expr:content='data:blog.isMobile ? "width=device-width,initial-scale=1.0,minimum-scale=1.0,maximum-scale=1.0" : "width=1100"' name='viewport'/> Kübra Türker Kitapları

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 6

 






Bölüm 6

 Bezgin adımlarla kendini eve atan Sarp, iki ev arkadaşını da televizyon karşısında gayet rahat bir şekilde yayılmış buldu. İkisi de televizyona dalmış birkaç gün önceki Beşiktaş maçının özetini izliyorlardı. Onun geldiğini duyduklarında kafalarını çevirip gelişigüzel baktıktan sonra spikerin hararetle anlattığı maça döndüler.

 “Bu, geçen gün değil miydi?” derken ikisinin arasına kendini atıp Ali’nin çerez tabağından bir şeyler aşırmaya başladı. “Öyleydi; ama malum bizim Lig Tv’miz olmadığı için özetlerle yetiniyoruz,” dedi Ali ufak bir isyanla.

 “Öğrenci adamın evinde Lig Tv’nin işi ne Allah aşkına!! Özet neyinize yetmiyor? Böyle de hayat devam ediyor işte,” diyen Sarp’ın garip bir tavrı vardı.

 “Senin bu saatte evde işin ne abi? Okul erken mi bitti?” Bu kez soran Erkan’dı. “Hâline bakılırsa okulu asmış ne de olsa hayat böyle de devam ediyor,” diyerek tahmin yürüttü Ali.

 Sarp sıkıntıyla nefesini bıraktı. Durum anlaşılmıştı.

 “Hah. Oğlum kaçıncı sınıftasın hâlâ mı kadavra görmeye alışamadın be? Bırak okuma, eziyet ediyorsun kendine,” dedi Erkan. Bir yandan elindeki ekmek arasını yiyor bir yandan da ağzının doluluğunun imkân verdiği ölçüde gülüyordu.

 “Bu seferki öyle böyle değildi ya! Neye uğradığımı şaşırdım. Oğlum adamın akciğerleri Zonguldak’taki kömür madenleri gibiydi. Orada olsam bu kadar şaşırmazdım. Hele kızları görsen… Birkaçı iki seksen yere serildi. Hakikaten iğrençti. Adamın ciğerlerine zift doldurmuşlar sanki. Böyle vıcık vıcı...”

 “Oh be abicim yemek yiyoruz burada. Ölenle ölünmüyor yapacak bir şey yok. Tamam, kapat konuyu,” diyen Erkan elindeki ekmeğe korkunç bir şeymişçesine baktı bir an.

 Sarp saatine baktığında saati henüz öğleden sonra üçü gösteriyordu. Yerinden kalkıp gerçek bir iğrenmeyle başını silkeledi ve odasına doğru yöneldi.

 “Ne o bu kâbusun üstüne güzellik uykusuna mı yatacaksın?” diye takıldı Ali.

 “Biraz gözlerimi kapatayım, dün gece de düzgün uyumadım zaten. Ama ben mi anatomi çalıştım o mu beni çalıştı bilmiyorum. Televizyonun da sesini kısın biraz. Gürültü de yapmayın,” diyerek iki genci de uyardı Sarp. “Oldu anneciğim,” diye atıldı Erkan.

 Sarp’ın bir şey demesine fırsat vermeyen Ali “Tamam, hadi sen git yat,” diye atıldı ve özete döndü.

 Bu kadavra konusu gün geçtikçe üç arkadaş arasında daha çok alay konusu oluyordu. Sarp’ın o hâliyle dalga geçmek ikisine de deli gibi zevk veriyordu. Çünkü Sarp sinirlendiğinde çok komik oluyor kısmen durdurulamıyordu. Ama şimdi Sarp gerçekten de yorgun gözüküyordu. Bu yüzden konunun üzerinde fazla durmadan onu odasına yollamışlardı. Nasılsa birkaç dakika içinde o komik hâliyle odadan çıkacaktı.  İkisi de bundan adları gibi emindi.

 Sarp odasına girip de kapısını kapatır kapatmaz “Sence ne kadar süre sonra püskürür?” dedi Erkan, Ali’ye doğru. “Şimdi ses kesildi; ama iki bilemedin beş dakika sonra tekrar başlar. Sarp da bu hâliyle fazla dayanamaz,” diyerek sinsi bir şekilde güldü Ali. “Bence bir yarım saat dayanabilir.”

 “Hiç sanmam,” derken Ali kendinden gayet emindi.

 “Nesine?”             

 “On kâğıdını alırım.”

 “Ben seninkini almayayım da.”

 Bu konuşmalar olurken ikisi de gözlerini ekrandan ayırmıyordu ve Ali söylediklerinde yanılmadı. İki dakika sonra gürültü başlamış on dakika sonra da Sarp köpürmüş bir hâlde odasından çıkmıştı.

 “İyi ki dedim gürültü yapmayın diye bilsem ağzımı açmazdım!!” derken soluğu Ali ve Erkan’ın yanında almıştı. Erkan oflayarak cebinden çıkardığı onluğu Ali’ye doğru attı. “Abi ne var azıcık daha dayansaydın! Yaktın beni!” dedi Erkan. Ali ise sadece gülüyordu.

 “Oğlum sanki gürültüyü biz yapıyoruz,” diyen Ali, hâlinden memnun bir şekilde aldığı onluğu cebinden çıkardığı cüzdanına yerleştirdi.

 Bu sırada üst kattan içi gıcık eden bir tonda eşyanın zemine sürtülme sesi duyuldu. Hem de oldukça yüksek bir tonda!! “Ne oluyor ya?!” diyen Sarp korku dolu bakışlarını tavana doğru kaldırdı.

 “Yukarıda yeniden yapılandırma var herhâlde,” derken Ali oturduğu yerde hiç istifini bozmamıştı.

 “Yapılandırma mı? Yukarıyı bildiğin yıkıyorlar!!”

 Katlanılamayacak olan gürültüyle dişlerini sıkıyordu Sarp ve gözleri uykusuzluktan kıpkırmızı olmuştu. Kendini sinirle ikisinin oturduğu kanepenin yanındaki tekli koltuğa rastgele bıraktı. Bir yandan da başını koltuğa yaslamış baş ve işaret parmağıyla ağrıyan başını ovuşturuyordu.

 “Biraz müsamaha göster. Gülbahar teyze söyledi, yeni birileri taşınıyormuş. Sanırım taşınan kadın öğretmen. Olacak o kadar gürültü. Biz sabahtan beri dinliyoruz, gıkımız çıkmadı.”

 “Tabii oğlum ya birkaç güne biter nasılsa. Biraz anlayış…” diyen Ali de Erkan’ın söylediklerini desteklerken bir yandan da dalga geçer gibi Sarp’a bakıyordu. Şu anki gürültü nasılsa onu rahatsız etmiyordu; ama Sarp için aynı şey geçerli değildi.

 “Bir öğretmenimiz eksikti zaten. Okuldaki hocalarla aramız çok iyi ya. Şimdi kesin gürültüden de şikâyet edip bizi öğrencisi yerine koyar. Kim bilir kaç yaşında, buraya geldiğine göre ya sürüldü ya emekliliği geldi. Bir tarafımız eğitim bakanlığı bir tarafımız kara kuvvetleri komutanlığı mübarek!”

 Sarp’ın birkaç gündür çektiği uykusuzluk iyice kendini belli ettiğinde gürültünün üzerinden yaklaşık bir saat geçmişti. Başına saplanan ağrı üst katın zeminine sürten eşya sesiyle her geçen saniye artıyordu. Hızla doğrularak bir saattir hareketsiz oturduğu koltuktan kalktı ve dış kapıya doğru yürüdü.

 “Abicim ne dedim ben? Azıcık müsamaha göster. Yeni taşınıyorlar. Bir kaç güne kalmaz kesilir sesleri,” dedi Ali yerinden kıpırdanmaya hazır bir tavırla. Çünkü Sarp’ın tersi tam anlamıyla pisti. Olası bir apartman kavgasını önlemekte de fayda vardı. Ne de olsa okulunun bitmesine bir sene vardı ve oradan oraya sürüklenmek istemiyordu.

 “Kimse bana müsamaha göstermiyor ama o ne olacak?!”

 “Senin sinirlerin bayağı telgraf tellerli…” dedi Erkan takılarak. Ama görülen o ki Sarp’ın kimseyi dinlemeye niyeti yoktu. Eli dış kapının koluna ilişti. “Ohoo! Kime diyoruz biz? Tabii bir kulağından girsin bir kulağından çıksın. Sakalımız yok ki sözümüz dinlensin. Sakal bırakacağım ha!!” dedi Erkan.

 “Oğlum, bırak şu edebiyatçı laflarını!” diyen Sarp kapının önünde dikilirken “Nasıl olacak o abi? Adam edebiyatçı zaten. İmkânsızı isteme,” diye atlamıştı Ali.

 Tam o esnada tüyleri diken diken eden, kara tahtada tebeşirin çıkardığı sese benzeyen, daha çok parkelerin isyanı da denebilir, gürültüyle Sarp’ın gözleri kocaman açılmış yumruklarını sıkmıştı. Diğer iki gençse kulaklarının maruz kaldığı bu sesle suratlarını buruşturmuşlardı. Bu sese kim tahammül edebilirdi ki?! Tabii ki Sarp da edemedi ve üçer beşer merdivenleri çıkmaya başladı. Arkasındaki gürültüye bakılırsa diğerleri de peşinden geliyordu.

 Var gücüyle kapıyı çalarken ki buna yumruklamak demek daha doğru, bir yandan da homurdanıyordu. Erkan ve Ali merdivende duruyorlardı. Biri duvara yaslanmış bir diğeri ise merdivenin demirlerinden tutunarak kollarını demire dayamıştı.

 “Abicim kapıyı mı kıracaksın? Yavaş ol biraz,” dedi Ali. Sarp başını onların olduğu tarafa çevirdi ve bir süre için kapıyı çalmaya ara verdi. “Siz neden geldiniz ki?”

 “Amacımız olası bir apartman faciasında apartman sakinlerini yatıştırmak,” dedi Erkan. “Yani burada senin yanında gibi durduğumuza bakma,” diyen Ali tarafını belli etti.

 “Kim o?” diyen kadife gibi bir bayan sesi duyuldu kapının arkasından. Sarp sinirli hâliyle konuşmaya fırsat bulamadan Erkan bir edebiyat öğrencisinin sahip olabileceği  hitabet üslubuyla cevap verdi. “Alt komşularınız.”

 Bunu sakin bir sesle, kadını ürkütmemek için söylemişti. Sarp’ın konuşmasına izin verseydi kadın muhakkak kapıyı açar açmaz üstüne polis bile çağırabilirdi. Sarp, kapının ardından gelen sese rağmen kapıyı birkaç kez daha çalarken bir yandan da Ali ve Erkan’a inanmayan gözlerle bakıyordu. Kapıyı çalmayı daha çok kırmayı bırakarak onlara tamamen dönerken ellerini beline koymuş o esnada da kapı açılmıştı. Ali ve Erkan’nın gözleriyse deyim yerindeyse fal taşı gibi açılmış Sarp’ın arkasına odaklanmışlardı.

 “Sabahtan beri bu gürültüyü dinlediniz ve…” derken Sarp’ın sözleri yarım kaldı.

 “Gürültü için gerçekten çok özür dilerim; ama yapabileceğim bir şey yok. Malum… Taşınıyorum.”

 Duyduğu sesin rengine inanamayan Sarp aniden başını çevirince karşılaştığı manzarayla gözleri kamaştı. Böyle bir şeyle karşılaşmayı beklemiyordu. Buna hazırlıklı değildi. ‘Şey’ diye düşündü; çünkü böyle bir şeyin insan olma imkânı yok gibiydi. Belki de birkaç gündür dönüp durduğu yatak, onda bu etkiyi bırakmıştı. Muhakkak saçmalıyordu; ama bunu birine onaylatması gerekiyordu. Acaba Yüce Yaradan’ın bile kendilerini unuttuğunu düşündüğü bu yerde kafayı mı yiyordu?

 Aman Yarabbi!!

 “Benim anatomi dersinde olmayan tansiyonum çıktı ve öldüm. Kadavra  da şimdi huri oldu. Burası da cennetin kapısı,” diye mırıldanırken yanına ulaşmış olan Ali’ye baktı. Ali başını olumsuz anlamda salladı. “Hepimiz ölsek bile senin canını yaktığın kızlarla cennetin kapısına kadar bile gelmiş olman beni düşündürür.”

 “Beyler bence Tanrı’nın hepimiz hakkında henüz sonuca varamadığı planları var,” diye takıldı Erkan. Ama hiçbiri bu atışmayı yaparken gözlerini önlerindeki kadından ayırmıyorlardı.

 Naz önünde ona şaşkın bakışlarla bakan üç genci bir süre daha izlemeye devam etti. Çok tatlı gözüküyorlardı. Mırıldanmaları belli belirsiz kulaklarına gelirken anladığı kadarı hoşuna gitmişti. Açık seçik yapılmayan bu üstü kapalı iltifatlar kadınlık gururunu okşamıştı. Hiçbirinin art niyeti olmadığı belliydi. Ev sahibi sabah kahvaltı için ikram getirdiğinde bu öğrencilerden bahsetmişti. Üç yıldır burada kalıyorlardı ve şimdiye kadar hiçbir sorun çıkartmamışlar hatta Gülbahar teyze onları kendi evlatları gibi seviyordu. Çünkü anlatırkenki hâlinden onlarla gurur duyduğu belliydi. Biri tıp fakültesinde, biri matematik bölümünde bir diğeri ise edebiyat bölümünde okuyordu. Bir kez daha onlara baktıktan sonra bu şaşkınlığa bir son vermek için boğazını temizledi.

 “Bir şey mi dediniz?”

 “Hayır… Aslında evet. Yanlış anlaşılma oldu galiba. Biz gürültüden rahatsız değildik,” dedi kapıyı çalan çocuk. Beyaz tenindeki kahve gözleri ve onları tamamlayan uyumlu kumral saçlarıyla olağan bir erkek modeli gibi gözükebilirdi; ama değildi. Sanki… Sanırım o boşluğu dolduracak olan terim karizma olmalıydı. İşte bu çocuk buna sahipti.

 “Öyle mi? Bana pek sözünün sonu o şekilde bitecekmiş gibi gelmedi. Eğer şikâyet için değilse… Neden geldiniz?” dedi masum bir gülümsemeyle.

 Karşısındaki gencin ne söyleyeceğini tasarlayan hâline dalmışken bir başka gencin lafa karışmasıyla bakışlarını ona çevirdi.

 “Biz… Yardıma geldik.”

 Bu gencin fiziğine de koyu kahve gözler ve uyumlu koyu kahve tonda saçlar hâkimdi; ama bu çocuğun da duruşunda ayrı bir hava vardı. Kendinden emin… Aynı zamanda ses tonu da çok hoştu. Hitabet sanatında iyi olmalı, diye geçirdi içinden. En sonunda edebiyat öğrencisi olabileceği noktasında hemfikir olmuştu kendiyle.

 İlk konuşan çocuk tekrar söze başladı. “Evet. Bir yanlış anlaşılma oldu. Ben… Sanırım tam anlatamadım… Zaten cümlem de yarım kaldı. Sabahtan beri bu gürültüyü dinlediniz ve… Diye başlayan sözlerime… Nasıl yardım etmediniz, diye son verecektim.”

 Bunları duymasıyla Naz’ın yüzündeki gülümseme genişledi. Yardım mı? Gerçekten mi?

 “Siz… Ciddi misiniz?” dedi tereddütle; ama gülümsüyordu. Aslında buraya gelirken mevzunun bu olmadığından kesinlikle emindi.

  “Evet. Elbette. Komşuluk öldü mü? Bu sloganla yola çıkarak bunu gösterelim istedik. Hem yardıma ihtiyacınız var gibi geldi.” Bunu edebiyatçı olduğunu tahmin ettiği genç söylemişti. Naz’ın yüzündeki gülümseme daha da büyürken bu oyunu devam ettirmeyi düşündü.

 “Peki, size yardıma ihtiyaç duyduğumu düşündüren nedir?” Kollarını kavuşturmuş ve kapının girişine yaslanmıştı.

 “Sanırım mobilyalar. Sesleri… Çok içtendi. Yani… Daha fazla dayanamadık,” dedi ilk konuşan genç.

 “Peki. Sloganınızı sevdim. Sanırım bu konuda size destek verebilirim,” diyerek kapıyı girmeleri için sonuna kadar açtı.

 Aslında bir erkeğe ihtiyacı olduğu düşüncesini asla kabul etmeyecekti. Yoktu da zaten! Ama içinde bulunduğu durum tam tersini söylüyordu. Başını çevirerek içerideki eşya yığınına baktı. ‘Peki, tamam, kabul. Belki birazcık!’ diye düşünürken isyan eden kasları, bir erkeğin güçlü kollarına olan ihtiyacının hiç de birazcık olmadığını kanıtladı. Bakışlarını eşya yığınından karşısındaki üç gence çevirirken kendi düşüncelerini azarlamayı ihmal etmedi. İhtiyaç duyduğu kollar kesinlikle kendisi için değildi tamamen eşyaları içindi.

 Evet, ihtiyacı yoktu; ama şu an bu teklifi de göz ardı etmeyecekti. Çünkü kaslarındaki en küçük lif zerresi dahi isyan ediyordu. Sabahtan beri eşyaları iteklemekten yorulmuştu. Artık o güzel şekilli poposu koltuk yüzü görse iyi olabilirdi. Bu fikir çok çekici görünmüştü birden. Ama koltukları bile henüz yerli yerinde değildi!

 “Ayakkabılarınızı çıkartsanız iyi olacak,” diyerek ev sahiplerinin yaptığı gibi kapının yanına geçti. Ev o gelmeden önce temizlikçi tarafından temizlenmişti. En azından bunun yapılmış olduğu için şükretmişti gün boyu. Çünkü o kadar eşyayı oradan oraya sürüklerken bir de temizlik yapamazdı. İki genç, ayakkabılarını çıkartırken hiç konuşmayan genç, kapıda Naz’a bakıyordu. Naz da anlamayan bakışlarla ona cevap verdi bir an.

 Bu çocuk diğerlerine göre daha bulunmayan bir tipe sahipti. Sarı saçları ve bal rengi yeşile çalan gözleriyle çekiciydi. Bu üç gencin de birbirinin altında ezilmeyen nitelikleri vardı. Tiplerinden de buraya ait olmadıkları gayet açıktı. Bunları düşünürken karşısındaki genç birden şaşkınlığından silkindi.

 “Zemin altımdan kayıyor oğlum!”

 Naz anlamayan bakışlarla gence bakarken ne amaçla bu sözleri söylediğini idrak edememişti. Ama zemin kayıyor deyince panik olmuştu. Çocuk yoksa bayılacak mıydı? Hemen çocuğa doğru hamle yaparak olası bir bayılma durumunda yere düşmesin diye kolunu tuttu. “İyi misin?” dedi ilgiyle ona bakarken.

 “Oğlum sen yine soyut mu çalıştın?” dedi kapıyı çalan çocuk yerinden kıpırdamadan.

 “An itibariyle şunu anladım ki bu hissi veren bir tek soyut dersi değilmiş,” dedi genç birden gülerek ve Naz’ın kolunu tutan ellerine baktı. “Şu anda iyi olmamam için hiçbir sebep yok. Mükemmelim,” derken dişlerini göstererek gülümsemişti genç Naz’a.

 Naz ellerini çekerek içeriye girdi. Ne olduğunu anlamamıştı; ama kurcalamaya da niyeti yoktu.

 “Buyurun beyler eşyalarım sizi bekler. Ama önce… Sanırım tanışmalıyız? Ben Naz.”

 “Tabii ki her şey usulüne göre olmalı. Ben Erkan,” dedi edebiyatçı olduğunu tahmin ettiği ve kelimelerle arası iyi olan genç. “Ben Sarp,” diyense kapıyı çalan gençti.

 “Ben de Ali. Bu soyut muhabbetine aldırmayın. Ben bile aldırmıyorum artık. Birinci sınıftan beri veremedim ve bu ders yüzünden diplomamı alamayacağım galiba. Ayrıca bu ders gördüğünüz gibi benim üzerimde iyi bir etki bırakmadı.”

 “Tanıştığımıza memnun oldum beyler. İşimiz bittikten sonra daha çok memnun olacağıma eminim.”

 ***

 Saatin altıya geldiğini gören Yağız özel odasında sivil kıyafetlerini giyerek birlikten ayrılmıştı. Yerinde yeni olduğu için son derece yoğun bir gün geçirmişti. Ayrıca dün gece uyutulmamasının verdiği etkiler yavaş yavaş kendini gösteriyordu. Şu an için istediği tek şey rahatsız edilmeden derin bir uyku çekmekti. Serin esen rüzgâra karşı yürürken elindeki pahalı beyaz telefona paktı. Bir insanın telefonu bu kadar çalabilir miydi? Bir insanın çevresi bu kadar geniş olabilir miydi peki? Bir insan sadece telefonunun varlığıyla bir başkasını bu kadar sinir edebilir miydi? Bir insan…

 Düşüncelerini kaplayan bu insanın telefonu bütün gün susmak bilmemişti. Annesi, babası, dedesi, Orkun’u, Aslı’sı hatta dadısı… Orkun Bey zaten geceden başlamıştı aramaya. Yağız da telefonu sessize alarak odasından çıkarmış ve yatağına uzanmıştı. Adama garip bir şekilde üzülmüştü. Çünkü o adam kim bilir nerede, gece boyu sevgilisini arayıp telefona bir erkeğin çıkmasıyla kafasında türlü senaryolar yazmış ve oynamıştı. Yağız’sa gece boyu kendi yatağında kadının o, kendisini çiçek bahçelerindeymiş gibi hissettiren kokusunu içine çekmişti. Bu kısmen aldatma sayılır mıydı peki? Ayrıca bilinmez bir neden yüzünden gece boyu gözünü kırpmamıştı. Gerçi ona uyuduğu kadarı yeterdi; ama… 

 Yağız düşündükleriyle yolda ufak bir kahkaha attı farkında olmadan. Bu kız onu dolaylı yollardan sinir etmiş ama doğru yoldan neşelendirmişti. Kadının söyledikleri şeylere karşı verdiği tepkiler anormal derecede zevk vermişti genç adama. Çünkü kadın da hiç çekinmeden ona karşılık vermişti. Bakalım şimdi telefonunu açmasına nasıl tepki verecekti? Kesinlikle tahmin etmesi hiç de zor değildi. Küplere binecekti. Aslına bakılırsa… Haklıydı da bir yerde. Çünkü Yağız’ın telefonu açmaya hakkı yoktu. Zaten isteyerek de olmamıştı. Hem uyku mahmurluğu bir de o baş döndürücü koku… Kendini durdurdu Yağız ve derin bir nefes aldı. Başını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştı. Evet, kız belki çok güzeldi; ama bu her şey değildi.

 Eve ulaşır ulaşmaz ilk işi telefonunu sahibine vermek olacaktı. O kadar çok merak edeni vardı ki, tabii ki hiçbir telefonu yanıtlamamıştı. Gece telefonu vermek için oldukça geç bir saatti. Sabah evden çıkarken de uğramayı düşünmüştü; ama bu kez de çok erkendi. En iyisi şimdi vermekti. Hem bakalım komşusunun yardıma ihtiyacı var mıydı? Belki de birkaç valizden sonra aklında birkaç kanepe taşıtmak vardı.

 ***

 “Peki, böyle olmuş mu hocam?”

 Naz beş dakikadır koltuğun yerine karar vermeye çalışıyordu. Acaba cam kenarında mı olmalıydı, duvar kenarında mı? Yoksa gözüne oldukça demode gelen kalorifer peteklerini kapatırcasına onların önünde mi durmalıydı? Yaklaşık iki saattir eşya yerleştiriyorlardı; fakat hem çok eğlenmişler hem de işleri nereyse bitirmişlerdi. Sadece mutfak malzemeleri yerleştirilecek ve maalesef ki para harcayıp alışveriş yapılacaktı!

 Elliyle çenesini hafifçe ovalayarak koltuğun pozisyonuna baktı. “Evet, bu kez beğendim,” diyerek onayladı.

 Üç genç birden pozisyonunu henüz ayarladıkları üçlü koltuğa bıraktılar kendilerini. Naz’sa hoş durmayan bir şey var mı diye etrafı incelemeye devam ediyordu.

 “Hocam bir şeyi merak ediyorum. Buraya gelmeyi göze alabilecek bir öğretmene göre fazla genç değil misiniz?” dedi Sarp. Birkaç saatlik birlikteliğin ardından Naz, Sarp’ın ağzı iyi laf yapan ve çapkınlık potansiyeli yüksek bir genç olduğuna karar vermişti. Şimdide bu genç sorduğu soruyla onu doğrulamıştı. Üstü kapalı yaşını soruyordu. Böyle düşünmesine sebep olan asıl şey sorusu değil soruyu sorarken takındığı tavırdı.

 “Biz öğretmenlerin öğrencilerimize matematikte öğrettiği en temel şey şudur Sarpçığım. Aradan kaç yıl geçerse geçsin aradaki yaş farkı asla değişmez,” dedi gülümseyerek. Sarp’ın hâlinden zaten ona takıldığı belliydi. Son bir saattir aynı oyunu oynuyorlardı.

 O sırada çalan kapının sesiyle Sarp’ın hüsranını sakladığı kahkahayı duymadı. Kapıyı açtığında gördüğü görüntüyle bir an şaşırsa da artık buna alışmalıydı. Karşı komşusu küçük bir dağ misali karşısında dikiliyordu. Kadife pantolonunun üzerine giydiği koyu mavi, ince kazağıyla biçimli vücudu ortaya çıkmış gözlerinin rengi daha bir belirgin hâle gelmişti. Dışarıdaki havayla kömür karası saçları dağılmış ama yüzüne çok yakışmış, yapılı havası katmıştı. Son olarak gözlerinde takılı kaldığında cam mavisi gözlerin ışıl ışıl ona baktığını fark etti. O gözler… İçini titretmişti. Bir anda ortamın sessizliğinden ve rahatsızlığından sıyrılarak silkindi. Kollarını birbirine kavuşturarak kapının kenarına yaslandı. Dudaklarına da alaycı bir gülümseme eklemeyi ihmal etmemişti.

 Yağız ise ilgiyle karşısındaki kadını izliyordu. İlgiyle! Siyah bir taytın üzerine bol, tozpembe gri arası salaş bir kazak giymişti ve bu kazak tüm vücut hatlarını kapatıyordu. Saçlarını gevşek ama muntazam bir topuz yapmıştı. Ayrıca yüzünde hiç makyaj yoktu. Kadının da kendisini süzdüğünü fark etti. Bu durum aksi şekilde hoşuna gitmişti. Kadının yeşil gözleri bir an ilgiyle parladıktan sonra o ışık yerini haylaz parıltılara bıraktı. Oldukça sakin görünüyordu; ama genç adam onun çileden çıkmış hâlini izlerken oldukça eğlenecekti. Bu kadını tanımıyordu; ama bir önceki hareketlerinden dolayı ne yapacağını kestirebiliyordu.

 “Anlaşılan doğru evi bulmuşsun,” dedi Yağız gülümserken.

 “Evet, dünkü uygunsuz durumdan sonra hem doğru evi hem de doğru yolu buldum,” dedi Naz sinsice gülümserken.

 “Uygunsuz durum mu? Haklısın senin için acı bir tecrübe olmuş olmalı,” dedi Yağız sahte bir hüzünle. Ama dudaklarındaki gülümseme tam aksini hissettiriyordu.

 “Hem de nasıl bir acı? Çok canım yandı,” diyen Naz dudaklarını büzmüş gözleri ise sinsi parıltılar saçıyordu.

 “Bunu duyduğum için çok kırıldım. Aynı dün un ufak ettiğin bardaklarım gibi,” dedi genç adam hafifçe dudak bükerek. Ama hâlâ gülümsüyordu.

 Kırılan bardakların aklına gelmesiyle Naz mahcup hissetse de hemen bu duyguyu defetti. “Bence o bardakların kafanda kırılmadığına şükretmelisin. Çünkü o duruma gerçekten de çok yakındın.”

 Yağız da Naz gibi kollarını birbirine dolayarak duvara yaslandı. “Sanırım bu konuda da haklısın. Ama ben onların hedeflerini vuracağından o kadar da emin değildim.”

 “Zaten isabetli olmadığım için şu an böyle sağlıklı bir şekilde ve gülümseyerek benimle konuşabiliyorsun. Aksi olsaydı, şu an bu gülümsemenden mahrum kalmış olacaktım!” diyen Naz’ın dudaklarındaki tebessüm silinmemişti.

 Naz ne demişti öyle?! Söyledikleri kulağına sonradan ulaşmıştı; ama istifini bozmamaya kararlıydı özellikle bu adamın… Bu yakışıklı ve ‘Bay her şeyi bilirim’ in karşısında. Ama adamın yüzündeki gülümsemesi yüzünde yayılmış üstüne üstlük yanağının kenarında hoş bir çukurluk belirmişti.

 “Bu sözlerinden gülümsememi beğendiğin anlamını mı çıkarmalıyım?”

 “Beğenmek ne kelime, tapıyorum!” derken Naz da gülümsüyordu. Ama gülümsemesinin sahteliğini gözleri de kanıtlıyordu.

 Bu sözlerin üzerine adamın dudaklarında asılı duran gülümseme daha da yayıldı. Hâl böyle olunca adam etrafına belirgin bir çekim alanı oluşturuyordu. Naz kendini bir an adamın gülüşüne bakarken bulmuş sonra ne yaptığını anlayarak toparlanmıştı. Bir adama deli gibi sinir olurken az biraz etkilenmesi normal miydi? Azıcık tabii. Çok değil…

 “Aslında telefonunu getirdim. Yatağımda unutmuşsun,” dedi genç adam birden.

 Telefonu unutması başka bir şeydi; ama adamın son sözleri sanki sessizlikte ortaya çıkan ani bir çığlık gibiydi. Ayrıca son kısım, işte o kısım, olaya erotik bir hava katmıştı. Kızın kulakları birden uğuldamaya başladı. Gözleri kocaman açılmış bir şekilde karşısındaki adama bakakaldı. Yağız ise onun kocaman açılmış hareli yeşil gözlerine dikti bakışlarını. Ne kadar güzel bir renkti öyle. Yanlış mı görüyordu yoksa aralarda yeşilin birkaç farklı tonu mu vardı? Bakalım şimdi söyleyeceklerinden sonra bu güzel iri gözler daha fazla açılabilecek miydi?

 “Sanırım erkek arkadaşını en yakın zamanda aramalısın. Benim de özürlerimi iletirsen gerçekten senin açından iyi olur.” Naz duyduğu kelimenin ve adamın cüretkâr havasından kurtulamadan duyduğu bir başka lafla gözleri daha da açıldı. Yağız’sa merak ettiği şeyin yanıtını tam ölçüsüyle almıştı.

 “Erkek arkadaşım mı? Sen benim telefonuma cevap mı verdin?!” diyerek tahminlerini bir an için sindirmeye çalıştı. İyi de onun erkek arkadaşı yoktu ki! Ama… Adamın bunu bilmesine gerek de yoktu.

 “Açıkçası bu konuda özür dilemem gerekiyor. Çünkü bunu yapmamam gerekirdi,” dedi Yağız hafifçe başını eğerek özür dilerken. Fakat gözleri, tavırlarıyla hiç bağdaşmıyordu. O gözler… Sanki yaptığından çok eğlenmiş gibi olsa da tavrı içten gibi görünüyordu. “Evet. Yapmaman gerekirdi,” derken Naz sinirlenmeye başladığını hissediyordu. Dudaklarındaki gülümseme tamamen silinmiş bir önceki kurnaz hâlinden eser yoktu.

 Acaba anne ve babasının aramalına da yanıt vermiş miydi? Zaten her şey kendi UYGUNSUZ davranışları yüzünden olmuş, o yüzden buraya sürülmüştü. Bir de tanımadığı bir adam sözde erkek arkadaşının ki muhakkak bu kişi Orkun olmalıydı, aramasına cevap vermişti. Kim bilir neler söylemişti? Şöyle bir düşününce… Aslında bu şekilde Orkun da ısrarcılığından vazgeçebilirdi. Ama bu ihtimal, yaptığı davranışı onayladığı anlamına gelmiyordu. Düşüncelerinden sıyrılarak adama baktığında, adamın bu durumdan gayet zevk aldığını fark etti. Adam resmen onun sinirli ruh hâliyle lunaparkta eğlenen bir çocuk gibi eğleniyordu. Sinirle adamın elindeki telefonu aldı ve aramalarına bakmaya başladı. Annesi, babası, dedesi hatta dadısı… Hepsi aramıştı. Ne kadar çok merak etmişlerdi, kim bilir? Hele Orkun… Anlaşılan dakika başı telefona sarılmış ya da hiç bırakmamıştı.

 Onun dehşet dolu bakışlarla telefonu incelemesini seyreden Yağız, kızın kendisini birden göz ardı etmesine bozulmuştu. Hâlbuki öfkesini kendi üzerine çekmişken ne çok eğleniyordu. Bir kadın sinirliyken bu kadar çarpıcı olmamalıydı.

 “Şimdi aramazsan çok geç olabilir. Böyle sık aradığına göre seni gerçekten seviyor ve dayanabiliyor olmalı.”

 Adamın sözleri Naz’ın bir an için telefondan gözlerini ayırmasına neden oldu. Çatık kaşlarının altındaki hırçın bakışlarını adamın gözlerine dikti. “Affedersin; ama bu konunun seni ilgilendirdiğini hiç sanmıyorum. Ayrıca, sana katlanılmaz bir kadın izlenimi vermiş olmam çok yazık. Ama madem bu kadar ilgilisin, söyleyeyim. Kendisi bana katlanmak konusunda fazla istekli. Fakat dediğim gibi, bu konu seni hiç ilgilendirmez. Eminim ki başkalarının telefonlarını açmak ya da valizlerini taşımaktan daha önemli işlerin vardır.”

 Gerçekten de Naz sinirlenmişti. Ama karşısındaki adamın tepkileri daha çok sinirlerini bozuyordu. Adamın yüzündeki tebessümü tırnaklarıyla kanatarak söküp atmak istiyordu şu an! Madem Orkun’u sevgilisi sanıyordu, öyle bilmesinde bir sakınca yoktu. Böylece uzak da dururdu. Yalan en nefret ettiği şeydi ve yalan söylemeyecekti. Zaten ona hesap vermek zorunda değildi. Ne bildiği umurunda da değildi. O gerçeklerin tam aksini düşünmeye devam edebilirdi.

 “Bir kez daha haklısın. İlgilendirmez. Aslında bana katlanılmaz bir kadından çok, dayanılmaz bir kadın gibi görünmüştün,” diyen adam DAYANILMAZ kelimesinin üzerinde özellikle vurgu yapmıştı.

 Bu neydi şimdi? Hakaret miydi yoksa iltifat mı? Bu adama haddini bildirip bir an önce rahatlaması gerekiyordu. “Senin sevgilin sana katlanabildiğine göre benim durumum seni bu kadar şaşırtmamalı,” derken dişlerini sıkmamak için kendini zor tutuyordu.

 “Yani benim katlanılmaz bir adam olduğumu düşünüyorsun,” dedi genç adam alınmış gibi yaparak.“Aynen öyle düşünüyorum. Bana aksi için fırsat vermedin,” diyen Naz’ın söylediği her bir kelimede dudakları yerçekimine inat kıvrılıyordu.

 “Hakkımda düşündüklerin, dün parçaladığın bardaklarım gibi kalbimi paramparça etti. Bilgin olsun diye söylüyorum, dün altılı bir takım su bardağımı telef ettin.”

 “Bardakların için üzüldüm; ama kalbin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim,” derken Naz adama hediye ettiği çekici gülümsemenin farkında değildi.

 Yağız’sa belli etmese de bu gülüşe hayran kalmıştı. Kadının dudakları seksi bir şekilde kıvrılmış gözleri ateş saçıyordu. Kaşları da hafifçe çatıktı. Yağız kadının arkasındaki hareketlilikle bakışlarını o tarafa çevirdi. Naz da o tarafa dönmüştü.

 “Gidiyor musunuz? Farkındayım sizi içeride bıraktım; ama karşı komşum beni kapıda biraz oyaladı.”

 Yağız, kapıya ulaşmakta olan üç gence baktı. Onlarla daha önce tanışmıştı.

 “Olsun hocam, sorun değil.”

 “Oo Yağız abi. Nerelerdesin? Taşınmandan sonra görüşemedik.”

 “Daha yeni geldim. Siz askerlik fikrine alışabildiniz mi bakalım?” dedi Yağız. Üç genç gülerek aynı anda asker selamı verdi. “Vatan, sana, canım, feda!!”

 O esnada Naz’ın telefonu çaldı. Bu esnada Yağız ve üç genç sohbet etmeye devam ediyordu. İzin isteyerek eve girdi ve birkaç dakika sonra geri döndü.

 “Orkun’un sana selamı var, Yağız. Tüm iyi dileklerini gönülden iletti,” dedi Naz, Yağız’a umursamaz bir bakış atarken.

 “Benim de selamımı söyleseydin. Umarım bir gün karşılaşırız.”

 “İnan o da aynı şeyi söyledi,” derken Naz ufak, tatlı bir şekilde gülümsemişti.

 “Siz önceden mi tanışıyorsunuz?” dedi Ali merakla Naz ve Yağız’a bakarak. Bu arada Naz da gençlere doğru dönmüştü. “Hayır, ama kendisi telefonlarımı açacak kadar yakın bulur beni kendisine,” dedi Naz gençlere gülümseyerek.

 Bu adamı bir şekilde sindirmesi gerekiyordu. Belki gençlerin yanında biraz olsun susabilir ve yenilgiyi kabul edebilirdi. Ama hiç de düşündüğü gibi olmadı. “Evet, Naz da benim evimi sahiplenip yatağımda uyuyacak kadar yakın bulur beni kendisine,” dedi Yağız. O anda herkes susmuştu. Naz keskin bakışlarını Yağız’a çevirdi. Yağız’ın keyfiyse yerindeydi.  ‘Madem öyle işte böyle!’ diye düşündü genç adam. Naz’sa bununla birazdan ilgilenecekti.

 “Her şey için çok teşekkür ederim. Sizi de yordum; ama bundan sonrasını halledebiliriz,” diye ortama hâkim olan sessizliği dağıttı.

 “Yormak ne demek, lütfen. Ne de olsa hepimiz aynı yolda meslektaş sayılırız. Eğitime bir şekilde gönül veriyoruz. Komşu olmamızı saymıyorum bile hocam,” dedi Erkan.

 “Madem öyle diyorsunuz, ne zaman yardıma ihtiyacınız olursa söylemeniz yeterli,” diyen Ali’ydi. “Kolay gelsin Yağız abi,” diyerek gülen Sarp, Yağız’ın omzuna hafifçe vurdu.

 Yağız’sa Naz’ın yaptığı bu emri vakiiyle intikam almayı tasarladığını anlamıştı. Ona göre hava hoştu. Böyle güzel bir bayanın dolaylı yoldan yardım isteğini geri çevirecek değildi. Bu şekilde kendini çok fırsatçı bir adam gibi hissetmiş olsa da bu kadınla vakit geçirmek tatlı yemeğe benziyordu. Bir defa tadını hissedince insan daha çok istiyordu.

 Üç gencin aşağıya indiğine emin olduğunda Naz delici bakışlarını tekrar adama çevirdi. “Ne yaptığının farkında mısın? Ne kadar da boş boğazsın!” dedi sinirle.

 “Gerçeklerin seni bu kadar rahatsız edeceğini düşünmemiştim.”

 Bu adam yüzünden sinileri fazla gerilmiş teller gibi her an kopacak hâle gelmişti. Kendisiyle böyle eğlenmesine bir son vermeliydi. Ondan alacağı intikam aklına yerleşince siniri yerini intikamdan alacağı zevkin gülümsemesine bıraktı ve bu adam böyle yaptığına, bugün o güzel yatağında tüm kasları ağrırken pişman olacaktı.

 Yağız onun yüzündeki değişimi fark ettiğinde, kafasında intikam planları dönmeye başladığını düşündü. “…Ve sana yardım teklifinde bulunduğumu hatırlamıyorum,” derken adamın bakışları kısılmıştı. Karşısındaki kadının yüzündeki gülümseme genişleyince bu düşüncelerinin gerçeğe oldukça yakın olduğunu anladı.

 “Seninle farkında olmadan o kadar yakınlaşmışız ki yardıma ihtiyacı olan bir bayanı yarı yolda bırakmayacağını adından önce öğrendim. Yoksa beni geri mi çevireceksin?” derken Naz’ın dudakları hafifçe büzülmüş, bakışları kısılmıştı. Bu sefer bu durumdan zevk alan kendisi olacaktı.

 Bunun üzerine “Biz seninle ne kadar çok yakınlaşmışız böyle. Tabii ki geri çevirmeyeceğim seni,” demekten alıkoyamadı kendini genç adam.

 Ne olabilirdi ki? En fazla birkaç parça eşya… Ama Naz’ın zihnindeki, evi ona baştan düzenleteceği fikri aklında hiç yoktu.

 “Seninle işim bittiğinde, o güzel yatağına yatıp ağrıyan kaslarla inim inim inlediğinde birçok şeye pişman olacağın garantisini veririm sana. Belki bu apartmana taşındığına bile pişman olursun.”

 “Bana kalırsa bu apartmana taşınmak şu günlerde hayatımda yaptığım en iyi şeylerden biriydi,” diyerek eve girdi genç adam. Naz da arkasından girerek kapıyı kapattı.

 Bu iki genç aralarında atışırken farkına varamamış olsalar da merdiven altında kahkahalarını tutarak hayretle onları dinleyen üç genç bulunuyordu. Bu üç genç hâllerinden gayet memnun biraz kafa karışıklığı biraz da şaşkınlıkla evlerine girerek kendilerini koltuğa bıraktılar ve Erkan sözleriyle günün anlamlısı olmuştu.

 “Kesinlikle bu apartmanı rengârenk günler bekliyor millet!” diyerek belki de ilerleyen günlerin tam anlamıyla tanımını yapmıştı ve o anda yukarıdan eşyaların zemine sürtülen sesi duyulmaya başlamıştı.


Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 5

 


Bölüm 5

Hakikaten neler oluyordu bu evde böyle? Beklenmeyen sesler, normalde yanmaması gereken ışıkların şimdi her yeri aydınlatması...

Naz panik ve korkusunu içine atarak hızla yataktan kalktı ve yatağın yanındaki çizmelerini ayağına geçirdi. Önce kulağını kapıya dayayarak odadan ses gelip gelmediğine dikkat kesildi. Odadan hiç ses gelmiyordu; ama ışık da neyin nesiydi?! Onun bildiği hırsızlar geldikleri evi ışıklandırmıyordu. Çevresini hızla tarayarak birisine atıldığında öldürmeyecek ama etkisiz hâle getirecek bir şeyler aradı; ama yoktu. Oda kısmen boştu ve valizinde de atacak bir şey yoktu. Topuklu ayakkabılarından herhangi biri olsaydı gözünü kırpmazdı ne de olsa o topuklar istediği hasarı zorlanmadan bırakırdı; ama yoklardı işte. İtinayla kutularına koyup buraya gelen eşyalarıyla beraber yollamıştı. Valizine tekrar bakındı. Atabileceği tek şey ağır makyaj çantasıydı!

Usulca kapıyı açarak önce başını uzattı ve hızla etrafı kolaçan etti. Parlak ışıkta kolilerden oluşan küçük dağlar, daha da vahim görünüyordu. Kimsenin olmadığını anlayınca salona girdi ve kolilerin yanına gitti. Battaniye ararken açtığı kolilerin içinde tam da işine yarayacak cinsten eşyalar vardı. Kolinin içinden çıkardığı bardakları savaşa hazırlanan bir asker edasıyla mühimmatları gibi başka bir kolinin üzerine dizdi. İki tanesini de ellerine aldı. Ses antrenin sonundaki banyo olduğunu tahmin ettiği yerden geliyordu, anlaşılan biri duş alıyordu. Ama anlaşılmayan; kimin onun banyosunda duş alabildiğiydi. Üstelik yeni evinde önce duş yapması gereken kendisiyken!!

Hemen evden çıkmak için kapıya yönelmeyi düşündüğü sırada su sesi kesildi ve banyo kapısı açıldı. Gelenin yüzüne bakmamıştı; ama iri bir gövdenin ona doğru geldiğini fark etmişti. Adamın yüzüne baktığında onun da şaşkın bir şekilde kendisine baktığını fark etti. Beline sarılmış beyaz bir havlu vardı ve bir başka beyaz havluyla da gelişigüzel saçlarının ıslaklığını alıyordu ta ki Naz'ı görene kadar. Naz refleks olarak hızla elindeki bardaklardan birini attığı çığlık eşliğinde adama fırlattı. Adam son hızla hedeften çekilmeseydi bardak tam yerine isabet edecekti; ama çekilmesiyle duvara çarpan bardak tuzla buz oldu. Ne adam ne de Naz şaşkınlığını atlatabilmişti; ama Naz ayrıca çok da korkmuştu. Elindeki diğer bardağı da adama doğru fırlattı. Adam da aynı hızla hedeften uzaklaştı ve yine duvara çarpan bardak paramparça oldu.

"Sen de kimsin ve evimde ne işin var?!"diye bağırdı Naz.

"Bu soruyu benim sormam gerekmez mi?"

Bu konuşmalar yapılırken Naz hedef seçip koli üzerine dizdiği bardakları atmak için fırsat kolluyordu.

"Hey hey hey bardaklarımı harcadığının farkında mısın?" diyen adam son anda banyoya girip kapısını kapatmıştı ve hedef tam da kapıya isabet etmişti.

"Sorularıma sorularla karşılık verme de evimde ne işin olduğunu söyle?"

"Ben de sana bir soru sordum!"

"Benimle tartışma, önce ben sordum ve şu an hedefim dâhilinde olan ve kaçan da sensin. Ben polisi aramadan söyle!"

Naz yanlış mı duyuyordu yoksa adam gerçekten kahkaha mı atmıştı? Ah o banyodan bir çıksın iri cüssesine aldırmadan yüzünü tırmalayacaktı. O yüzüne yazık olacaktı. Gerçi panikten adamın yüzüne bile bakamamıştı ya umurunda da değildi zaten. Ama adamın sesinde tanıdık bir tını vardı ve kahkahası korkusunu bastırmış sinirlerini bozmuştu.

"Çık oradan seni korkak sapık. Evimde duş alırken düşüncen neydi?"dedi sinirle.

"İnsanlar zor geçen bir günün ardından tüm yorgunluklarından arınmak için duş alırlar. Bunu biliyor muydun?"diyen adam bir kez daha çok ama çok ufak bir kahkaha atmıştı. Sesiyse yankılanan banyo duvarlarından kızın kulağına yükselerek geliyordu.

"Ama benim bildiğim insanlar kendi evlerinin banyolarını kullanırlar,"dedi Naz sinirle, gözleri de adamın banyodan çıkacağı fırsatı kolluyordu ki bu sayede elindeki bardağı tam kafasına atabilecekti.

"Evet, ben de tam senin dediğin gibi kendi banyomda duş aldım,"dedi adam. Sesinin tınısından yüzüne yapışmış bir gülümseme olduğunu tahmin etmek zor değildi. "Bardaklarımı ziyan etmeyi bırakırsan normal insanların yaptığı gibi konuşarak anlaşabiliriz."

"Evimden hemen gidersen ne ben seninle anlaşmak zorunda kalırım ne de sen polislerle anlaşmak zorunda kalırsın,"diye bağırdı Naz banyoya doğru. Gerginliği azalmıştı; ama henüz bu adamın neyin peşinde olduğunu anlamamıştı. Anladığı tek şey; bu adamın kesinlikle bir hırsız olmadığıydı! Belki de sapıktı.

Aman Allah'ım!!

O bunları düşünürken adam banyonun kapısını açarak dışarı çıktı.

"Öncelikle şu konuda anlaşalım. Sapık falan değilim sadece kendi evine gelip ılık bir duşla günün yorgunluğunu atmaya çalışan sade bir vatandaşım. O yüzden buradan çıkıyorum ve ikimiz, iki medeni insan gibi sorunlarımızı hallediyoruz."

Bunları söylerken bir yandan da koridorda yavaşça kıza doğru geliyordu.

"Hem sapık olmadığını söylüyorsun hem de şu hâline bir bak,"diyen Naz adamın halini yeni fark etmiş gibi son kalan bardağa uzandı.

"O bardağı hemen bırak!"diye gürledi adam.

Adamın bu tepkisiyle bir an için korktu. Adam olduğu yerde durmuş bir önceki gülümseyen yüzünün aksine sert bir şekilde ona bakıyordu. Hem ses tonu hem de duruşu bir önceki hâline göre oldukça farklılık gösteriyordu. Adamın yüzünü inceleyince simasının neden bu kadar tanıdık geldiğini bir anda anlayarak bağırdı.

"Seninle başka bir yerde karşılaşmak istemediğimi söylediğimi sanıyorum. Hem... Sen beni takip mi ediyorsun?"dedi ani bir rahatlamayla. Bu rahatlama adamla daha önce iki kelam etmesinden kaynaklanıyordu anlaşılan.

"Seni takip etmek mi? Ne için?"

"Bir defa karşılaşmış olmamız seni tanıyorum anlamına gelmez. Bu yüzden ne için olduğunu bilemem. Bunu bana sen söyleyeceksin!"

"Senin gibi bir kadını takip edip de başıma bela almak gibi bir düşüncem yok."

"Ne gibi bir beladan söz ediyorsun?"derken Naz bakışlarını kısmış elini beline götürmüştü.

"Hangi birinden başlayayım? O dar boğazda birçok ailenin geçimini sağlayacak değerdeki valizinden mi, içindeki pahalı marka kıyafetlerinden mi, susmak bilmez telefonlarından mı yoksa şu hiç aşağı inmeyen burnundan mı?.."

Adam bir yandan dalga geçer gibi gülüyor bir yandan da kollarını göğsünde birleştirmiş koridorun ortasında dikiliyordu. Kollarını o pozisyonda tutması kaslarının daha sert ve şişkin görünmesine neden olmuştu. Kusursuz hatlarıyla aynı bir Yunan heykelini anımsatıyordu. Tek farksa beyaz bir havluydu! Heykellerin soğuk suratlarının aksine, adamın mavi gözleri sıcacık ve ışıl ışıl kendisine bakıyordu. Kalın erkeksi dudakları durumdan eğlendiğini belli edercesine alayla kıvrılmıştı. Nemli saçları gelişigüzel dağılmış, bir kadında ellerini daldırma isteği uyandırıyordu.

"Tabii ki bunları çoğaltmak da mümkün. Takdir edersin ki henüz seni tanımıyorum." diyerek sözlerini tamamladı genç adam.

Adamın etkisi tamamen çenesini açana kadardı!

"Her şeyi bildiğini mi yoksa kendini fazla mı zeki sanıyorsun?"

"Fark eder mi?"

"Eğer fazla zeki olduğunu düşünüyorsan ki hareketlerin zekiliğinden çok umursamazlığını gösteriyor fazla umutlanma derim. Eğer her şeyi bildiğini sanıyorsan bu konuda da çok yanılıyorsun. Bunu söylememe bile gerek yok."

"Tabii senin gibi bir eğitimci bunları söylüyorsa üstüne laf söyleyemem. Ama ben her şeyi bildiğimi iddia etmedim. Çok zeki olduğumu da... Basit düşünürsek ben yaptıklarıma gözlem yapıp akıl yürütme diyorum. Senin sinirine bakılırsa da tahminlerimde biraz olsun haklıyım."

Naz gözlerini tehlikeli bir şekilde kıstığında genç adam ufak bir kahkaha atmakta hiçbir sakınca görmemişti. "Sanırım oldukça haklıyım," derken o da bakışlarını kıstı.

Kendini tutamayacağını anlayan Naz'ın elindeki bardağı havaya kaldırmasıyla adamın duruşu sertleşmişti.

"O bardağı bırak,"derken sesi keskin ve pürüzsüzdü.

Elindeki bardağı bu kadar özel yapan neydi acaba diye merak etti Naz. Bardağı atmak için her hareketlenişinde adamın yüz tipi değişiyordu. Üzerinde bir çiftin fotoğrafı vardı ve çok hoş, aynı zamanda mutlu gözüküyorlardı. Oldukça genç görünen bir kadın, adamın yanağına dudaklarını dayamış, adam ise hâlinden gayet memnun bir şekilde çapkınca gülümsüyordu. Bu gülüşü artık nerede görse tanıyacağını düşünüyordu Naz. Çünkü sadece bu adamda görmüştü ve bu gülüş sinirlerini altüst etmeye yetiyordu.

"Sevgilinden mi?"dedi tüm kozların elinde olduğu düşüncesiyle. Bu sefer kahkaha atan kendisi sinirden dişlerini sıkan ise adam olmuştu. Bardağı ellerinde gevşeten kız düşürecekmiş gibi yapıp bardağı tekrar tuttu.

"Ups. Affedersin sanırım düşürüyordum."

O anda ani bir hareketle adamın ona geldiğini ve geri geri adımlar atarken duvar ile adamın arasında kaldığını çok geç fark etti. Çünkü adamın yüzündeki ifade ürkmesine neden olmuştu; ama belli etmeye niyeti yoktu. Adam keskin bakışlarını Naz'ın yeşillerinden ayırmadan kadının elindeki bardağa uzanarak kenara koydu. O da kısık bakışlarıyla adamın bakışlarına doğrudan karşılık veriyordu. Elleri adamın çıplak göğsüne dayanmıştı. Bunu fark eder etmez elleri yanıyormuş gibi çekip yanında yumruk yaptı. O kadar yakınlardı ki adamın sıcak nefesini yüzünde hissediyor her nefes alışında hafif tıraş losyonu ciğerlerini dolduruyordu. Derin nefes alışlarından göğsü hızla inip kalkıyordu; ama huylu huyundan vazgeçmez ya inatçı bakışlarını adamın yüzünden ayırmıyordu.

"Daha fazla başımız ağrımadan şu işi halledelim. Ben hemen üzerimi giyinip geliyorum. Anlaşılan o ki bir yanlışlık olmuş," dedi adam.

O sırada kadının derin, adamınsa kesik nefeslerinin birbirine karıştığının ikisi de farkında değildi. Adamın mavi bakışları genç kadının ateş saçan hareli yeşil gözlerinden bedenine kaydı ve kaşları çatılsa da dudakları gülümsemeyle kıvrıldı.

"Bana sapık diyerek yarı çıplaklıkla itham eden sen, sanırım hiç kendi hâline bakmadın. Ben giyinirken sen de giyinsen fena olmaz. Tabi böyle kalmak istersen kendi tercihin,"diyerek hızla kızı serbest bırakarak banyoya döndü adam. Naz ise üzerindekileri yeni fark eder gibi kendisine şöyle bir baktı ve yarı çıplak hâlini görünce yaşadığı sinir harbiyle gözlerini kapattı bir an. Hızla yatak odasına girerek üzerini giyinmeye başladı.

Ellerini lavabonun mermerinin iki yanına koymuş olan Yağız gerilen bedenine inat birkaç dakika o şekilde bekledi. Vücudunun ona yaptığı bu baş kaldırış normalde başına gelen bir şey değildi. Bir de kontrollü olduğunu sanırdı! Kızın dolgun hatları zihninde canlandı tekrar. Boxer tarzı şortu ve üzerine yapışan ip askılı atletiyle şaşırtıcı derece dolgun olan hatları insanı kışkırtırcasına meydandaydı. Kadının bakışlarından anladığı kadarıyla kadın o hâlinin pek farkında değildi. Bu görüntü genç adama hiç de yardımcı olmuyordu. Bu durumdan kurtulmak için tekrar soğuk bir duşun altına girebilirdi. Zihninde yerini alan bir başka görüntü adamın kahkaha atmasına sebep oldu. O inatçı yeşil gözler... Kızı sinirlendirmek ve o rahatsız hâline tanık olmak, adamı öyle çok eğlendirmişti ki. Her hareketini zevkle izlemiş ve onu sinir etmek için ekstra çaba sarf etmesine de gerek kalmamıştı; çünkü kız çok çabuk sinirleniyordu. Haksız olsa da nasıl dik başlı duruyordu bu kız böyle ve asıl soru; onun evinde ne işi vardı?

Elinde anahtarları olduğu için ev sahibinin yanına uğramamıştı. Eve geldiğinde de sadece salon ve banyonun ışıklandırmasını ayarlamış ve hemen kendini banyoya atmıştı. Diğer odaların kapıları kapalı olunca hiç bakmaya gerek duymamıştı. Ama baksaydı da yatak odasında bir 'Uyuyan Güzel' ile karşılaşacağı aklının ucundan bile geçmezdi. Ya bardaklarını telef etmesine ne demeliydi? Yüzünden çok korktuğunu anlamış bu yüzden de yanına yaklaşmamıştı; ama kardeşinin ona hediye ettiği bardağı eline aldığında fazla düşünmemişti. Her şeye rağmen nasıl da eğlenmişti Yağız? Hızla giydiği kotu ve beyaz gömleğiyle dışarı çıkarken gülümsemesi de yerli yerindeydi.

Naz ise bir yandan adama hakaret ederken bir yandan da valizini kapatmaya çalışıyordu. Aslında sinirli olan kendisi değil, o adam olmalıydı. Çünkü belli ki bir yanlışlık olmuş ve adamın evine girmişti. Bunu adamın sevgilisi ile resmi olan bardağı eline aldığında anlamalıydı! Şimdi de bu yüzden sinirden kudurmuş bir hâlde adamın yatak odasında kendi valizini toparlamaya uğraşıyordu. Adamın söylediği değil her kelime, ağzını açışı bile sinirlerini germeye yetiyordu. Kaldı ki onunla duvar arasına sıkıştığı sahne de unutacağı cinsten değildi; ama bunun üzerinde fazla durmadı. Nasıl bir adamdı bu böyle? Hiçbir şeyi ciddiye almıyor gibi görünse de beyefendinin sevgilisinden ufak bir parça ki bu bardak bile olsa birden ciddiyet kazanmasına yetmişti! O adamdan bu durum için asla özür dilemeyecekti. Sonuçta suçlu olan kendisi değildi. Hem özür dilese adamın yüzünde belirecek ifadeye de tanık olmak istemiyordu. Valizini çekiştirip odadan çıktığında adamı kendisini beklerken buldu.

"Anlaşılan bir yanlışlık olmuş,"dedi adamın bir önceki sözlerini tekrar ederek. "Ben ev sahibiyle görüşüp geliyorum."

Sözlerinin sonunda adamın yüzündeki ifadeye bakmadan hemen evden çıktı. Yağız ise suçlu olmasına rağmen burnu havada olan bu kadının arkasından gülüyordu. Kendisine hâkim olamıyordu. Hareketleriyle öyle kışkırtıcıydı ki! Sanki içindeki bir şeyleri uyandırıyordu. Kısa bir süre sonra kapı çaldığında kadın valizlerini almak için gelmişti.

"Gülbahar teyzenin diğer evin satılmadığından haberi yokmuş yani benim evim karşı daire. Kiracı olduğumu söylediğim için evleri karıştırmış,"diyerek durumu açıklamaya çalıştı; ama özür dilemeyecekti.

"O zaman yeni eviniz hayırlı olsun Naz Hanım. Eşyalarınızı taşımamı ister misiniz? Ne demişler komşu komşunun külüne muhtaçtır. Bir de ben asla yardıma muhtaç bir bayanı o şekilde bırakmam. Bilirsiniz..."dedi Yağız yaklaşık birkaç saat önceki karşılaşmalarına gönderme yaparak.

Naz ise hiç oralı olmamış azimle valizini kapıdan çıkarmıştı.

"Ben senin yardımına muhtaç değilim. Kendi işimi kendim halledebilirim. Hem sizi bizi aştığımızı sanıyordum Yüzbaşım,"dedi hiçbir şey olmamış gibi adamın yüzüne bakarken. Aslında adamla sizli bizli konuşmak hoşuna giderdi. Resmiyet, mesafeli olmalarını sağlardı; ama adamın dalga geçer gibi telaffuz ettiği hanım kelimesi hoşuna gitmemişti. Adam valizlerini alıp karşı daireye götürünce hiç ses çıkarmadı. Naz kendi dairesinden içeri girdi. Tam kapıyı kapatmak üzereyken adamın sesini duydu.

"Yüzbaşı olduğumu nereden biliyorsun?"

Onun yüzbaşı olduğunu herkes her fırsatta hatırlatıyordu. Bilmemesinin imkânı var mıydı? Başta babası bu apartmanın güvenliği için Kars Emniyeti'ne değil bu adama güveniyordu. Adamın yüzüne baktığında merakla kendisine baktığını fark etti. Ne kadar inkâr etse de adama çok yakışan gülümsemesi de yerli yerindeydi. Ama bunları aldırmadan konuştu.

"Her şeyi sen mi bileceksin Yüzbaşım? Sen daha beni tanımıyorsun,"diyerek kapıyı adamın yüzüne kapattı. Ama aradaki kapı bile adamın ufak kahkahasının kulaklarına gelmesini engellememişti. Kapıya yaslanıp evine şöyle bir baktığında bir inleme döküldü dudaklarından.

"En azından onun evindeki durumdan daha kötü değil,"diyerek kendini gelişigüzel konmuş kanepenin üzerine attı. Tüm eşyaları ambalajlıydı ve şeffaf poşetlerden her şeyin kendi zevkine göre seçildiği anlaşılıyordu. Sadece mobilyalar yerine konmalı ve üst üste konmuş koliler açılmalıydı!! Durum o kadar da kötü değildi. En azından tüm ışıkları yanıyordu.

Yüzüne kapanan kapı sonrasında evine giren Yağız bugün ne kadar çok güldüğünü düşündü. Böyle bir kadınla kapı komşusu olmak anlaşılan onu bayağı eğlendirecekti. Gerçi işinin temposundan onu çok fazla göreceğini de sanmıyordu. Eve şöyle bir göz attığında hiç de ev yerleştirme heyecanı duymadı. Çok yorgundu. Bunun sebebi yolculuk değil rahat uyuyamadığı gecelerdi. Yatak odasına girdiğinde loş ışıkta hazır yapılı yatağını fark etti. Yatak sanki yorgun bedenine tüm rahatlığı vaat ediyordu. Hemen eşofmanlarını giyerek yatağa uzandı. Her nefes alışında burnuna dolan egzotik bir parfüm, yüzündeki gülümsemeyi kalıcı tutuyordu. Anlaşılan kendi çapında küçük dağları yaratan bu hanımın parfümü de kendisi gibiydi.

***

Ne kadar uyuduğunu bilmese de onu derin uykunun kollarından ayıran sese lanet ederek yatağında kıpırdandı genç adam. Uzun zamandır böyle rahat uyumamıştı. Ev şu an eve benzemese de evi evi güzel eviydi. Yatağın içinde çınlayan ses uykusunu açmaya başlamıştı; ama o gözlerini açmak istemiyordu. Asker adamın atik ve dinç olmalı düşüncesi herkesin ortak fikri olsa bile o da insandı sonuçta ve şu an uyumaktan çok istediği bir şey yoktu. Ses yatağın içinden geliyordu. Elini gözlerini açmadan yatağın üzerinde gezdirirken bir yandan da memnuniyetsizce söyleniyordu. Bu sesi tanımıyordu. Aradığı şey yatağın içinde eline geldiğinde karanlık odada eline baktı. Telefonun parlak ışığı gözünü alıyordu. Ekrandaki yazıyı okuyamamıştı bir an, sanki harfler birbirine girmiş gibiydi. Ortum mu yazıyordu, Oylum mu yoksa Orkun mu, anlayamadı. Böyle birini tanımıyordu ki. Telefonu açtı ve gözlerini kapattı.

"Alo,"dedi uykusundan uyandırılmanın sesine yansıyan boğukluğuyla.

"Alo! Siz kimsiniz?"diyen ses genç bir erkeğe aitti.

"Asıl siz kimsiniz ve gecenin bu saatinde arama sebebiniz nedir?"dedi sert bir ses tonuyla. Hattın diğer ucundaki adamınsa sesi oldukça yüksek çıkıyordu.

"Naz nerede?"

Durum şimdi anlaşılmıştı işte. Burnu havada olan bu kızın anlaşılan aklı da havadaydı. Kulağına dayadığı telefona baktı genç adam. Telefon kendisine ait değildi. Bu kadın başına bela olmaktan vazgeçmeyecek miydi? Tanışalı yirmi dört saat bile olmamıştı; ama onun yüzünden başına açılan dertler şimdilik birkaçla sınırlı olsa da bunun devamı geleceğe benziyordu. Yine de uyku sersemi yüzünde bir gülümseme belirdi ve cevap verdi.

"O çılgın kız mı? Çok yorgun olduğuna eminim. Sabah ararsan konuşabilirsin,"derken uyku sersemi hâline rağmen dudaklarında bir tebessüm oluştu ve bu ucu açık laflarını, kim nereye isterse o yöne çekebilirdi.

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 4


Bölüm 4

 “Yüzbaşı Yağız Tekinoğlu. İkinci Komando Bölüğü, bölük komutanı olarak Kars Sarıkamış’a atandım komutanım,”diyerek karşısındaki, yarbay rütbesine sahip olan tabur komutanına asker selamı verdi genç adam. 

Kendinden emin, uğruna canını vereceği üniformasının içerisinde dimdik duruyordu. Mesainin bitmesine çok az vakit dahi olsa üniformasını giymeyi ihmal etmemişti. Üzerindeki hafif yol yorgunluğu, sanki karargâha girer girmez silinmişti. Ne de olsa asker adam her zaman çevik ve dinç olmalıydı.

 Başıyla selamı kabul eden yarbay, karşısındaki adamı inceleyen bakışlarla süzerken gözleri kesişti. Yağız da hızla adamı incelemiş ve şimdiden sonra çalışacağı adam hakkında fikir yürütmeye çalışıyordu. Saçları ağarmış, askerliğe verdiği yıllar yüzündeki kırışıklıklardan anlaşılıyordu. Kırklı yaşlarının ortalarında ya da ellilerinde olmalı diye geçirdi içinden. İri yapılı vücuduna rağmen fazlalığı varmış gibi görünmüyordu. Oturduğu koltukta yılların verdiği alışkanlıkla dimdik dururken kahve gözleri istediğini almışçasına parıldadı.

 “Kurmay Yüzbaşı Yağız Tekinoğlu. İlk seferinde akademiye giren nadir azınlıktan birisin. Kendini ülkesine böyle adayan gençlere ihtiyacımız var. Bir yüzbaşıya göre de oldukça gençsin.”

Yarbayın, kendisine ait dosyada okudukları ve sözlere döktüğü izlenimleri soru anlamı taşımasa da cevap verme ihtiyacı hissetti Yağız.

 “Erken terfi aldım komutanım.”

 Duyduğu şeyler hoşuna gitmişçesine başını salladı yarbay.

 “Üstün başarı belgelerinden haberdarım. Harp Okulu mezuniyetinden sonra ufak yaşına rağmen, Tunceli gibi zor bir yere atanmış olman ve burada üstün başarı göstermen takdire şayan.”

 Dosyasının yarbay tarafından incelendiği ve kendisi hakkında pek çok bilgiye sahip olduğu belliydi.

 “Ben yapmam gerekeni yaptım komutanım,”demekle yetindi Yağız. Yaptığı şeyler tamamen yapması gerekenlerdi. Daha fazlası belki yapılabilirdi ama daha azı asla değildi. Yaptıkları da övünmesini gerektirecek şeyler değildi.

 “Akademiyi dereceyle bitirmiş biri olarak kurada istediğin yere gitme hakkı sana verilmişken, neden Sarıkamış diye merak ediyorum. Başka biri olsa bu hakkını muhakkak batı illerinden yana kullanırdı,”diyen yarbayın sert duruşuna rağmen dudakları hafifçe kıvrılmaya yüz tutmuştu. “Belki de evlenmeden önce doğu görevlerinin çoğunu tamamlamak istiyorsun. İlla ki bir nedeni vardır ve umarım hakkında hayırlısı olur Yüzbaşım.”

 Yarbayın iyi dileklerini bir baş hareketiyle kabul etti Yağız. Doğuyu seçmesinin nedeni yarbayın nazarında farklı bir nedenle olsa da asıl sebebi; yaşı henüz gençken en yüksek bedensel gücünde, bu illerde daha faydalı olacağını düşünmesiydi. Operasyonlara çıkılan bölgelerde, aldığı eğitimin hakkını layıkıyla verebilme şansı daha yüksekti. Yani Sarıkamış’ı seçmesinin evlilik denen müessese ile uzaktan yakından alakası dahi yoktu.

 Bir şey demesine fırsat kalmadan bulunduğu odanın kapısı tıklandı ve yarbay, girilmesi talimatını verdi. İçeri giren uzun boylu sarışın adam, otuzlarının başlarındaydı. Yarbaya selam verdikten sonra yarbayın karşısında dimdik durdu.

 “Yüzbaşım, bu bölüğünü teslim alacağınız Yüzbaşı Serkan. Kendisi gitmekte çok hevesli ve sizin gelmenizi bekliyordu,”diyerek içeri giren adamı tanıttı yarbay.

 “Görevim neyi gerektirirse onu her zaman yapmaya hazırım komutanım,”demişti Yüzbaşı Serkan.

 “O zaman bölüğü yeni bölük komutanına teslim edip bayrağı devredebilirsin.”

 İki yüzbaşı da aynı anda yarbaya selam vererek odadan çıkmak için izin istediler ve iznin verilmesiyle dışarı çıktılar. Yüzbaşı Serkan, Yağız’dan kısa ama normal bir erkeğe göre uzundu. Gür sarı saçları ve ışıldayan kahve tonlarındaki gözleriyle sevincini adeta dışarı yansıtıyordu; ama bunu sözlerinden de anlamak mümkündü.

 “Uzun süredir gelmeni bekliyorum Yüzbaşım,”dedi Yüzbaşı Serkan çekinmeden. Adamın konuşmasındaki sıcak tını Yağız’ın dikkatinden kaçmamıştı. O da aynı şekilde karşılık verdi.

 “Seni hayal kırıklığına uğratmak istemezdim Yüzbaşım; ama ben tam zamanında geldim. Sanırım sen buradan gitmek için çok heveslisin. Buradan böyle kaçmak istemenin sebebi ne? Yoksa bölükten korkmalı mıyım?”

 Sarışın adamın gözleri ışıldıyordu.

 “Aslında niyetim kaçmak değil; ama senin de karnı burnunda eşin, doğum yapmak için inatla seni bekliyor olsaydı, sen de buradan koşar adım kaçardın. Gerçi beni bekleyen durumdan da bazen kaçmak isteyecek kadar heyecanlanıyorum.”

 Serkan Yüzbaşının gözlerindeki ışıltının sebebini anlayan Yağız ona bir an için gıpta etmeden edemedi ve bu durum onun dudaklarında oluşan küçük bir tebessümle dışa yansıdı. Adamın adına mutlu olmuştu ve sırtını sıvazladı.

 “Asker adam her zaman, her şeye hazırlıklıdır.”

 “Orası kesin; ama baba olmanın eşiğinde bir adam her şeye hazır mıdır, bunu kesinlikle seninle tartışmak isterdim,”diyerek güldü Serkan Yüzbaşı. “Birkaç gün içerisinde tekrar buraya döneceğim ve o zaman buradaki işlerin gidişatıyla ilgili seninle uzun uzun konuşuruz.”

 Konuşmalar sırasında arşınladıkları uzun koridordaki kapılardan birinin önünde durdular. Yüzbaşı Serkan’ın eski, Yağız’ın ise yeni olan odasından içeri girdiler. Odanın bir duvarı boydan boya camdı ve küçük bir balkona açılıyordu. Manzara ise sanki Yağız için konumlanmış gibiydi. Yemyeşil dağların görüntüsü, bir önceki görev yerine göre muhteşemdi. Anlaşılan bu kez bir açıdan şanslıydı. Mavi gözlerini manzaradan ayırıp Serkan Yüzbaşının söylediklerine odaklandı.

 “Yeni görevinde başarılar dilerim Yüzbaşım. Meslektaşım olarak bıraktığım yerden layıkıyla devam edeceğine eminim. Bu yaşta yüzbaşı olduğuna göre.”

 “Bölüğüne kendi bölüğüm gibi bakacağıma emin olabilirsin Yüzbaşım,”diye cevap verdi Yağız. Bir yandan da gülümsemişti. Bu karşılığın üzerine Serkan Yüzbaşı da güldü. Gerekli işlemler yapılarak devir teslim gerçekleştiğinde Serkan Yüzbaşının bölüğü resmen Yağız’ın olmuştu.

 Yüzbaşı Serkan eski odasını buruk bir üzüntüyle süzerken Yağız onun bakışlarını yakaladı ve gülümsedi.

 “Buradaki görevini düşünme, seni daha zor bir görev bekliyor. Düşüncesi bile tüylerimi ürpertiyor.”

 “Haklısın. O zaman… Sana kolay gelsin Yüzbaşım,”diyerek asker selamı verdi ve odadan çıktı.

 Yağız yeni odasını şöyle bir tararken kendi etrafında döndü. Vakit kaybetmeden masasına kuruldu ve telefonun yanındaki numaraların yazılı olduğu kartı eline aldı. Tüm bölük onun geleceğinden haberdar olmalıydı. Ee hâliyle bir bölük komutanı olarak emrinde çalışanlarla bir an önce tanışmalıydı. Telefonda bölük astsubayının numarasını bularak tuşladı ve telefonun karşısından gelen kalın sesin kendini tanıtmasını bekledi.

 “Başçavuş Çetin.”

 “Yüzbaşı Tekinoğlu. Başçavuşum odama gelir misiniz?”

 Ne kadar konuşması rica gibi gelse de ses tonu askeriyeden edindiği alışkanlıkla emir tınısı içeriyordu.

 “Hemen komutanım,”diyen astsubay dakika dahi geçmeden Yağız’ın odasında, kendisinden istenecekleri bekliyordu.

 Yağız alışkanlıkla astsubayı hemen süzüp analiz etmeye başladı. Kırklı yaşlarının ortalarında olmalıydı. Rütbesindeki yedi sırma, kıdemli başçavuş (Astsubaylığın en yüksek rütbesi) olduğunu gösteriyordu. Anlaşılan o ki Yağız’dan bile fazla yıllarını orduya  hediye etmişti. Neredeyse yirmi yıldan daha da fazla… Rütbesi astsubaydan daha yüksek olmasına rağmen Yağız ayağa kalktı.

 “Bölük astsubayı, Çetin. Emredin komutanım,”diyerek asker selamı verdi adam.

 “Yeni bölük komutanı Yüzbaşı Yağız Tekinoğlu,”diyerek önce kısaca kendini tanıttı genç adam. “Bir an önce bölük hakkında bilgi sahibi olup işlere başlasam iyi olur.”

 “Nasıl isterseniz, komutanım.”

 Astsubay Çetin iş bilir edasıyla karargâhtaki işleyişi anlatmaya başladı. Ne zaman ne yapılır, hangi durumda hangi özel tedbirler alınır hepsini en ince ayrıntısıyla anlattı. Tüm askeri birliklerde benzer işleyiş olmasına rağmen kendilerine, bulundukları konumlara ve olağan üstü durumlara verdikleri tepkilere göre ufak tefek farklılıklar olabiliyordu.

 “Bölüğümüzde toplamda iki yüz on tane asker var. Bunların on iki tanesi hava değişiminde üç tanesi de cerrahi müdahale için hastanede yatıyor,” diyerek sözlerini tamamlamıştı Çetin Astsubay.

 Bir baş hareketiyle söylenenleri onaylayan Yağız bundan sonraki hareketlerini zihninde gözden geçirdi.

 “Şimdilik askerlerin bir kısmının dosyalarını incelemekle yetineceğim.”

 Çetin Astsubay, odadan çıktıktan birkaç dakika sonra iki asker kollarında dosyalarla içeriye girdiler ve Yağız’ın emriyle dosyaları masanın üzerine bırakarak dışarıya çıktılar. İki yüz on askere ait bu dosya yığınını bir an önce incelemeye başlamalıydı. İncelemek zorundaydı! Bölükteki en rütbesiz erden en rütbeli astsubaya kadar hepsinin sorumluluğu onun ellerinde ve yapacaklarındaydı. Bu yüzden her askerin sağlık, sosyal ve ailevi durumundan, kısacası tüm hayatlarından haberdar olmak zorundaydı. Dosyalara kayan bakışları, ardından camın elverdiği ölçüde gözüken manzaraya kaydı. Yeni görev yeri olan Kars’ta kışın havalar oldukça soğuk geçerdi ve bu oldukça kelimesi gerçekten de normalin bayağı altında bir sıcaklığı ifade ediyordu. Bahar ve yaz aylarıysa ılık olsa da çoğunlukla serin ve yağışlıydı. Bu sonbahar gününde de hem kışın soğuğundan hem de baharın yağışından nasiplenmek mümkündü. Yağız bunları düşünürken güneş batmaya yüz tutmuşçasına genç adamın düşüncelerini haklı çıkarır gibi gri bir pusunun arkasına saklanmış yağmur da camın soğuk yüzeyine çarpmaya başlamıştı. Bu görüntüyle bakışlarını deviren genç adam yine de gülümsedi.

 Yeni görevi için diğer görevlerinde olduğu gibi çok heyecanlıydı. Bu yüzden evine bile uğramadan hemen karargâhta almıştı soluğu. Evde onu ne bekliyordu ki? Açılmayı bekleyen koliler ki o bu işleri yapmayı dört gözle beklemiyordu. Belki de onun için bu mesleğin en zor tarafı sürekli ev taşıma mevzusuydu. Bunun da genç adam için en kolay yolu eşyalı ev tutmak olsa da bu evdeki eşyalar ev için hiç ama hiç yeterli değildi hatta yüklük ve mutfak dolapları dışında hiç eşya yoktu. Bu yüzden bir önceki gelişinde sıfırdan mobilya alışverişi yapmış taşınırken yardımcı olunması için de ev sahibinden ricada bulunmuştu. Ne de olsa bu eşyalar taşınırken o burada olmayacaktı. Kolilerden bir kısmını da en son gelişinde eşyalar taşınmadan önce eve taşımış ama hiçbirini yerleştirememişti. İki oda bir salon olan o evi isteyerek tutmuş kardeşinin kalmak için ısrar edeceğini bildiğinden, ki kardeşi bu konuda ısrarlarıyla Yağız’ı yanıltmamıştı, odanın birinin onun zevkine göre döşenmesini sağlayacaktı. Burada kalacağı üç kısa yıl olacak olsa da biricik kız kardeşinin rahat etmesini istiyordu. Eve gelen yeni eşyalar ve açılacak kolilerin haricinde şu an evin akıbeti hakkında hiçbir fikri yoktu.

 ***

 Bavuluyla giriştiği amansız mücadeleyi kazanan Naz, derin bir soluk alarak ağırlıktan uyuşmuş parmaklarını rahatlatmak için hareket ettirmeye başladı. Bir daha valizleri kendi taşıması söz konusu olduğunda yanına kol çantası haricine eşya almayacaktı! Ya da… Bugün olduğu gibi bir yardımseverden faydalanabilirdi. Adam aklına gelince sinirlerinin gerilmesini beklerken yüzünde umulmadık bir gülümseme belirdi. Anlaşılan sinirleri bayağı bir bozulmuştu!

 Şimdi babasının söylediği gibi üçüncü kata çıkıp ev sahiplerinden anahtarlarını almalıydı. Ama bacakları buna inatla karşı çıkıyordu. Her bir çanta için tekrar tekrar aşağı inerek ki toplamda birkaç iniş çıkıştan fazlasına ek, basamaklar arasındaki uzun soluklanmaları da kapsıyordu; spor salonlarında yapılan pek çok hareketi yapmıştı. Duvara yaslanıp nefeslerini düzene soktuktan sonra isyana başlamış bacaklarını dinlemeyerek inatla basamakları çıkmaya başladı. Anahtarları ne kadar erken alırsa kendini yumuşacık olduğunu düşündüğü yeni yatağına o kadar çabuk atabilirdi. Bunun düşüncesiyle bacaklarındaki son dermanla bir kat yukarı çıktı. Bu katta sadece bir tane daire vardı. Vücudunun yorgunluğuna olan sessiz isyanına inat, dimdik durdu ve kapıyı çaldı.

 Kısa bir süre sonra açılan kapının ardında beyaz saçlarını başörtüsünün arkasına gizlemiş, altmış yaşlarının ortalarında bir kadın Naz’a bakıyordu. Kadın, şaşkın bakışlarla belirgin bir şekilde kendisini süzüyordu. Naz normalde kadının tatlı olduğunu söyleyebilirdi, özellikle de böyle şaşkın bir hâldeyken; ama bariz süzüşten sonra bunu söylemek oldukça zordu. Kadının bakışları yüzünü bulduğunda masumane bir şekilde gülümsedi.

 “Merhaba. Rahatsız ediyorum, kusura bakmayın,”diyerek sözüne devam edecekken durdu. Yaşlı kadın şaşkın bakışlarıyla onu süzmeye devam ediyordu çünkü. Kadının bakışlarını takip ederek kendi bedenine baktı. Acaba bir şeyler mi eksikti ya da yanlış olan bir şey mi vardı?

 Tüm hatlarını saran koyu renk  kot pantolonu ve onun üzerine giydiği boğazlı bordo renkli kazağıyla oldukça spor göründüğünü düşündü. Ayağındaki hakiki deri koyu kahve çizmeleri düztabandı ve dizlerine kadar ulaşıyordu. İri dalgalı saçlarını açık bırakmıştı ve tutamları son kalite krem rengi montunun tüylü şapkası üzerine gelişigüzel dağılmıştı. Yüzünde de hafif bir makyaj vardı. Her zamanki hâline göre oldukça salaştı. Sonbahar havasına göre oldukça kalın giyinmiş olabilirdi belki; ama bunun sebebi buraların dondurucu soğuk olduğunu söyleyen internet araştırmasıydı. Bir an bozulmuş olsa da aldırmadan kadına baktı.

 “Teyzeciğim bir mahsuru yoksa ben anahtarları alabilir miyim?”

 Kadın içine düştüğü dalgınlıktan sıyrılarak utangaçlıkla kıza baktı.

 “Kusura bakma kızım. Seni görünce şaşırdım biraz.”

 Genç kadın tüm yorgunluğuna rağmen gülümsedi.

 “Önemli değil. Ben kiracınızım. Henüz geldim ve anahtarlarımı alsam iyi olur.”

 “Kızım gel bir sıcak çay ikram edeyim sana. Üşümüşsündür de.”

 Aslında sıcak çayın kulağa gelişi bile kızı eve doğru yönlendirse de şu an istediği tek şey biraz olsun uyumaktı.

 “Çok sağ ol teyzeciğim; ama bir an önce eve girsem iyi olur. Çok da yorgunum. Ama sözün olsun. Başka bir zaman içerim.”

 “Peki, öyle olsun o zaman,”diyip birden durdu yaşlı kadın. Biraz düşündükten sonra devam etti.”Ama… Güzel kızım bizim sadece bir tane kiralık dairemiz var. Onu da bir yüzbaşı tutmuştu,”dedi. Kadının konuşması da ses tonu gibi yumuşak ve tatlıydı. Hiç de doğuluya benzemiyor şivesiz bir dille konuşuyordu.

 “Teyzeciğim nasıl olur? Aşağıdaki iki daire de kiralık değil miydi? Bana öyle söylendi,” derken dehşete kapılmıştı genç kadın.

 “Kızım biz onlardan birini sattık. Sadece bir tane kiralık dairemiz var,”dedi düşünceli bir hâlde.“Gerçi beyim daha iyi bilir de şimdi evde yok. Ben böyle biliyorum. Hatta kiralık dairenin içinde eşyalar var. Ben bir ara kızımın yanına Ankara’ya gittiğimde eşyalar gelmiş.”

 Naz birden rahatlayarak tuttuğu nefesini bıraktı.

 “O daire benim teyzeciğim. Babam eşyalarımı daha önce yollamıştı.”

 “Öyle diyorsan, o zaman Yüzbaşı oğlum evi kiralamaktan vazgeçti herhâlde. Dur bakalım ben senin anahtarlarını alıp geleyim.”

 Yaşlı kadının anahtarlarla beraber gelmesiyle aşağı indiler. Kapı açıldıktan sonra genç kadın görmeyen gözlerle loş evi süzdü. Ama pek bir şey görünmüyordu. Camlar beyaz çarşaflarla örtülmüştü. Yaşlı kadın içeri girdi ve ardından tık diye bir ses geldi. Anlaşılan ışık düğmelerini bulmuştu; ama ışıklar yanmıyordu.

 “Kızım ampuller takılı değil. Ben sana şimdilik evden küçük bir el feneri getireyim,”diyerek tekrar yukarı çıktı.

 Naz ise sinirden köpürüyordu. Tamam, bir şeylere kendi emeğiyle baştan başlamak istiyordu; ama hayata bu kadar da eksiden başlanmazdı ki!! En azından ampuller yerli yerinde olabilirdi. Hani tüm mobilyalar yerleştirilmiş ve her türlü tesisatı düzenlenmiş olacaktı da o sadece kolileri yerleştirecekti!! Ama ışıksız eve gözlerinin alışmasıyla seçebildiği tek şey bir kenara yığılmış mobilyalar ve açılmayı bekleyen kolilerdi. Sinirle dişlerini sıksa da şu saatten sonra başka yapacak bir şeyi yoktu. Babasını da aramayacaktı. İnat etmişti. O kendi başının çaresine bakabilirdi! Ama bunu uyuduktan sonra yapacaktı.

 Basamaklardaki ayak sesini duyunca başını o tarafa çevirdi. Yanına gelen yaşlı kadın elindeki feneri ona uzattı.

 “Bu gecelik işini görür kızım. Yedek pillerini de getirdim. Yardımcı olmamı ister misin?”

 Acaba dışarıdan çok mu yardıma muhtaç görünüyordu? Aslında evet görünüyordu; ama bu yaşlı teyzenin bile yaşına rağmen ona inatla yardım etmeye çalışması dokunmuştu. Belki de yorgunluktan böyle saçma şeyler düşünmeye başlamıştı.

 “Hayır, teyzeciğim teşekkür ederim,” diyerek feneri ve yedek pilleri aldı.

 “Bir şeye ihtiyacın olursa mutlaka gel kızım.”

 Evden çıkan yaşlı kadının ardından valizlerini içeriye alarak kapıyı kapatıp sırtını kapıya yasladı ve gözlerini bir süre kapalı tuttu. Hafif loş odaya gözleri alışınca etraftaki eşyalar daha rahat seçilmeye başlanmış olsa da yeterince net değildi. Elindeki el fenerini açarak odaya doğru gelişi güzel tuttuğunda gözleri kocaman oldu ve panikle el fenerini kapattı. Bu gerçek değildi!! Hayır hayır olamazdı! Hiçbir şey yerli yerinde değildi. Mobilyalar bir tarafa sıkıştırılmış kolilerde üst üsteydi. Bunlara inanmak istemeyerek gözlerini kapattı ve kendi kendine mırıldandı.

 “Naz! Yorgunsun ve şu an tamamen yorgun bünyenin etkisindesin. Bunlar da tamamen halisünasyon!”diye söylendi kendi kendine.

 Düşüncelerinin doğruluğunu kendine ispatlamak için bakışlarını kısarak tekrar el fenerini açtı; ama manzara aynıydı.

 “Allah’ım!”diye inledi; ama yapacak bir şey yoktu. Eşyalar onun eşyaları, ev onun eviydi artık!

Ama boğazına takılan bir yumruyu göz ardı edemiyordu. İstem dışı gözyaşları göz pınarlarına dolarken dişlerini sıktı. Ağlamayacaktı!! Ağlayacak ne vardı ki?

 Belki de birçok şey vardı. Son günlerde söylenenler ne kadar doğru olsa da kırılmıştı ve şimdi o kırıklar sanki somut bir acı verir gibi içini yakıyordu. Burada yalnız yaşayacağını bilmek de onu ayrıca üzüyordu. Ev o kadar yığılı eşyaya rağmen o kadar boş ve sessiz gelmişti ki. O yalnızlığa alışık değildi. Etrafında her zaman insanlar vardı ya da ailesi… Tek çocuk olmasına rağmen asla yalnız kalmamıştı. Gözünden akmaya uğraşan yaşı elinin tersiyle silerek engelledi. Ne olursa olsun ağlamayı reddediyordu!

 Kolilere dokunmamaya çalışarak valizlerini kapının kıyısına yasladı ve el fenerinin aydınlattığı kısmı takip ederek en yakın cama doğru ilerlemeye başladı. Düşmemek için de el yordamıyla bir yerlere dokunuyordu. Camın önünde durduğunda çerçevelere sıkıca tutturulmuş çarşafları zorlukla çekmeye çalıştı. O çektikçe çarşaf gelmemek için çırpınıyordu sanki. En sonunda öyle bir çekmişti ki sessiz odayı yırtılma sesi sarmıştı ve eş zamanlı olarak çarşaf yere düştü.

 “İşte böyle, bir defa sakince çektiğimde açılsaydın!”diye mırıldandı; ama ağzından çıkanlara kendisi de inanamıyordu.

 Çarşaf yere düşmüştü düşmesine ama oda yeterince aydınlanmamıştı. Camdan dışarı bakan Naz gri bulutları görünce gözlerini devirmeden edemedi. Neden içerinin aydınlanmadığı belli olmuştu! Salonu geçerek diğer iki odaya da üstün körü göz gezdirdi. Odanın biri tamamen boştu. Diğer odada ise sadece başlığıyla beraber iki kişilik bir yatak vardı ve Pamuk Prenses bile Yedi Cüceler’in evinde yedi küçük yatak bulduğunda bu kadar sevinmiş olamazdı. Yatağın yeni olduğu ambalajının hâlâ üzerinde durmasından belliydi. Rahat bir nefes aldıktan sonra bu odanın penceresine iliştirilmiş çarşafı da indirdi. Şu an uyumaktan başka hiçbir şey düşünmüyor sadece bu amacı için kendine uygun ortam hazırlıyordu. Hızla salondaki kolilerin yanına dönerek birkaçını açmaya yeltendi. Burada bir yerde mutlaka battaniye çarşaf vari bir şeyler olmalıydı! Şansına açtığı dördüncü büyük kolinin içerisinde ambalajlı, yeni alındığı belli olan uyku seti ve battaniyeler vardı. Yastıkta olması bir diğer şansıydı. Onun dışında eline gelen tüm kutulardan tabak, bardak gibi mutfak malzemeleri çıkmıştı. Hemen uyku setini ve battaniyelerden birini alarak yatak odasına döndü. Önce yatağı daha sonra da diğerlerini ambalajlarından kurtarıp hızla, gelişi güzel yatağını yaptı ve şaheserine bakmak için döndü. Böylesine yeni bir yatağın içine üzerindeki giysilerle yatmak içinden gelmemişti. Tüm yorgunluğunu unutmuş gibi dış kapının yanındaki valizini odasına getirip odasının kapısını da sımsıkı kapattı. Valizi açarak pijamalarını buldu. Buz gibi bir evde saten bir gecelik ya da alışık olduğu gibi kısa şort atlet takımlarını giymek imkânsız olsa da huylu huyundan vazgeçmiyordu. Kısa şort atlet takımını camdan gözükmeyeceği bir yere geçerek hızla giydi. Sanki yeni bir maceraya atılacakmış gibi heyecanla yatağa girdi ve hem uyku setinin yorganını hem de battaniyeyi çenesine kadar çekti. Normalde zihninde yumuşak olduğunu umduğu yeni yatağı kaskatıydı; ama şu an bunu düşünecek hâlde değildi. Yatağına yatmadan önce dış kapıyı iki kez kilitleyip anahtarları da yastığının altına koymayı ihmal etmemişti. Hafif çiseleyen yağmurun sesi kulaklarına ninni gibi gelirken yeni hayatına kafa yormadan yorgunluğun kollarına bıraktı kendini. 

***

 Kulağına gelen sesin hafif tınısı her seferinde beynine çivi çakılıyor hissi yaratıyordu. Yağmur hangi ara bu kadar şiddetlenmişti? Aslında gözlerini bir an önce açmak istiyordu; çünkü çok saçma bir rüya görmüştü. Ta Türkiye’nin bir ucuna, Kars’a kadar gelmişti ve orada sahip olduğu eve ev demeye gerçekten binin üzerinde şahit gerekiyordu. O yüzden bir an önce gözlerini açıp karanlık kâbusundan sıyrılmalı aydınlık odasının gerçekliğine atılmalıydı. O kâbustan sonra çıplak ayaklarının altında tüylü halısının yumuşaklığını hissetmeli, açık renk döşenmiş odasının refahlığına bırakmalıydı kendini. Yatakta doğrulup bağdaş kurdu; ama gözleri hâlâ kapalıydı. Önce soğuğu hissetti genç kadın ve çıplak kollarına doladı yorganı. İstemeyerek de olsa gözlerini açtı. Kapının buzlu cam kısmından gelen hafif ışık gözlerini alıyordu, onun dışında oda loştu ve odanın loşluğu gibi zihnindeki aydınlık görüntü de giderek kararıyordu. Sonrasında zihnindeki aydınlık odasının yerini karanlık aldı. Ardından açık renk mobilyaların yerini sadece koyu renk başlıklı iki kişilik bir yatak... En sonunda ki bu en acı olanıydı belki de gerçi o an için saçmaydı; ama zihnindeki tüylü halı soğuk parkelere dönüştü ve hafifçe aralı olan gözleri aniden açıldı. Hayır!! Bu olmamalıydı! Olamazdı! Bunların hepsini rüyasında görmüş olması gerekiyordu. Ama hayır, anlaşılan zihni gerçek ve düşü ayırt etmekte zorlanıyordu. Aslında zihnini suçlayamazdı, buna kendisi de inanmak istiyordu. Başını elleri arasına alıp kendini tekrar yatağa bıraktı. Belki de tüm işleri sabah, sakin kafayla bir bardak kahvenin ardından halletmeliydi. Gerçi bunun için önce kahvesi olmalıydı. Yastığının yanındaki çantasına elini atarak telefonunu buldu ve saate baktı. Saat akşam sekizi geçiyordu. Gözlerini telefondan ayırarak öylesine kapının buzlu camına takıldı ve kaskatı kesildi. Işıklar nasıl yanmıştı?! O eve geldiğinde ampuller yoktu. Ee kendisi de takmadığına göre... Bavullarını taşıyan hayırseverlerden birinin gelip taktığını da düşünmüyordu! Sonra eve kulak verdi. Su sesi yan taraftan geliyordu ve çok şiddetliydi. Üzerinde hiçbir şey olmayan cama baktı; ama gördüklerine şaşırdı. Dışarıda yağmur yağmıyordu, o zaman evin içine mi yağıyordu?! ‘Saçmalama Naz!’ diye tekrar etmeye başladı içinden. Zihni anlaşılan sınır tanımıyordu; ama bu evde neler oluyordu böyle?!


 

Aşkın Nazlı Hali - Bölüm 18

Fotoğraf @nilmelteem Bölüm 18    Okundukça birbirine karışan kelime ve harfler… Tekrar tekrar okunan kaçıncı satırdı bu?! Kaçıncı girişimdi ...