expr:content='data:blog.isMobile ? "width=device-width,initial-scale=1.0,minimum-scale=1.0,maximum-scale=1.0" : "width=1100"' name='viewport'/> Kübra Türker Kitapları: Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 4

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 4


Bölüm 4

 “Yüzbaşı Yağız Tekinoğlu. İkinci Komando Bölüğü, bölük komutanı olarak Kars Sarıkamış’a atandım komutanım,”diyerek karşısındaki, yarbay rütbesine sahip olan tabur komutanına asker selamı verdi genç adam. 

Kendinden emin, uğruna canını vereceği üniformasının içerisinde dimdik duruyordu. Mesainin bitmesine çok az vakit dahi olsa üniformasını giymeyi ihmal etmemişti. Üzerindeki hafif yol yorgunluğu, sanki karargâha girer girmez silinmişti. Ne de olsa asker adam her zaman çevik ve dinç olmalıydı.

 Başıyla selamı kabul eden yarbay, karşısındaki adamı inceleyen bakışlarla süzerken gözleri kesişti. Yağız da hızla adamı incelemiş ve şimdiden sonra çalışacağı adam hakkında fikir yürütmeye çalışıyordu. Saçları ağarmış, askerliğe verdiği yıllar yüzündeki kırışıklıklardan anlaşılıyordu. Kırklı yaşlarının ortalarında ya da ellilerinde olmalı diye geçirdi içinden. İri yapılı vücuduna rağmen fazlalığı varmış gibi görünmüyordu. Oturduğu koltukta yılların verdiği alışkanlıkla dimdik dururken kahve gözleri istediğini almışçasına parıldadı.

 “Kurmay Yüzbaşı Yağız Tekinoğlu. İlk seferinde akademiye giren nadir azınlıktan birisin. Kendini ülkesine böyle adayan gençlere ihtiyacımız var. Bir yüzbaşıya göre de oldukça gençsin.”

Yarbayın, kendisine ait dosyada okudukları ve sözlere döktüğü izlenimleri soru anlamı taşımasa da cevap verme ihtiyacı hissetti Yağız.

 “Erken terfi aldım komutanım.”

 Duyduğu şeyler hoşuna gitmişçesine başını salladı yarbay.

 “Üstün başarı belgelerinden haberdarım. Harp Okulu mezuniyetinden sonra ufak yaşına rağmen, Tunceli gibi zor bir yere atanmış olman ve burada üstün başarı göstermen takdire şayan.”

 Dosyasının yarbay tarafından incelendiği ve kendisi hakkında pek çok bilgiye sahip olduğu belliydi.

 “Ben yapmam gerekeni yaptım komutanım,”demekle yetindi Yağız. Yaptığı şeyler tamamen yapması gerekenlerdi. Daha fazlası belki yapılabilirdi ama daha azı asla değildi. Yaptıkları da övünmesini gerektirecek şeyler değildi.

 “Akademiyi dereceyle bitirmiş biri olarak kurada istediğin yere gitme hakkı sana verilmişken, neden Sarıkamış diye merak ediyorum. Başka biri olsa bu hakkını muhakkak batı illerinden yana kullanırdı,”diyen yarbayın sert duruşuna rağmen dudakları hafifçe kıvrılmaya yüz tutmuştu. “Belki de evlenmeden önce doğu görevlerinin çoğunu tamamlamak istiyorsun. İlla ki bir nedeni vardır ve umarım hakkında hayırlısı olur Yüzbaşım.”

 Yarbayın iyi dileklerini bir baş hareketiyle kabul etti Yağız. Doğuyu seçmesinin nedeni yarbayın nazarında farklı bir nedenle olsa da asıl sebebi; yaşı henüz gençken en yüksek bedensel gücünde, bu illerde daha faydalı olacağını düşünmesiydi. Operasyonlara çıkılan bölgelerde, aldığı eğitimin hakkını layıkıyla verebilme şansı daha yüksekti. Yani Sarıkamış’ı seçmesinin evlilik denen müessese ile uzaktan yakından alakası dahi yoktu.

 Bir şey demesine fırsat kalmadan bulunduğu odanın kapısı tıklandı ve yarbay, girilmesi talimatını verdi. İçeri giren uzun boylu sarışın adam, otuzlarının başlarındaydı. Yarbaya selam verdikten sonra yarbayın karşısında dimdik durdu.

 “Yüzbaşım, bu bölüğünü teslim alacağınız Yüzbaşı Serkan. Kendisi gitmekte çok hevesli ve sizin gelmenizi bekliyordu,”diyerek içeri giren adamı tanıttı yarbay.

 “Görevim neyi gerektirirse onu her zaman yapmaya hazırım komutanım,”demişti Yüzbaşı Serkan.

 “O zaman bölüğü yeni bölük komutanına teslim edip bayrağı devredebilirsin.”

 İki yüzbaşı da aynı anda yarbaya selam vererek odadan çıkmak için izin istediler ve iznin verilmesiyle dışarı çıktılar. Yüzbaşı Serkan, Yağız’dan kısa ama normal bir erkeğe göre uzundu. Gür sarı saçları ve ışıldayan kahve tonlarındaki gözleriyle sevincini adeta dışarı yansıtıyordu; ama bunu sözlerinden de anlamak mümkündü.

 “Uzun süredir gelmeni bekliyorum Yüzbaşım,”dedi Yüzbaşı Serkan çekinmeden. Adamın konuşmasındaki sıcak tını Yağız’ın dikkatinden kaçmamıştı. O da aynı şekilde karşılık verdi.

 “Seni hayal kırıklığına uğratmak istemezdim Yüzbaşım; ama ben tam zamanında geldim. Sanırım sen buradan gitmek için çok heveslisin. Buradan böyle kaçmak istemenin sebebi ne? Yoksa bölükten korkmalı mıyım?”

 Sarışın adamın gözleri ışıldıyordu.

 “Aslında niyetim kaçmak değil; ama senin de karnı burnunda eşin, doğum yapmak için inatla seni bekliyor olsaydı, sen de buradan koşar adım kaçardın. Gerçi beni bekleyen durumdan da bazen kaçmak isteyecek kadar heyecanlanıyorum.”

 Serkan Yüzbaşının gözlerindeki ışıltının sebebini anlayan Yağız ona bir an için gıpta etmeden edemedi ve bu durum onun dudaklarında oluşan küçük bir tebessümle dışa yansıdı. Adamın adına mutlu olmuştu ve sırtını sıvazladı.

 “Asker adam her zaman, her şeye hazırlıklıdır.”

 “Orası kesin; ama baba olmanın eşiğinde bir adam her şeye hazır mıdır, bunu kesinlikle seninle tartışmak isterdim,”diyerek güldü Serkan Yüzbaşı. “Birkaç gün içerisinde tekrar buraya döneceğim ve o zaman buradaki işlerin gidişatıyla ilgili seninle uzun uzun konuşuruz.”

 Konuşmalar sırasında arşınladıkları uzun koridordaki kapılardan birinin önünde durdular. Yüzbaşı Serkan’ın eski, Yağız’ın ise yeni olan odasından içeri girdiler. Odanın bir duvarı boydan boya camdı ve küçük bir balkona açılıyordu. Manzara ise sanki Yağız için konumlanmış gibiydi. Yemyeşil dağların görüntüsü, bir önceki görev yerine göre muhteşemdi. Anlaşılan bu kez bir açıdan şanslıydı. Mavi gözlerini manzaradan ayırıp Serkan Yüzbaşının söylediklerine odaklandı.

 “Yeni görevinde başarılar dilerim Yüzbaşım. Meslektaşım olarak bıraktığım yerden layıkıyla devam edeceğine eminim. Bu yaşta yüzbaşı olduğuna göre.”

 “Bölüğüne kendi bölüğüm gibi bakacağıma emin olabilirsin Yüzbaşım,”diye cevap verdi Yağız. Bir yandan da gülümsemişti. Bu karşılığın üzerine Serkan Yüzbaşı da güldü. Gerekli işlemler yapılarak devir teslim gerçekleştiğinde Serkan Yüzbaşının bölüğü resmen Yağız’ın olmuştu.

 Yüzbaşı Serkan eski odasını buruk bir üzüntüyle süzerken Yağız onun bakışlarını yakaladı ve gülümsedi.

 “Buradaki görevini düşünme, seni daha zor bir görev bekliyor. Düşüncesi bile tüylerimi ürpertiyor.”

 “Haklısın. O zaman… Sana kolay gelsin Yüzbaşım,”diyerek asker selamı verdi ve odadan çıktı.

 Yağız yeni odasını şöyle bir tararken kendi etrafında döndü. Vakit kaybetmeden masasına kuruldu ve telefonun yanındaki numaraların yazılı olduğu kartı eline aldı. Tüm bölük onun geleceğinden haberdar olmalıydı. Ee hâliyle bir bölük komutanı olarak emrinde çalışanlarla bir an önce tanışmalıydı. Telefonda bölük astsubayının numarasını bularak tuşladı ve telefonun karşısından gelen kalın sesin kendini tanıtmasını bekledi.

 “Başçavuş Çetin.”

 “Yüzbaşı Tekinoğlu. Başçavuşum odama gelir misiniz?”

 Ne kadar konuşması rica gibi gelse de ses tonu askeriyeden edindiği alışkanlıkla emir tınısı içeriyordu.

 “Hemen komutanım,”diyen astsubay dakika dahi geçmeden Yağız’ın odasında, kendisinden istenecekleri bekliyordu.

 Yağız alışkanlıkla astsubayı hemen süzüp analiz etmeye başladı. Kırklı yaşlarının ortalarında olmalıydı. Rütbesindeki yedi sırma, kıdemli başçavuş (Astsubaylığın en yüksek rütbesi) olduğunu gösteriyordu. Anlaşılan o ki Yağız’dan bile fazla yıllarını orduya  hediye etmişti. Neredeyse yirmi yıldan daha da fazla… Rütbesi astsubaydan daha yüksek olmasına rağmen Yağız ayağa kalktı.

 “Bölük astsubayı, Çetin. Emredin komutanım,”diyerek asker selamı verdi adam.

 “Yeni bölük komutanı Yüzbaşı Yağız Tekinoğlu,”diyerek önce kısaca kendini tanıttı genç adam. “Bir an önce bölük hakkında bilgi sahibi olup işlere başlasam iyi olur.”

 “Nasıl isterseniz, komutanım.”

 Astsubay Çetin iş bilir edasıyla karargâhtaki işleyişi anlatmaya başladı. Ne zaman ne yapılır, hangi durumda hangi özel tedbirler alınır hepsini en ince ayrıntısıyla anlattı. Tüm askeri birliklerde benzer işleyiş olmasına rağmen kendilerine, bulundukları konumlara ve olağan üstü durumlara verdikleri tepkilere göre ufak tefek farklılıklar olabiliyordu.

 “Bölüğümüzde toplamda iki yüz on tane asker var. Bunların on iki tanesi hava değişiminde üç tanesi de cerrahi müdahale için hastanede yatıyor,” diyerek sözlerini tamamlamıştı Çetin Astsubay.

 Bir baş hareketiyle söylenenleri onaylayan Yağız bundan sonraki hareketlerini zihninde gözden geçirdi.

 “Şimdilik askerlerin bir kısmının dosyalarını incelemekle yetineceğim.”

 Çetin Astsubay, odadan çıktıktan birkaç dakika sonra iki asker kollarında dosyalarla içeriye girdiler ve Yağız’ın emriyle dosyaları masanın üzerine bırakarak dışarıya çıktılar. İki yüz on askere ait bu dosya yığınını bir an önce incelemeye başlamalıydı. İncelemek zorundaydı! Bölükteki en rütbesiz erden en rütbeli astsubaya kadar hepsinin sorumluluğu onun ellerinde ve yapacaklarındaydı. Bu yüzden her askerin sağlık, sosyal ve ailevi durumundan, kısacası tüm hayatlarından haberdar olmak zorundaydı. Dosyalara kayan bakışları, ardından camın elverdiği ölçüde gözüken manzaraya kaydı. Yeni görev yeri olan Kars’ta kışın havalar oldukça soğuk geçerdi ve bu oldukça kelimesi gerçekten de normalin bayağı altında bir sıcaklığı ifade ediyordu. Bahar ve yaz aylarıysa ılık olsa da çoğunlukla serin ve yağışlıydı. Bu sonbahar gününde de hem kışın soğuğundan hem de baharın yağışından nasiplenmek mümkündü. Yağız bunları düşünürken güneş batmaya yüz tutmuşçasına genç adamın düşüncelerini haklı çıkarır gibi gri bir pusunun arkasına saklanmış yağmur da camın soğuk yüzeyine çarpmaya başlamıştı. Bu görüntüyle bakışlarını deviren genç adam yine de gülümsedi.

 Yeni görevi için diğer görevlerinde olduğu gibi çok heyecanlıydı. Bu yüzden evine bile uğramadan hemen karargâhta almıştı soluğu. Evde onu ne bekliyordu ki? Açılmayı bekleyen koliler ki o bu işleri yapmayı dört gözle beklemiyordu. Belki de onun için bu mesleğin en zor tarafı sürekli ev taşıma mevzusuydu. Bunun da genç adam için en kolay yolu eşyalı ev tutmak olsa da bu evdeki eşyalar ev için hiç ama hiç yeterli değildi hatta yüklük ve mutfak dolapları dışında hiç eşya yoktu. Bu yüzden bir önceki gelişinde sıfırdan mobilya alışverişi yapmış taşınırken yardımcı olunması için de ev sahibinden ricada bulunmuştu. Ne de olsa bu eşyalar taşınırken o burada olmayacaktı. Kolilerden bir kısmını da en son gelişinde eşyalar taşınmadan önce eve taşımış ama hiçbirini yerleştirememişti. İki oda bir salon olan o evi isteyerek tutmuş kardeşinin kalmak için ısrar edeceğini bildiğinden, ki kardeşi bu konuda ısrarlarıyla Yağız’ı yanıltmamıştı, odanın birinin onun zevkine göre döşenmesini sağlayacaktı. Burada kalacağı üç kısa yıl olacak olsa da biricik kız kardeşinin rahat etmesini istiyordu. Eve gelen yeni eşyalar ve açılacak kolilerin haricinde şu an evin akıbeti hakkında hiçbir fikri yoktu.

 ***

 Bavuluyla giriştiği amansız mücadeleyi kazanan Naz, derin bir soluk alarak ağırlıktan uyuşmuş parmaklarını rahatlatmak için hareket ettirmeye başladı. Bir daha valizleri kendi taşıması söz konusu olduğunda yanına kol çantası haricine eşya almayacaktı! Ya da… Bugün olduğu gibi bir yardımseverden faydalanabilirdi. Adam aklına gelince sinirlerinin gerilmesini beklerken yüzünde umulmadık bir gülümseme belirdi. Anlaşılan sinirleri bayağı bir bozulmuştu!

 Şimdi babasının söylediği gibi üçüncü kata çıkıp ev sahiplerinden anahtarlarını almalıydı. Ama bacakları buna inatla karşı çıkıyordu. Her bir çanta için tekrar tekrar aşağı inerek ki toplamda birkaç iniş çıkıştan fazlasına ek, basamaklar arasındaki uzun soluklanmaları da kapsıyordu; spor salonlarında yapılan pek çok hareketi yapmıştı. Duvara yaslanıp nefeslerini düzene soktuktan sonra isyana başlamış bacaklarını dinlemeyerek inatla basamakları çıkmaya başladı. Anahtarları ne kadar erken alırsa kendini yumuşacık olduğunu düşündüğü yeni yatağına o kadar çabuk atabilirdi. Bunun düşüncesiyle bacaklarındaki son dermanla bir kat yukarı çıktı. Bu katta sadece bir tane daire vardı. Vücudunun yorgunluğuna olan sessiz isyanına inat, dimdik durdu ve kapıyı çaldı.

 Kısa bir süre sonra açılan kapının ardında beyaz saçlarını başörtüsünün arkasına gizlemiş, altmış yaşlarının ortalarında bir kadın Naz’a bakıyordu. Kadın, şaşkın bakışlarla belirgin bir şekilde kendisini süzüyordu. Naz normalde kadının tatlı olduğunu söyleyebilirdi, özellikle de böyle şaşkın bir hâldeyken; ama bariz süzüşten sonra bunu söylemek oldukça zordu. Kadının bakışları yüzünü bulduğunda masumane bir şekilde gülümsedi.

 “Merhaba. Rahatsız ediyorum, kusura bakmayın,”diyerek sözüne devam edecekken durdu. Yaşlı kadın şaşkın bakışlarıyla onu süzmeye devam ediyordu çünkü. Kadının bakışlarını takip ederek kendi bedenine baktı. Acaba bir şeyler mi eksikti ya da yanlış olan bir şey mi vardı?

 Tüm hatlarını saran koyu renk  kot pantolonu ve onun üzerine giydiği boğazlı bordo renkli kazağıyla oldukça spor göründüğünü düşündü. Ayağındaki hakiki deri koyu kahve çizmeleri düztabandı ve dizlerine kadar ulaşıyordu. İri dalgalı saçlarını açık bırakmıştı ve tutamları son kalite krem rengi montunun tüylü şapkası üzerine gelişigüzel dağılmıştı. Yüzünde de hafif bir makyaj vardı. Her zamanki hâline göre oldukça salaştı. Sonbahar havasına göre oldukça kalın giyinmiş olabilirdi belki; ama bunun sebebi buraların dondurucu soğuk olduğunu söyleyen internet araştırmasıydı. Bir an bozulmuş olsa da aldırmadan kadına baktı.

 “Teyzeciğim bir mahsuru yoksa ben anahtarları alabilir miyim?”

 Kadın içine düştüğü dalgınlıktan sıyrılarak utangaçlıkla kıza baktı.

 “Kusura bakma kızım. Seni görünce şaşırdım biraz.”

 Genç kadın tüm yorgunluğuna rağmen gülümsedi.

 “Önemli değil. Ben kiracınızım. Henüz geldim ve anahtarlarımı alsam iyi olur.”

 “Kızım gel bir sıcak çay ikram edeyim sana. Üşümüşsündür de.”

 Aslında sıcak çayın kulağa gelişi bile kızı eve doğru yönlendirse de şu an istediği tek şey biraz olsun uyumaktı.

 “Çok sağ ol teyzeciğim; ama bir an önce eve girsem iyi olur. Çok da yorgunum. Ama sözün olsun. Başka bir zaman içerim.”

 “Peki, öyle olsun o zaman,”diyip birden durdu yaşlı kadın. Biraz düşündükten sonra devam etti.”Ama… Güzel kızım bizim sadece bir tane kiralık dairemiz var. Onu da bir yüzbaşı tutmuştu,”dedi. Kadının konuşması da ses tonu gibi yumuşak ve tatlıydı. Hiç de doğuluya benzemiyor şivesiz bir dille konuşuyordu.

 “Teyzeciğim nasıl olur? Aşağıdaki iki daire de kiralık değil miydi? Bana öyle söylendi,” derken dehşete kapılmıştı genç kadın.

 “Kızım biz onlardan birini sattık. Sadece bir tane kiralık dairemiz var,”dedi düşünceli bir hâlde.“Gerçi beyim daha iyi bilir de şimdi evde yok. Ben böyle biliyorum. Hatta kiralık dairenin içinde eşyalar var. Ben bir ara kızımın yanına Ankara’ya gittiğimde eşyalar gelmiş.”

 Naz birden rahatlayarak tuttuğu nefesini bıraktı.

 “O daire benim teyzeciğim. Babam eşyalarımı daha önce yollamıştı.”

 “Öyle diyorsan, o zaman Yüzbaşı oğlum evi kiralamaktan vazgeçti herhâlde. Dur bakalım ben senin anahtarlarını alıp geleyim.”

 Yaşlı kadının anahtarlarla beraber gelmesiyle aşağı indiler. Kapı açıldıktan sonra genç kadın görmeyen gözlerle loş evi süzdü. Ama pek bir şey görünmüyordu. Camlar beyaz çarşaflarla örtülmüştü. Yaşlı kadın içeri girdi ve ardından tık diye bir ses geldi. Anlaşılan ışık düğmelerini bulmuştu; ama ışıklar yanmıyordu.

 “Kızım ampuller takılı değil. Ben sana şimdilik evden küçük bir el feneri getireyim,”diyerek tekrar yukarı çıktı.

 Naz ise sinirden köpürüyordu. Tamam, bir şeylere kendi emeğiyle baştan başlamak istiyordu; ama hayata bu kadar da eksiden başlanmazdı ki!! En azından ampuller yerli yerinde olabilirdi. Hani tüm mobilyalar yerleştirilmiş ve her türlü tesisatı düzenlenmiş olacaktı da o sadece kolileri yerleştirecekti!! Ama ışıksız eve gözlerinin alışmasıyla seçebildiği tek şey bir kenara yığılmış mobilyalar ve açılmayı bekleyen kolilerdi. Sinirle dişlerini sıksa da şu saatten sonra başka yapacak bir şeyi yoktu. Babasını da aramayacaktı. İnat etmişti. O kendi başının çaresine bakabilirdi! Ama bunu uyuduktan sonra yapacaktı.

 Basamaklardaki ayak sesini duyunca başını o tarafa çevirdi. Yanına gelen yaşlı kadın elindeki feneri ona uzattı.

 “Bu gecelik işini görür kızım. Yedek pillerini de getirdim. Yardımcı olmamı ister misin?”

 Acaba dışarıdan çok mu yardıma muhtaç görünüyordu? Aslında evet görünüyordu; ama bu yaşlı teyzenin bile yaşına rağmen ona inatla yardım etmeye çalışması dokunmuştu. Belki de yorgunluktan böyle saçma şeyler düşünmeye başlamıştı.

 “Hayır, teyzeciğim teşekkür ederim,” diyerek feneri ve yedek pilleri aldı.

 “Bir şeye ihtiyacın olursa mutlaka gel kızım.”

 Evden çıkan yaşlı kadının ardından valizlerini içeriye alarak kapıyı kapatıp sırtını kapıya yasladı ve gözlerini bir süre kapalı tuttu. Hafif loş odaya gözleri alışınca etraftaki eşyalar daha rahat seçilmeye başlanmış olsa da yeterince net değildi. Elindeki el fenerini açarak odaya doğru gelişi güzel tuttuğunda gözleri kocaman oldu ve panikle el fenerini kapattı. Bu gerçek değildi!! Hayır hayır olamazdı! Hiçbir şey yerli yerinde değildi. Mobilyalar bir tarafa sıkıştırılmış kolilerde üst üsteydi. Bunlara inanmak istemeyerek gözlerini kapattı ve kendi kendine mırıldandı.

 “Naz! Yorgunsun ve şu an tamamen yorgun bünyenin etkisindesin. Bunlar da tamamen halisünasyon!”diye söylendi kendi kendine.

 Düşüncelerinin doğruluğunu kendine ispatlamak için bakışlarını kısarak tekrar el fenerini açtı; ama manzara aynıydı.

 “Allah’ım!”diye inledi; ama yapacak bir şey yoktu. Eşyalar onun eşyaları, ev onun eviydi artık!

Ama boğazına takılan bir yumruyu göz ardı edemiyordu. İstem dışı gözyaşları göz pınarlarına dolarken dişlerini sıktı. Ağlamayacaktı!! Ağlayacak ne vardı ki?

 Belki de birçok şey vardı. Son günlerde söylenenler ne kadar doğru olsa da kırılmıştı ve şimdi o kırıklar sanki somut bir acı verir gibi içini yakıyordu. Burada yalnız yaşayacağını bilmek de onu ayrıca üzüyordu. Ev o kadar yığılı eşyaya rağmen o kadar boş ve sessiz gelmişti ki. O yalnızlığa alışık değildi. Etrafında her zaman insanlar vardı ya da ailesi… Tek çocuk olmasına rağmen asla yalnız kalmamıştı. Gözünden akmaya uğraşan yaşı elinin tersiyle silerek engelledi. Ne olursa olsun ağlamayı reddediyordu!

 Kolilere dokunmamaya çalışarak valizlerini kapının kıyısına yasladı ve el fenerinin aydınlattığı kısmı takip ederek en yakın cama doğru ilerlemeye başladı. Düşmemek için de el yordamıyla bir yerlere dokunuyordu. Camın önünde durduğunda çerçevelere sıkıca tutturulmuş çarşafları zorlukla çekmeye çalıştı. O çektikçe çarşaf gelmemek için çırpınıyordu sanki. En sonunda öyle bir çekmişti ki sessiz odayı yırtılma sesi sarmıştı ve eş zamanlı olarak çarşaf yere düştü.

 “İşte böyle, bir defa sakince çektiğimde açılsaydın!”diye mırıldandı; ama ağzından çıkanlara kendisi de inanamıyordu.

 Çarşaf yere düşmüştü düşmesine ama oda yeterince aydınlanmamıştı. Camdan dışarı bakan Naz gri bulutları görünce gözlerini devirmeden edemedi. Neden içerinin aydınlanmadığı belli olmuştu! Salonu geçerek diğer iki odaya da üstün körü göz gezdirdi. Odanın biri tamamen boştu. Diğer odada ise sadece başlığıyla beraber iki kişilik bir yatak vardı ve Pamuk Prenses bile Yedi Cüceler’in evinde yedi küçük yatak bulduğunda bu kadar sevinmiş olamazdı. Yatağın yeni olduğu ambalajının hâlâ üzerinde durmasından belliydi. Rahat bir nefes aldıktan sonra bu odanın penceresine iliştirilmiş çarşafı da indirdi. Şu an uyumaktan başka hiçbir şey düşünmüyor sadece bu amacı için kendine uygun ortam hazırlıyordu. Hızla salondaki kolilerin yanına dönerek birkaçını açmaya yeltendi. Burada bir yerde mutlaka battaniye çarşaf vari bir şeyler olmalıydı! Şansına açtığı dördüncü büyük kolinin içerisinde ambalajlı, yeni alındığı belli olan uyku seti ve battaniyeler vardı. Yastıkta olması bir diğer şansıydı. Onun dışında eline gelen tüm kutulardan tabak, bardak gibi mutfak malzemeleri çıkmıştı. Hemen uyku setini ve battaniyelerden birini alarak yatak odasına döndü. Önce yatağı daha sonra da diğerlerini ambalajlarından kurtarıp hızla, gelişi güzel yatağını yaptı ve şaheserine bakmak için döndü. Böylesine yeni bir yatağın içine üzerindeki giysilerle yatmak içinden gelmemişti. Tüm yorgunluğunu unutmuş gibi dış kapının yanındaki valizini odasına getirip odasının kapısını da sımsıkı kapattı. Valizi açarak pijamalarını buldu. Buz gibi bir evde saten bir gecelik ya da alışık olduğu gibi kısa şort atlet takımlarını giymek imkânsız olsa da huylu huyundan vazgeçmiyordu. Kısa şort atlet takımını camdan gözükmeyeceği bir yere geçerek hızla giydi. Sanki yeni bir maceraya atılacakmış gibi heyecanla yatağa girdi ve hem uyku setinin yorganını hem de battaniyeyi çenesine kadar çekti. Normalde zihninde yumuşak olduğunu umduğu yeni yatağı kaskatıydı; ama şu an bunu düşünecek hâlde değildi. Yatağına yatmadan önce dış kapıyı iki kez kilitleyip anahtarları da yastığının altına koymayı ihmal etmemişti. Hafif çiseleyen yağmurun sesi kulaklarına ninni gibi gelirken yeni hayatına kafa yormadan yorgunluğun kollarına bıraktı kendini. 

***

 Kulağına gelen sesin hafif tınısı her seferinde beynine çivi çakılıyor hissi yaratıyordu. Yağmur hangi ara bu kadar şiddetlenmişti? Aslında gözlerini bir an önce açmak istiyordu; çünkü çok saçma bir rüya görmüştü. Ta Türkiye’nin bir ucuna, Kars’a kadar gelmişti ve orada sahip olduğu eve ev demeye gerçekten binin üzerinde şahit gerekiyordu. O yüzden bir an önce gözlerini açıp karanlık kâbusundan sıyrılmalı aydınlık odasının gerçekliğine atılmalıydı. O kâbustan sonra çıplak ayaklarının altında tüylü halısının yumuşaklığını hissetmeli, açık renk döşenmiş odasının refahlığına bırakmalıydı kendini. Yatakta doğrulup bağdaş kurdu; ama gözleri hâlâ kapalıydı. Önce soğuğu hissetti genç kadın ve çıplak kollarına doladı yorganı. İstemeyerek de olsa gözlerini açtı. Kapının buzlu cam kısmından gelen hafif ışık gözlerini alıyordu, onun dışında oda loştu ve odanın loşluğu gibi zihnindeki aydınlık görüntü de giderek kararıyordu. Sonrasında zihnindeki aydınlık odasının yerini karanlık aldı. Ardından açık renk mobilyaların yerini sadece koyu renk başlıklı iki kişilik bir yatak... En sonunda ki bu en acı olanıydı belki de gerçi o an için saçmaydı; ama zihnindeki tüylü halı soğuk parkelere dönüştü ve hafifçe aralı olan gözleri aniden açıldı. Hayır!! Bu olmamalıydı! Olamazdı! Bunların hepsini rüyasında görmüş olması gerekiyordu. Ama hayır, anlaşılan zihni gerçek ve düşü ayırt etmekte zorlanıyordu. Aslında zihnini suçlayamazdı, buna kendisi de inanmak istiyordu. Başını elleri arasına alıp kendini tekrar yatağa bıraktı. Belki de tüm işleri sabah, sakin kafayla bir bardak kahvenin ardından halletmeliydi. Gerçi bunun için önce kahvesi olmalıydı. Yastığının yanındaki çantasına elini atarak telefonunu buldu ve saate baktı. Saat akşam sekizi geçiyordu. Gözlerini telefondan ayırarak öylesine kapının buzlu camına takıldı ve kaskatı kesildi. Işıklar nasıl yanmıştı?! O eve geldiğinde ampuller yoktu. Ee kendisi de takmadığına göre... Bavullarını taşıyan hayırseverlerden birinin gelip taktığını da düşünmüyordu! Sonra eve kulak verdi. Su sesi yan taraftan geliyordu ve çok şiddetliydi. Üzerinde hiçbir şey olmayan cama baktı; ama gördüklerine şaşırdı. Dışarıda yağmur yağmıyordu, o zaman evin içine mi yağıyordu?! ‘Saçmalama Naz!’ diye tekrar etmeye başladı içinden. Zihni anlaşılan sınır tanımıyordu; ama bu evde neler oluyordu böyle?!


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 18

Fotoğraf @nilmelteem Bölüm 18    Okundukça birbirine karışan kelime ve harfler… Tekrar tekrar okunan kaçıncı satırdı bu?! Kaçıncı girişimdi ...