Fotoğraf @nilmelteem
Bölüm 18
Okundukça
birbirine karışan kelime ve harfler… Tekrar tekrar okunan kaçıncı satırdı bu?! Kaçıncı
girişimdi aklının iplerini eline almaya çalıştığı? Noktalardan başladığı ama
virgülde aklının sahillerine dalıp gittiği kaçıncı zamandı? Cümlenin ortasına
geldiğinde başını unuttuğunu fark edip kaçıncı iç çekişiydi?
Gecenin
alacakaranlığında satır aralarında kaybolduğu kitabı derin bir nefes eşliğinde
bir kenara bıraktı genç kadın. Aklını dağıtmaya çalıştığı her girişim sonuçsuz
kalıyor, o derin mavi gözler aklında değil kalbinde beliriyordu. Gece
lambasının loş ışığında aydınlanan odasını boş gözlerle seyretti. Gözleri saate
takıldığında bir başka uykusuz gecenin, günü güneşe bırakışına birkaç saat
kaldığını fark etti. Kalın yorganının içinde iyice kıvrılırken bir titreme aldı
vücudunu. Üşüyordu bedeni. Üşüyordu kalbi. Ve buna tek çare biliyordu; ama o
çarenin şimdi nerede olduğunu bilmiyordu. Çareleri bile çaresizdi o yokken.
Yatakta
kıvrılan bedeni bir kez daha ürperdi. Sıcacık odasında kalın yorganının altında
dahi böylesine titrerken o ne yapıyordu? Neredeydi şimdi? Üşüyor muydu onun
gibi?
Onun ne
durumda olduğunu zihni kurmaya başlayınca istemsiz gözyaşları doldu gözlerine. Görüşü
bulanıklaşırken gözlerini yumdu. Tekrar açtığında komodinin üzerinden
kaldırmaya kıyamadığı, çevresinde dökülen yapraklarla beraber Naz’a eşlik eden
çiçeklerle karşılaştı. Hareli yeşillerinden bir damla yaş akıp yolunu bulurken,
genç adamın kokusunun sindiği yastığa daha çok gömdü burnunu. Ama o koku eskisi
gibi orada değildi. Aynı bir haftadır genç adamın yanında olmadığı gibi… Sanki
kokusunu da alıp gitmişti.
Kapısının
tıklanmasıyla gözyaşlarını silerek yatağında doğruldu ve bağdaş kurarak oturma
pozisyonu aldı. “Gel,” dedi merakla. Bu saatte herkesin yatmış olması
gerekiyordu çünkü.
Kapısının
yavaşça aralanmasıyla karşılaştığı manzara aniden yatağından çıkmasına neden
oldu. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözler ve şişmiş dudaklarıyla Pelin öyle bir
iç çekiyordu ki düşünmeden genç kıza sarıldı. Naz’ın sarılışıyla Pelin’in iç
çekişleri hıçkırıklara dönüştü.
“Naz…abla…be..n
çok..kor..ku..yo..rum,” dedi Pelin kesik kesik solurken.
Genç
kadın, Pelin’in yüzünü görebilmek için hafifçe geri çekildi. Kızın gözleri o
kadar kızarmıştı ki uzun süredir ağladığını tahmin etmemek imkânsızdı. Naz
tekrar kızı bağrına basarken, gözlerine dolan yaşları geri yollamak için derin
bir nefes aldı.
“Korkma
güzelim. Korkulacak bir şey yok ki!” derken kendisi bile söylediklerine
inanmıyordu. Yalandan nefret ederken nasıl olup da yalan söyleyebilmişti? Kendisi
de deli gibi korkarken…
“Se..nin..le…u..yu..ya..
Seninle uyuyabilir miyim?”
Naz, tek
çırpıda kurduğu cümle sonrasında tekrar hıçkırıklara boğulan Pelin’i yatağında
doğru çekerek oturttu. Kız o kadar bitkin görünüyordu ki kendisi için yeterince
üzülürken şimdi Pelin’in acısı da eklenmişti. Bir haftadır doğru düzgün bir şey
yememiş, yediklerini de Naz’ın zoruyla yemişti. Ama Naz’ın bile içinden bir
şeyler yemek gelmezken, ağlamaktan omuzları çökmüş bu kızdan nasıl
bekleyebilirdi ki? Ama emanetti o. Yağız gittikten sonra Pelin, onlarla kalmaya
başlamıştı. Kız abisinin gidişiyle öyle üzülmüştü ki itiraz bile etmemiş,
aksine Naz’ın bu isteğinden memnun olmuştu.
Pelin’in
uzanmasına yardımcı olan Naz, kendisi de hafif oturur vaziyette yatağa uzanarak
Pelin’den tarafa döndü. Kızın hıçkırıkları yerini iç çekişlere bırakırken
gözlerinden usulca yaşlar süzülüyordu.
“Gece gece
seni de rahatsız ettim; ama… Dayanamadım tek başıma kalmaya. Işığını da
görünce…” Pelin sözünün ortasında dalıp gidince Naz sesini çıkarmadı. Bir şey
söylemek içinden gelmiyordu çünkü. Kız devam etti. “Böyle zamanlarda… Eğer abim
evdeyse… Ki çoğu zaman yoktur… Onun yanına kıvrılırım… O beni… Hemen fark eder tabii...
Sonra beni… Kendine çeker. Göğsüne yatırır… Ve… Usul usul saçlarımı… Okşar,” diyen
kızın hıçkırıkları sessiz odada yankılandı.
Naz’ın göz
pınarları dolarken, kendisini saran sıcacık ve güven veren kelepçe gibi olan
kolların aksine zayıf ama muhtaç kollar sardı bedenini. Genç kadın da
kollarını, kızın bedenine sararken göğsüne yaslanmış başı usulca okşamaya
başladı. Kızın bedeni kâğıt gibi titrerken Naz boşta kalan eliyle kalın yorganı
üzerlerine örterek kızın kömür karası saçlarını okşamaya devam etti. Onu
rahatlatacak bir şeyler söylemeyi öyle çok isterdi ki. Onu rahatlatabilmeyi… Ama
bunun için önce kendi içindeki dalgaları sakinleştirmesi, soluksuz atan kalbini
dizginlemesi gerekiyordu. Hayatında ilkleri yaşadığı şu zamanda bir ilki daha
yaşamıştı şimdi. Kelimeleri tükenmişti! Hâlbuki onun her şeye bir cevabı vardı.
Bir tek onda tükenirdi kelimeleri bir de… Bir de şimdi…
“Annemi
kaybettikten sonra… Her şey çok değişti. Sanki bizi bir arada tutan annemmiş
gibi… Hepimiz bir yana... Savrulduk... Sonra tartışmalar… Başladı. Abime hep
beni yalnız bıraktığı için kızdım… Çünkü kendine göre… Doğru olan buydu… Her
şeyi… Her seferinde ardında bırakırken… Beni terk edip gitti… Bu yüzden… Onu
suçladım… Ama sebebin hiçbir zaman işi olduğunu… Aklıma getirmedim… Mezun
olduğundan beri… Bana göreve… Çıktığını hiç söylemezdi.”
Kızın
saçlarını okşarken sadece sesini çıkarmadan dinliyordu. Genç adamın hayatı
hakkında bir şeyler öğrenmek garip olsa da heyecanlanmasına neden olmuştu. Garipti;
çünkü âşık olduğu, öptüğü, yanında olmasını istediği adamın hayatı hakkında
hiçbir şeyi bilmiyordu. Öğrendiği yeni bilgileri aklının bir köşesine kazıyordu.
Bunları, bu hayatın sahibinden öğrenmeyi daha çok isterdi; ama şimdi o yoktu ve
onun bıraktığı koca boşluğu öğrendikleriyle doldurmak için çabalıyordu genç
kadın.
“Abim… Eskiden
böyle değildi… Annemi kaybettikten sonra hiçbir şeyi… Umursamaz oldu. Sanki
hayatta önem verdiği… Kayda değer kimse kalmamış gibi… Hiçbir şey canını daha
fazla… Yakamayacakmış gibi… Benim üzerime titrese de annemin yokluğu… Belli
etmese de en çok abimi etkiledi… Ben deliler gibi ağlarken beni, ailemizi abim
teselli etti… Ama o tesellisini kimsede, hiçbir şeyde… Bulamadı… Ve… Her şeyden
uzaklaşmak için yalnız kalmayı seçti… Belki de… Annemin hatıralarından kaçtı… Belki
de kendini oyalamaktı niyeti… Babam da… Bu duruma… Hiç yardımcı olmadı… Sonra
da… Sonra da tartışmasız bir konuşmaları geçmez oldu… Kendimi abim olmadığı
zamanlarda… Hep çok yalnız hissettim.”
Pelin’in
gözyaşlarını teninde hissederken dudaklarını kızın başına dayayarak bir öpücük
bıraktı. Pelin çok güçlü bir kızdı. Çok küçük yaşta annesini kaybetmiş ve
geride kalmış çekirdek ailesine rağmen kendini yalnız hissetmiş bir kız…
“Ama abim…
Yalnızlığın boyutu varsa eğer… Benden daha yalnızdı. Şimdiye kadar evlilik
düşüncesini… Geçtim… Bizi ya da beni demeliyim… Bir bayan arkadaşıyla
tanıştırdığını bile hatırlamıyorum… Ya da bulmak gibi bir çaba içerisine
girdiğini… Onun yaşındaki çoğu erkek… Çapkınlık yaparken… O buna vakit bile
ayırmazdı… Gerçi yapıyorsa bana söylemez; ama… Hiç öyle bir havası olmadı
şimdiye kadar…”
Duyduğu
üzücü şeylerden sonra kızın son sözlerine sevinemedi bile Naz. Adamın umursamaz
havasının nedenini hep merak ederdi. Nasıl böylesine kayıtsız olabildiğini ya
da gülüp geçebildiğini? Sanki tek zor durumda kalanın kendisi olduğu gibi bencilce
bir düşünceye kapılarak onun da yaşanmışlıklarının olduğu gerçeğini hep es
geçmişti. O Yağız’dı çünkü. O dağ gibi adamın bir darbede yıkılacağı gerçeği
ona imkânsız gelmişti belki de… Buz dağının ardındakileri görmemişti belki de… Belki
de adam belli etmemişti.
“Belki de…
Onun için hâlâ umut vardır,” diyen kızın bakışları kendi gözleriyle birleşince,
başka mavilikleri hatırlatan gözlerle midesine yumruk yemiş gibi hissetti.
“Nefes
aldığımız sürece umut var demektir,” dedi Naz, kızı bekletmeden ve
dayanamayarak devam etti. “Abine ne kadar çok benziyorsun.”
Kızın
ağlamaklı yüzünde bir gülümseme belirip kayboldu. “Bunu söyleyen ilk kişi
değilsin ve… Bizi gören herkes hemen kardeş olduğumuzu anlar.”
Pelin’in
sözleri, bazı hatıraların zihninde belirmesine neden olmuştu. Onun da yüzünde
istemsiz bir gülümseme belirirdi. “Haklısın. Sizin kardeş olduğunuzu anlamamak
için kör olmak gerekir,”dedi dalgınca. Pelin’in imalı bakışlarını fark edince
konunun başka yöne çekilmesinden faydalanarak kızı bu hüzünlü havadan biraz
olsun uzaklaştırmak istedi. Hem kızın bakışları ve sözleri bu konuyla ilgili
bir şeyler bildiğini belli ediyordu. Genç kadın şu o anki düşeceği durumu, haddini
aşıp aşmadığını umursamadan kızın imalı bakışlarına, imalı sözlerle karşılık
verdi. Şimdilik sadece bu hüzünlü ortamdan biraz olsun uzaklaşmak istiyordu. Bakışları
kızın dudaklarına kaydı oradan da gözleriyle birleşti.
“Dudakların
oldukça şişmiş, sanki biraz önce birisiyle öpüşmüşsün gibi görünüyor,” dedi
gülümsemesini korurken. Bu sözler sonrasında Pelin’in gülümsemesi daha da
genişledi. “Bir şeyden korktuğumda, tedirgin olduğumda ya da ağlarken genelde
dudaklarımı ısırıyorum. İstemsiz oluyor. Küçüklüğümden beri böyleyim.”
Kızın
hıçkırıkları geçmiş, nefesleri düzene girmişti. Bu duruma memnun olan Naz, bu
konuşmayı sürdürmeye karar verdi. “Mm... Bak işte bu durum bir bayanı
olduğundan daha seksi gösterir. İstemsiz yapıyor olmansa bu görünümünü daha da
arttırır ve karşındakini deli eder,” derken Naz da gülümsüyordu.
“Aynısını
ben de abime söyledim. O anki bakışlarını görmen lazımdı. Fotoğraf
çekineceğinden habersiz son anda flaşı fark edip şaşıran insanlar gibiydi.”
Naz
zihninde Yağız’ın o hâlini canlandırmaya çalışırken oluşan görüntüyle zoraki
gülümsemesi dudaklarında genişledi. “Düşüncesi bile komik.”
Pelin
bakışlarını genç kadının bakışlarından ayırarak başını göğsüne yasladı. Naz, kızın
başını tekrar okşamaya başladığında kulağına gelen sesin tınısından kızın ne
kadar yorgun olduğunu anladı.
“Abim mutlu
olmayı hak ediyor. Onu uzun süredir böyle görmemiştim. Yüzünde umursamazlık
maskesinin yerini duyguları almış gibi… Ve bunu yapan kişiye minnettarım. Ona
ömür boyu borçlu kalacağım. Ama biliyorum ki… O insan da mutlu olmayı hak
ediyor. Bana böyle bir durumda katlanabildiğine hatta ve hatta abime
dayanabildiğine göre kesinlikle mutlu olmayı hak etmiş demektir,” dedi Pelin iç
çeken sesiyle.
“Dayanabildiğimi
kim söyledi?” diyen Naz’ın hafif sesi Pelin’in uykuya dalmadan önce duyduğu son
ses olmuştu.
Naz ise
yeni günü aklındaki mavi gözler, kulaklarında adamın sesi ve kalbine emanet
bırakılmış başka bir kalple karşıladı.
* * *
Ali
içindeki sıkıntıyla elindeki kitabı bir kenara bırakarak derin bir nefes aldı. Bugün
of nidalarının ardı arkası kesilmiyordu.
“Ne oldu
be oğlum?! Oflaya oflaya içimi şişirdin bugün!” dedi Erkan da elindeki kitabı
masaya bırakırken. Üç ev arkadaşı salona kurulmuş, Erkan ve Ali masada Sarp ise
koltuğa yayılmış bir şekilde, gelecek vize sınavlarına çalışıyorlardı.
“Kaç gündür
Naz ablaya takıldı aklım. Hiç iyi görünmüyor.”
“Hastadır
belki,” diyerek fikir yürüttü Sarp. “Öyle hastalık mı olur? Sürekli dalıp
gidiy…”
“Mutsuz
işte,” dedi Erkan tek çırpıda.
“Siz Naz
ablanın ruh hâlini mi takip ediyorsunuz? Belki kadın regl döneminde ve duygusal
çalkantılar yaşıyor.”
“Dedi
bizim doktor,” diye dalga geçti Erkan.
Erkan ve
Sarp’ın arasında bir süredir soğuk rüzgârlar esiyordu. Erkan, Sarp’ı
uyarmalarına rağmen birkaç gün önce Naz’ı almayı unutmasına bir hayli
sinirlenmiş ve onlara verilen emanete saygı göstermedikleri gerekçesiyle Sarp’ı
oldukça sert bir dille paylamıştı. Ama Sarp sesini çıkarmamıştı; çünkü Erkan
haklıydı. O günden beri Erkan iğnelemelerinden çekinmiyordu, Sarp da yaptığı
hatanın farkına vardığından üzerine bir şey söylemiyordu.
“Yağız abi
gelse bir an önce. İkisinin didişmelerini özledim be. Görmeniz lazım bir
aradayken öyle bir hâle geliyorlar ki onları izlemeye doyamıyorsun. İkisi de
birbirinin altında kalmıyor,” diyerek ortamı dağıtmaya çalıştı Ali.
“Konunun
Yağız abiyle ne ilgisi var?”
Okulun ve
kızların yoğunluğundan eve kendini zar zor atan Sarp, bunu gerçekten merak
etmişti. Naz ve Yağız’ı çok fazla bir arada görme fırsatı olmamıştı.“İkisinin
hâllerini hiç mi fark etmedin?” dedi Ali şaşkınca. Sarp’sa bu soruya başını
olumsuz anlamda sallayarak cevap verdi.
“O nereden
anlasın be Ali’m?”
“Oğlum kaç
kere özür dileyeceğim sizden?”
“Dileyebildiğin
kadar dile. Başla hatta şimdiden! Oğlum adam bize birini emanet etti. Biz de
sana güvendik! Sen ne yaptın?! Heheyt doktor bey anatomi dersindeymiş, sanki
biz arkadan gelen sesleri duymadık, anatomiden kadın hastalıklarına geçiş
yapmıyordun, değil mi o arada? Tabii zevkin doruklarında uçarken aklına
gelmemiştir!”
“Bırakın
yine tartışmayı. Kapatalım bu konuyu, oldu bir kere!” diyen Ali ikisini de
susturdu.
Merakına
yenilen Sarp dayanamadı. “Bu arada… Ne varmış onların hâllerinde?”
“Senin
anlamaman gayet normal. Herkes senin gibi züğürt değil!” dedi Erkan alayla
gülerken.
Erkan’ın sözleriyle
bakışlarını deviren Ali durumu açıklamaya koyuldu.“Oğlum, onlarla her bir araya
gelişimde anlatıyorum ya olanları… Hem birbirlerine bakarkenki hâllerine dikkat
etmediğini söyleme! Hem… Adam sadece komşusu olacak bir kadını neden bize
emanet etsin ki bir düşünsene…”
“Ee… Peşinden
koşulacak güzel bir kadın…”
“Dedi
bizim züğürt!” diyen Erkan, Sarp’ı susturdu.
“Off be
Sarp! Adam, kadına âşık!!” dedi Ali.
“Tabii sen
kadınlar konusunda henüz yüzeysellikte takılı kaldığın için anlayamazsın. Hatta
AŞK nedir bildiğinden bile şüpheliyim. Hele bir de Serdar Ortaç şarkılarında
tanıdıysan aşkı işin zor. Fakir insan!”
Erkan, Sarp’ın
üzerine çok fazla gittiğinin farkında olsa da böyle bir durumla tekrar
karşılaşmak istemiyordu. Hem de Yağız onlara Naz’ı ve kardeşini emanet
bırakmışken… Onları kollamaları için Yağız’ın sözlerine gerek olmasa da, o
sözler söylendikten sonra bu konuya daha da özen gösteriyordu. Dönüşümlü olarak
Naz’ı okula götürüyorlardı. Sema’nın ders saati uygun olursa o da onlara katılıyordu.
“Ne fakiri
oğlum?!”
“Duygusal
züğürt!”
Olası bir
tartışmayı engellemek için Ali tetikte beklerken, Sarp usulca konuşmaya
başladı. Sanki söylediklerinden memnun değilmiş gibi bir hâli vardı.“Ayaklarımı
yerden kesecek bir kadın karşıma çıkmadıysa, Yağız abi kadar şanslı değilsem,
benim suçum ne?”
Sarp’ın
sözlerini söylerkenki hâli bir şeylerin hasretini çeken bir adamı andırıyordu. Sanki
Sarp… Âşık olmayı çok istiyor gibiydi. Erkan onun bu hâline çok fazla
rastlamazdı. Dayanamayarak ortamı dağıtmak için ona takıldı.“Bu adam şimdi
böyle duygusuzları oynuyor ya… Âşık olduğunda çok deli bir adam olacak. Tanıyamayacağız
adamı.”
“Sevmek
gibi geliyordu her şey,
Sevmek gibi gidiyordu kadın
Adının anlattığı, canın teni yakmasıydı,
Bir bulut evet ama aslolan
Bulutun suyu yağmasaydı.
Bir insanı sevmekle
başlıyordu her şey…”
“Ve boşanmak için
En az iki şahit gerekiyordu,*” diyen Erkan tamamladı Sarp’ın
cümlelerini.
“Aşk
denince adam meslek değiştirdi,” diye güldü Ali.
“Ben de
isterim biriyle Allah’ın bizi unuttuğu bu yerde güzel bir şeylere başlamayı. Kalbimi
ona emanet bırakmayı…”
“O da
gelsin senin emanetinin içine tükürsün! Yani… Eğer senin gibiyse yapar. Hazırlıklı
ol,” diye gülerek takıldı Erkan. “Gerçi seni şimdiden hazırlamak lazım. Hatta
sen plastik cerrahi yerine kalp damar cerrahinde uzmanlık yapmayı
düşünmelisin. Gerçi plastik cerrahi sana daha uygun; ama… En azından zamanı
geldiğinde kalbinin işleyişi hakkında yabancılık çekme.”
“Düşünmüyor
değilim gençler. Kalp damar cerrahinde iyi para var deniyor.” Son sözleriyle
umursamaz hayta genç hâline dönen Sarp, koltuktan kalkarak vestiyere uzandı. “Ben
dışarı çıkıyorum biraz hava alacağım gençler. İstediğiniz bir şey var mı?” derken
montunu üzerine giyiyordu.
“Havanı al
da gel bakalım doktor civanım,” diyen Erkan masaya bıraktığı kitabını alarak
okumaya devam etti. Sarp dış kapıyı açarak ayakkabılarını giymek için
eğildiğinde apartmanın kapısı da açıldı. “İyi akşamlar Sarp,” diyen Naz’ın
sesiyle başını kaldırdı.
“İyi
akşam…” derken gördüğü bir çift mavi gözle sözleri yarım kaldı. Derin bir nefes
alırken ”…lar,” diyerek havada asılı kalan cümlesini tamamladı.
Mavi
gözlerin sahibi dudaklarını usulca büzerek gülümsedi. O mavi gözlerdi ki
güneşten kavrulmuş kumlar arasında kaybolan mavi renkteki bir çift elmastı
sanki. Esmer teninde öyle göz alıcı ve ışıltılı görünüyordu ki Sarp gözlerini
kırpmak zorunda kaldı. Dudaklarındaki tüm su çekilirken boğazı kurudu. Kalbi
eşik değerini çoktan geçmişti bile. Kız maviliklerini bir an için gözlerinden
ayırsa da kömür karası siyah saçlarını kulağının arkasına attıktan sonra tekrar
ona baktı.
“Sarp?”
Naz’ın
sesiyle kendine gelmeye çalışan Sarp, bakışlarını Naz’a yöneltti. O bakışlarda
ve gülümsemede öyle bir ima vardı ki bunun için Sarp’ın kıza uzun süre
bakmış olması gerekiyordu.
“Üzgünüm
bir an… Berrak denizlere daldım sanırım,” dedi kıza kaçamak bir bakış atarken.
Kaçamak
mı?! Bir kıza ne zamandır kaçak bakışlar atar olmuştu? O istediğinde çekinmeden
direk bakardı. Ve şimdi… Yaptığı bu küçük iltifattan utanıyor muydu?! Hâlbuki
her güzele iltifat ederdi. Edilmeliydi de… Ne değişmişti şimdi?
“Dikkat et
de o denizlerde açılıp boğulma ya da seni… Boğmasınlar,” diyen Naz’ın yüzünde
keyifli bir gülümseme vardı. Naz’ın laflarına anlamayan bakışlarla karşılık
verdi Sarp. Kim boğacaktı ki onu?
“Ben sizi
tanıştırmayı unuttum. Pelinciğim alt komşularımdan biri Sarp. Sarpçığım, Pelin ,Yağız
abinin kız kardeşi.” Sarp’ın Yağız ismini duymasıyla, derin bir nefes alarak
ciğerlerini şişirmesi bir oldu. “Yağız abimin mi?” dedi inanamayarak.
“Evet,
Yağız abinin,” diyen Naz, dudaklarını büzdü.
Ve Sarp
kendisini boğma ihtimali olan kişinin adını böylece öğrenmiş oldu. Bir de
adamın yanında çapkınlıklarını anlatmış, aklı sıra kızlarla aram iyi muhabbeti
yapmıştı! Bir de Naz’ı almayı bir gün için unutmuştu. Başından buzlu sular
dökülüyormuşçasına ürperdi.
“Neyse
Sarpçığım biz seni tutmayalım gidiyordun sanırım. İyi akşamlar.”
“Tanıştığımıza
memnun oldum. İyi akşamlar,” diyerek merdivenlerden yukarıya çıkan Naz’ı takip
eden kızın sesi doldurdu kulaklarını.
O kadar
kelimesi varken hiçbiri de çıkmamıştı ağzından. Hâlbuki övünmez miydi kızları
ağına düşürmesiyle?... İki kızın yukarı çıkan adımlarının sesini duysa da
görebilecekmiş gibi merdivenlerin ucuna yöneldi; ama adım atmasıyla sendelemesi
bir oldu. Bakışlarını ayaklarına çevirdiğinde bağcıklarının bağlanmamış
olduğunu fark etti. Hâline ufak bir küfür ederken bağcıklarını umursamayarak
merdivenin başına geldi ve gitmiş olmalarına rağmen görebilecekmiş gibi başını
yukarıya kaldırdı. Hâlâ sesleri geliyordu. Ve…
…Sevmek gibi geliyordu her şey, sevmek
gibi gidiyordu kadın…
***
Yorucu
geçen bir günün ardından Ali’yle beraber eve gelen Naz, aceleyle kendi
dairesine çıktı. O kadar uykusuz ve yorgundu ki uyuyamayacağını bilse de biraz
olsun uzanmak istiyordu. Zile uzandığı anda kapı kendiliğinden açıldı ve Naz, Sarp
ile göz göze geldi. “Hoş geldin Naz abla,” dedi Sarp kadını görmenin şaşkınlığıyla.
Belli ki o da evden çıkıyordu. Pelin de hemen arkasındaydı.
“Hoş bulduk
Sarpçığım. Nereye böyle otursaydın?”
“Yok Naz
abla sağ ol. Ben geleli baya oldu; ama zamanın nasıl geçtiğini anlamadım,” diyen
Sarp vedalaşarak alt kata inerken Pelin de Naz’a hoş geldin dedikten sonra
salona geçti. Naz montunu çıkartıp vestiyere asarken, Sema da duvara yaslanmış
onu izliyordu.
“Anlaşılan
o ki günlerdir eksik bir şeyimiz çıkmadı,” dedi Naz gülümsemesine engel
olamayarak.
“Bizim
değil de şimdilik bu yardımsever delikanlının bir şeyleri eksik gibi,” diyen
Sema da güldü. “Ama bu sefer işimize yaradı. Okuldan gelirken ekmek almayı
unutmuşum, sağ olsun Sarpçığım alıp geldi.”
“Beni
arasaydın ya?” dedi Naz gülerek.
“Sarp çok
istekliydi. Ne yapabilirim? Kaç gündür Pelin’i görebilmek için bizim eksiğimizi
sorar oldu, bu sefer değerlendireyim dedim.”
“Bari bu
sefer bahanesi bizim işimize yaradı desene.”
Sema’nın
gülümsemesi ciddi bir ifade alırken, Naz’a yaklaşarak kızın kolunu sıvazladı. “Naz,
tatlım çok solgun görünüyorsun. Ben kapatıcıların altındaki şişlikleri buradan
görebiliyorum. Biraz uyu, olur mu? Ben yemeği hazır edince seni uyandırırım.”
“Uyuyabilsem
keşke…”
“En
azından dene,” diyen Sema’nın komutuyla odasına giren Naz, üzerindekileri hızla
değiştirerek soğuk yorganının içine girdi.
Bakışlarını
ayırmadığı, komodininin üzerindeki kurumuş çiçeklere dalmışken gözleri uykuya
kapansa da bu uyku fazla uzun sürmedi. Uykusuzluğun verdiği sersemlik ve baş
ağrısıyla yatağında doğrulurken, gözleri oldukça acıyordu. Banyoda yüzünü
yıkadıktan sonra mutfağa yönelirken ev oldukça sessizdi. Mutfakta Sema’yı
sofrayı hazırlarken buldu. Kendisini sandalyeye gelişi güzel bıraktığında Sema da
aniden ona doğru döndü. “Sen neden uyandın? Daha yatalı çok olmadı ki.”
Naz’ın
yüzünü inceleyince paniğe kapılan Sema, hızla kadının yanına gelerek sandalyeye
oturdu.“Ben seni daha kötü olasın diye uyumaya yollamadım,” diyen azarlayıcı
sesle, Naz ellerini başının iki tarafına koyarak hafifçe sıktı. Başı öylesine
ağrıyordu ki Sema’nın sesi eko yaparak tekrar tekrar kulaklarında çınlıyordu ve
sanki her ekoyla ses daha çok yükseliyordu. Sema, kadının şakaklarına koyduğu
ellerinden birine uzanarak tuttu.
“Yemek ye
de ağrı kesici bir şeyler iç. Ben de sana bir papatya çayı yapayım. Biraz olsun
rahatlarsın.” Genç kadın, Sema’ya minnetle bakarken “Ben senin hakkını nasıl
ödeyeceğim?” diye mırıldandı. “Ondan kolay ne var? Beni Yağız’ın
arkadaşlarından biriyle tanıştır yeter tatlım.”
Ortamın
havasını değiştirmekte Sema gerçekten de çok başarılıydı; ama tek bir kelime
bile Naz’ın odağının değişmesine yetmişti. Yağız…
“Pelin
nerede?” diye sordu birden merakla. “En son salonda telefon ile konuşuyordu. Gerçi
bir saati geçti sanırım…”
Pelin’e
bakmak için yerinden kalkan Naz, salona yönelecekken odasından gelen cep
telefonunun sesiyle adımlarını kendi odasına çevirdi. Komodini üzerindeki çalan
cep telefonunu alıp ekrana baktı. Arayan numara yabancıydı. Kaşlarını çatarak
merakla telefonu açtı. “Alo. İyi günler. Naz Hanımla mı görüşüyorum?” diyen bir
erkek sesiyle merakı iyice arttı. Sesi tanımıyordu. “Evet, ben kiminle
görüşüyorum?” dedi tedirginlikle. İçine bir huzursuzluk çöreklendi.
“Ben
Yağız’ın arkadaşıyım…”
Kalbi
maraton koşarken derin nefesler almaya çalıştı. Yağız’ın arkadaşı neden
aramıştı ki onu? Yoksa… Ona… Bir şey mi olmuştu?! Nefesleri sıklaşırken
telefonun ucundaki adamın söylediklerine odaklanamıyordu. “Orada mısınız?” dedi
ses.
“Evet,
kusura bakmayın. Kim demiştiniz?”
“Yağız’ın arkadaşı…
Cem.”
“Size… Nasıl
yardımcı olabilirim Cem Bey?” dedi kesik nefesleri arasında.
“Öncelikle
bey ve hanımı bir kenara bırakalım. Sizden bir şey isteyeceğim. Aslında bu
benden çok Yağız’ın isteği.”
Naz’ın
ağrıyan başı odaklanmasını engellerken, en azından Yağız’a bir şey olmadığının idrakine
varabilmişti. En azından öyle gibi görünüyordu. “Yapabileceğim bir şeyse neden
olmasın?” diyerek sesin konuşmasını bekledi.
“Biz
Yağız’la arkadaştan çok kardeş gibiyiz. Onun kardeşi benim de kardeşimdir; ama
maalesef ben Pelin’e söz geçirmekte abisi kadar başarılı değilim. Ne de olsa
Pelin abisinin inadının az birazını almış. Abisi kadar olmasa da inat konusunda
oldukça başarılı bizim cadı. Bir hafta önce Yağız beni aradı…”
“Sizi mi
aradı?!” dedi Naz adamın sözünü keserek. Hem de bir hafta önce! Ama kendisi onu
deli gibi merak edip uykularından olurken, arayıp bir iyiyim demeyi çok
görmüştü kendisine.
“Evet, bir
hafta önce. Operasyona çıkacağından haberdardım, sanırım beni de karargâha kısa
bir dönüş yaptıkları zaman aradı. Pelin’in İstanbul’a dönmesini istiyor ve bunun
için ben, bizim cadıyı eve dönmesi için ikna etmeye çalıştım. Çalışmaya
çalıştım daha doğru bir tabir; çünkü bana mısın demedi. Bir haftadır telefonda
dil döküyorum. Yağız bu konuda size güvenebileceğimi söyledi. O da bir an önce
eve dönmesini istiyor. Eğer siz de ikna edemezseniz oraya gelmeyi planlıyorum.
Hem… Babasının da aklı onda kaldı. Ayrıca devam etmesi gereken bir okulu var.”
Dalgınca
“Elimden geleni yaparım,” diyebildi genç kadın.
“Uçak
biletini aldım ve bilgilerini Pelin’e mail attım; ama cadının bakmaya tenezzül
etmediğine eminim. Eğer o uçağa binmezse oraya geleceğimi bir kez de ona sen
söylersen çok sevinirim.”
“Söylerim,”
derken bile aklı başka yerdeydi.
“İyi şanslar.
Ayrıca böyle tanışmak istemezdim; ama… Yine de tanıştığımıza memnun oldum.”
“Ben de,” diyerek
telefonu kapattığında ellerini kucağına indirerek bir süre telefonun boş
ekranına baktı.
Demek o
iyiydi. Bu bile yeterdi aslında; ama… Neden aramamıştı? Onun sesini duymak
isteyeceğini hiç düşünmemiş miydi? Ya o hiç kendi sesini özlememiş miydi? Telefonun
ekranına yansıyan görüntüsünde bakışları dolu dolu parlayan gözlerine takıldı.
Gözyaşlarını geri yollamaya çalışırken telefonunu bırakarak kararlı adımlarla
salona yöneldi. Pelin’i salonda üç kişilik koltuğun ortasında oturup, kapalı
olan televizyon ekranına dalmış bir şekilde buldu. Yavaşça yanına otururken
kızın ellerine uzandı. Kız dolu bakışlarını ona çevirdi. “Buradan gitmek
istemiyorum!”
Naz’ın
artık konuşacak takati kalmamıştı. Bedeni o kadar bitkindi ki. Baş ağrısı da
sanki kelime haznesini zorluyordu. “Biliyorum,” dedi usulca.
“Gidersem…
Aklım burada… Abimde kalır!”
“Biliyorum.”
“Cem abim
bir haftadır beni ikna etmeye çalışıyor ve eğer eve dönmezsem beni almak için
buraya geleceğini söylüyor!”
“Artık
bunu da biliyorum,” dedi Naz anlayışla.
“Ve
yapacağına da eminim. Abim ve Cem abi birbirlerine çok benzerler aslında. Sadece
Cem abim, abimin biraz hovardası… Hatta baya baya…” diyen Pelin umutsuzca bir
nefes verdi.
“Burada
kalmak isteme nedenini çok iyi anlıyorum güzelim; ama… Bunu Cem abinden isteyen
abin. Operasyonun ortasında ki telefon yasakken, en uygun anında neden onu
arayıp seni eve çağırmasını istemiş olabilir?”
Pelin
bilmediğini belli edercesine olumsuz anlamda başını salladı.
“Pelinciğim,
abinin aklı sende kalmış çünkü. Hiç bilmediğin bir yerde bilmediğin insanlarla
berabersin. Aklının sende kalması gayet normal. Hem aklı sendeyken yapması
gerekenlere odaklanmasını nasıl beklersin? Onu da zor durumda bırakıyorsun.” Naz,
avuçları arasındaki kızın ellerini dediklerini pekiştirirmiş gibi sıktı. “Başka
şartlarda olsak… Benimle kalmanı çok isterim. Ama hem baban da çok merak etmiş
seni. Bitirmen gereken bir okulun da var.”
“Ama
abim…”
“Abine
burada oturarak bir faydan dokunmaz ki. Bu sadece onun seni daha da çok merak
etmesine sebep olur. Ayrıca… Cem abin gerçekten biraz olsun abine benziyorsa ne
yapar eder seni eve götürür. Bunu kendin söyledin. Böyle tatsız ayrılmanı
istemem. Hem… Başımın üstünde yerin var. Bir dahakine abin için değil, benim
için gelirsin.”
Kız, Naz’ın
ellerini bırakarak genç kadının boynuna sıkıca sarıldı. Kızın bedeni
hıçkırıklarla sarsılırken, gözyaşı dökmek için fırsat kollayan gözleri dolmaya
başlamıştı yine. Kızın sırtını bir süre sıvazladıktan sonra yüzüne bakabilmek
için geri çekildi. Yüzünü avuçları
arasına alarak gözyaşlarını sildi. Yaşlarla parlayan mavi gözlere baktı kendi
dolu gözleriyle. “Eğer seni rahatlatacaksa… Ben abinin yolunu senin için de
gözlerim,” dedi kıza tekrar sarılırken.
Ardınsa
her şey çok hızlı olmuştu. Pelin eşyalarını toparlamak için karşı daireye
geçerken Naz, cesaret edip de onunla gidememişti. Ertesi günse Sarp’la beraber
Pelin’i havaalanına götürmüşlerdi. Pelin usulca gözyaşı dökerken, Sarp gözyaşlarını
silerek onu bağrına basmış ve yanağına ufak bir öpücük bırakmıştı. Tanışmaları
üzerinden kısa bir zaman geçse de vedalaşmaları öylesine özel görünüyordu ki
Naz başını çevirmek zorunda kalmıştı.
Eve dönerken
ne Naz konuştu ne de Sarp. Sarp, Naz’ın ondan beklemeyeceği şekilde üzgün
görünüyor ve bunu saklamıyordu. Delikanlı yol boyunca dalıp dalıp uzaklara
gidiyordu. Naz’ın durumu da ondan farklı sayılmazdı.
Apartman
merdivenlerinden ayaklarını sürüyerek çıktığında iki kapının ortasında durdu. Yağız’ın
kapısından gözlerini ayırarak elinde sımsıkı tuttuğu, Pelin’in verdiği
anahtarlara baktı. Adımlarını engelleyemeyerek adamın dairesinin önünde durdu
ve anahtarı yuvasına sokarak çevirdi. Kapı sanki onun girmesini istermişçesine
ardına kadar açıldı.
İçeriye
ilk adımını attığında sanki bedenini kontrol eden kendisi değil gibiydi. Önce
kendisi eşyaları yerleştirirken Yağız’ın boya yaptığı mutfağa girdi. Her şey
tertemiz ve yerli yerindeydi. Adımları yolu biliyormuş gibi ilerlerken, Naz
kendini Yağız’ın odasında buldu. Kaç gündür içinde büyüyen sıkıntı taşmak
üzereydi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya hasret kalmıştı. Ama olmuyordu! Ağlayamıyordu.
Öyle bir yumru oturuyordu ki boğazına…
Yavaşça
adamın gardırobuna giderek kapağını açtı. Kapağı açmasıyla hasret kaldığı
adamın ferah kokusu yüzünü yalayıp geçmişti. Bu hazla gözlerini yumdu bir süre.
Tekrar açtığında özenle ütülenmiş ve renklere göre düzenlenmiş gömlekleri
görünce, dudaklarında istemsiz bir tebessüm belirdi. Usulca elini her birinin
üzerinde gezdirdi. Görüşü netliğini kaybederken gardırobun kapağını kapattı ve
bir kısmının kırık olduğu aynaya takıldı gözleri. Aynanın kırılmış çizgilerinde
parça parça kendini görürken ilk defa fark etti ne kadar solgun olduğunu. Ne
kadar kapatmak istese de kapanmayan göz torbaları, cansız bir yüz… Uyumak
istiyordu. Adamın kollarında olduğu huzurlu bir uykuya muhtaçtı.
Başını
çevirdiğinde karşılaştığı çift kişilik yatak kendisine uykunun en huzurlusunu
vaat eder gibiydi. Gözlerinden bir damla yaş firar edip yere düşerken yorganın
içine girerek hıçkırıklarını serbest bıraktı. Derin nefesleri ve hıçkırıkları
birbirine karışırken adamın yastığına sımsıkı sarıldı ve dizlerini karnına
doğru çekti. İçinde öyle bir sıkıntı vardı ki geçmek bilmeyen… Gün geçtikçe
büyüyen… Adamın kokusunu ciğerlerine çekerken sarhoş oluyormuş gibi hissetti
kendini. Aklına gelen derin mavi gözlerde boğuluyordu sanki. Yüzeye çıkıp nefes
almaya uğraştıkça ayağına bağlı bir ağırlık varmışçasına daha çok batıyordu. En
sonunda hıçkırıklarla yorgun düşen bedeni huzursuz bir uykuya daldı.
Zifiri
karanlık gecenin alacakaranlığında kuytu bir yere konuşlanmış olan bir grup
asker, bir hedefe odaklanmış, uzun süredir o hedefi gözlemlemekteydiler. Yıldızlar
parlaklıklarıyla tek yol göstericileriydi sanki. Hepsi de ellerindeki silahlara
sımsıkı sarılmış, tetiğe basmak için Yağız’ın emrini bekliyor ve uykusuz geçen
saatlere inat onlar dimdik ayakta duruyorlardı. Kim bilir neler düşünüyorlardı?
Neler vardı akıllarında? Kimisi ailesini düşünürken, kimisinin de sevdiğiyle
yanıyordu gönlü. Genç adam böyle operasyonlara alışık olmasına rağmen hiçbir
seferinde böyle hissetmemişti. Sanki… Ardından birini bırakmış gibi… En büyük
korkusu da bu olmuştu her zaman! Ardında kalanlar…
Aklına
gelen yeşilleri zihninden bir süre de olsa uzaklaştırmak için çaba sarf ederek
hedefe odaklandı. Bir süredir uykusuz gecelerine eşlik eden yegâne şeydi o bir
çift yeşil göz… Topraklarına umut vaat eden, kalbinin yanında ikinci bir kalp, ikinci
bir nefes...
Buradan
ölmez de sağ kurtulursa yapacağı ilk şey Naz’a sımsıkı, hiç bırakmamacasına
sarılmak olacaktı. Onu ne kadar çok sevdiğini söyleyecekti. Bunu söylemediği
için çok pişman olmuştu. Sadece iki kelime söyleyecekti oysaki…
Aklındakileri
bertaraf ederek tekrar hedefe odaklandı. Bir süre sonra hedefte fark ettiği
hareketlenmeyle, hazırlanmaları için komut verdi. Hedef oldukça kalabalıktı;
ama başarılamayacak gibi değildi. Hedef açık hâle gelince verdiği emirle
ortalık savaş alanına dönmüştü. Zifiri karanlığı aydınlatan ateşlenmiş
silahların ışığında, dolunay bile sönük kalmıştı. Hedefe ardı ardına ateş
açılırken bir kısmı etkisiz hâle getirilmiş ama aynı zamanda karşı ateş
başlamıştı. Genç adam, konuşlandığı yeri değiştirmek için hamle yaparken birçok
mermi bulunduğu yerin yakınına isabet ediyor, bir türlü hareket edemiyordu.
Etkisiz
hâle getirilen hedeflerin inlemeleri ateşlenen silahların gürültüsünde
kaybolurken, Yağız her şeyi göze alarak yerini değiştirdi. Nasıl almayacaktı
ki? Bu vatan uğruna nice tertibini, askerini, komutanını toprağa vermiş,
onların vuruluşuna şahit olmuştu. Bulunduğu yerden biraz olsun açık hedef gibi
görünürken başka çareler düşünüyordu. Silahını ateşlemek için tetiğe basarken
nişan aldığı hedeflerin birer birer düştüğüne şahit oldu ve bir anda nefesi
kesildi. Kendini geri çekmeden ateş etmeye devam ederken sıcak bir şeylerin
içinden akıp gittiğini hissediyordu. Gözleri kararırken en kötü kâbusu gerçek
olmuş gibiydi. Belli belirsiz teslim olduklarını söyleyen hedeflerin
bağırışları kulaklarına gelirken yanına koşan bir çift postal sesinin ayırdına
vardı.
“Komutanım!”
diyen yüksek bir sesle, yarı kapanmış göz kapaklarını açmaya çalıştı. “Çetin Astsubayım,
Yağız Yüzbaşım vuruldu!”
Zorlukla
sağ elini kalbinin olduğu yere götürdü. Hissettiği ıslakla gözlerini yumarak
yutkundu. Kalbinin olmadığı yerde şiddetli bir acı hissediyordu. Onun kalbi
onda değildi ki… Boş olan yer nasıl acıyabilirdi? Ama öyle deli bir acıydı ki bu,
her şeye göğüs gereceğini düşünürken canı yanıyordu. Dişlerini sıktı. Böyle bir
acıyı dindirecek tek şey belki de o yeşil gözlerdir düşüncesiyle zihnindeki o
yeşilliklere sımsıkı sarıldı. O gözler sanki ona kızgın gibi bakıyordu. Dolu
dolu yaşlarla parlıyordu ve o gözlere ‘Ağlama!’
demeye bile takati
yoktu. Sağ elini var gücüyle bastırdı yoklamak için. Orada kalbi yoktu; ama… Acı
vardı!
Gözlerini
derin bir karanlığa kapatırken gücü çekilen vücudundan, kalbinin üzerindeki eli
kayıp gitti.
Can havliyle
yattığı yerde haykırarak uyanan Naz, sağ elini kalbinin üzerine koydu. Kalbi
sıkışıyor, canı yanıyordu. Sanki canını alıyorlarmış gibi nefes nefese kalmış,
hıçkırıkları boğazını düğümlemişti. Nefes alacak hâli bile kalmamışken duvara
çarpıp kulaklarına gelen hıçkırıklarının arasında, ağzından çıkan tek haykırış
genç adamın adı olmuştu.
*Yılmaz Erdoğan şiiri.