yağız'sa buna bir cevabın var mı dercesine genç kadına bakıyordu. Yüzünde ise solmayan o tebessüm vardı.

"Ben bizim durumumuz için tencere kapak ikilisini daha uygun buluyorum hayatım," dedi Naz dişlerinin arasından. Kıstığı bakışlarını da koyulaşmakta olan mavi gözlerden ayırmıyordu.

"Aslında çok haklısın bir tanem, tencere kapak bizim için daha uygun. Ne de olsa hatırlarsan yeni evlendiğimizde tencere de pişirir kapağında yerdik. Tabii sen yemek yaptığın sürece," diyen Yağız aldığı keyfi gizlemeyerek arkasında yaslandı.

Öyküm anlamayan bakışlarını çiftin üzerinde gezdirdiğinde, Yağız'ın yüzündeki gülümseme daha da genişledi ve vakit kaybetmeden sözlerine devam ederek Öyküm'ü merakından kurtardı. 

"Naz ablanın bardak ve tabak kırmak gibi bir hobisi var. Genelde hedefleri ıskalasa da isabetli olmaya oldukça yakın atışları vardır. Hedefi benim gibi zorlu biri olunca hâliyle atışın hedefe ulaşması çok zor oluyor."

Kadının attığı bardaklar hedeflerini şaşırsa da parlak yeşil gözleri hedefini her fırsatta on ikiden vurmuştu.

"Peki, bu koşulda kapak hanginiz oluyor diye sorsam?" dedi Öyküm gülerken. Naz da arkasına yaslanarak Yağız'dan gelecek cevabı merakla bekliyordu. Atağa geçme kararı alsa da kendini sıkıyordu hâlâ.

"Tabii ki Naz ablan. Kapak yapıp kapı çarpmayı çok sever."

İşte bu kesinlikle son damlaydı! Yerinden kalkan Naz bakışlarını iyice kıstı. Adamın üzerine atlamamak için kendini zor tutuyordu. Bu adama nasıl böylesine âşık olabilmişti ki?! Boşalan servis tabaklarının bir kısmını toplarken Yağız'a cevap vermeyi de ihmal etmedi. Cevapla birlikte Yağız'a güzel bir gülümseme de sundu.

"Tencere dibin kara seninki benden kara!" diyen Naz saçlarını savurarak Yağız'ın yanından mutfağa yöneldi. Savrulan saçlarının Yağız'ın yüzünü okşayarak geçmesiyle, genç adamın ciğerleri kadının yumuşacık kokusuyla dolmuş ve onu tutan tüm ipler de kopmuştu.

Elindeki servis tabaklarını büyük bir gürültüyle tezgâha bırakan Naz, elleriyle tezgâhı sertçe kavradı. Adamın yaptığı şey bariz üstüne gelmek olsa da hiçbir zaman bu kadar sinirlendiğini ve kırıldığını hatırlamıyordu. Çünkü âşık olduğu adam geçmiş karşısına onun için en değerli olan zamanlarla, beraber geçirdikleri zamanla, alay ediyordu. Yüzündeki o gülümseme sanki o zamanların adam için ne kadar değersiz ve önemsiz olduğunu yüzüne vuruyordu. Kalbinin ritmini bozan o gülümsemelerinden nefret ediyordu şimdi! Görüşü bulanıklaşırken dişlerini sıktı.

Tezgâha bırakılan tabak sesleriyle mutfağın boş olmadığını anlaması uzun sürmedi. Tüyleri ürpermiş ve teni karıncalanmaya başlamışken adamın varlığıyla tüm mutfağı doldurduğunu anlaması çok da zamanını almadı. İçeride tüm söylenenler diğerlerine eğlenceli bir şovun parçaları gibi gelse de, genç kadın kendince kırılmıştı ve bu kırgınlığını gizlemeye gücü yoktu.

"Söylediklerimin intikamını böyle mi alıyorsun benden?! Seninle geçirdiğimiz zamanları eğlence konusu yaparak mı?!" dedi dişlerinin arasında. Boğazına oturan yumruysa konuşmasına engel oluyordu. Adama sırtı dönükken bile onunla konuşmak çok zor gelse de söylediklerinin ondan yarattığı etkiyi görmek istiyordu. Tezgâhın kenarını tutan ellerini gevşeterek çevresinde döndü ve güç almak istercesine sırtını tezgâha yaslamak için hamle yaptı. Ama bu girişimiyle nefesini tutması bir oldu. Yağız o kadar yakınındaydı ki nefes aldığında onun kokusu doluyordu içine.

Karşısında derin nefesler alan kadının kokusunu içine çekerken gözlerini saklayan göz kapaklarının titreyişini izledi bir süre. Onun içli sesini duyduğunda ona yaklaşmaktan başka bir şey düşünmemişti. Şimdi ise karşısında kaskatı kesilmişti. Çünkü o kadar çok şey yapmak istiyordu ki...

"O güzel gözlerini esirgeyecek misin benden?" diye mırıldandı önce. Ona ne kadar dokunmak istese de tuttu kendini. Şimdi sırası değildi. "Gözlerime bak!" dedi tekrar dişlerinin arasından.

Göz kapaklarının hafifçe aralanmasıyla ortaya çıkan nemli bir çift hareli yeşil göz, kendisine kırgın ve üzgün bakıyordu. Gözlerindeki akmaya hazır yaşları silmek için deli gibi çırpınan parmaklarını yok saydı genç adam. Birbirlerine çok yakın olsalar da ona dokunmadı. Bu hâliyse içini eritmeye fazlasıyla yetiyordu. O gözlerindeki yaşları saklamadan onların masumluğu ve gerçekliğiyle kendi gözlerinin içine bakarken, genç adam da kendi gerçeklerini saklamayacaktı.

"Ben o zamanlardan bahsederken çok mu eğlendim sanıyorsun? O zamanların geçmişte kalmasından çok mu memnunum?" Genç kadının kendisinden kaçırdığı bakışlara inat tekrar fısıldadı. "Gözlerimin içine bak!" dedi öncekinden biraz daha sert bir şekilde.

Gözlerini karışındaki ciddi ifadeye bürünmüş adamın bakışlarına odakladı. Yüzü her zamanki hâlinin aksine ciddi ve daha çok maskesiz gibiydi. Savunmasız...

"O zamanların benim için ne kadar değerli olduklarını tahmin bile edemezsin. Ne eğlencesinden bahsediyorsun sen? Sen bana o bardakları tek tek fırlattığında... İlk kez tanıştı gözlerim hareli yeşil gözlerinle," diyen genç adam biraz daha yaklaştı genç kadına.

"Evimi benden önce sahiplenip de yatağımda uyuduğunda baş döndürücü kokun sinmiş yatağıma. Ciğerlerime ilk kez, o gün çektim kokunu derin derin... Sanki yıllardır sigara bağımlısı birinin yaptığı gibi... Ciğerlerim bayram etti."

Adamın her saniye kendisine biraz daha yaklaşmasıyla göğüs kafesinde kuş gibi çırpınıyordu kalbi. Genç adam saçlarının bir tutamını eline alarak kokladığında o da kendi kokusuna karışmış olan adamın kokusunu içine çekmek için derin bir nefes aldı.

"Merdivenlerden düşerken kulaklarımı dolduran korku dolu çığlığınla uzun zaman sonrasında ilk kez içimi bir korku sardı." Yağız, ellerinin esaretindeki saçları okşayarak yumuşaklığını hissetti ve ardından serbest bıraktı. "Sen pazarda soğuktan üşümüş ellerinle ellerimi tuttuğunda ben senin ellerini ısıtırken aslında bilmeden ilk kez biri ısıttı içimi."

Buz kesmiş ellerinde hissettiği sıcacık ellerin varlığından güç alarak tuttu o elleri genç kadın ve adam kendi tenine ilk defa dokunmuştu şimdi.

"Bizi evli zannettiklerinde ilk kez evli olma fikri geçti aklımın bir köşesinden... Ve... Baba olsam ne olur diye düşündüm ilk kez! Kendi babam gibi olur muyum acaba, dedim."

Kendisini annesinin ölümünden sonra hiç bu kadar savunmasız hissetmemişti genç adam. Tuttuğu elleri daha çok sıkarken parmakları birbirlerine dolandı. Bu nazlı kadının da ellerini tutmasından güç alarak devam etti.

"Sen benim rüyalarımı taçlandırırken en masum hâlinle... Dudaklarını zapt eden başka dudaklardan sonra seni kendimden... Kendi gözümden bile sakınır oldum ve ilk kez kıskançlık kol gezdi damarlarımda."

Bir elini serbest bırakarak kadının çenesini kendisine yaklaştırdı. Başparmağını kadının alt dudağında gezdirirken, aralanan dudaklarından kendi sinir uçlarına vuran sıcacık nefesini hissetti.

"Kapındaki mart kedin bile oldum senin. Haklıydın belki de... Çünkü hayatımda ilk defa bir kadını böyle deli bir cüretle sarıp sarmalamak istedim."

Derin bir nefes aldı. Onu gördüğünden beri yapmak istediği şeyi yaparak serbest hâldeki elini kadının gür saçları arasına daldırdı. Her bir hareketle kokusu daha çok doluyordu burnuna.

"Sen bize kedi köpek, tencere kapak derken bile uygunduk biz birbirimize. Ne de olsa biri birini kovalar, bir birini tamamlar... Ben o zaman bile mutluydum. Ama şimdi..."

Artık dayanamayacaktı. Tüm bedeninde kadını hissederken aklını kaçırmak üzereydi. Çaresizlikle alnını kadının alnına dayadı. Ama saçlarını arasındaki elini çekmedi. Çekemedi. Kadın gözlerini bir kez daha göz kapakları ardına saklarken genç adam da gözlerini kapattı. Nefesleri birbirine karışırken Yağız, dudaklarına değen yumuşacık dudakları hissetti; ama öpmek için hiçbir hamle yapmadı. O kendisini, duygularını açarken kadının sessizliği sınırlarını zorluyordu.

"Ben aklımı, fikrimi kaçırmadan önce bana bir şey söyle. Kalbimin kırgınlığını, acımı dindirecek bir şey söyle! Ya da. Dur!..." dedi dişlerinin arasından. "Birbirimize uygun değiliz de!"

Tezgâh ile adamın arasında sıkışan Naz, hiçbir şey yapamıyordu. Sadece adamın sözlerini beyninin en ücra köşelerine kazıyordu. Söylediklerinden daha fazla ne kadar pişman olabilirdi?! Gururunun sesini bastırarak dudakları üzerindeki dudaklara, adamın, böylesine atmasını sağladığı kalbine ve kulaklarını dolduran birbirlerine karışan nefeslerinin sesine odaklandı. Ona sarılıp deliler gibi ağlamak istiyordu! Onu öpmek istiyordu! Onu istiyordu! Her şeyiyle!

"Bir anda... Deli gibi bir kıskançlıkla söyleyip pişmanlık duyduğum sözlerden... Bana hissettirdiğin duygulardan ve güvenden... İçimi eriten sözlerinden sonra... Benden her şeyi iste; ama sana yalan söylememi isteme," dedi genç kadın zorlukla kesik kesik aldığı nefeslerinin arasında.

Kadının sesinin kulaklarına dolmasıyla gözlerini açtı ve uzun bir süre kendi gözlerinde sabitlenmiş yaşlarla parlayan gözlere baktı. O gözlerden damlayan tek bir yaşı takip ederek dudaklarını buldu gözleri. O hamle yapmadan kendi dudaklarını hapseden, genç kadının dudaklarıyla tüm film kopmuştu. Bu öpücük ilk öpücüklerine kıyasla daha farklıydı. Açlık daha fazlaydı, tüm duygular itirafların ardından daha yoğun...

Dudakları arasında, kadının titreyen ama kendinden emin hareket eden dudaklarını hissediyordu. Elleri, kadının saçlarının arasında kaybolurken bedenini daha çok bastırdı genç kadının bedenine. Buna karşılık kadının yaptığı ise ona daha çok sokulmak olmuştu. Parmakları kadının dalgalı denizleri andıran saçlarının arasından yavaşça aşağılara süzüldü ve sırtında durdu. Sırtına baskı uygulayarak daha fazla kendine çekti ve onu içine almak istercesine göğsüne bastırdı. Kendi kalın kazağına rağmen genç kadının göğüslerini tüm dolgunluğuyla hissedebiliyordu ki bu içindeki ateşin daha da harlanmasına neden oluyordu. O anı nasıl tarif edeceğini bilemiyordu adam. Kesinlikle ve kesinlikle muhteşem bir şeydi ve kollarının arasında kıvranan, daha fazlasını istediğini belli eden bu kadın, onu büyük günahlara davet ediyordu.

Dudakları birbirinden ayrıldığında Yağız alnını kadının alnına dayadı. İkisinin de düzensiz nefesleri birbirine karışırken aldıkları derin nefeslerle göğüsleri inip kalkıyordu. Naz elleriyle genç adamın yüzünü hapsetti ve yanağını usulca okşadı. Bunları yaparken gözlerini açmaya korkuyordu. Ya bu da rüyaysa diyordu içinden. İlk öpüşmelerinin ardından sık sık kendisini öpüşmenin devamını hayal ederken buluyordu ve şimdi gözlerini açmaya cesareti yoktu.

Genç adam yüzünde oynaşan parmakların verdiği hazza bıraktı kendini. O parmaklar, değdiği yerde iz bırakıyordu. Hafifçe dudaklarına geldiğinde, yumuşacık parmak uçlarına birer öpücük bırakırken gözlerini açtı. Aynı anda genç kadının gözleri de açılmıştı.

Açık mavinin daha koyu bir tonuyla karşılaşan Naz, dayanamayarak diliyle dudaklarını yaladı. Dudaklarına çikolata bulaştırmış küçük bir kız çocuğuna benziyordu ve daha çok çikolata için yalvaran gözleri tadını aldığı yere bakıyordu aç bakışlarla. Yağız'ın dudaklarına...

Bu hareket kesinlikle savaşa davetiyeydi. Yağız da bu daveti karşılıksız bırakmadı ve kendisine ait olanı almak için uzandı. Hiçbir şey bırakmak yoktu niyetinde. Hepsini alacaktı ki izi her zaman hatırlanacaktı.

Kulaklarını dolduran kalbinin sesine karışan bir tıkırtı sesiyle zorla da olsa tadına doyamadığı dudaklardan ayrılan Naz, panikle başını saklamak istercesine Yağız'ın göğsüne gömdü. Yağız ise Naz'ın ani hareketine ufak bir kahkahayla karşılık verdi. Göğsüne başına koyup kendisine sımsıkı sarılmış olan bedeni sardı kolları ve onları suçüstü yakalamış olan kardeşine baktı. Yine!

Pelin gözlerini elleriyle kapatmış olduğu yerde dikiliyordu. "Abito inan hiçbir şey görmedim. Yani... Gerçekten görmedim. Lütfen siz rahatsız olmayın... Ben... Ay... Çok özür dilerim..."

"Pelin!" diye bağıran genç adam aslında kardeşine hiç kızgın değildi. Gülüyordu bile. Şu an öylesine mutluluk sarhoşuydu ki dünya dursa dahi kollarındaki bu beden olduğu sürece umurunda değildi.

"Ben hiçbir şey görmedim. Gerçekten!... Devam edebilirsiniz... Konuştukça batıyorum ben abito," diyen Pelin'se koşarak mutfağı terk etti.

Yağız'ın göğsünden gelen gülme sesiyle, genç kadın duyduğu utançtan ona daha çok sokuldu. Yüzünü göğsüne gömmüşken bundan istifade ederek derin derin nefesler almayı ihmal etmedi.

"Bu utancı ikinci defa yaşıyorum Aman Yarabbi'm!"

Genç adam, göğsüne sokuldukça sokulan kadından istemeyerek de olsa biraz uzaklaşarak başını kaldırmasını sağladı ve gözlerinin içine baktı. Yeşilin bin bir tonuna bürünmüş gözleri daha çok koyulaşmış, yanakları ise kızarmaya başlamıştı. Dudakları yeni öpüldüğünü fısıldarcasına şişkin ve gül goncaları gibi pespembeydi. Dayanamayarak ufak bir öpücük bıraktı dudaklarına.

"Burada biraz daha kalırsak içeridekilere ayıp olacak eminim ki başka baskınlar da olacak ve... Benim yüzüme baktıklarında... Kesinlikle durumu anlarlar çünkü... Kızardığımı hissediyorum," dedi Naz. Bunu yaparken dudaklarına mutlu bir tebessüm eşlik ediyordu.

"Çünkü kızarıyorsun. Hem bırak onlar ne düşünürlerse düşünsünler. Sonuçta biz evli ve birbirleriyle oldukça uyumlu bir çiftiz. Muhakkak bebek planlaması yaptığımızı düşünürler."

Bu sözlerin ardından dayanamayan Yağız, bu kez genç kadının kızaran yanaklarına bir buse kondurdu.

"Ben senin leylek planını oldukça uygun bulmuştum aslında, dertsiz ve tasasız. Ama şimdi kendime çeki düzen versem iyi olur," diyerek Yağız'ın kollarından ayrıldı. Birden üşüdüğünü hissederek o kolların arasına tekrar sokulmak ve dünyayı unutmak istedi.

Hiçbir zaman gerçekten hissedip yapacağını düşünmediği şeyi yaparak adamı kendisine çekip dudaklarına istekli bir öpücük kondurdu. Yağız nasıl başlayıp bittiğini anlamadan öpücük bitmişti bile. Kadın kapıya yöneldiği anda onu belinden tuttu ve kendine doğru çekerek kendi kollarında hapsetti. "Senden bir şey isteyebilir miyim?" dedi kısık bir sesle.

Naz adamın yüz ifadesinin ve ses tonunun değişmesiyle meraklandı ve konuşmaya devam etmesi için başını salladı.

"Ben... Yakın zamanda araziye çıkıyorum."

Bu sözleri duymasıyla Naz, olduğu yerde kaskatı kesildi. Tek desteği o an kendisini sarmış olan kollardı. Şaşkınlıkla adamın devam etmesini bekledi. "Pelin'in yalnız kalmasını istemiyorum ve... Burada onu emanet edebileceğim bir tek sen varsın. Ona göz kulak olur musun?"

Zihni, onun başına gelebilecek kötü şeylerin her türlü düşük ya da yüksek olasılıktaki ihtimallerini şimdiden sıraya dizmişken görüşü netliğini kaybediyordu. Boğazına bir yumru oturmuştu şimdi.

"Tabii ki göz kulak olurum," dedi önce ve nazikçe adamın kollarından çıktı. "Aklın bizde kalmasın," diyerek aceleyle mutfaktan çıktı. Onun gidişini izleyen Yağız'sa düşüncelere dalmıştı bile.

"Hadi kardeşimle kalbimi sana emanet bıraktım da... Seni kime emanet edeceğim ben?" diye mırıldandı görmeyen gözlerle kadının gittiği yere boş bakışlarla bakarken.

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 18

Fotoğraf @nilmelteem Bölüm 18    Okundukça birbirine karışan kelime ve harfler… Tekrar tekrar okunan kaçıncı satırdı bu?! Kaçıncı girişimdi ...