expr:content='data:blog.isMobile ? "width=device-width,initial-scale=1.0,minimum-scale=1.0,maximum-scale=1.0" : "width=1100"' name='viewport'/> Kübra Türker Kitapları: Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 15

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 15

Bölüm 15

 O kapıyı şu an hiç açmamış olmayı dilerdi. O kapı koluna ağırlığını vererek aşağı çekmemeyi ve  kahrolası kapıyı ardına kadar açmamayı…

 Kapıda gördüğü kişinin kendisinde yarattığı şaşkınlıkla gözlerini kapattı. Keşke açtığında adam orada olmasaydı. Bu durumun imkânsızlığı zihnini ele geçirse de şu an buna tutunmak istiyordu. Gözlerini açtığındaysa her şey yerli yerindeydi. “Bir hoş geldin yok mu?” diye soran karşısındaki adamın sesiyle her şey daha somut bir hâl almıştı. Şaşkınlığını atamamış hâlde isteksiz bir “Hoş geldin,” mırıldanırken, adamın içeri girmesi için geri çekildi. Eli ayağı şimdiden birbirine dolaşacaktı ve bunu çok açık bir şekilde hissediyordu. Onun ne düşüneceği umurunda olmasa da içeride durumlarının sahteliğini öğrenmemesi gereken bir misafirleri vardı.

 İçeriden gelen sesleri işiten genç adam “Misafirlerin mi var?” diye sordu. “Evet. Misafirlerim var. O yüzden… Konuşmamızı sonraya saklayalım olur mu?” dedi Naz kısık bir sesle.

 Başını sallayan adamla beraber salona geçerken, içinden dua edip duruyordu. ‘Allah’ım biliyorum şu aralar sadece zor zamanlarda adını zikreder oldum; ama yalvarırım bu işten sağ salim çıkayım, sana layık bir kul olmak için söz daha çok uğraşacağım. Ne olursun?!’ diye içinden geçirirken, dudaklarını ısıran dişlerinden habersizdi.

 Salonun kapısında uzun boylu, sarışın bir adamın görünmesiyle, Yağız adamı şöyle bir süzdü. İlk fark ettiği şeyse adamın kendisine bakan mavi gözlerindeki öfke oldu. Bakışlarını Naz’a çevirdiğinde, onun çehresine yayılmış olan rahatsızlık ifadesi endişelenmesine neden oldu. Genç kadının söyledikleriyle bu ifadenin nedenini anlaması uzun sürmedi. “Kuzenim Orkun,” diyerek Sema’ya yanındaki adamı tanıtırken, bakışları buluştu.

 Demek ki Orkun denen adam, bu adamdı. Yüzündeki rahatsız olmuş ifadeden de anlaşıldığı gibi muhakkak kadın, kendisinin sevgilisiyle arasını bozacağından endişe ediyordu. Orkun! Kadının bu adamla sevgili olduğu gerçeğini hep göz ardı etmişti Yağız. Hiç umursamamış, kadının kendi yanında olması onun için yeterli olmuştu. Ama şimdi… Sevgilisinin olduğu gerçeği somut hâliyle karşısındaydı. Ne Naz’ı düşünürken ne onunla aynı yatağı paylaşırken ne de onu öperken sevgilisinin olduğu gerçeği vardı aklında. Üzerine birden yapışan o kullanılmışlık hissinden kurtulamıyordu. Aklı sevgilisi olduğu gerçeğini hep göz ardı etmişken şimdi adam kanlı canlı karşısında duruyordu. Orkun yanlarındaki koltuğa oturmuş, araştıran gözlerle kendisini incelerken, içindeki fırtınalara rağmen sakince adamın bakışlarına karşılık verdi.

 Orkun’un Yağız üzerinde gezinen bakışlarından rahatsız olan Naz, Yağız’ın yanına oturdu. Zihninde de ‘Bu adam nereden çıktı şimdi?’ sorusu dönüp duruyordu. Orkun’a ümit verecek her türlü hareketten kaçınırken, kilometreler aşmasına sebep olacak cesareti ne zaman verdiğini hatırlamıyordu. O zihninde kendisiyle boğuşurken, Orkun’un sorusuyla oturduğu yerde dikleşti. İşte her şey başlıyordu! “Beni arkadaşınla tanıştırmayacak mısın Naz?”

 Orkun’un bakışlarında yanmaya başlayan öfkeye keskin bakışlarıyla cevap verirken Sema’nın dalga geçer gibi gelen sorusuyla Yağız’a baktı. Oysa sadece “Arkadaş mı?” diye sormuştu Sema. Orkun’un bakışlarındaki öfke de, ikisinin arkadaş olmadığını bildiğini haykırarak hesap sorar gibiydi.

 Bu adam haber verme cüretinde bulunmadan evine kadar gelerek öfke dolu bakışlarını kendisine yöneltme hakkını nereden buluyordu?! İçinde Orkun’a karşı sert bir öfke ateşi yanmaya başlamış, adamın bakışlarına soğuk bir sakinlikle cevap verirken, dudakları da Sema’ya cevap veriyordu.

 “Orkun düğünümüzde yoktu Semacığım. O zamanlar yurt dışında doktora yapıyordu. Zaten onunla aramızdaki bağ pek kuvvetli değildi. Çok sık kavga ederdik küçükken. Yaşlarımız ne kadar büyürse büyüsün bu pek değişmedi. O her zaman benim ak dediğimi kara, HAYIR dediğimi EVET kabul ederdi.”

 Bu cevabı verirken olayların gerçekliğini hiç düşünmemiş, tamamen Orkun’a olan öfkesiyle konuşmuştu. Fevri hareketlerde bulunan yanı yine ayaklanmıştı. Orkun’un öfkeli bakışlarıyla karşılaştıkça daha çok sinirleniyordu üstelik. Yağız’a doğru sokulurken, ona baktı. Adamın yüzündeki ifadeden hiçbir şey anlaşılmıyor ve bu durum daha çok sinirlerini bozuyordu. Keşke Orkun gibi, adamın da ne düşündüğünü yüzünden anlayabilseydi.

 Yağız televizyona odaklanmışken Sema ile Naz sohbet ediyor, Orkun da Naz’ı seyrediyordu. Naz her fırsatta Yağız’a bakarak ne hissettiğini tartmaya çalışıyor; ama her seferinde başarısız oluyor ve süngüsünü düşürerek Sema ile konuşmaya devam ediyordu. Yağız içinse durum hiç parlak değildi. Yanındaki adam gözlerini Naz’dan ayırmazken, kendisi görmeyen gözlerle televizyona bakıyor gibi görünüyordu. İçinde zincire vurmaya uğraştığı öfke varken yüzünü sakin tutması oldukça zor olsa da, Naz’ın Orkun denen adama değil de her fırsatta kendisine bakması içini rahatlatıyordu. O adamın beş dakikadır bu evde olmasına dahi katlanamıyorken, Naz’ın adamın gözlerine bir an dahi bakacağı düşünesi kendisini korkutuyordu ki sevgilisi olduğu gerçeği, kendisini iyice çileden çıkarıyordu. Uzun zamandır içinde bu kadar öfke hissettiğini hatırlamıyordu ve yapabileceklerinden değil, hissedeceklerinden korkuyordu. Kadının ne yapmaya çalıştığını da bir türlü anlamıyor ve kafası allak bullak oluyordu. Sevgilisinin karşısında, kendisine doğru sokulurken hiç sevgilisinden yana bakmıyordu. Peki, sevgilisini seven bir kadın onun karşısında bunları yapar mıydı? Acaba kıskandırmaya mı uğraşıyordu? Ne yapmaya çalışıyorsun be güzelim?!

 “Demek ki ben yurt dışındayken senin düğününü bile kaçırdım. Bu kadar koptuğumuzu hatırlamıyorum,” diyerek alakasız bir şekilde lafa karıştı Orkun.

 “Sanırım biz seninle hiçbir zaman o kadar yakın olmadığımız için kopmuş olma düşüncesi biraz… Tuhaf. Bağlı olmayan bir şeyi kopartamazsın,” dedi Naz ona cevap vermekte gecikmeyerek.

 “Yanılıyorsam düzelt; ama en son oldukça yakındık diye hatırlıyorum. Hatta o sahneyi hiç unutmam. Havuzda çok eğlenmiştik. Unutmuş olamazsın. Babana yakalanmıştık hatta.”

 Orkun’un söylediği sözler zihninde görüntü olarak cisim bulmaya başlarken, dişlerini sıktı Yağız. Naz bu adamla neler yapmıştı da bu adam bu kadar rahat konuşabiliyordu?! Hem de havuzda… İşin ilginç yanı ikisi sevgiliyken ve asıl kıskanması gerekenin kendisi olmaması gerekirken neden şu an içi gidiyordu?! Kıskanıyor muydu?!

 Görüntüler daha canlı hâlde zihnine işlerken dayanamayarak ayağa kalktı. Başka ne yapabilirdi ki? Sonuçta ikisi sevgiliydi ve ne isterlerse yapmakta serbestlerdi; ama neden bu durum kendisine dayanılmaz geliyordu? Yumruklarını sıkarken bir şeylere vurma isteği belirdi içinde. “Benim dışarıda birkaç işim var. Müsaadenizle…” diyerek kapıya doğru ilerledi.

 Yağız’ın birden ayaklanmasıyla Naz da ayağa kalktı ve adamı takip etti. Adamın yüzündeki ifadesizlik hiç hoşuna gitmemişti. Sabah fırından döndüğünde gözleri gülerek kendisine bakıp içini ısıtan adam şimdi… Gözlerindeki o soğuk, ifadesiz bakış iliklerine kadar buz kesmesine neden oluyordu. Hem de sadece bir bakışıyla… Bunun sorumlusu kendisi miydi? Orkun gelene kadar her şey çok güzel bir şekilde devam ederken ve her şeyin suçlusu Orkun olmasına rağmen, Naz kendisini suçlu hissediyordu. “Ben… Üzgü...nüm,” diyebildi ne için söylediğini dahi bilmeden. Adam buz gibi gözlerle kendisine baktı. “Ne için?” dedi umursamazca.

 Aklındaki onca kelimeden hiçbiri  önce davranıp da çıkmıyordu dudaklarından. Gerçekten ne için üzgündü? Tek istediği adamın kendisine böyle bakmamasıydı. O bakışlar altında kendisini öylesine ezilmiş ve suçlu hissediyordu ki, kelimeleri bile ürküp zihninin bir köşesinde saklanıyordu.

 “Bana hiçbir şeyin açıklamasını yapmak zorunda değilsin,” diyen adam kendi evine doğru dönerken kadın sadece adamın gerilmiş sırt kaslarını izleyebilmişti. Oysaki şu an açıklama yapmayı öylesine çok istiyordu ki ve kendisine gülen o mavi gözlerin tekrar gülmesini…

 Adamın gidişi ardından kalbine çöken ağırlıkla beraber salona döndüğünde, Orkun’u tek başına otururken buldu. Başını koridora doğru uzattığında Sema’nın mutfakta telefonla konuştuğunu gördü. Orkun’un karşısındaki koltuğa otururken kısılmış ve yeşilin en güzel tonuyla parlayan gözlerini adamdan ayırmıyordu. Adam da aynı şekilde kendisine bakarken koltuğun ucuna doğru geldi. “Buraya çabuk uyum sağlamışsın bakıyorum,” dedi alaylı bir sesle.

 “Evet, öyle oldu.”

 “Fark etmek zor değil. Eminim ki eşin oldukça yardımcı olmuştur.”

 Naz sinir olmaya değmeyeceğini düşünerek adamın sözlerine aldırmamaya çalışsa da alaycı sesi kulağını tırmalıyordu. “Geleceğinden haberim yoktu.” Sakin cevaplar verirken bakışları hiç de sakin görünmüyordu.

 “Bu belli. Eğer tenezzül edip telefonuna baksaydın ya da kendin cevap vermeyi deneseydin, mutlaka haberin olurdu!” Adam şimdi sinirini gizlemeyerek odada volta atmaya başlamıştı. “Seni ne kadar merak ettiğimin farkında mısın? Kendimi sana yeterince ifade ettiğimi sanıyordum. Ben seni bilmem kaç kilometre uzakta deli gibi merak ederken sen ne idüğü belirsiz  bir adamla evli numarası yapıp evcilik oyunu oynamayı daha eğlenceli buldun.”

 Adamın sesi hissettiği öfke ve aldatılmışlık hissiyle her kelimede daha çok yükselirken Naz kendisini tutuyordu. En azından bunun için uğraşıyordu; ama adama verilmiş hiçbir sözü yokken üstüne üstlük büyüklerimizin dediği gibi kendi kendine gelin güvey olurken, bu uğraşında pek de başarılı olamayacağını seziyordu. Ama eğer kendisi de bağırmaya başlarsa Sema’nın duymaması işten bile değildi.

 “Şu karşı komşun var bir de gecenin bir yarısı telefonlarını açan, gerçi eşin de olur, değil mi?!”

 “Orkun keser misin şunu?” dedi sınırdaki sakinliğiyle.

 “Her zaman ikimiz hakkındaki her şeyi kesip atıyorum zaten. Hem de senin yüzünden. O kadar yıldan sonra bana bir açıklama borçlusun!”

 İşte bu lafların sonrasında tüm ipler kopmuş ve yerinden kalkarak adamın cüssesine aldırmadan üstüne yürümüştü. “Orkun sen bana hesap soracak cesareti nereden buluyorsun?! Sana bu hakkı kim verdi ki ben sana böyle bir hak ya da ümidi bırak, günahımı bile vermeyecekken!! İstersem evli numarası yaparım, istersem karşı komşuma sekreterliğimi yaptırırım. Bundan sana ne?! Sen bana haber vermeden evime gelip ahkâm keserek hesap soramazsın. Unutma ki burada olmamın sorumlusu sensin! Senin yüzünden buraya sürüldüm. Sen haddini aşmayıp da beni o duruma düşürmeseydin, ben şu an İstanbul’da ailemin yanında olurdum!”

 Adeta haykırırken gözlerinden alev çıkıyordu. Karşısındaki adamın mavi gözleri şaşkınlıkla açıldığında Naz adamın maviliklerine dikkat kesildi. Her mavinin aynı olmadığının ayırdına vardı. Çünkü bir mavi kalbine maraton koştururken bir diğeri ölesiye nefret ettirebiliyordu. Adamsa o sırada şaşkınlıktan çıkarak toparlanmaya çalışıyordu.

 “Ben senden o kadar yıla rağmen hesap bile soramazken, kaç gündür hırlı mı hırsız mı sapık mı ne olduğunu bilmediğin dengesiz bir adamla gece gündüz berabersin ve adam telefonlarına bile bakıyor!!” diyerek direten adam, nasıl olup da kadının kendisini yok saydığını anlayamıyordu ve ses tonunu biraz daha yükseltirken, Yağız’a karşı yapılan imalar kadının öfkesinin daha da hararetlenmesine sebep oldu.

 O adam ne hırlı ne hırsız ne sapık ne de dengesizdi! Nereden mi biliyordu? Çünkü o adamla evini, yatağını paylaşmıştı. Bir süredir düşüncelerini ve rüyalarını hatta… Hayatını paylaşıyordu!

 “Laflarına dikkat et. Kendini herkesten üstün görmeye oldukça alışıksın sen. Ama o adam hakkında hiçbir şey bildiğin yok senin! Hem ne yılından bahsediyorsun da o yıllarda aramızda özel ne geçti hiç düşündün mü?! Hiç-bir-şey! Ve sen benim hiç-bir-şeyim değilsin!”

 Her kelimesinde adamın üzerine yürürken, sözlerinin son kısmında adamın iyice anlayabilmesi için bağırarak evi inletmiş, Orkun’sa bakışlarını kısarak elini beline koymuştu. “Demek ben hiçbir şeyin değilim; ama bakıyorum, o senin çok şeyin olmuş. Bu kadar hararetle savunduğuna göre sen yeterince iyi tanımışsın. Seni bu kadar kısa zamanda ağına düşürmek için ne yaptı?!”

 Ne mi yapmıştı? Naz’ın zihninden görüntüler geçmeye başladı aynı anda. Bahsedilen adam onun valizlerini taşımış, onunla alışverişe çıkmış, eşi olmuş, yatağını paylaşmış hepsinden önemlisi de  bulamadığı huzuru, güveni ve heyecanı vermişti. Aslında gerçek bir eşin yapacağı her şeyi kısmen yapmıştı.

 “Demek ki senin yapamadığın bir şeyler yapmış. Şimdi söyleyeceklerimi aklına iyice sok. Bir daha tekrar etmeyeceğim. Senin yüzünden buradayım ve senin sayende o adamla tanıştım. Ortada öfkelenmesi gereken birisi varsa o da benim. Bir daha sakın benden ödeyemeyeceğin hesaplar isteme! Kim olduğunu unutma gafletinde bulunma! Sen bana hesap sorabilecek son kişi bile değilsin!”

 Son zamanlarda içinde biriken tüm öfkeyi kusarken, genç kadının belli belirsiz sesi tüm apartmana yayılıyordu. Öğrenciler bağırışlar üzerine merakla kapıya çıkmışken, Yağız salondaki üç kişilik koltuğun kenarına oturmuş belli belirsiz bağırışlar kulaklarını doldururken,  aklından binlerce düşünce geçiyordu. Dizginlemeye uğraştığı öfkenin sebebini bir türlü bulamazken içinde bir şeyler kor hâlinde yanıyordu ve o hiçbir şey yapamıyordu. Naz’ın haykırışlarında, onu nasıl o adamla yalnız bıraktığını düşünüyordu. İki sevgilinin böyle kavga etmesi normal miydi? Ama adam sevgilisiydi işte ve bunu en başından beri bildiği hâlde… Ne aklı ne de kalbi bunu kabul edebiliyordu.

 Yerinden kalkıp evi turlamaya başladığında hâlâ kendi kendine aynı soruyu soruyordu. Neden? Neden içindeki öfke, sadece iki kapı ötedeki adamı öldüresiye dövme isteğini her geçen dakika arttırıyordu? Bu iğrenç öfke adamın bağırışlarıyla artarken, adamın Naz’a haykırırkenki hâli gözünde canlanmış ve tüm dizginleri ellerinden kayıp gitmişti. Önüne ne gelirse görmeden yıkıp geçerken tüm ev bir anda talan olmuştu. Hiç umursamıyor hatta ne yaptığının farkına bile varamıyordu. Kendisini ne zaman yatak odasına atıp boy aynasıyla karşı karşıya geldiğini hatırlamıyordu; ama aynada gördüğü yansıması tüm perişanlığını yansıtıyordu. Perişan olmak istemiyordu! Kadının haykıran sesinin duymak istemiyordu! Onu böylesine düşünmek istemiyordu!

 Aynanın orta yerinde patlayan yumruğunu eline yayılan acıyla fark ederken, sadece kırılan aynanın karşısında durdu ve yere yayılan ayna parçalarından ayrı ayrı kendisine yansıyan görüntüsüne baktı. Uzun zamandır bu kadar öfke dolmamış ve kendisini bu kadar kötü hissetmemişti. En kötüsü de o çok sevdiği annesini kaybettiğinden beri, hiçbir kadını böylesine sevip de ellerinin arasından kayıp gittiği hissine kapılmamıştı. Ama şimdi içinde patlak veren öfkenin ardındaki sebeple, kendini hiç olmadığı kadar evinde hissettiren sebebin aynı olduğunun farkına varması komikti. Aşk dedikleri bu muydu yani? Eğer buysa… Kesinlikle acı veriyordu!

 ***

 Orkun kapıya doğru yönelirken sesini çıkarmadı. Kapıdan çıktığında önce merdivenlere yöneldiyse de sonra geri döndü. Kapıda gitmesini bekleyen Naz’ın tam önünde dikildi.

 “Senin için erkekler basit bir eğlence değil mi? Kullan ve at! Bu kadar! Sen hep şımarık bir kadın oldun Naz ve istediğini elde etmeye de oldukça alışıksın. Ama sonrasında elindekilerden bıkan küçük, şımarık bir kız… Şimdiye kadar kaç erkeği kaldırım taşları gibi dizdin önüne ve şimdi kaçı aklında? Hepsi önemsiz birer hiç değil mi, aynı benim gibi? Kullan ve at! Şimdiye kadar bir erkekle süren ilişkin en fazla bir hafta mı?”

 “Ben sana her seferinde ve tüm iyi niyetimle biz olamayacağımızı söylemişken… Beni ve ilişkilerimi sorgulamak sana mı kaldı?” dedi kadın soğuk bir sesle.

 Kapının ağzında rezillik çıkmaması için sesini çıkarmazken aslında içinden çığlıklar atmak istiyordu. Bu adam neden hâlâ defolup gitmiyordu. O sırada karşı dairenin kapısı açıldığında hissettiği berbat duygulara rağmen içinde filizlenen heyecana engel olamadı. Merakla kapıdan çıkan adama bakarken Orkun da alaycı bir bakışla önce başını çevirerek Yağız’a sonra da Naz’a baktı.

 Naz’ın bakışlarında öyle bir hâl vardı ki, bu aldatıldığı düşüncesiyle içinde yanan ateşe tuz oluyordu. Kadının gözlerindeki başka bir şeydi ve… Ne kadar uğraşırsa uğraşsın bu kadın ona böyle bakmamıştı. Yıllarca kendisinin yapamadığı şeyi, bu adam sadece bir ayda mı yapmıştı? Nasıl âşık etmişti kendisine? Kadının kendisine ettiği lafları, bu bakışlarını ve aptal bir adam gibi hissedişini nasıl unutmayacaksa bu ikisi de kendisini unutmayacaklardı.

 “Onu da hevesin geçince bir kenara atacaksın. Yeni bir yer ve yeni bir erkek… Senin için oldukça cazip!”

 Adamın haddini bilmezce ettiği laflarla kendisini ucuz bir kadın gibi hissettirmeye çalışması her şeyin sonu olmuştu. Orkun’sa yüzüne doğru hareketlenen kadının elini, bileğinden kavrarken kadının dudaklarına doğru eğildi.

 Yağız konuşulanları duyarken sesini çıkarmamış, postallarını bağlamaya odaklanmış başını dahi kaldırmamıştı. Ama konuşulanlar içine işlemişti. İşini bitirip başını kaldırdığında gördüğü manzara nefesini kesmişti. Bakmaya bile doyamadığı o güzel yüzde, itinayla yer edinen, tadını deli gibi merak ettiği dolgun dudaklar bir başkasının aitliği altındaydı.

 Hiç beklemediği bir anda dudakları üzerine kapanan sahiplenici dudaklarla neye uğradığını şaşıran Naz, dişlerini duyduğu tiksintiyle birbirine kenetlemişken kulağına çalınan tek ses merdivenlerden neredeyse koşar adım inen bir çift postal olmuştu. O sesle tüm şaşkınlığını üzerinden atarken Orkun’u var gücüyle itti ve adamın, dudaklarındaki ambargosuna son verdi. Ve sonrasında duyulan tek ses  boş apartmanda yankılanan tokat sesi olmuştu.

 Naz hiçbir şeye tahammülü olmayan bir kişi olarak nasıl bu kadar sabrettiğini anlamakta zorluk çekiyordu. Bu tokadı daha önce atmalıydı. Hatta meşe ağacından yapılmış bu lanet kapıyı hiç açmamalıydı! Ateş saçan gözlerle adama bakarken göğsü aldığı derin nefeslerle inip kalkıyordu. Sinirleri boşalma derecesindeyken vücudu titriyor, kelimeler ağzında dönüyordu. Muhakkak bu iğrenç anı hatırladıkça ‘Keşke şunları da söyleseydim,’ diyeceği lafları olacaktı. Şimdi bu adamı karşısında gördükçe midesi bulanıyordu ve bir an önce adamın yok olmasını istiyordu.

 “Benim ilişkilerimin ömrü kısa dahi olsa, bil diye söylüyorum sebebi erkekleri kullanmam değil onlarda aradığımı bulamamam. Bir erkeğin doğru olup olmadığını bazen bir saniyede anlarsın, bazen bu aylarca sürer. Hiç kendini birazcık daha küçük görüp bunu düşündün mü? O kadar yıla rağmen diyorsun… O kadar yıla rağmen sen doğru şeyi yapamamışken, tanımadığım bir adam bunu tek sözüyle yaptı. Bana güven verdi, sadece bu sebeple bile onunla evli olmak isterdim ve sen… Hayatımda hiçbir önem teşkil etmeyen sen! Hiçbir hakkın olmayarak gelip bana hesap soruyorsun! Haberin olsun, bunları da hesap vermek niyetiyle değil, doğruları bil de yakamdan düş diye söylüyorum! Hayatımdan defol artık!”

 Kapıyı hızla adamın yüzüne kapatarak sırtını kapıya yasladı. Son bir saattir yaşadıklarının verdiği yıpranmışlıkla istemsiz yaşlar gözlerine dolarken kapının, sırtına verdiği acıyı umursamadan kapıyı sürtünerek yere oturdu. Başını ellerinin arasına alırken yaşadıklarına inanamıyordu. Sabah ne kadar mutlu gözlerini açmışken şimdi burada çökmüş, ağlamanın sınırındaydı. Bir gece önce sözde eşinin kollarında uyurken, ertesi gün onun karşısında başka bir adamla öpüşmüştü. Adam gerçekten eşi, hatta sevgilisi bile değilken yüreğine çöreklenen ona ihanet etmiş olma düşüncesini üzerinden atamıyordu. Nasıl bu hâle gelmişti de gerçek olmayan bir ilişki için vicdan muhasebesi yapıyordu.

 Gözlerine neden olduğunu anlamadığı yaşlar dolup da görüşü bulanıklaştığında karşısında dikilen kadını zorla seçebildi. Ama kadının bakışlarında ne sorgulama ne de kınama vardı. Sema, Naz’ın yanına oturarak sırtını kapıya yasladı.

 Muhakkak her şeyden haberdardı; ama Naz’ın tüm gerçeği anlatması gerekiyordu şimdi. Naz sanki bunu beklermiş gibi en başından anlatmaya başlarken, birkaç dakika önceki hâlinin aksine kelimeler o kadar ardı ardına dökülüyordu ki dudaklarından, o an söylediği hiçbir yalandan utanmıyordu. Kendisine güven veren bir başka kişiye anlattığı sırlarla içi biraz olsun hafifledi. Sema hiçbir ters bakışta, imada bulunmamış pür dikkat kendisini dinlemişti. O hâline rağmen kadının yalanlarını umursamayarak “Her şeye rağmen adamla bir gece, sayemde aynı odada kaldın. Buna inanamıyorum. Ah be kızım sendeki şans kimse de yok!” diyerek espri bile yapmıştı Sema.

 Orkun’la arasında olanları da anlatırken keşke diye düşündü… Keşke ama keşke Orkun’u da Yağız’a böyle anlatabilseydi. Keşke başta sevgilisi olduğu imalarında bulunmasaydı. Keşke! Keşke! Keşke!

 Ve Yağız, adamın laflarıyla içi yanarken keşke ama keşke biraz daha bekleyip her şeye rağmen içine su serpecek o tokat sesini duymadan apartman kapısını çekip kendisini soğuk havaya bırakmasaydı.

 ***

 Yine boş sessizliğinde yalnız kendi kulağına gelen kapı tıklatmaları…Yine kapıya tıklatan elinin yarı yoldan geri dönüşü…Ve yine kendisine duvar olan ağır meşeden yapılmış lanet kapı!..

 Dört gündür bu kapı kendisine duvarken, koskoca dört gündür Yağız rüyalarında onunla dalga geçiyordu. Adam rüyalarında jilet gibi ütülenmiş siyah pantolonu üzerindeki beyaz gömleği ve onun da üzerindeki kırmızı ceketiyle her zaman olduğu gibi çok yakışıklı ve bir o kadar şık görünüyordu. Bir adamda her zaman komik durduğunu düşündüğü papyon ancak onda bu kadar erkeksi ve hoş görünebilirdi. Adam yüzüne gülümserken yanında aniden kadınlar beliriyordu. Üstelik kadınların üzerinde hemşire üniforması vardı! Arsız hareketlerle üniformalarını çıkartırlarken altlarında beliren kısa abiye elbiseler ve stiletto ayakkabılarıyla Yağız’ın çevresini sarıyorlardı. Yağız elindeki şampanya şişesini Naz’ın gözlerinin içine bakarak patlatıyor ve kadınların kadehlerine boşaltıyordu. Kadınların adama yaptığı cilvelere karşılık veren adamın tavırları ve kahkahalarıyla rüyası kâbusa dönüşürken, adamın kendisine doğru kaldırdığı şampanya kadehiyle kan ter içinde uyanıyordu. O hâliyle rüyalarında ne işi olduğunu çözememişken şimdi yine adamın kapısının önündeydi. Her seferinde açılmayışı yapacağı açıklamaların erteleniyor olması sebebiyle kısa süreli rahatlamasına neden olsa da, evine varınca daha büyük bir telaş sarıyordu içini. Sonra da merak! Hiç olmayacak zamanda filizlenen cinsinden hem de!

 Daha sonraları o kısa süreli rahatlamalar ve ardından gelen telaş gün be gün yerini sinir bozukluğuna bırakmıştı. Tabii merakı da artıyordu. Adama bir şey mi oldu, düşüncesi kafasında dönüp dururken, bilerek kapıyı açmıyor, düşüncesini es geçiyordu. Onu en son gördüğünde askeri kıyafetleriyle gidişi aklına geldi. Hem de hafta sonu olmasına rağmen…

 Ayaklarını sürüyerek kendi dairesine geçti ve kapıyı kapattı. Sema’nın okulda işi erken bittiği için anlaşılan kendini hemen mutfağa atmıştı. Üzerini değiştirmek için odasına yöneldi ve sonra mutfağa, Sema’nın yanına geçti. Dört gündür onun kapı çalışları sürerken, Sema’ya yanına taşınmasını teklif etmiş ve Sema bu teklifi hemen kabul etmişti. Şimdi de genç kadın mutfağında yemek yapıyordu. Böylece ödenmesi gereken fatura ve diğer harcamalar yarıya bölünmüş ve Naz, mutfaktaki görevinden şartlı olarak tahliye olmuştu. Ama buna bile sevinememişti. 

 Sabah apartmandan çıkarken tesadüf eseri Ali ile denk gelmişti ve Ali ile beraber okula kadar yürümüş, ardından da kendi okuluna gitmişti. Yağız’la okula gidiş ve dönüş rastlaşmalarının yerini Sarp, Erkan ve özellikle Ali’ninkiler almıştı ve tabii artık Sema da vardı. Ama onun geçici sınıfı artık asıl öğretmenine kavuştuğu için çıkışlarda beraber dönemeseler de, her nasıl oluyorsa diğer çocuklarla eve geri dönüyordu. Buna kafa yormuyordu; çünkü okula gidip gelirkenki tedirginliğini hâlâ üzerinden atabilmiş değildi. Ali sabah müsait olup olmadığını sormuş, Naz’dan onay alınca da Öyküm’le akşam geleceklerini söylemişti. O an için Yağız’ın yokluğuna nasıl bir çare bulacaklarını Ali ile tartışmak aklına gelmemişti. Sema’nın sorusuyla düşüncelerinden sıyrıldı. “Seninki gene mi yok?”

 Naz alışmış olduğu sorunun seninki kısmına aldırmayarak cevap verdi. “Yok. Yer yarılıp içine girmek böyle bir şey olsa gerek.”

 İsteksizce tezgâha yaklaşırken salata malzemelerini hazırlamaya başladı. Sema’ysa kısa sürede içine işleyen bu kadının hâline üzülmeden edemedi. Sanki onu uzun zamandır tanıyor gibiydi. Geceli gündüzlü yaptıkları sohbet de bunda oldukça etkili olmuştu.

 “Sıkma canını. Belki de duymamıştır,” diyerek tahminde bulundu Sema. Ama buna kendisi de inanmıyordu. “Duymamış mıdır?! Birini duymadı diyelim, hadi bir şey oldu ikincisini de duymadı; ama diğerlerini sağır sultan bile duymuştur. Hem ben canımı sıkmıyorum zaten.”

  “Ya eminim sıkmıyorsundur,” dedi Sema yüzündeki alaycı gülümsemeyle.

 Sema’nın söylediklerine sesini çıkarmayan Naz, sinirini elindeki malzemelerden çıkarmaya başladı. Sofrayı hazırladıklarında eş zamanlı olarak kapı çaldı. Kapıyı açmaya giderken Yağız’ın yokluğuna ne gibi bir bahane bulacağını düşünüyordu. Nöbetçi diyebilirdi belki. Öyküm ve Ali’yi içeriye aldıktan sonra hemen sofraya oturup Sema’nın yaptıkları yemekleri afiyetle yediler. Naz yemek konusunda ne kadar vasatsa Sema da o kadar iyiydi. Son günlerde bundan iyice emin olmuştu genç kadın.

 Öyküm’ün Yağız hakkında soru sorabilecek olma ihtimalinde ne yapacağını düşünürken lokmalar boğazına diziliyordu. Kendisi de adamın ne yaptığını deli gibi merak ederken ne cevap verebilirdi ki? ‘Muhakkak karşı dairede rahatça bacaklarını uzatmış televizyon izliyordur,’ diye düşünmek istiyordu. Ama dört gündür onu göremeyince içine çöreklenen sıkıntı buna imkân vermiyordu.

 “Yağız abinin yokluğu seni çok üzmüş gibi görünüyor,” diyen Öyküm’le kendine gelirken ne söyleyeceğini bilemeyerek yutkundu. Sesini çıkarmadı. Çıkaramadı. Neyse ki Öyküm cevap beklemeden devam etti. “Bir de böyle âşıkken onun yolunu gözlemek çok daha zor olmalı. En kötüsü de yüreğin ağzında beklemek galiba. Kaç gün oldu Yağız abi gideli? Dört gün oldu mu?”

 Duyduklarını idrak etmekte zorluk çekiyordu. Yağız gitmiş miydi? İyi de nereye? İçi bir an için rahatlamıştı. Demek ki adam evde yoktu. Yoksa mutlaka kapıyı açardı, değil mi? Ya dalga geçerdi ya da güler geçerdi. Belki bağırır çağırırdı; ama yine de açardı. “Oldu,” diyebildi sadece aslında ne olduğunu bilmeden. Şu an Öyküm’ün bu konuda kendisinden daha çok bilgi sahibi olduğuna emindi.

 “Vatanı korumak kolay değil. Onlar diğerlerinden farklı olarak önce vatan diyorlar. Bu yüzden onlarla ne kadar gurur duysak az. Ama zor işte… Özellikle aileleri için. Onun da giderken gözü arkada kaldı zaten; ama ablamı bana emanet etti. Acaba şimdi nerededir?”

 Naz bakışlarını Öyküm’den ayırarak Ali’ye çevirdi. Ne yani kendisi haricinde herkes Yağız’ın nereye gittiğini biliyor muydu? Bakışları Sema’nınkilerle buluştuğunda onun da bir şeyden haberdar olmadığını anladı. Masada Ali ile Öyküm konuşurken Naz konuşulanları merakla dinliyor bir yandan da Yağız’ın kendisini Ali’ye emanet etme düşüncesi zihninde dönüyordu. Aklına her gün okula gidişleri ve gelişleri geldi. Ya Sarp ya Erkan çoğunlukla da Ali’yle beraber dönüyor, hiç yalnız kalmıyordu ve Yağız gitmeden önce… Yağız’la tesadüf eseri rastlaşırlar ve okula gidiş gelişleri beraber olurdu. Bu tesadüf değil miydi?! Düşündüklerine ihtimal vermeyerek bakışlarını çatalıyla oynamakta olduğu yemeğine çevirdi.

 “Halam, Yağız abilerin hem keşif hem de olası bir operasyon için araziye çıktıklarını söylemişti. Ama dört gündür olumlu ya da olumsuz bir haber yok sanırsam. Gerçi olsa da bu bilginin karargâhtan dışarı çıkmayacağına eminim.”

 Öyküm konuşmaya devam etse de Naz artık onu duymuyordu. Yağız dört gündür operasyon için evde yoktu! Kelimeler beyninde tekrar tekrar yankılanırken kabullenmek istemiyordu. Adamın işinin tehlikesi ilk kez  somut  bir şekilde yüzüne vurmuştu. Masanın kenarlarını istemsiz olarak sıkıca kavrarken başka kelimeler de dönmeye başladı zihninde. ‘Olumlu ya da olumsuz bir haber yok!’

 Görüşü içindeki dehşet ve korkuyla bulanıklaşırken, sadece beş gün önce onun şu anda kendisinin oturduğu yerde oturuyor ve elini tutuyordu. Sadece beş gün önce… Kalbi öylesine sıkışmaya başlamıştı ki rahatlamak için derin bir nefes aldı. Oda üstüne üstüne gelirken hızla tabağını alarak mutfağa geçti. Hâlbuki tabağındaki yemeği olduğu gibi duruyordu. Tabağını mutfak tezgâhına bırakarak, mutfak camını açtı ve soğuk Kars havasının yüzüne vurmasına izin verdi. Birkaç gün öncesine kadar yüzüne vurmasını istediği tek şeyin adamın sıcacık nefesi olmasını isterken şimdi… Görmeyen gözlerle açık pencereden dışarıya bakarken Sema’nın da peşinden geldiğini fark etmemişti.

 Sema Naz’ın pencere önündeki perişan hâlini izlerken, ne kadar kadın inkâr ederse etsin adama olan aşkını, onun endişesinde tekrar gördü. Kadının yanına ulaşarak destek olmak için kollarını usulca okşadı. “Ona bir şey olmayacak. Eğer anlattığın gibiyse seninle uğraşma şansını kaçıracağını sanmıyorum. Hem kara haber tez duyulur derler. Bir şey olsaydı muhakkak duyardık. Televizyon bu haberlerle dolu.”

 Başını olumsuz anlamda sağa sola sallarken saçları içeri dolan dondurucu rüzgârla savruldu. “Giderken bana nasıl baktığını görmedin…” Sesi boğazından çıkarken çatallaşmış, bakışlarıysa şimdi apartmanın önündeki yoldaydı.

 “Söylemeyeyim diyorum; ama dayanamayacağım. Orkun eşeğinin söyledikleri ve yaptıklarından sonra… Adam senin yüzüne bakıp ‘Mutluluklar diliyorum,’  mu demeliydi? Naz âşık olan hiçbir  adam sevdiği kadını bir başkasıyla öpüşürken gördüğünde gülmez! Sevdiği kendisine aitse o gözler güler ve son zamanlarda sen hiç olmadığın kadar ona aittin.”

 “Ne aşkından bahsediyorsun sen Sema?” dedi boğazından çıkmamaya direnen sesiyle. Aklında hep adamın son bakışı vardı.

 “Âşıklar ve aşk kördür, diye boşuna dememişler. Ne aşkından, kimin aşkından bahsettiğimi sen düşün. Çünkü onsuz uzaklara dalan, her gün usanmadan bir umut kapısını çalan, onu anlatırken sinir olduğunu söylese bile gözleri gülen, onunla sarılarak uyuyan,  yokluğunda kalbi yanında aklı da biri götürmüş gibi sadece yaşamak için nefes alan ve rüyalarında onu gören ben değilim.”

 Sema’nın söyledikleri kendisiyle o kadar uyumluydu ki hissettiği şeylerle paniğe kapıldı. “Rüyalarımda mı? Bunu sana söylememiştim ki,” dedi hiç düşünmeden.

 “O kısım tahmindi ve doğru bir tahminmiş. Bunların hepsini yaparken rüyanda görmemen imkânsızdı. Bu aşk hastalığının belirtileri değil de ne? Sen inkâr edip kendini kandırmaya devam et. Deli gibi hasta olmasına rağmen sırf iğne olmamak için korkup  hastalığını inkâr eden çocuklar gibisin. Hastasın. Ben teşhisini koydum; ama ilacın bende değil,” diyen Sema mutfaktan çıkarak Naz’ı kendisiyle baş başa bıraktı.

 Tüm gece uyumamış, düşünüp durmuştu. Aşkın nasıl bir şey olduğunu dahi bilmezken, hiç tanımadığı bir yabancıya âşık olabilir miydi? Neden onun tehlikede olduğunu düşündüğü an kendi yumruğu kadar küçük olan kalbi büyüyerek göğüs kafesine sığmıyordu. Kolay ağlamayan bir kadın olmasına rağmen görüşü netliğini kaybediyordu. En son kendisine bakışı bir türlü gözlerinin önünden gitmiyordu. Yatağında sağ tarafa, adamın yattığı tarafa, dönerek oradaki komodinin üzerindeki kurumuş çiçeklere baktı. Bedenini usulca sağ tarafa kaydırırken, adamın esmer teninden sinmiş hafif baharatlı kokusu kendi kokusuyla karışmış bir şekilde yastıktan burnuna dolmaya başladı.

 Komodinin üzerindeki çiçeğe gözleri takıldı. Adam getirdiğinde ne kadar güzellerse, kurumuş hâlleri de ayrı güzeldi ve adamın odasından çıktığı gün, onun yerini çiçekleri almıştı yerini. Elini çiçeğe uzatırken, tek bir çiçeğin kurumuş yaprağının yüzeyini parmak uçlarında hissetti. Dokunuşuyla, kurumuş olmasıyla narinleşen tek bir yaprak çiçekten koparak komodinin sert yüzeyine düşerken sanki içinden bir şeyler kayıp gidiyormuş gibi panikle yatakta bağdaş kurdu ve yaprağı eline aldı. Elinde un ufak olmasından korkarak usulca parmak uçlarını üzerinde gezdirirken aklına düşen adamın gülen gözleriyle, içi biraz olsun rahatlasa da tehlikede olabileceği düşüncesi…

 Ne zaman bu hâle gelmişti?! Ona olan siniriyle içi alevlenirken, şimdi kıyılarına vuran dalgalı gözleri tüm ateşini söndürüp yerini savrulan küller bırakıyordu. Nasıl olduğunu anlamadan gözünden akan bir damla yaş yolunu bularak avucundaki yaprağın üzerine damlarken ‘Allah’ım sen onu koru,’ diyerek dua etti. Olmuştu işte! Ne bulacağını bilmeden buraya gelmiş ve hiç düşünmediği bir şeyi, aşkı bulmuştu. Şimdiyse ne yapacağını bilemeden adamın gülümseyen gözlerine ve dudaklarına odaklanarak sağ salim döneceğini umut edebiliyordu. Deli dolu, her şeye inat hâli bir anda uçup giderken duygularında boğulmak onun normalde yapacağı bir şey değildi; ama elinde değildi.  Adama âşık olduğu için pişman mıydı peki? Ne olursa olsun… Pişmanım, diyemiyor; çünkü öyle hissetmiyordu.

 Yaprağı tutan elini yumruk yapıp kurumuş narin yaprağı avucunda hapsederken, ona olan özlemini yaprakla telafi eder gibi avucunu daha da sıktı. O an bir umut, adamın sözlerine tutunarak avucunu aralardı. Yaprak parçalanmak üzere gibi dursa da hiçbir şey olmamıştı ve yaprağı hafifçe okşamaya başladı.

 “Pişman değilim. Yine olsa yine yaparım,” fısıltısı döküldü dudaklarından. Bacaklarını karnına çekerek cenin pozisyonunda uzandı ve yorganını üzerine örterek altında daha çok kıvrılırken üşüyordu. Avucundaki tüy kadar yaprağın gönlüne yaptığı ağırlık, üzerindeki hafif elyaf yorganın verdiği sıcaklık ve burnundaki adamın kokusuyla uykuya daldığı sırada, sırtında yaklaşık kırk kilo ağırlıkla gece karanlığında yürüyen adamın, sırtındakileri yok sayarak gönlündeki tonlarca ağırlıkla savaşırken, zihnindeki yeşil gözlerin sıcaklığına tutunarak Kars’ın dondurucu soğuğunda ısınmaya çalıştığını bilemezdi.

 ***

 Adamı son görüşünden bir hafta geçmişti. Bir koca hafta… Bu koca haftada adamın yokluğu zihnini öyle çok meşgul ediyordu ki… Şimdi de olacağını düşünerek Sema ile aldığı tişörtü havaya kaldırarak inceliyordu. Adamın üzerinde hayal ederken gülümsemeden edemedi. Muhakkak kol kısımları kaslarına dar gelecekti; ama yapabileceği bir şey yoktu. Ne de olsa kol kısımları standarttı. Bunu düşünerek son günlerdeki hâlinin aksine gülümserken odasından çıktı.

 “Birilerinin yüzünde güller açıyor bakıyorum. Tabii benim karşı komşum da yüzbaşı olsa ben de etrafa gülücükler saçardım,”diyen Sema aniden kahkaha atarak devam etti. “Dur bir dakika! Bu evde ben de oturduğuma göre benim karşı komşum da bir yüzbaşı oluyor da… Ben neden gülemiyorum, ey ulu Tanrım?!”

 Bunun üzerine Naz da ufak bir kahkaha attı. Şimdi Sema’ya böylesine içten gülümserken bundan önce en son adama içten kahkaha attığını hatırladı. Kahkahası tebessüme dönüşürken Sema’nın sözleriyle daha bir içi ısındı.

 “Kapılmamış olsaydı belki gülebilirdim. Şansım yok benim şansım! Bence ben askeri hemşire olmalıymışım. Gerçi askerler çoğunlukla ya öğretmen ya da hemşirelerle evleniyorlar da askeri hemşirelik daha garanti.”

 Hemşire lafını duymasıyla Naz’ın rüyaları uyanırken başını sağa sola sallayarak düşüncelerini dağıttı. Sema’nın söylediklerinin bir kısmını es geçerek cevap vermedi. “Sen çok beklentide olursan gelmez. Ne kadar çok istersen o kadar kaçar senden. Akışına bırak.”

 “Sen öyle mi yaptın? Eğer sen öyle yaptıysan ben hemen kendimi hayatın ve evrenin akışına bırakarak süzülmeye hazırım. En azından ne yapmam gerektiğini bileyim, değil mi?”

 Naz durumun garipliğine gülerken ne yaptığını düşündü. O ne yapmıştı ki? “Ben… Ben hiçbir şey yapmadım,” dedi gülerek. “Hem bir şey olduğu yok Sema. Abartma. Seni duyan da aramızda bir şey var sanacak. O sadece karşı komşum.”

 Sema’nın şen kahkahası odayı doldurdu. “Bir şey yok mu? Gerçekten yok mu? Ben buna sadece gülerim. Bana güzel güzel ‘Karşı komşum, yüzbaşı parçasına âşık oldum!’ de ve rahatla güzelim. Âşık olmak dünyanın sonu değil. Hem lütfen, benden bahsediyoruz sence benden kaçar mı? Hadi diyelim ki sen ‘O harika adama âşık değilim,’ dedin ve ben de bir gaflete düşüp inandım; ama… O adam… O adam sana âşık! Çocuk değilim ben güzelim. O bakışları gördüm. Hem adamı deli gibi özledin, yalan mı? Hatta nasıl özledin biliyor musun? Çöllerde su gibi… Kutupta yaz gibi…”

 Sema’nın sözlerine yetişemeyeceğini bilerek güldü. “Seninle baş edilmez,” diyerek kapıya doğru giderken, izlediği televizyon kanalını zaplayan Sema, yaptığı işe odaklanmışsa da Naz’a seslendi. “O tişörtün mavisini almakla iyi yaptın. Göz rengiyle uyum sağlar.”

 Naz sırtı Sema’ya dönükken şaşkınlıkla gözleri açıldı ve omzunun üstünden ona baktı. Bu kadından bir şey saklamanın ve bir şeyleri inkâr etmenin artık bir anlamı yoktu. Ama yine de şansını denedi. “Ben öyle bir şey yapmadım. Bu tişörtün mavisi daha güzeldi sadece.”

 “Evet. Evet, zaten benim adımda SAFinaz ya! Eğer onu düşünerek almadıysan bu yıl tüm bulaşıklarla ben uğraşırım. Bak bu kadar da büyük konuşuyorum.”

 Sema’nın söylediklerine tekrar güldü. Çünkü Sema bulaşıklarla uğraşmaktan nefret ederdi. Yemekleri yapar bulaşıklarıysa Naz hallederdi. “Bir şey hakkında da tahmin etme. Evet, göz rengini düşünerek aldım. Mutlu musun?”

 Sema kendisine döndü ve dişlerini göstererek gülümsedi. “Evet. Haklı olmayı seviyorum!”

 Kendisini adamın kapısının önünde bulduğunda kalbi, kafesinde çırpınan kuşlar gibi göğüs kafesinde kanat çırpıyordu. Kapıyı çalarak bakışlarını elindeki poşete indirdi ve ince naylonla oynayan parmaklarını izledi. Adamın yüzüne bakmayı deli gibi istese de cesareti yoktu. Özellikle kendine itiraf ettiği hisleri sonrasında hem de hiç. En son kendisine baktığı gibi bakar diye çok korkuyordu. Kapının açılmadığı her saniye, bugüne özel içinde beliren umutlar yavaş yavaş ölürken ‘Yine açılmayacak,’ diye düşündü. Onun güvende olduğunu bildiği sürece açılıp açılmamasının anlamı olmasa da bir kez olsun görmek istiyordu.

 Geri dönmeye karar verdiği sırada karşısındaki kapı açılınca nefesini tuttu. Bakışları hâlâ ellerindeyken yaramazlık yapmış küçük bir kız gibi görünüyordu. Kalbinin sesi kulaklarını doldururken sesini çıkartamıyordu. Çünkü kapının açılmasını deliler gibi istese de açılacağını hiç düşünmemişti.

 “Ben… Seninle uzun zamandır konuşmak istiyorum. Sanırım… Sana bir şeylerin… Açıklamasını borçluyum.”

 Kelimeler kurumuş dudaklarından zorla çıkarken duyduğu sesle birden bakışlarını kaldırdı. “Bana hiçbir şeyin açıklamasını borçlu değilsiniz,” diyen bir ses…

 Bakışları karşılaştığı manzarayı idrak etmeye çalışırken ayaklarının tüm gücü kesilmişti sanki. Karşısında uzun siyah saçları dağılmış, gözleri uykusuzlukla dudaklarıysa sanki öpülmekten şişmiş gibi duran, üzerinde kendisine yedi sekiz beden büyük gelen kapüşonlu polar kazağı ile dikilen bir kadın vardı. Kadın açık tutmakta zorlandığı kısık gözleriyle kendisine bakıyordu. Uykudan uyandığı belliydi. Kapıyı fazla açmamış sadece başını uzatmış olsa da Naz’ın bakışları kadının kapı ardından bir kısmının göründüğü hoş bronzluktaki kısmen çıplak bacaklarına takıldı.

 O günlerce ona ihanet ettiğini düşünerek zihninde açıklamalar üretirken adam yapacağını yapmakta gecikmemişti. Ufak tefek görünen bu küçük kadın yirmi ila yirmi beş yaşlarının arasında gibi görünüyordu. Tazecik yüzündeki tatlı gülümseme Naz’la sanki alay ediyordu. Kalbi ezilirken kendini konuşmaya zorladı. “Affedersiniz. Ben… Ev sahibiyle konuştuğumu sandım. Tabii… Kapıyı açanın kim olduğuna bakmamak benim aptallığım.” Dudaklarına yerleştirdiği zoraki gülümseme canını acıtıyordu.

 “Kusura bakmayın. Karşınıza böyle çıkmak istemezdim. Ben  ve ev, pek müsait değiliz yoksa içeri davet ederdim. Ev sahibi uyuyor oldukça yorgun. Bugün uyanabileceğini pek sanmıyorum. Sanırım borçlu olduğunuz açıklamayı daha sonra yapmanız gerekecek. Ama kendisine geldiğinde ben geldiğinizi iletirim.”

 Kapıdaki kadının samimi bir gülüşle söyledikleri sinirlerini daha çok bozarken kendisine içten içe söyleniyordu. Aptal! Aptal!! Aptal!!! Ne sanmıştın ki? Ne olabileceğini düşünmüştün?! Kahretsin! Allah kahretsin!

 Boşalmaya hazır sinirleriyle dişlerini sıkarken duruşu ciddileşti. Ağlama isteğini yok sayarken kendisini buz kesmiş gibi hissediyordu. Elindeki poşeti kadına uzattı. “İletmenize gerek yok. Ben sadece karşı komşuyum ve… Ona bu tişörtten başka hiçbir şey borçlu değilim,” diyerek kadının mavi gözlerine baktı.

 “Peki. Ben kendisine iletirim. İyi günler,” diyen kadın poşeti aldı ve Naz kendi evine doğru döndüğünde kapıyı kapattı.

 Kapının kapanma sesini duyan Naz, başını çevirerek omzunun üstünden kapanan kapıya baktı. Günlerce çalarak aşındırdığı kapıya… İçindeki saçma bir şekilde aldatmış olduğunu düşündüğü adamın kapısına… Ve şimdi kendi kapısının önünden, açılmasını umutla beklediği kapıya bakarken kendini ihanete uğramış hissediyordu!


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 18

Fotoğraf @nilmelteem Bölüm 18    Okundukça birbirine karışan kelime ve harfler… Tekrar tekrar okunan kaçıncı satırdı bu?! Kaçıncı girişimdi ...