Bölüm 14
Her saniye biraz daha içine işleyen ve birbirlerine aykırıymış gibi gelen tüm çiçeklerin birleşerek oluşturduğu, tatlı bir sarhoşluk veren o koku burnuna dolarken ne yapabilirdi ki?
Boşta kalan elini, göğsüne gelişi güzel yayılmış olan dalgalı saçlara değdirdi. Her bir hareketinde koku biraz daha yoğun geliyordu ve her an daha çok titretiyordu içini. Ama aldırış etmeden bir tutam alarak iki parmağı arasında oynamaya başladı. Beyaz yüzündeki o güzel, yeşil gözlerini gizleyen göz perdelerinin çevresindeki, dışarıdaki loş ışığın yüzüne gölge düşürdüğü kıvrılmış kirpiklerini seyretti bir süre. Kadının saçlarında gezinen parmakları kendi yollarını bulmuş gibi elmacık kemiklerine ulaştı. İki parmağının tersiyle hafifçe okşarken dolgun dudaklarını buldu sonra. O her fırsatta büzülen bebeksi dolgun dudaklara kendisine aitmiş gibi parmak uçlarıyla dokundu. Gül pembesi dudakların parmak uçlarından tüm vücuduna gönderdiği uyarılar öylesine yoğun olmasına rağmen aldırmayarak o yoğunluğa olan açlığıyla başparmağını alt dudağında gezdirmeye başladı.
Aslında evli olmamaları, birbirlerine aitlik sözü vermeden bu yatağı paylaşıyor olmaları, içerideki sözde misafirleri bile umurunda değildi. Şu an kollarındaki bu güzel melek gözlerini açsa kesinlikle onun kendisini paylayacak sözlerine ve bir süre de olsa sinirden alev alev yanacak olan bakışlarına rağmen, onu öperdi.
Kendisine koyduğu tüm engelleri kaldırarak kadının kendi göğsündeki ağırlığını koluna verip ona doğru döndü ve bir süre doğrudan karşısındaki yüzü izledi. Vücudu ona isyan bayrağını en kırmızı hâliyle kaldırmışken, o ona dokunmamaya çalışıyordu. Hangi erkek buna karşı koyabilirdi ki?
Böylesine etkileyici bir kadın! Kendi kollarında! Hem de ne olduğundan habersiz bir şekilde kendisine sarılmışken! Kim bilir şu an rüyalar âleminde kaçıncı kez, kendisini içermeyen rüyalar görüyordu. Üstelik kadın izinsiz tüm rüyalarını istila ederken… Bu haksızlık değil miydi?
Bu duruma sinirlenirken cezayı kime keseceğini şaşırdı. Çünkü içinde bu duruma karşı tarifsiz bir öfke canlanmıştı. İşte bu yüzden… Şimdi her şeyden habersiz, masumca kıvrılmış dudakları öpecekti. Bu cezadan ziyade öfkesinin kapana kıstırdığı ateşler içindeki vücuda bir damla su gibi gelecekti. Devamıysa gürleyen bir şelale olurdu muhakkak…
Ama yapamazdı. Masumca uyuyan bu uyuyan güzeli öperek rüyalarından ayıramazdı. Uyandığında ona bir prens vaat edebilir miydi? Tabii ki edemezdi; çünkü kendisi bir prens değildi. Uyandığında kadını bekleyenler; kendini bulacağı gerçek bir hayat ve istenmeden paylaşılan çift kişilik bir yatak olacaktı. Bu düşüncelerinde boğuşurken genç kadının prensten çok onu bir Yunan Tanrısının cisim bulmuş hâli olduğunu düşünüyor olması adamın aklına gelecek en son şeydi.
Kadının alnına dökülen saçları geri çekerek çehresini saç tellerinden arındırırken hâlâ büyük bir kararsızlık içindeydi. Onu öyle çok öpmek istiyordu ki… Bugün nefesinin tadı bile kendi nefesini kesmişken dudaklarının hissettireceği duyguları tahmin dahi edemiyordu. Ama… Ne olursa olsun yine de böyle bir şey yapmayacaktı.
Kendisine daha fazla işkence çektirmemek için kadının bedeninden biraz olsun geri çekilirken genç kadın kıpırdanarak gözlerini hafifçe açtı. Kısık gözlerinden etrafa yayılan yeşiller dışında adam hiçbir şey göremezken, kadının dudaklarında beliren tebessüm dikkatini çekti ve kendine engel olamayarak o tebessüme karşılık verdi. Kadın, adamın aralarına koyduğu mesafeyi kapatarak ona doğru sokulurken sırt üstü yatan adamın göğsünün üzerinde ellerini birleştirerek çenesini dayadı ve bir süre hiçbir şey söylemeden uyku mahmuru hâliyle adamın gözlerinin maviliklerine baktı.
Ne adam konuştu ne de kadın… Birbirlerinin gözlerinin içinde kaybolurken kadının yüzündeki gülümseme ciddileşti. Yeşil gözleri etrafa parıltılar saçarken adamın göğsüne tırmanarak yüzünü yüzüne yaklaştırdı. Gözlerinde uyku mahmurluğu olan bir bebek görüntüsü yerini bir anda kendini bilen bir kadına bırakmıştı. Ellerini adamın göğsünde gezdirirken bakışlarını kısmış dudaklarında yamuk bir gülümseyiş belirmişti. Adamsa karşısındaki bir bebekten pantere dönüşen kadını şaşkınca ama bir o kadar da zevkle izliyordu. Kadın saçlarını çekici bir şekilde bir tarafa atarken adamın yüzüne daha çok yaklaştı ve nefesini bırakırken gözlerini kapattı. Sarhoş edici nefesi adamın yüzünü yalayarak geçerken, adam doğrulmak için hamle yaptı; ama üzerindeki kadın, göğsüne elleriyle ağırlık vererek buna izin vermedi. Dudaklarındaki gülümseme seksi bir hâl alırken adamın yüzüne daha çok yaklaşarak bir elini adamın bir omzunun üstünden yatağa koydu diğer eliyse adamın göğsündeydi.
Adam kadının gerçekten uyanık olup olmadığını anlamak için yüzünü ciddiyetle incelediğinde kadının da kendisi kadar uyanık olduğunu fark etti. En azından kendisi için vücudu bunun kanıtıydı. Ama durmalıydı. Kadının pişman olmasını göze alabilir miydi? Durabilir miydi? Hem de tüm bunları kadının yaptığı düşünülünce yapabilir miydi?! Hem de kahrolası vücudu ilk defa kendisine bu kadar baş kaldırmışken!
“Ya..ğız”
Kadın alnını alnına dayayarak gözlerini kapattığında da içini ürperten, zevk aldığının kanıtı olan boğuk bir sesle adını mırıldandığında da hâlâ bunları düşünüyordu; ama kendisini tahrik etmek için, kadının hoş nefesini yüzüne doğru bir kez daha vermesiyle artık her şey için çok geçti. Göğsündeki kadının vücudunu kendine doğru çekerken kadının ufak kahkahası kulaklarındaydı. Işıldayan yeşil gözlerine, ardından da dudaklarına odaklandı. Kadının da aynı şeyi yapmasıyla göz göze geldiler. Bunun üzerine ikisi de ufak, iç gıcıklayan birer kahkaha atmışlardı. Kadının dudakları her geçen dakika biraz daha yaklaşırken nefesleri birbirine karışıyordu ve ilk hamle yapan adam oldu. Dudaklarının birbirine değmesiyle adam yüksek voltaj gerilim sonrası tüm sinir sistemi patlıyormuş gibi hissetti. Daha fazlası için her hamle yapışında kadından aynı tepkiyi aldı. Baldan tatlı dudakların tadı, kadının dudaklarını aralamasıyla zevk patlamasına dönüştü. Aniden doğrulurken kadın bu sefer onu engellemedi. Kadını kucağına çekerken dudaklarını bir an olsun o bal dudaklardan ayıramıyordu. Kadın bacaklarını adamın beline dolarken oturuyor pozisyonda olsalar da Yağız’ın pek dayanacak gücü kalmamıştı. Zaten dün yaşadıkları yeterince tahrik olmasına neden olmuşken kimse bu görüntü için kendisini suçlayamazdı. Bir an kadın dudaklarını dudaklarından ayırdığında alnını alnına dayayarak, nefeslerini düzenlemeye çalışmışlardı. Ama ikisi de ufak kahkahalarını durduramıyordu. Kadının kahkahasındaki tını adamı daha çok tahrik ederken kadın da daha fazlasını ister gibi dudaklarını adamın dudaklarına ufak dokunuşlarla sürtmeye başladı ve adam hamle yapmadan dudaklarına sahiplenircesine hoyratça öptü. İşte bu her şeyin sonuydu…
Yağız ani bir hareketle genç kadını altına alırken kadın onun akşamdan kalma gömleğiyle uğraşıyordu ve bu oldukça kısa sürdü. Naz her geçen dakika adamın beline doladığı bacaklarıyla onu daha çok kendisine çekerken daha fazlasını istiyordu ve almaya kararlıydı sanki. Tüm kıyafetlerin mahremiyetinden kurtulduklarında, adam kadının gözlerindeki ışıltıya baktı. Bu bambaşka bir şeydi… O kadar güzel parlıyorlardı ki ve o kadar farklı… Her saniye ve her hamlede onu hipnotize ederek daha çok çekiyordu kendisine.
Dakikalar birbirine karışırken genç kadın ters bir hamleyle adamın üzerine çıktı. Hâllerine istemeyerek de olsa gülmeye başlarlarken adam bir an için gözlerini kapattı. Genç kadının üzerine tırmanışını hissederken yüzünde istemsiz bir tebessüm oluştu ve gözlerini açtığında nefesi kesildi. Gözlerini ondan tam anlamıyla ayıramıyordu. Işıldayan o gözler, harika desenlerdeki kusursuz bir post ve keskin pençeler…
İşte bu gerçek bir panterdi!
Gördüklerinin verdiği şaşkınlıkla birden gözlerini açarak hafifçe doğrulduğunda karşılaştığı ilk şey odanın karanlığı, hissettiği ilk şeyse göğsündeki ağırlık oldu. Her şeyden habersiz göğsünde uyuyan güzel kadının her nefesi yüzüne vururken, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Gördüğü şeyler o kadar gerçekti ki bir an… Bir an… Aman Yarabbi’m!
Onun doğrulmasıyla göğsünde yatan genç kadın hareketlenerek hafifçe gözlerini açtı. Bu durum adama birkaç dakika önce rüyalarında kendisine uyanan kadını aklına düşürse de gözlerini sımsıkı kapatarak tekrar açtı.
“Ya..ğız…”
Adının uyku mahmuru hafif şişkin dudaklar tarafından mırıldanışı da başka bir görüntüyü aklına getirse de o anların etkisinden çıkmak çok zordu. Rüyasında adını fısıldayışının sebebiyse bambaşkaydı. Kadının her görüntüsü hatırlatmaktan geri kalmazken hele. İmkânsızdı!
“Üz…gü...nüm…Se...ni uyan...dırmak iste...me…dim.” Kelimeler kesik kesik ağzından dökülürken kendine gelmeye çalışıyordu.
“Kötü bir rüya gör...müş olmalısın. Geçti. Hepsi geç…ti.”
Kadın her şeyden habersiz kâbus görmüş bir çocuğu teselli eder gibi sözler sarf ederken bir yandan da gözlerini açık tutmakta zorlanıyor gibiydi ve hâlâ adamın yarı doğrulmuş pozisyondaki göğsünde yatıyordu. Gözlerini kapatmamak için zor durduğu her hâlinden belliydi.
“Evet geçti. Her şey geçti.”
Evet, her şey geçmişti. Hem de geçmesini istememesine rağmen… Sadece içinde hissettiği sözde öpücüklerinin tadı dudaklarında, tahrik edici sözde şen kahkahaları kulaklarında, içini titreten ona olan gerçek arzusu tüm sertliğiyle bütün vücudundaydı! Her şey sözde olsa da bu arzu gerçekti ve bir gerçek daha vardı. Bir de sırtını tekrar yatağa yaslamasıyla göğsüne panterden çok, küçük bir kedi yavrusu gibi kıvrılan sözde karısı… Bu sözde karısının gerçek hayat arkadaşı olması fikri şu an gözüne o kadar güzel görünüyordu ki düşündüklerine akıl sır erdiremiyordu. Ne zaman bir kadın hakkında böyle düşünür olmuştu ki en son ne zaman bir kadını ciddiye almıştı? Ciddiye aldığı tek kadın annesiydi, o da çok uzun zaman önceydi.
Bu düşünce kafasını kurcalamaya devam ederken uykusu kaçmış olan gözleriyle, yüzü kendisine dönük olarak göğsünde yatan kadını seyretmeye başladı. Onun yüzüne bakarken ya da vücudunu incelerken içi bir garip oluyordu. Evet, onu arzuluyordu; ama tek hissettiği bu değildi. Sorusunun cevabını içinden çekip çıkaramazken sıkıntıyla bir nefes verdi ve uyansa da uyanmasa da umursamayarak kadının yüzüne yaklaştırdı yüzünü. Bu kadın tüm duygularını ayaklandırırken onunla arasında iki kapı ve iki adım olma düşüncesi kimi zaman o kadar çok sinirlerini bozuyordu ki bir anda kendini sorgularken buluyordu. Ama bugün buna kafa yormayacaktı özellikle de şimdi, düşüncelerinin ve rüyalarının sahibi kollarında uyurken. Yüzündeki hafif tebessüm yerini çapkın bir gülümseyişe bırakırken dudaklarını hafifçe kadının yanağına dayayarak ufak bir buse kondurdu ve başını başına yaslarken saçlarının arasına burnunu gömdü. Derin bir nefes alırken mis gibi kokan saç tellerine doğru fısıldadı. “Geçti. Ama keşke… Ah keşke… Geçmeseydi.”
Bir kez de saçlarına öpücük bıraktıktan sonra kendisine sarılmış olan kadını daha çok kendine çekerek diğer kolunu da kendi başının altına aldı ve hiçbir şey yapmadan kadının düzenli nefesine odaklandı. Şu an bunun dışında hiçbir şey yapmak istemiyordu. ‘Keşke geçmeseydi,’ diye düşündü bir kez daha ‘Keşke.’ Gözlerini tekrar uykuya kapatmanın imkânsız olacağını bilerek kapattı. Bu gece artık ne uyku olacaktı ne de rüyalar… Ama rüyaları bir gün gerçek olabilirdi.
***
Kulağını dolduran bir ses vardı bu odada! Bir alarm sesi… Hem de hafta sonu olmasına rağmen!
Gece mışıl
mışıl uyumuş olsa bile göz perdelerini açmayı bırakın yerinden kıpırdatmak dahi
istemiyordu. Elini zoraki kaldırarak komodin üzerindeki telefonunu almak için
uzandı. Tabii gözleri hâlâ kapalıydı. El yordamıyla eline gelen şeyleri
yoklarken, komodinin sert köşesini bekleyen parmak uçları daha kıvrımlı ve
komodine göre daha yumuşak bir cisimle karşılaştı. Bu cismin yüzeyi oldukça
girintili çıkıntılıydı. Böyle bir şeye sahip olduğunu hatırlamıyordu. Kapalı
göz kapakları üzerindeki biçimli kaşları çatıldı ve parmak uçlarıyla cismi
tanımak için biraz daha üzerinde gezindi. Sanki boğum boğum ve oldukça da
sıcaktı.
“O yaramaz ellerin şu anda hiç olmadık bir yere doğru keşfe çıkıyor güzelim. Dikkat etsen iyi olur.”
Kulağına gelen alaycı sesle aniden gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi açılmış ve başını kaldırmıştı. Eli tam olarak… Aman Allah’ım! Resmen adamın kasıklarına doğru yolculuğa çıkmışlardı! Oradan da Seksen Günde Devri Alem!! Terbiyesiz ellerine söylenerek ateşe değmiş gibi ellerini bulunduğu yerden çekerken, adamın yamuk gülümsemesi gözüne takıldı. Şimdi ne diyebilirdi ki adama?! ‘Gözünü, böyle bir adamla yatağını paylaşırken nasıl kapatırsın, hatta senin uyumaman gerekirdi!’diye düşünürken bedeni aksini söylüyordu. Öyle rahat ve güvende uyumuştu ki gözlerini yeni güne açmak hiç içinden gelmemişti.
Ellerini çektikten sonra yataktaki pozisyonlarına bakmak aklına gelmişti ki hareli yeşilleri biraz daha açıldı. Çünkü hafif doğrulmuş bir vaziyette olsa bile, adama daha önce sarıldığı, bu pozisyondan açık seçik belliydi. Bir de kendi belindeki adamın eli vardı söz konusu olan! Sabah mahmurluğu, belindeki elden tüm vücuduna istila eden sıcaklığın yanında, biraz önceki terbiyesizlik sonrası kendi elinden vücuduna yayılan bir başka ateşle, aniden adamdan geri çekilerek doğruldu. Adamın yüzüne bakmaya cesaret edemese de kendine mani olamayarak bakışlarını ona doğru çevirdi. Naz’ın pozisyon değiştirmesiyle Yağız da doğrularak oturur pozisyonda yatak başlığına yaslandı; ama sanki kendi yatağında yatıyormuş gibi rahat bir şekilde kollarını birleştirmiş, çapkın ve hafif alınmış bir gülümsemeyle kadına bakıyordu. O anda adam elini bir günlük sakalları üzerinde gezdirdi. “Alınmaya başlıyorum. Sabah sabah o kadar da çirkin olduğumu düşünmüyorum. Belki sakallarım çıkmış olabilir. Ama hepsi bu… Bugün hafta sonu olduğuna göre tıraş olmasam da olur.”
Adamın alınmış hâline rağmen yüzündeki gülümsemenin şekli Naz’ı kendine getirdi. Sabahın köründe bu adam onunla dalga geçecek enerjiyi nereden buluyordu?! Kendisi daha kendine gelememişken hem de. “İnanır mısın, sabah sabah ne seni gördüm ne de sakallarını. Senin karın kaslarına rastlamadan önce asıl ulaşmak ve yapmak istediğim, telefonumu almak ve alarmını kapatmaktı,” derken aslında hâlâ gürültülü sesinden bir şey eksilmeyen telefonunu duymuyordu bile. Çünkü kalbi kulaklarında atıyordu.
Adamın cevap vermesine fırsat kalmadan, adamın üzerinden uzanarak telefonunu aldı ve katlanamadığı o sesi kapattı. Saat, hafta sonuna göre oldukça erkendi. Telefonunu bir kenara atarken hafta sonu, alarmını aklının hangi köşesine uyarak kurduğunu düşünmemeye çalışarak Yağız gibi sırtını yatak başlığına yaslanır pozisyonda oturdu. Adamın, yüzüne baktığını hissediyordu; ama önce kalbinin sesini biraz kısması gerekiyordu. Sabahın ilk ışıklarında nasıl olduğunu dahi tahmin edemediği ama durumu kurtaracak durumda olduğunu ümit ettiği saçlarını adamın olduğu tarafa atarak biraz olsun yüzünü gizlemeye çalıştı. Derin bir nefes alırken ortamı dağıtmak için dün gece aklına gelen şeyi söylemeye karar verdi.
“Boyumuzdan büyük yalanlar söyledik Yağız. Kocaman insanlar olmamıza rağmen. Bu işin içinden nasıl çıkıcağız biz? Senin açından da benim açımdan da durum pek rahat değil.”
“Ne o benimle evli olma düşüncesine katlanamıyor musun?”
Saçlarının uçlarıyla oynarken adamın cevabıyla bakışlarını ona çevirdi. “Ben öyle bir şey söyledim mi şimdi? Sen de dün kendi açından durumu anlattın. Hem söz konusu seninle evli olma düşüncesi değil.”
“Seni benimle evli olmanın dışında daha kötü hissettiren bir durum mu var? Merak ettim şimdi,” dedi adam yarım bir gülümsemeyle. Dün yaptığı konuşmayı kendisi de elbette hatırlıyordu; ama şimdi bunu umursamak istemiyordu.
Kesinlikle sabahın bu erken saatlerinde, birbirlerini anlamakta normalde olduğundan daha çok zorlanıyorlardı. “Ben sana seninle evli olma düşüncesinden rahatsız olduğumu söyledim mi?”
“Demek bu düşünce seni rahatsız etmiyor. Bir zamanlar benimle aynı ortamda bulunmaya dayanamazken, şu an söylediklerinle bir çağı kapatıp başka bir çağ bile açmış olabiliriz. Çünkü yaklaşık yirmi dört saati aşkın bir süredir bu evdeki havayı beraber soluyup, senin yatağını paylaşmış durumdayız,” diyerek gülen adam, şu an sinirlerini bozmaya başlıyordu. Onun tarafından hiç dinlenmediğini düşünüyordu. Her zaman olduğu gibi!
“Şu an inan sinir katsayım endişemi geçemez! Beni dinleyerek anlamaya çalışacak mısın?”
“Bu durum dışında seni endişelendiren başka bir şeyse, durum gerçekten vahim olmalı. Ben en vahimi budur diye düşünmüştüm. Tamam… Hemen kızma, seni dinliyorum.”
‘Allah’ım ben bu duruma gelecek ne günah işledim de beni bu adamla sınıyorsun?!’ diye düşünürken adamın söylediklerini umursamamaya çalışarak konuşmaya başladı.
“Biz seninle normal yollardan anlaşamayacağız. En iyisi senin dilinden anlatayım. Şöyle düşün. Bizim karargâhımızda, yani bu karargâh okul oluyor, en yüksek rütbeli okul müdürü ki bu kişi de Tahir Bey. Kendisi Öyküm’ün babası olur. Bu üst rütbeli kişinin her türlü bilgiye ulaşma imkânı vardır, değil mi? Bir emir verse akan sular durur. Öyküm dünkü hâlimizi muhakkak anlatmıştır ailesine. Tahir Bey rastgele de olsa benim bilgilerime bakmaya kalkarsa nüfus cüzdanımda ilk bakacağı yer, bende bu şans varken kesinlikle medeni hâli kısmı olur. Orada ne yazıyor biliyor musun? BE-KÂR. Bir şey sorarlarsa imam nikâhı kıydırdık mı diyeceğiz?”
Adamın bakışlarının ciddiyete bürünmesiyle biraz rahatlamış gibi olsa da sözleri tam aksi içindeki paniği körüklüyordu. “Bildiğime göre artık imamlar resmi nikâhı görmeden imam nikâhı kıymıyor. Ya evlendikten sonra henüz nüfus cüzdanını yeniletmeye vaktimizin olmadığını söylersin ya da… En iyisi sen, adamın senin belgelerini karıştırmasına neden olacak şeylerden uzak dur.”
Naz içindeki panikle yataktan kalktı ve ilk iş olarak o bir günde benimsediği, aynasının önündeki alyans benzeri yüzüğünü sol yüzük parmağına taktı. Aklına gelen düşünceleri engellemek için gardırobunu açarak kıyafetlerini karıştırmaya başladı; ama asıl karışan aklıydı. Kimsenin ona yalancı demesine katlanamazdı, hatta o gözle bakmasına dahi! Bu o kadar kötü bir şeydi ki küçük masum bir olay için dahi olması, gerekçe olarak yeterli gelmiyordu kendisine. Bu durumda tavsiye almak için kimseyi de arayamazdı. Babası tarafından bu durumun duyulması hâlinde babası gelmeden gelecek olan bir yıldırım nikâhı söz konusuydu. Zaten davranışları yüzünden buradaydı. Biraz önce kaslarını kendi iliklerine kadar hissettiği, kalbini kulaklarında attıran ve şu an yüzündeki o tatlı gülüşle yatağında yatmakta olan bu adamla evli olma düşüncesinin çok hoş gelmesine anlam veremese de adamın kendisi ile ilgili olan düşüncelerinden haberdar değildi.
Sıkıntıyla giderek yatağının aynaya bakan kısmına oturdu. Adam da o kısımda uzanmıştı. Telefonunu attığı yerden alarak görmeyen gözlerle ekranına baktı. Bu işin içinden nasıl çıkacağını bilemiyordu ve tek panik de kendisi gibi görünüyordu. Ekranda kendisine uyarı veren birçok arama ve mesajı fark etmeyerek telefonunu aynanın önüne koydu. Beline sarılan ve kendisini çeken kollarla kendine geldi. Aynadan adama doğru baktığında, adamın da ciddiyetle kendisini seyrettiğini gördü.
“Panik olduğunun farkındayım. Yalancı durumuna düşmek de istemiyorsun; ama unutma bu işte beraberiz. Bir çaresine bakacağız. Asma suratını. Anlaştık mı?” Adamın bu sözleri söylemesiyle, gözlerindeki ferah dalgalar sanki içindeki kumsallara vuruyor gibi hissetmiş ve o suyun soğukluğuyla ürpermişti. Adam, kadının kollarını elleriyle ovuştururken kadının tüm dikkati dağılıyor ve kollarından vücuduna yayılan o hoş zevkle gözlerini kapatmamak için kendini zor tutuyordu. “Peki. Bu konunun çözümüyle ilgili parlak bir fikrin var mı?” diye sordu olmasını ümit ederek.
“Canını sıkan tek şey madem bu ve biz yalancı çıkmak istemiyoruz, her şey gerçek olursa kim ne diyebilir?”
Anlamayan gözlerle adamın gözlerine bakmaya devam ediyordu. Yalanlar gerçek mi olacaktı yani?
Soru dolu
bakışlarını adamın üzerinden çekmeyince, adam da gülümseyerek cevap verdi. “Son
çare evleniriz olur, biter. Şu anki tek mantıklı çözüm. Hem kimse aksini iddia
edemez hem de senin için rahat eder.”
Gözleri adamın söylediği sözlere tepki olarak kocaman açılırken kızgınlıkla yerinden kalkarak cevap vermeden dolabından kıyafetlerini aldı ve kapıya yöneldi. “Ben de beni ciddiye alıyormuşsun gibi sana anlatıyorum! Evet, son çare çözümün oldukça aklıma yattı. Son çare!”
Odanın kapısını öyle bir çarpmıştı ki Sema’nın uyanma ihtimaliyle pişman olmuş olsa da hemen kendisini banyoya attı. Sinirle üzerini giyinirken bakışlarının bulanıklaşmasına anlam veremedi. Neden böyle olmuştu şimdi?! Adamın verdiği saçma olmasına rağmen aslında içten içe istese de farkına varamadığı cevabın işine yaramamasına mı, yoksa adam için evlilik düşüncesinin son çare olmasına mı?!
Ama bilmiyordu ki bu durumdan kurtuluşlarında adam için evlilik son çare değil, evlilik adamın kadını elinde tutmak için son çaresi olacaktı.
***
Her zaman kendisine hazırladığı kahvaltıların aksine tam bir aile kahvaltısı hazırlamak için kollarını sıvamışken, Sema neşeli bir şekilde mutfağa girdi. “Günaydınlar evinin kadını. Ben baya bir geç uyandım. Bakıyorum kahvaltıyı hazırlamışsın. Evinin erkeği uyanmadı mı?”
Sema’nın neşesi onu düşünceli hâlinden çekip alırken, buzdolabının kapağını kapatarak ona döndü. “Sen geç kalkmadın. Bugün hafta sonu. Biz erkenciyiz.”
“Ne o? Uyku mu tutmadı? Anlaşılan evinin erkeğini sabahın erken saatlerinde uyuttun,” diye sordu Sema muzipçe tezgâha yaslanırken.
“Bu konuşmalarından anlıyorum ki sen kocana kesinlikle rahat vermeyeceksin, ayrıca erkeğim erkenden kalktı ve fırına gitti. Yani… Bil diye söylüyorum. Hem…” derken cümlenin sonunu tamamlayamadı ve tezgâhın üzerindeki çay tepsisini alarak salona gitti. Sema’nın merakıysa cümlenin devamını istiyordu. “Hem?..”
“Hem… Geceler torbaya mı girdi canım? Sema seni kesinlikle düşünemiyorum evlendikten sonra.”
“Senin tuzun kuru tabii. Âşık olduğun adamın çatısının altında ve onun kollarındasın. Hiç çekinmeden gözlerinin içine bakıyor ve sen güzel bayan, güvende olduğunu bilerek huzurla hayatına devam ediyorsun. Yeri geliyor tek bir öpücüğü seni iyi hissettirirken kimi zaman sadece bir an gözlerinin gözlerine değmesi bile yeterli oluyor. Elinizdekinin kıymetini bilin. Paylaştığınız bu güzel şeye sahip olmak için deli olan insanlar var. Sen bunlara sahipken ben değilim. Yani güzelim benim durumumu anlayamazsın. Sen şimdilik geç dalganı!”
Naz’ın ufak kahkahası salonda yankılanırken, Ali’nin salona girmesiyle sohbetleri başka bir konuya yöneldi. Ama Naz’ın aklı hâlâ Sema’nın söylediklerindeydi. Sesli olarak söylendiğinde o kadar güzel duygulardı ki… Fakat… Hiçbirinin gerçekliği yoktu. Neden olduğunu anlamadığı bir şiddetle çoğu kadının hayalini kurduğu tatmin duygusunu istiyordu ve… Bunların son zamanlarda aklını kurcalayan adamla olmasını istemesi de ayrıca garip olsa da, adam için son çare olma düşüncesi canını sıkıyordu. Kapının çalmasıyla düşüncelerinden sıyrılarak kapıya koştu. Kapıyı ardına kadar açmasıyla, yeni güne hazır, elinde ekmek poşetleriyle dikilen adamla karşılaştı ve aklındaki düşüncelerle onu süzmeden edemedi. Kendi evine uğradığı belliydi. Her zaman olduğu gibi uyumlu kıyafetleri göze çarpıyordu. Saçları havanın rüzgârıyla dağılmış, dolgun ama bir o kadar erkeksi dudakları soğuktan hafif kızarmış gibiydi. En son mavi gözlerine takıldığında, o gözler… Işıl ışıldı. Hem gözleri hem de dudakları kendisine gülümsüyordu. Elinde olmadan o da gülümserken kalbinin sesi yine kulaklarındaydı.
İçeri girmesi için kenara çekildi ve adamın girmesiyle kapıyı kapattı. Elindeki poşetleri alarak Sema’yla beraber mutfağa geçti ve ekmekleri çıkararak kesmeye başladı. Sema da bir diğer poşetteki poğaçaları çıkarıyordu.
“Kocan bir muhteşem ya,” Naz garip bakışlarını Sema’nın üzerinde yoğunlaştırınca, Sema devam etme gereği hissetti. “Hey bu bakışlarını hiç beğenmedim. Kocanda gözüm yok. Rahatla. Bu poğaçalar çok sıcak. Ondan dedim yani,” diyerek açıklama getirirken, Naz ufak bir kahkaha attı. Herkes bu şekilde düşünürken aksini iddia edemezdi.
“Ben… Gayet rahatım. Asıl sen rahatla,” dedi Sema’ya doğru ve kesmekte olduğu ekmeklere odaklandı, ta ki beline arkadan sarılan kollara kadar. Şaşırarak başını yana çevirdiğinde dudağının kenarına temas eden soğuk dudaklar ve yüzüne çarpan sıcak bir nefesle, kendisini taşıyan ayakların bir an gücü kesilse de beline sarılan koldan destek aldı.
Yeşillin birkaç tonundan oluşan o gözlerde bir an için kendini görmüştü genç adam. Onu öpmeyi ne zamandır istese de böyle hayal etmemişti. Sadece yanağına ufak bir buse konduracaktı. Ama kadının başını şaşkınlıkla yana çevirmesiyle, dudakları hedefi olan yanağı es geçerek, dudaklarının kenarına dokunmuştu. Bu bile tepeden tırnağa tüm hücrelerinin yeniden can bulmasına yetmişti. Soğuktan buz kesmiş dudakları bir anda ısınmıştı.
“Ben ekmekleri götürürüm,” diyerek Yağız’ın mutfaktan çıkarken, Naz yaşadığı şokla tezgâhı sıkıca kavradı. Sıklaşan nefeslerini düzene sokmaya çalışırken Sema’nın sözleri kulaklarının uğultusuna karıştı.“Ne aşk be? Kızım insan bir karşılık verir, değil mi? Ah ah işte ben olsam…” deyip mutfaktan gülerek çıktı.
Bir süre bedenindeki uyuşukluğun geçmesini bekleyen Naz, hemen yaşadıkları üzerine soğuk bir bardak su içti ve kahvaltı sofrasına oturdu. Yüzünün kızarmış olduğuna emindi; çünkü şu an içten alev alev yanıyordu. Kahvaltının ardından keyif çaylarını içmek için koltuklara kuruldular. Ali izin isteyerek dışarı çıkınca ortam üç yetişkine kalmıştı. Yağız sofrada Naz’a bakarak hiçbir imada bulunmamış, bulunmuş olsa da Naz bunu fark edecek süre boyunca adama bakmamıştı. Bir öpücük insana bunu yapabilir miydi? Yapamazdı! Yapmamalıydı!!
Sohbet ederlerken biraz dalgındı. Bazı konularda söz söylese de bir kısmında bir baş hareketiyle katılmayı ve çoğunlukla Sema anlatırken dinlemeyi tercih etti. Kapının çalmasıyla oturduğu yerden kalkarak kapıyı açmaya gitti. Kim gelmiş olabilirdi ki? Muhakkak çocuklardan biri diye düşünürken kapı ardına kadar açıldığında şaşkınlıkla gözleri aralanırken ne diyeceğini bilemedi. Onun burada ne işi vardı?! Sadece adamın adını mırıldanırken kulağına gelen sesine kendisi bile yabancıydı.
“Orkun?!”

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder