Açık bir kapı. Kapının önünde kat kat giyinmiş genç ve güzel bir kadın. Kapının diğer tarafında ise Yunan Tanrılarının kanlı canlısı bir adam. Ve… Çıplak! Tabii altındaki bol eşofman altıyla çıplak kelimesinin tam karşılığı değildi; ama öyleydi işte! En azından Naz’ın vücudunun verdiği şok tepkisi bu kelimeyi doğruluyordu. Gözlerini adamın vücudundan çekerek yüzüne odaklandı; ama dilini tutamadı.
“Ne o? Sıcak bastı galiba.”
Gözlerinin duru mavi gözlerden, hafif karamel rengindeki göğse ve bol cevizli baklavayı andıran kaslara kaymasına engel olamıyordu. Galiba… Kan şekeri fena halde düşüyordu! Eve gider gitmez dün markette alırken çok olduğunu düşündüğü şekerlemelerle ufak bir parti yapmalıydı. Adamın sözleriyle bakışları tekrar gözlerini buldu. “Sıcakkanlı bir adam olduğumu söylemiştim diye hatırlıyorum.”
“Aa unutmak ne mümkün. Her fırsatta hatırlattığın için.”
‘Ho…p gözlerine bak gözlerine! Daha aşağılarda bir şey yok. Hiç mi six pack erkek görmedin. Ama… Ama... Dur bir dakika…O gördüğüm adonis kası mı?!’ diye düşünürken ayaklarına bakıyormuş gibi yaparak sonrasında adamın gözlerine baktı. Kendine gelebilmek için dağınık topuzundan özgürlüğünü ilân etmiş saçlarını geriye doğru attı.
“En azından sen şanslısın. Böyle sıcakkanlı ve yardımsever bir komşun var. Ama bir de bana bak. Benden duymuş olma ama karşı komşum aşırı kaprisli ve tam bir soğuk nevale. En azından bana karşı.”
Yağız bunları söylerken sanki sır veriyormuş gibi Naz’a doğru eğilmiş ve sesini alçaltmıştı. Adamın sözleri Naz’ın kulağına geldiğindeyse Naz’ın dudaklarında sinirini saklayan çekici bir gülümseme belirdi. Bakışları kısılmış, manikürlü tırnaklarını hafifçe avuç içlerine bastırmıştı. Aslında şu an tırnaklarını, bu adamın etrafa elektrik sobası gibi buram buram sıcaklık yayan göğsüne batırmak istiyordu; ama kendini tuttu. Madem oyun istiyordu. İstediğini alacaktı; ama oyuna gelmeyecekti.
“Bak sen. Sanırım bu komşun senin içine çok işlemiş ki sadece sana karşı olan farklı tavırlarını fark etmişsin.”
Oyununa karşılık alan genç adam gülümseyerek kollarını birleştirdi. Bu hâlde kasları kendilerini daha çok belli etmişlerdi. Naz’ın kendisini süzüşü hoşuna gitmiş, bakışlarındaki beğeni ise hiç tahmin edemediği kadar gururunu okşamıştı. Üstüne tiner dökülmüş olmasa bu şekilde kapıya çıkmazdı; ama tişört bulmaya da fırsatı olmamıştı. Zaten Naz’ın kendisini bu şekilde ilk görüşü değildi. Daha açık hâlde de görmüştü. Şu an bu durumdan şikâyetçi de değildi. Hazır bu kadar beğenilmişken ve Naz’ı oyuna hevesli görmüşken ikna yöntemlerine hız verebilirdi. Önceki gün Naz’ı alıştırmak bahanesiyle başkalarının yanında çift gibi davranmalarını sağlamıştı; ama bir türlü bu durumdan neden bu kadar hoşlandığı kısmına bir açıklama getirememişti.
“Hem de nasıl işledi sorma. Ben onun valizlerini taşıdım, alışveriş poşetlerini taşıdım, gerektiğinde evini bile yerleştirdim; ama aynı zamanda taşınmış olmamıza rağmen o gelip hâlimi hatırımı sormadı.”
Karşındaki kadın başlangıçta umursamaz bir gülümsemeyle gözlerini etrafta çevirip en son kendisine çevirdiğinde, gözlerindeki hafif mahcup olmuş ifadeyle karşılaştı genç adam. Bu hâliyle o kadar hoş görünüyordu ki. Hem de kendi kapısının önünde…
“Gerçekten ayıp etmiş.”
Bu sözlerle bir an için gülse de, onun hırkasının yakalarını çekiştirmesiyle kadının üşüdüğünün farkında vardı. Bir de onu hâlâ bu soğukta kapıda bekletiyordu. Kendisi soğuğu severdi; ama bu güzeli kendi sıcak ortamına alsa fena olmazdı şu an ve daha fazla onu soğukta kapıda bekletirse eşeklik sıfatına nail olacaktı. Kapıyı ardına kadar açarak başıyla içeriyi işaret etti.
“Dışarısı oldukça soğuk. İçeri gelmek ister misin?” Kapının açılmasıyla içerdeki manzarayı gören Naz, adamın neden kısmen çıplak olduğunu anladı. “Ben de seni işinden alıkoyuyorum galiba. Boya mı yapıyordun?”
“Evet, ama fazla işim kalmadı. Bitirdim sayılır.”
Adamın yardımla ilgili sözleri aklına gelince utanmadan edemedi. Gerçekten de adama hiç yardımcı olmamıştı; ama adam baya baya onu yeni hayatına hazırlamıştı. Çalışacağı yere kadar göstermişti. Hâlbuki yerini ona sormamıştı bile. İş işten geçmeden belki yardımcı olabilirdi.
“Yardım etmemi ister misin?” Adamın şaşıran bakışlarına eşlik eden alaycı gülümsemeye aldırmamaya çalıştı.
“Sen? Hem de bana?”
“İstersen şansını fazla zorlama. Teklifi geri almadan cevap versen fena olmaz.”
“Bir an inanması çok zormuş gibi geldi. Hayır, desem daha mutlu olacaksın sanki; ama bu teklifi geri çeviremem. Ne demişler, yuvayı dişi kuş yaparmış. Evime zarif bir bayanın eli değse hem evim hem de ben çok mutlu oluruz,” diyen adam kızın geçebilmesi için yana çekildi.
Naz içeri girince adam kapıyı kapatmıştı. Yağız’ın evi bu hâldeyken bile sahibinin ne kadar tertipli olduğunu belli ediyordu. Duvarların yerle bütünleşmiş kısımlarına özenle gazete serilmişti ve parkelerin açıkta kalan kısımlarında hiçbir şekilde boya izi yoktu. Eşyalar ve koliler bile itinayla üst üste konmuş boş zamanlarda yapılan puzzleları hatırlatmıştı Naz’a. Boya kovaları da gazete kâğıtlarının üzerindeydi. Eve hafif bir tiner kokusu hâkimdi; ama bazı pencereler açık olduğu için çok rahatsız etmiyordu. Dışarıdaki havanın da serin olmasına rağmen içerisi oldukça ılıktı.
“Konuşmaya dalınca sormayı unuttum. Bir sorun mu var?”
Etrafı incelemeyi bırakarak adamın sesinin geldiği tarafa doğru baktı. Adam arka tarafta bir odaya gitmiş ve gözden kaybolmuştu. O kadar lafın üzerine adamın kapısını çalması belli ki adamı da şaşırtmıştı. Kendisi bile şu anda bulunduğu yerden dolayı şaşkındı hâlbuki evden çıkmadan neler düşünüyordu. Elindeki poşete ilk defa görüyormuş gibi baktıktan sonra neden geldiğini hatırladı.
“Bardakların yüzünden biraz olsun vicdan azabı çekmiş olabilirim. Hedeflerini şaşırmış olmaları hoşuma gitmemiş olsa da bardakların için üzgünüm.”
Adam üzerinde eski, bol bir tişört ile yanına geldiğinde inanamıyormuş gibi Naz’a baktı. “Şu an özür mü diliyorsun? Ben mi yanlış işitiyorum?”
Naz gözlerini devirdi. Neden iyi davranmaya uğraştığı bu girişimler ciddiye alınmıyordu ki? İşte böyle olunca ‘Naz sinirlisin! Naz kaprislisin!’ oluyordu. Bezgin bir nefes verdi. “Hayır. Evet.”
Adamın bakışları cevabı anlamamış gibi bakınca tane tane açıkladı. “Yani HAYIR özür dilemiyorum, EVET yanlış işitiyorsun,” diyerek adama poşeti uzattı ve üzerindeki kalın hırkayı çıkardı.
Bu kadının ev hâli bile güzeldi. Üzerindeki kamuflaj misali hırka çıkınca Yağız elinde olmadan onun vücudunu incelemeye başladı. Üzerinde kapüşonlu, bordo polar kazağı, altında da tüm bacaklarını ikinci bir deri gibi saran siyah bir tayt vardı. Taytlarının üzerinde de polar kazağının üzerindeki yazıların renginde krem rengi tozluklar. Saçlarını tekrar toplamak için açtığında, saçlarını bir taraftan bir tarafa savuruşu… Bir kadını bu şekilde hayatının içinde hiç düşünmemiş ve buna da fırsatı olmamıştı. Hâliyle bunun ne kadar güzel bir duygu olduğundan bir haberdi. Gerçi dünden beri pek de normal şeyler olmuyordu zihninde. Kızın sözleriyle kendine geldi. “Nerden başlıyoruz bakalım?”
***
Yağız mutfağın kapısının açıldığı koridoru boyarken, Naz da tezgâha yaslanmış tezgâhın üzerindeki mutfak kolilerini açıyordu. İşleriyle meşgul olurken aynı zamanda bazen kahkaha atarak bazen de hafif atışarak sohbet ediyorlardı. Bu sayede Naz Yağız’ın Fransızcasının nasıl bu kadar geliştiğini öğrenmiş, Yağız da Naz’ın yaptığı gezilerde başına gelen serüvenleri ve babasının verdiği tepkileri kadının gözlerindeki hüzne rağmen dudaklarındaki gülümsemeyle dinlemişti. Talihsiz geçen iş deneyimlerinden de haberdar olmuştu tabii. Ama mesleğini tam anlamıyla yapmamış olsa da öğrencilerini hararetle anlatışı Yağız’ın gözünden kaçmamıştı. Gerçi Naz, genç adamın kendisine her fırsatta baktığını fark etmemişti. Apartman sakinleri hakkında da konuşmayı ihmal etmemişlerdi. Hele beraber alışverişe çıktıkları ve eşya yerleştirdikleri için Naz, apartmanı yeni kurulan bir aileye benzetmişti.
“Bu kolinin hepsini boşalttım.”
“Teşekkürler. Ben de boyayı bitirdim sayılır.”
Naz mutfakta koridoru görebilecek şekilde bir sandalyeye oturdu ve küçük bir koliyi ayaklarının dibine çekti. Diğer kolileri ise taşımasını bırakın sürüklemesine bile Yağız izin vermiyordu.
“Öğrencilere karşı da böyle yardımsever misin?”
Koliyi açma işine girişse de adama laf yetiştirmeyi ihmal etmiyordu. “Öğrencilere karşı daha yardımseverim aslında.” Yağız’ın güldüğünü belli eden kıkırdamalarını duyunca “Şüphen mi var?” diye sordu. Genç adam boya fırçasını boya kovasına bir kez daldırıp çıkarmış ve mutfak kapısının üzerini koridor tarafından boyamaya başlamıştı. “Benim bildiğim öğretmenler… Genelde ne bileyim böyle kaprisli olmazlardı. Kır saçlı, gözlüklü, şeker teyzeler olarak kalmış benim aklımda.”
“Sen dünden sonra benim her türlü kaprisimi hak ediyorsun. Ama madem bu kadar merak ettin öğrencilerimin yanında böyle değilimdir. Öğrencilere yardımcı olmak benim mesleğimin bir parçası. Ben o kadar zor bir öğrencilik geçirmedim; ama çevremde zor durumlarına rağmen okumaya çalışan başarılı arkadaşlarım vardı. Ne kadar zor olduğunun farkındayım hele bir de ailenden uzakta okuyorsan.”
Eğer bu kız bunları içinden gelerek söylüyorsa, kesinlikle onu ikna ederken zorlanmayacaktı. Kaprislere gelince… Şu an her kaprisini çekmeye razıydı, şikâyeti de yoktu.
“Tüm öğrencilere mi?”
“Tabii ki! Ne zamandır öğrenci ayrımı yapılıyor? Öğrenciliğin her türlüsü zordur.”
“Yani üniversite olsun, ilkokul olsun. Her öğrenciye yardım edersin?”
‘Acaba başka bir dilde mi konuşuyorum ben?’ diye düşündü Naz. Zaten onun için öğrencilerin fark etmediğini söylememiş miydi? Acaba bu adam anlama problemi mi yaşıyordu. Ama bakınca hiç de zekâ sorunu olan bir adama benzemiyordu. Geriye tek bir seçenek kalıyordu. Normal keyifli bir sohbetin sonrasında bu durum kaçınılmazdı zaten.
“Ben biraz önce farklı bir şey mi söyledim? Hangi kısmı anlamadın? Söz mü vermem gerekiyor, yoksa yemin mi etmeliyim?” Sonra aklına gelenlerin dehşetiyle, gözlerini kocaman açarak Yağız’a baktı. “Yoksa sen açık öğretim mi okuyorsun? Sınavlarda yardımcı ol falan diyeceksen seni ihbar etmekten başka hiçbir şey yapmam!”
Bu sözlerin üzerine adam da durdu ve kızın gözlerine şaşkınlıkla baktı. “Böyle bir şey aklıma bile gelmedi. Bir üniversite bir de akademi bana tamamıyla yetti de arttı zaten. Birkaç gün de olsa hakkımda fikir sahibi olduğunu ummuştum. Öyle bir adam değilim. Sadece söylediklerinden emin olmak istedim. Çünkü bazen yaptıklarınla fazlasıyla kafamı karıştırıyorsun.”
Aynen dün yaptıkları gibi… Dün çift gibi davranmaya çalışırlarken kendisi kapılıp gitmiş, sonra tüm gece aralarında sadece bir kapı bulunan kadını düşüncelerinden çıkaramamıştı. Bazen bebek gibiydi, bazen küçük inatçı bir kız, çoğunlukla da bir kadın gibi… İlk başlarda onun açık kitap olduğunu düşünmüştü; ama artık bundan pek de emin değildi. Kadının şaşkınlığının meraka dönüşmesiyle, işine geri döndü.
“Neden? Hâlbuki sana istediğim şeyleri çok net söylüyorum.”
“Çizdiğin profille söylediklerini kafamda bütünleştiremiyor olabilirim. Yani senin gibi birisi sırf öğretmenliği sevdiği için burada ve sırf eğitimci aşkıyla yanıp tutuştuğu için öğrencilerine yardım edecek.”
Ne yani bu adam söylediklerine inanmıyor muydu? Kimi kime karşı koruyordu ki? Anlaşılan yeni eğitim öğretim hayatına atılmış bir öğretmene güvenmiyordu. “Neden inanmak istemediğini anlamış değilim; ama seni temin ederim benden yardım isteklerinde hatta ben yardıma ihtiyaç duyduklarını anladığımda onlara elimden geldiğince yardımcı olurum. Doktorlarda olduğu gibi Hipokrat yeminimiz olmasa da sırf için rahat etsin diye söylüyorum; her öğrencinin yardımına koşacağıma ant içerim. Beni zor durumda bırakacak olsalar da verdiğim sözden dönmem. Rahatladın mı?”
Sesini yükseltmiş ve gerçekten yemin eder gibi sağ elini hafifçe havaya kaldırmıştı. Delici bakışları Yağız’ı öldürecek gibi bakıyordu. Yağız ise bu sözlere ve sözleri tamamlayan hareketlere ağız dolusu kahkaha attı. Naz’ın ifadesini görünce biraz olsun durmayı akıl edebildi ve gülmemek için dudaklarını sıkarken “Şu an oldukça rahatladım,” diye mırıldandı ve şimdi tam zamanıydı işte. “O zaman bizim öğrencilere de elinden geldiği kadar yardım edersin herhalde. Gerçi elinden gelmeyecek bir şey değil.”
“Bizim öğrenciler mi?” dedi Naz gözlerini kısarak. Yağız bir kez daha fırçayı kovaya daldırdı ve duvara son kat boyayı atmaya başladı. Ama bakışlarını her fırsatta Naz’a yönlendiriyordu.“Sarp, Erkan ve özellikle Ali’den bahsediyorum. Ufak bile denmeyecek bir sorunları var.”
Genç kadın ‘O üçlünün ne gibi bir sorunları olabilir ki?’ diye düşünse de aklına bir şey gelmiyordu. Ekonomik açıdan sıkıntıdalar mıydı acaba ve neden kendileri gelip sormamışlardı da elçi göndermişlerdi? Yine de onlara tabii ki yardım edecekti. “Ne kadar ufak?” diye sordu.
“Oldukça ufak. Dert edilecek kadar bile değil.”
Naz’ın içine kemirmeye başlayan kurtlar, daha da çok atağa geçiyorlardı. Merakı kabarıyordu. Gerçekten Yağız’ın dediği gibi kaprisli miydi de çocuklar ona değil de Yağız’a anlatmışlardı sıkıntılarını? Bu duruma içi sıkıldı.
“Hem biraz önce tüm apartmanın aile gibi hissettirdiğini söylememiş miydin?”
Bu adam bunları, duygu sömürüsü için mi yapıyordu? “Evet, öyle hissediyorum; ama çocuklar neden önce bana gelmediler?” dedi dudaklarını büzerek.
Kadının o güzel öpülesi dudaklarını büzmesi Yağız’ın hiç hoşuna gitmemişti. Fırçayı duvara yaslayarak mutfağa gitti ve tam Naz’ın önünde durdu. Naz ise üzgün bir kız çocuğu gibi tam karşısındaydı. Bu hâli bile nefes kesmeye yeterdi. “Bu durumun erkekler arasındaki özel bir mesele olduğunu düşün.”
“Peki, madem erkekler arasındaki özel bir durum. Elimden geleni yaparım.”
“Söz mü?”
Uzun ve simsiyah kirpikler arasından gördüğü mavi gözlere bakakaldı genç kadın. Dudaklarından kelimeler istem dışı dökülmüştü. “Söz.”
Yağız’ın gülümsemesi yüzünde iyice yayılınca aralarında bu kadar özel olan meselenin ne olduğunu merak etti. Ne de olsa artık kendisi de olaya dâhil olmuştu. Acaba çocukların ondan yüz yüze isteyemediği şey neydi? “Çıkar ağzından baklayı bakalım,” dedi hafif tebessümle.
“Gerçekten ufak, sadece bugünkü hâlimizi bazı zamanlarda devam ettireceğiz. Sen Ali’nin ablası olacaksın ben de çok sevgili eniştesi.”
Özel olan şey bu muydu yani? Naz’ın resmen aklı durmuştu. Bu adam lafları dönüp dolaştırıp buraya mı getirmişti? O söz bunun için miydi? Allah’ım!! Resmen oyuna gelmişti. İşin aslını bilseydi hiç kabul eder miydi?!
Kadının dehşete düşmüş hâlini gören Yağız, attığı ufak kahkahanın ardından “Bunda oldukça başarılıyız, kabul et. Sadece küçük bir oyun oynayacağız. Hatta bugün prova etmek için yeterince vaktimiz vardı ve seyircilerin gözlerini kamaştırdık,” dedi.
Naz mavi gözlerin verdiği uyuşukluktan ve durumun şokundan kurtulur kurtulmaz bağırmaya başladı. “Bunu yaptığına inanamıyorum – ellerini başına dayayarak adamın çekim alanından biraz olsun uzaklaştı – Beni resmen oyuna getirdin!” Yağız Naz’ın takındığı tavra gülmeden edemedi. “Ama söz verdin bir kere.”
Genç kadın ne yapacağını bilemeden sağa sola baktı. Yağız sinirini çıkaracak bir şeyler aradığını düşünürken Naz büyük boya fırçasının yanındaki küçük fırçayı olarak önce boya kovasına daldırdı sonra da Yağız’ın üzerinde hünerlerini gösterdi. Yağız’ın kıyafetleri ve yüzünün bir kısmı boyadan nasibini almıştı. Yağız gözlerini kapatmış olsa da sıktığı dudaklarından gülmek üzere olduğunu anlamamak imkânsızdı. Naz adamın tişörtünü komple boyadıktan sonra elindeki fırçayı hırsla yere attı. Adamın gülen yüzünü gördüğündeyse bu kez kendini sandalyeye bıraktı. Adamın üzeri başı boya içinde kalmıştı; ama o hâlâ sinirini alamamıştı. Yağız da bir sandalye çekerek onun yanına getirdi.
“Hem boya hem de tiner kokusu kafamı bulandırdınız!” Sinirli baksa da sesi biraz olsun yatışmış gibiydi. Ardından patlattığı kahkaha ise Yağız’ın duyduğu en güzel ve melodik sesti. Yağız da tuttuğu kahkahasını bıraktı. Gülüşmeler Naz’ın sesiyle kesildi. “Benim karnım acıktı. Sen de aç mısın?”
“Hem de nasıl? Sabahtan beri pek bir şey yediğim söylenemez.”
Naz bir süre etrafını inceledikten sonra tam olarak yanında oturan Yağız’a baktı. “Ev bu hâldeyken burada bir şey yiyemezsin. Kokudan da kafayı bulursun. Benim dolabım dolu olduğuna göre… Bende bir şeyler yiyebiliriz.” Yağız bakışlarını kısarak direk gözlerine baktı. “Bugün bana yaptığın ikinci yardım teklifi bu,” dedi şaşırmış gibi yaparak.
“Sanırım öyle. İyi değerlendir. Ama bir konuda anlaşalım. Sana yemek yapacak kadar yardımsever değilim.” Aslında yapmayı bilse sorun olmazdı; ama o kısma hiç değinmedi.
“Bir gün içerisinde daha fazlasını beklemek haksızlık olur zaten. Hem seni de yeterince yordum. Madem yemeği ben yapıyorum, ne yemek istersin?”
“Valla bir menemenini yerim.”
“Menemen mi? Ben köri soslu tavuk tarzında, uğraştırıcı bir şeyler istersin diye düşünmüştüm.”
“Şu an yorgun olduğunu bilmesem inan yaptırırdım. Hatta sen yaparken oldukça da eğlenebilirdim; ama şu anda midem sabırlı değil. Hem canım menemen çekti. Ama madem çok istiyorsun sözün olsun. Bir gün yaparsın.”
“Seve seve. Bu arada… Bana tişört borçlandın.”
Naz “Farkındayım,” derken yüzünü buruşturdu. Ellerini bacaklarının üzerine koyarak hafifçe eğildi ve Yağız’ın yüzüne baktı. “Yüzün boya olmuş.” Yağız eliyle yüzündeki boyayı silmeye uğraşırken daha çok bulaştırıyordu.
“Dur. Yapma, daha çok bulaştırdın.”
Tezgâhtaki temiz ama eski olan havluyu aldı ve adamın yanağındaki boyayı silmeye başladı. Onun gözleri boyadayken, Yağız’ın bakışları dolgun dudakları ve koyulaşmış hareli yeşil gözlerinde gidip geliyordu. Naz bir an yanından kalktığında dalmış olduğunu fark etti. Tekrar yerini aldığındaysa, adamın yüzünü silmeye devam etti. Naz işini bitirdikten sonra yüzündeki hafif bir tebessümle adamın gözlerinin tam içine baktı. Adam hayatında hiç bu kadar etkileyiciliğe sahip yeşil bir ton görmediğini fark etti o an. İlk ağzını açan Naz olmuştu.
“Şu hâlimize bir bak. Biz seninle ne zaman gerçekten komşu olacağız?” Yağız ise kızın gözlerinde takılı kalmıştı. “Sanırım… Hiçbir zaman.”
Naz’ın gülümsemesi büyüdü. Havluyu Yağız’ın eline tutuşturdu ve ayağa kalktı. Yağız’ın yakınlığından sonra içini bir titreme aldı. Elini kolunu nereye koyacağını şaşırmış vaziyette girişte bıraktığı hırkasını almaya koşar adımlarla gitti.
“Yüzünü sabunla yıka. Boya çıksın diye havluya biraz tiner damlatmıştım,” diye seslendi arkasına doğru. Yağız’dan aldığı cevabı, yanındayken titreyişlerinin aksine bu kez içini ısıtmıştı.
“Peki karıcığım.”
Duyduğu sözlerle aniden arkasını dönünce arkasında gülmekte olan Yağız’a çarptı. Adam nazikçe onun elinden hırkasını alarak giymesi için tuttu. Naz ise söylenenlere hiç ses çıkarmadı. “Ben de gidip malzemeleri hazırlayayım da kocama kolaylık olsun,” derken kocam kelimesini üstüne basa basa söylemişti. Yüzünde beklenen sinirli ifade yerine beliren gülümseme ise oldukça şaşırtıcıydı. Söylediklerine kafa yormadan dış kapıdan çıktı.
Yağız onun arkasından kapıyı kapattıktan sonra nefesini bırakarak kapıya yaslandı. Muhakkak bu kadın, adama karşı yenildiğini düşünüyordu; ama penaltı, köşe vuruşu, orta saha derken Yağız’ın kalesine attığı gollerin farkında değildi. Ne kadar da güzel kocam demişti. Düşüncelerinin sivri iğneleri beynine batmaya başlayınca banyoya yönelerek yüzünü soğuk suyla birden fazla kez yıkadı. Aynadaki aksinde gördüğü boyanmış tişörtünü görünce yüzündeki aptal gülümseme iyice genişledi. Bir şeylerse zihninde kesindi.
Bu kadınla arkadaş olmayı başından beri istememişti ve hâlâ da istemiyordu!
Fotoğraf: @nilmeltem

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder